Istanbul'un Fethi'nin 555. Yıldönümü Kutlu Olsun

Elasis

New member





FETİH MARŞI



Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek;

Dağlardan çektiler, kalyonlar çekilecek...

Kerpetenlerle surun dişleri sökülecek...



Yürü: "Hala, ne diye oyunda oynaştasın?

Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!



Sende geçebilirsin yardan, anadan, serden...

Senin de destanını okuyalım ezberden...

Haberin yok gibidir taşıdığın değerden...



Elde sensin, dilde sen... Gönüldesin, baştasın:

Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!



Yüzüne çarpmak gerek, zamanenin fendini,

Göster: Kabaran sular nasıl yıkar bendini?

Küçük görme, hor görme, delikanlım kendini



Şu kırık abideyi yükseltecek taştasın;

Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!



Bu kitaplar Fatih’tir, selim’dir, Süleyman’dır;

Şu mihrap sinanüddin, şu minare Sinan’dır;

Haydi, artık, uyuyan destanını uyandır!



Bilmem neden gündelik işlerle telaştasın?

Kızım, sende Fatihler doğuracak yaştasın;



Delikanlım, işaret aldığın gün atandan

Yürüyeceksin... Millet yürüyecek arkandan;

Sana selam getirdim Ulubatlı Hasan’dan...



Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştasın...

Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!



Bırak, bozuk saatler yalan yanlış işlesin!

Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın!

Yürü, arslanım, fetih hazırlığı başlasın...



Yürü, hala ne diye, kendinle savaştasın?

Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!



Arif Nihat ASYA
 

яєℓαχℓιƒє

KaFaSıNa GöRe
kutlu ve mutlu olsun :D
 

1001Design

330i ///M3 Design
 

gurur24

New member
İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.

Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir
Oluklar çift; birinden nur akar, birinden kir.
Akışta denetlenmiş, büyük, küçük, kainat;
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!

Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;
Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?
Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,
Sırtına Sakarya'nın, Türk tarihi vurulur.

Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük?
Bu dava hor, bu dava öksüz, bu dava büyük!..
Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?

İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal;
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal.
Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan;
Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu an;
Kehkeşanlara kaçmış eski günleri an!

Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?
Mermerlerin nabzında hala çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgar o sedayı: Allah bir!

Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.
Vicdan azabına es, kayna kayna Sakarya,
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!

İnsan üçbeş damla kan, ırmak üçbeş damla su;
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?

Kafdağını aşsalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!
Sakarya, saf çocuğu, masum Anadolu'nun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!

Sen ve Ben, gözyaşıyla ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!

Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;
Sen kıvrıl, ben gideyim, son Peygamber kılavuz!
Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!..

NECİP FAZIL
bu şiir geldi arkadaşımızın herkes birşey söylesin sözünden sonra ne kadar anlamlı ve nekadarda günümüzü anlatıyor.........necip baba büyüksün
 

Kopuk Dadı

Moderatör
Moderatör



İstanbul mutlak fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutandır. Onu fetheden asker ne güzel askerdir.
Hz. Muhammed (s.a.v.)
 

sonsuzluğa

Moderatör
Moderatör


İstanbul'un Fethi

İstanbul'un Fethi, 29 Mayıs 1453'te, şehri günlerdir kuşatan Osmanlı ordusunun, şimdi İstanbul olarak bilinen, o zamanki adıyla Konstantinopolis şehrini Sultan II. Mehmed Han'ın komutanlığında fethetmesidir.

Bu fetihten sonra Osmanlı Devleti İmparatorluk olmuş, henüz 21 yaşında olan Sultan II. Mehmed, fatih unvanını da alarak Fatih Sultan Mehmed olarak anılmaya başlanmıştır. Tarihteki en önemli devletlerden olan Doğu Roma İmparatorluğu böylelikle sona ermiştir.

Tarih: 2 Nisan - 29 Mayıs 1453

Yer: İstanbul

Sonuç: Osmanlı'lar İstanbul'u ele geçirdi, Bizans İmparatorluğu yıkıldı.

Bizans İmparatorluğu kumandanı: XI Konstantin

Osmanlı kumandanı: Fatih Sultan Mehmed












 

kuzay

Pesimist
29 Mayıs’lar da Bayram’dır

Bugün İstanbul’un Fethi’nin 555. Yıldönümü.

Her dönem için muhteşem gösteriler tüm Türkiye’de coşkuyla karşılanırdı. Radyoda çalınan mehter marşlarını Televizyondaki kutlama görüntülerini bugün gibi hatırlarız. Unutamadıklarımız arasında Fetih’le ilgili filmlerbile vardı.

“Çağ açıp, çağ kapatan” Büyük Hünkar Fatih Sultan Mehmet’in asrının en gelişmiş savaş teknolojilerini kullandığı, özellikle ‘Balyemez Topları’nı döktürmesi hâlâ askeri akademilerde ders olarak okutulur. Karadan yürüttüğü gemileri Haliç’e indirmesi ve Bizans Donanması’nı zincirle kuşatması dehasının eseridir.

Fetih, Türk’ün Dünya’nın en güçlü İmparatorluğu’nu yaratışıdır. Osmanlı Akıncıları Asya’dan Avrupa’ya koşarken, denizcilerimiz Endonezya’ya hatta Japonya’ya ulaşmışlardı.

29 Mayıs 1453 bir görüşün tekelinde ve kutlamasında bırakılmamalıdır.

Mehterin her ritminde yürüyüşümüz bile canlanır.




Bu yıl İstanbul'un fethinin 555. Yıldönümü. İstanbul'un fethi dünya tarihinin en büyük olaylarından biridir. Tarihçi Erhan Afyoncu, İstanbul fethinin bilinmeyenlerini yazdı...


Ancak Batılılar fethin şokunu atlatmak ve şehrin Türkler'in eline geçmesini küçümsemek için İstanbul'un açık unutulan bir kapı yüzünden düştüğünü uydurup, kendilerini teselli etmişlerdi.Bu yıl İstanbul'un fethinin 555. yıldönümü. Ancak Batı hâlâ bu fethi unutamadı.

Son Roma İmparatorluğu'nun başkentinin elimize geçmesini hiçbir zaman hazmedemediler. Batılılar fethin şokunu atlatmak ve şehrin Türkler'in eline geçmesini küçümsemek için fetihten hemen sonra İstanbul'un açık unutulan bir kapı yüzünden düştüğünü uydurup, kendilerini teselli etmişlerdi.

KUŞATMA BAŞLIYOR

Uzun bir hazırlık döneminden sonra 6 Nisan 1453'te Osmanlı ordusu Bizans surlarının önündeydi. 6 Nisan gecesinden başlanarak surlar top ateşi ile dövülmeye başlandı. Surlarda yıkılan yerler, müdafiler tarafından hemen dolduruluyordu. 7 ve 12 Mayıs tarihlerinde iki büyük saldırı gerçekleştirildiyse de, bir netice alınamadı. Bunun üzerine Osmanlı toplarının çoğu Topkapı-Edirnekapı arasına kaydırıldı ve saldırılar şehrin en zayıf bölgesinde yoğunlaştırıldı. Kuşatmanın uzaması, Avrupa'dan gelebilecek yardım yüzünden Osmanlı ordusunu zor duruma sokmuştu.

Bu sırada Venedik donanması Ege'ye gelmişti. 25 Mayıs'ta Bizans'a son kez teslim ol çağrısı yapıldı. Bizanslılar'dan şehri teslim etmek isteyenler oldu. Ancak İtalyanlar buna şiddetle karşı çıktılar. Bu sırada Macarlar'ın, yardıma geldiği haberleri Osmanlı ordusunun moralini bozmuştu. Tehlike büyüktü. Vezirizam Çandarlı Halil Paşa, baştan beri savunduğu kuşatmayı kaldırma fikrinde ısrar etti. Ancak Zağanos Paşa, Şehabeddin Paşa, Turahan Bey ve Akşemseddin saldırıya devam edilmesi gerektiğini söylediler.

Büyük bir saldırıya geçilmesi için karar alındı. Askere şehir alındığında üç gün yağma izni verildiği duyurusu yapıldı. 28 Mayıs 1453'te bütün orduya İstanbul'a yapılacak son saldırı için hazırlanmaları emri verildi. 29 Mayıs sabahı gün ağarmadan genç padişahın emriyle savaş naraları atarak saldıran askerlerin sesleriyle son hücum başladı. Hiç durmadan çalan mehter askeri coşturuyordu. Bizanslılar bu seslere karşılık vermek için şehirdeki bütün kiliselerin çanlarını çaldılar.

SON HÜCUM

Osmanlı askerleri şehre dur-durak bilmeden saldırıyorlardı. Fatih ilk olarak azapları ve ordusundaki Hıristiyanlar'ı surlara saldırttı. Osmanlı ordusunun en seçkin birlikleri surlara saldıran askerlerin arkasında düşmanın yorulmasını ve sıranın kendilerine gelmesini bekliyorlardı. Saatler süren çatışmaların ardından II. Mehmed son darbeyi vurmak üzere yeniçerileri savaşa soktu. Binlerce askerini arka arkaya şehit veren Osmanlı ordusu karşısında Bizans'ın dayanma direnci kalmamıştı. Şehre her taraftan saldırılıyordu. Ancak asıl savaş Topkapı-Edirnekapı arasındaki surlarda oluyordu.

Fatih, şehrin en zayıf kısmı olduğunu anladığı Topkapı-Edirnekapı arasındaki surları günlerce süren top ateşiyle ve lağım patlatarak tahrip ettirmişti. Bu yüzden asıl hücum bu bölgeden yapılmaktaydı. Bir gülle parçası şehrin en büyük savunucularından olan Cenevizli Giustiniani'yi yaraladı. Adamlarının komutanlarını alarak Haliç'teki gemilerine gitmeleri, Bizanslılar'ın son direncini de kırdı.

Bu sırada Topkapı civarındaki surlara çıkan Türk askerlerini gören Bizanslılar haykırarak şehrin iç kısımlarına doğru kaçmaya başladılar. Topkapı surlarında ardı ardına Türk bayrakları dalgalanmaya başladı. İstanbul bir anda "Şehir düştü, şehir düştü" sesleriyle çalkalanmaya başladı. Surlarda dalgalanan Bizans Kartalı ve Aziz Markos'un aslanı bulunan bayrakların yerini Türk sancakları almıştı. Şehrin savunması çökmüştü. Binlerce Türk askeri içeriye girmeye başladı. Bizanslılar evlerine, ailelerinin yanına giderken, bir kısım ahali ile yabancılar Haliç'teki gemilere kaçıyorlardı. Öğlen olduğunda şehir tamamen Türkler'in eline geçmişti.

AÇIK UNUTULAN KAPI

İlk büyük Osmanlı tarihçisi Hammer'den Romancı Stefan Zweig'e kadar birçok Batılı tarihçi ve edebiyatçı İstanbul'un fethinin son safhasını şu şekilde anlatırlar; "Surların arasında dolaşan birkaç Türk askeri Edirnekapı ile Eğrikapı arasında bulunan Kerkoporta (Cambazhâne) denilen yayalara ayrılmış küçük kapılardan birisinin aklın alamayacağı bir unutkanlık yüzünden açık kaldığını görürler. Diğer askerlere de haber verilir ve Türkler bu kapıdan girerek İstanbul'u fethederler. Herkesin unuttuğu bir kapı olan Kerkoporta, küçücük bir rastlantı, dünya tarihinin gidişini değiştirmiştir".

Bu bilgi sadece o sırada Midilli'de olan, yani şehrin fethini bizzat görmeyen Dukas Tarihi'nde vardır ve dönemin diğer kaynakları ile uyuşmaz. Dönemin Türk kaynakları ile Barbaro, Dolfin ve dönemin diğer Latin ve Bizans kaynakları incelendiğinde fethin son aşamasının hiç de bu şekilde olmadığı anlaşılmaktadır. Açık kapı söylentilerinin gerçekle alakası yoktur.

Fethin şokunu atlatmak ve şehrin Türklerin eline geçmesini küçümsemek için çıkarılmıştır. Bu rivayet Batı'da çok yaygındır. Ancak yerli ve yabancı tarihlerin çoğuna göre Türk askerleri bugünkü Topkapı'ya yakın bir yerden savaşarak şehre girmişlerdir. Nitekim bu bölgenin ismi de, surların gördüğü tahribat sebebiyle, fetihten sonra Top Yıkığu Mahallesi olarak anılmıştır.

iSTANBUL’UN FETHi BiZE BÜYÜK BiR iMPARATORLUĞUN YOLUNU AÇTI

İstanbul'un fethi genç padişaha sonsuz bir kudret ve otorite sağlamıştı. Fetih öncesi büyük karışıklıklar içerisinde çalkalanan Osmanlı Devleti bu fethin getirdiği büyük prestijle hem İslâm dünyasının en parlak devleti haline geldi, hem de düşmanları üzerinde psikolojik yılgınlık yarattı.

Fatih fetihten hemen sonra iktidarını sınırlayan Çandarlı'yı görevden aldı ve bir müddet sonra öldürttü. Aynı şekilde hükümdarlığı üzerinde bir tehdit olarak gördüğü Osmanlı şehzadesi Orhan Çelebi de fetih sırasında ortadan kalkmıştı. Fatih'in veziriazamlarının sonuncusu hariç hepsi kapıkulu kökenlidir. Bu durum hükümdara aristokrat Türk ailelerinin nüfuzundan kurtulması imkânını vermiştir. Ancak her şey devşirmelere bırakılmamış, dinî, idarî ve malî bürokrasi Türk kökenlilerden teşkil edilmiştir.

Böylelikle kapıkulları ile Türkler arasında bir denge kurularak devlet yönetiminde tek söz sahibinin padişah olması sağlanmıştır. Osmanlı tarihçilerinin en önemli ismi Prof. Dr. Halil İnalcık, fetret devrinin gerçek bitişinin İstanbul'un fethi ile olduğunu söyler. İstanbul'un fethi öncesinde sallanan imparatorluk, fetihle kazandığı büyük itibar sayesinde dünya siyasetine yön verecek bir imparatorluk olma yoluna girdi. Halil İnalcık, fetih sayesinde II. Mehmed'in kendisini cihanşümul bir imparatorluğun temsilcisi olarak gördüğünü, mutlak ve hudutsuz bir iktidar kazandığını söyler.

Bu durum merkeziyetçi devletin kurulabilmesini ve devamlı fütuhat faaliyetlerinde bulunulabilmesini sağladı. Fatih'in cihanşümul hakimiyet fikrinin temelleri geniş bir yelpazeden oluşuyordu: Türk-Moğol hükümdarlık geleneği, İslâmî hilafet telakkisi ve Roma imparatorluk fikri. Fatih, fetihten sonra kendisini Roma İmparatorluğu'nun yegâne varisi sayarak, Bizans İmparatorları ile akraba bütün sülaleleri (Trabzon Rum İmparatorluğu, Mora Despotları vs) ortadan kaldırmak için faaliyete geçmişti. Fatih'in şahsında Türk-İran-İslâm ve Roma hükümdarlık geleneklerini birleştiren Osmanlı padişahı tipinin doğmuştu.

Bugün
 

мя.кLєx

ву.נαgℓєя
İstanbul mutlak fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutandır. Onu fetheden asker ne güzel askerdir.
Hz. Muhammed (s.a.v.)

kutlu ve mutlu olsun :goz:
 

innuendo

HANZALA
Moderatör
Allah onlardan razı olsun.
Peygamber(s.a.v) övgüsü alabilmek...
 


Allah onlardan razı olsun.
Ne Mutlu Türküm Diyene!!!


Fatih'in iki resmî tarihçisi vardı. Birisi Kritovulos adlı bir Rum'dur, öbürü de Tursun Beğ'dir. Çok farklı birikimlerden gelen bu iki tarihçinin aynı fetih olayına farklı pencerelerden bakmış olmaları ilginç bir manzara ortaya çıkartmıştır.



Kritovulos, Bizans'a daha yakın düşen bir Fatih portresi yontmakla meşgulken, Tursun Beğ'in onun İslam geleneğiyle irtibatını vurgulamış olması değerli ipuçları uzatmaktadır önümüze. Tursun Beğ'in tarihinde dikkatimi çeken pasajlardan birisi, fethin gerçekleştiği gün, yani bu yazıyı yazdığım dakikalardan 555 güneş yılı önce Fatih Sultan Mehmed'in Ayasofya ile bir miktar hasret giderdikten sonra kubbeye çıkışını anlatır. Bıyıkları henüz terlemiş, belki de sakalları bile daha gürleşmemiş olan bu genç adamın, fethin sembolü olacak Ayasofya'nın kubbesinde ne işi vardır dersiniz? Henüz fethin buğusu üzerinde tüterken, İstanbul'u ruhuna içirircesine derin derin seyretmiş ve...

En iyisi burada keseyim ve sözü Tursun Beğ'in cilveli lisanına bırakayım: "Çün nazar-ı ibret ile İstanbul'un üzerine baktı, ayn-ı firâset ile gördü ki âb u hevâsı ve etrâf-ı dil-küşâsı ve tağ u rağ u sahrâsı bir sûret-i hüsnâdur ki, dest-i meşâtta-i emn arâyiş virmediğünden ve âyin-i din-i Seyyidü'l-mürselîn tezyin itmedüğünden, zülf-i pür-çin-i dilber-i nâzenîn gibi müşevveşü'l-hâl ü perîşân kalmış idi."

Soran gözlerle 'İyi de bu ağdalı Osmanlıcasıyla ne diyor bu Tursun Beğ?' der gibisiniz. Özetle şunu: 'Fatih ibret gözüyle baktı baktı da İstanbul'a, bu şehrin suyunun, havasının ve gönül açan çevresinin, tepeleri ve ovalarının adeta bir güzelin şeklini andırdığını ferasetiyle gördü. Fakat bu şehre Hz. Muhammed'in (sas) dini dokunup güzelleştirmediğinden bu nazenin güzelin kırış kırış olmuş zülfü karmakarışık ve perişan bir hale gelmişti.' Tespit bu: Müslüman eli değmemiş bir şehirdi İstanbul ve perişanlığı bu yüzdendi. Öyleyse ne yapılması gerekiyordu? Bu nazenin güzelin bakımsızlıktan kırışmış olan yüzünü estetik bir müdahaleyle yeniden eski güzelliğine kavuşturmak için kollar sıvanmalıydı. Fatih'in de o ilk Ayasofya seferinden dönüşte bunu yaptığına şahit oluyoruz.

Yaygın kanaatin aksine, fethin İstanbul açısından keskin bir kırılma noktası, bir kopuş anı olduğunu herhalde söyleyemeyiz. Daha ziyade 'kültürel protezlerin eklemlenmesi' hadisesiyle karşılaşırız. Zaten 1204-1261 yıllarında vuku bulan ve Bizans'ı soyup soğana çeviren Haçlı Latin istilasından sonra İstanbul eski görkemli günlerinden epeyce uzaklaşmış durumdaydı. Üstelik hızla Latinleşmekteydi, Katolikleşmekteydi hatta. Mora Yarımadası'ndan gelen Paleologos hanedanının restorasyon çabaları da gün geçtikçe daralan sınırları ve ufukları genişletmeye yetmeyecekti.

"Keşke biz yönetsek" diyeceğimiz şehir var mı?

29 Mayıs 1453'te gerçekleşen fetihten sonra ise küllerinden bir kere daha doğdu Konstantinopolis. Uyandığında adı artık İstanbul'du. Müslümanların şehri güzelleştirmeyi amaçlayan itinalı yönetiminde ciddi bir canlanma, canlı bir yenilenme, adeta bir diriltme çabası yaşandı ve bu canlılığın asırlar içerisinde şehrin kültürüne olduğu kadar mimari dokusuna, siluetine ve çok renkli beşerî ve dinî kompozisyonuna köşesine bucağına varıncaya kadar yansıdığına şahit olundu.

Fetihle birlikte İstanbul'a gelen muazzam yatırımları ve bunun sonucunda oluşacak büyük dönüşümü ben daha çok bir yılanın uzun sürmüş bir kışın ardından gömlek değiştirmesi ya da hırpalanmış olan bir vücudun tıkanmış damarlarının açılması gibi değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum. İşte 1453'ten sonra sönmek üzere olan Bizans'ın eski görkemli başkentinin soluk ışığı, şehrin yeni ve enerjik sakinlerinin maharetli ellerinde birkaç asır daha parlamaya devam etmiş, ölümsüz bir şehir olduğu iddiasını modern çağlara kadar sürdürmüştür. Mesele de şehrin gözüyle budur zaten. Aslına bakılırsa fetih, bir yerde "daha iyi yönetme iddiası"dır. Osmanlı Devleti yalnız İstanbul'da değil, Asya'da da, Afrika'da da, Avrupa'da da fethettiği şehirler üzerinde bu "Ben senden daha iyi yönetirim" iddiasını pratikte ispatlamış bulunuyordu. Mesela bugün bize, "Madem o kadar fethetmek istiyordunuz, alın şehrin anahtarlarını, Viyana'yı 5 yıllığına siz yönetin!" teklifinde bulunsalar buna cesaret edebilir miyiz? İçimizden samimi olarak bu teklife "Evet" diyebilenimiz çıkar mı? Pek emin değilim. Oysa 15. asır ortasında gencecik bir Osmanlı yöneticisi, dünyanın en uygar şehirlerinden birini daha iyi yöneteceği iddiasıyla ortaya atılabiliyordu. Üstelik iddiasını sadece şehri fethetmekteki becerisinde değil, ona yeni bir ruh üflemek, onu olumlu yönde dönüştürmek ('kentsel dönüşüm') ve başarıyla yönetmekteki becerisinde sergiliyordu.

Şunu söylemek istiyorum: Osmanlılar Bizans'ın bu ölümsüz başkentinin ihtişamı karşısında ezilebilirler, onun manevi ve kültürel ağırlığı altında kalabilirlerdi. Lakin Avrupalı gözünden bakılınca, beklenmeyen iki şey oldu. Birincisi, 'barbar' dedikleri Fatih ve torunları, Bizans'tan kalan eserleri yok etmek yerine, yaşatmayı tercih ettiler. Onları korumaya aldılar. Ayasofya'nın minareleri bile yapıyı güçlendirmek amacıyla inşa edilmiş, kubbenin açma tehlikesini bertaraf etmek amaçlı payandalardı. Hatta minaresiz bir Ayasofya'nın ne kadar hantal bir gövde olarak kalacağını bir düşünme egzersiziyle kendiniz de bulabilirsiniz. İkincisi ise bu şehrin ruhunu ona o kadar iyi nüfuz ederek okudular ki, şehre yapacakları katkıları adeta o ruhun rahminden sezaryenle değil, kendiliğinden yeniden doğurttular.

2005 yılında uluslararası bir organizasyona, Dünya Mimarlar Kongresi'ne ev sahipliği yapmıştı İstanbul. Orada çok ünlü bir Batılı mimar (Peter Eisenman), İstanbul'a gelmeden önce bu şehrin sınıf birincisinin Ayasofya olduğuna inandığını ama gelip görünce kararını değiştirdiğini ve İstanbul'un en güzel eserinin Sultanahmet Camii olduğunu söylemişti. Düşünün, aradan kaç asır geçmiş, üstelik Bizans safında olduğunu düşündüğünüz çağdaş bir sanatkâra, İstanbul'u ne kadar iyi okuduğumuzu bu şekilde anlatmıştır Sedefkâr Mehmed Ağa. Belki de Fatih'in de peşinde olduğu gerçek fetih buydu. İstanbul'un derisi altında saklanan fakat Bizans'ın çıkarmaya gücü yetmediği ikinci İstanbul'u fethetmek. Zamanı fethetmek buydu. 555 yıl sonra biz hâlâ İstanbul'un fethini göğsümüz kabararak kutlayabiliyorsak, 29 Mayıs 1453 Salı sabahı şehrin kapılarından içeriye ellerimizde meşalelerle daldığımız için değil, burayı bir vatan parçası yapmaktaki 'uzun soluklu fethi' ya da belki 'sessiz fethi' gerçekleştirmeyi başardığımız içindir.

MUSTAFA ARMAĞAN
 

HTML

Üst