sherif
HACKHELL İN SHERİFİ
- Katılım
- 8 Kas 2005
- Mesajlar
- 1,033
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
İnsan; yaratılmışların şerefçe en üstünü, ulvî duygulara ve faziletlere meyli bulunan bir varlıktır. Bu duygu, yüksek seciyeli insanda tutku ve aşk derecesine ulaşır. Süflileşen insanlarda bile bu hissin izlerine tesadüf etmek mümkündür.
İnsan, «Hay» dir (Hay, canlı manasına gelmektedir.), fakat «Hayvan» değildir. Bunu idrak, insan'ın en başta gelen vazifelerindendir. Bir şeye benzerliğin bulunması başka, o şey'in aynı ve tıpkısı olmak başkadır.
İlim şehrinin kapısı bulunan Hz. Ali, bir beytinde insanın maihiyetine ışık tutarak şöyle buyurmaktadır: «Sen kendini küçük bir cisim sanıyorsun. Halbuki sende en büyük alem (in sırları) dürülmüştür».
Akif bey, bu beyt'i alarak, akıcı aruz üslubu ile şöyle renklendirmektedir;
Haberdar olmamışsın kendi zatından da hala sen,
Muhakkar bir vücudum dersin, ey insan, fakat bilsen;
Senin mahiyyetin hatta meleklerden de ulvidir.
Avalim sende pünhandır, cihanlar sende matvidir.
İnsan, beşeriyyete faydalı olduğu, vatanını ve milletini sevdiği zaman sevgiye ve maşerî vicdanda taht kurup övülmeye layık olur. Bu idrak seviyesine yücelemeyen kimseler, yaşarken fani; öldükten sonra, hiç olup unutulmaya mahkumdur.
İnsanlığa hizmet, belirli bir ücret karşılığında yapılan çalışma değildir. Hizmet, Cenab-ı Hakk'ın nzasından başka bir karşılık beklemeden sarf edilen mesai ve ortaya konulacak faydalı iştir. Menfaat temini, meşru çizgiyi aşmadan yapılsa bile, ulvî duyguları asgarî seviyeye düşürür.
İnsan, içinde yaşadığı topluluğa ve mensubu bulunduğu aziz milletimize faydalı olduğu nisbette ve yararlı işler gördüğü müddetçe kamil manada «însan» vasfını kazanır.
Hayırlı insan; insanlığa hayırlı olan, dertlilerin ızdırabına çare arayan, ağlayan bahtsızın göz yaşını dindiren, insanları ve diğer canlıları koruyan kimsedir.
İnsan-ı kamil; maddî varlıklar karşısında irade ve idaresini sarsmayan, kalbi ile Hakk'a ve kalıbı ile halka yönelik bir faaliyet içinde bulunan, «Hak için halka hizmet» noktasından hareketle didinen insandır.
Olgun bir mü'min, hayır kapısının fatihi, her iyi işin önderi ve şer yollarının engelleyicisidir.
İnsanlar, tıpkı madenler gibidir. Tasnif etmede ve değerlendirme de aralarında farklılıklar vardır. Kimi, bir demir gibi paslı vicdana, kimi de altın ve gümüş gibi temiz bir asalete sahiptir. İnsanlar içinde öylesi vardır ki, din kardeşinin menfaatini kendi arzularına tercih eder. O, nefs'in hevesleri peşinde maddenin esiri olmaz ve «önce canan, sonra can» fikrini, hayatının düsturu ve insana hizmet anlayışının değişmez bir prensibi olarak kabul eder. Çünkü o, «Kim (din) kardeşinin hacetini görmek (düşüncesin) de olursa, Allah da onun hacetini görüverir. Kim de bir müslümandan sıkıntıyı giderirse, Allah da buna karşılık ondan kıyamet sıkıntılarını giderir» (Buharî c. 3. s. 98.) diye inanmıştır.
Halka hizmet mevkiinde bulunan kimseler, vazifelerini görürken çok dikkat göstermeli ve Allah'a şükretmelidir. Zira böyle bir vazife ilahî bir tensip ve Rabbimizin vazifelendirmesi olmaktadır. «Allah Teala'nın insanların işlerini görmeye tahsis ettiği bir takım kulları vardır. Halk, bazı ihtiyaçlar için onlara iltica eder (cesine varıp işlerinin görülmesini talep eder) ler. Bu kimseler, Allah'ın azabından emin bulunanlardır» (Feyz'ül-Kadir c. 2, s. 477). Hadis-i şerifi, bu hususun belgesi olmaktadır.
Halkın hizmetlerini omuzlayacak kimselerin merhametleri engin, hoşgörüleri geniş, sabırları çok, hizmet anlayışları beşeriyeti kuşatacak kadar ihatalı olmalıdır. Zira, bu hizmet, Allah rızası için yapılmakta ve failini dünya ve ahirette yüceltmektedir. Bu noktayı dikkatten uzak tutmayan kimse, hiçbir şahsı hor görmemeli,
Yaratılanı hoş gör,
Yaratandan ötürü...
diyerek, nefsine sabrı ve fazileti telkin etmelidir. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde, «Kişi kardeşinin yardımcısı olduğu müddetçe, Allah da kulunun yardımcısıdır» (Müsned-i Ahmed bin Hanbel c. 2, s. 274) buyurmaktadır.
Halka iyilik yapacak imkanlara sahip ve Hakk'ın rızasına talip bulunan ve böylesine ulvî bir hizmeti yüklenen kimse, İslamın potasında erimeli ve sünnet-i Muhammediye kalıplarında şekillenmeli; tevazuda toprak, vakarda su, kusurları örtmede gece ve güler yüzlülükte güneş gibi olmalıdır. Rabbimizin bir kula ihsan ettiği nimeti ne kadar büyük olursa, halkın o kimseye yük olması da şiddetlenmiş olur. Kim bu ağırlıklara tahammül göstermiyecek olursa, o nimet zevale yüz tutar.
Dünya sebebler alemidir. Birçok şeyin tahakkuk safhasına çıkması, şartlara ve sebeblere bağlanmış bulunmaktadır. Seven, sevilir; halkı sevindiren, sevinç içinde yaşar. «Kim müslüman bir kardeşini memnun etmek için, onu sevineceği bir şeyle karşılarsa Aziz ve Celil olan Allah, buna karşılık olmak üzere, kıyamet günü o kimseyi sevindirir» (et-Terğib ve't-Terhib c. 3. s. 394). «Müslüman kardeşinin (gönlü) içine sevinç koyman, mağfiret-i ilahiyi gerektirir» (Feyz'ül-Kadir c. 2. s. 542).
İnsanlara hizmet, Rabbimizin emirlerinden olduğuna göre, bir ibadettir. Halkı sevindirmek, Hakk'ın rızasına erişmeye vesiledir. Çünkü, «Farz (kılınmış ibadet) lerden sonra, Allah'a göre amellerin en sevimlisi, müslüman (ın kalbi) içine sevinç koymaktır» (et-Terğib ve't-Terhib c. 3, s. 394.).
Ey Hakk'ın rızasına talip bulunan kimse! Yaptığın iyiliğin boşa gitmesini arzu etmezsen onu asla başa kakma. Cenab-ı Hak unutmaktan münezzehtir.
Güneş, ışığını ayaklar altına serdiği için başlar üzerinde gezmektedir. Yaptığın hizmeti halkın ayağına götür ki, cismin cennete, ismin melekler alemine yücelmiş olsun.
İnsan, «Hay» dir (Hay, canlı manasına gelmektedir.), fakat «Hayvan» değildir. Bunu idrak, insan'ın en başta gelen vazifelerindendir. Bir şeye benzerliğin bulunması başka, o şey'in aynı ve tıpkısı olmak başkadır.
İlim şehrinin kapısı bulunan Hz. Ali, bir beytinde insanın maihiyetine ışık tutarak şöyle buyurmaktadır: «Sen kendini küçük bir cisim sanıyorsun. Halbuki sende en büyük alem (in sırları) dürülmüştür».
Akif bey, bu beyt'i alarak, akıcı aruz üslubu ile şöyle renklendirmektedir;
Haberdar olmamışsın kendi zatından da hala sen,
Muhakkar bir vücudum dersin, ey insan, fakat bilsen;
Senin mahiyyetin hatta meleklerden de ulvidir.
Avalim sende pünhandır, cihanlar sende matvidir.
İnsan, beşeriyyete faydalı olduğu, vatanını ve milletini sevdiği zaman sevgiye ve maşerî vicdanda taht kurup övülmeye layık olur. Bu idrak seviyesine yücelemeyen kimseler, yaşarken fani; öldükten sonra, hiç olup unutulmaya mahkumdur.
İnsanlığa hizmet, belirli bir ücret karşılığında yapılan çalışma değildir. Hizmet, Cenab-ı Hakk'ın nzasından başka bir karşılık beklemeden sarf edilen mesai ve ortaya konulacak faydalı iştir. Menfaat temini, meşru çizgiyi aşmadan yapılsa bile, ulvî duyguları asgarî seviyeye düşürür.
İnsan, içinde yaşadığı topluluğa ve mensubu bulunduğu aziz milletimize faydalı olduğu nisbette ve yararlı işler gördüğü müddetçe kamil manada «însan» vasfını kazanır.
Hayırlı insan; insanlığa hayırlı olan, dertlilerin ızdırabına çare arayan, ağlayan bahtsızın göz yaşını dindiren, insanları ve diğer canlıları koruyan kimsedir.
İnsan-ı kamil; maddî varlıklar karşısında irade ve idaresini sarsmayan, kalbi ile Hakk'a ve kalıbı ile halka yönelik bir faaliyet içinde bulunan, «Hak için halka hizmet» noktasından hareketle didinen insandır.
Olgun bir mü'min, hayır kapısının fatihi, her iyi işin önderi ve şer yollarının engelleyicisidir.
İnsanlar, tıpkı madenler gibidir. Tasnif etmede ve değerlendirme de aralarında farklılıklar vardır. Kimi, bir demir gibi paslı vicdana, kimi de altın ve gümüş gibi temiz bir asalete sahiptir. İnsanlar içinde öylesi vardır ki, din kardeşinin menfaatini kendi arzularına tercih eder. O, nefs'in hevesleri peşinde maddenin esiri olmaz ve «önce canan, sonra can» fikrini, hayatının düsturu ve insana hizmet anlayışının değişmez bir prensibi olarak kabul eder. Çünkü o, «Kim (din) kardeşinin hacetini görmek (düşüncesin) de olursa, Allah da onun hacetini görüverir. Kim de bir müslümandan sıkıntıyı giderirse, Allah da buna karşılık ondan kıyamet sıkıntılarını giderir» (Buharî c. 3. s. 98.) diye inanmıştır.
Halka hizmet mevkiinde bulunan kimseler, vazifelerini görürken çok dikkat göstermeli ve Allah'a şükretmelidir. Zira böyle bir vazife ilahî bir tensip ve Rabbimizin vazifelendirmesi olmaktadır. «Allah Teala'nın insanların işlerini görmeye tahsis ettiği bir takım kulları vardır. Halk, bazı ihtiyaçlar için onlara iltica eder (cesine varıp işlerinin görülmesini talep eder) ler. Bu kimseler, Allah'ın azabından emin bulunanlardır» (Feyz'ül-Kadir c. 2, s. 477). Hadis-i şerifi, bu hususun belgesi olmaktadır.
Halkın hizmetlerini omuzlayacak kimselerin merhametleri engin, hoşgörüleri geniş, sabırları çok, hizmet anlayışları beşeriyeti kuşatacak kadar ihatalı olmalıdır. Zira, bu hizmet, Allah rızası için yapılmakta ve failini dünya ve ahirette yüceltmektedir. Bu noktayı dikkatten uzak tutmayan kimse, hiçbir şahsı hor görmemeli,
Yaratılanı hoş gör,
Yaratandan ötürü...
diyerek, nefsine sabrı ve fazileti telkin etmelidir. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde, «Kişi kardeşinin yardımcısı olduğu müddetçe, Allah da kulunun yardımcısıdır» (Müsned-i Ahmed bin Hanbel c. 2, s. 274) buyurmaktadır.
Halka iyilik yapacak imkanlara sahip ve Hakk'ın rızasına talip bulunan ve böylesine ulvî bir hizmeti yüklenen kimse, İslamın potasında erimeli ve sünnet-i Muhammediye kalıplarında şekillenmeli; tevazuda toprak, vakarda su, kusurları örtmede gece ve güler yüzlülükte güneş gibi olmalıdır. Rabbimizin bir kula ihsan ettiği nimeti ne kadar büyük olursa, halkın o kimseye yük olması da şiddetlenmiş olur. Kim bu ağırlıklara tahammül göstermiyecek olursa, o nimet zevale yüz tutar.
Dünya sebebler alemidir. Birçok şeyin tahakkuk safhasına çıkması, şartlara ve sebeblere bağlanmış bulunmaktadır. Seven, sevilir; halkı sevindiren, sevinç içinde yaşar. «Kim müslüman bir kardeşini memnun etmek için, onu sevineceği bir şeyle karşılarsa Aziz ve Celil olan Allah, buna karşılık olmak üzere, kıyamet günü o kimseyi sevindirir» (et-Terğib ve't-Terhib c. 3. s. 394). «Müslüman kardeşinin (gönlü) içine sevinç koyman, mağfiret-i ilahiyi gerektirir» (Feyz'ül-Kadir c. 2. s. 542).
İnsanlara hizmet, Rabbimizin emirlerinden olduğuna göre, bir ibadettir. Halkı sevindirmek, Hakk'ın rızasına erişmeye vesiledir. Çünkü, «Farz (kılınmış ibadet) lerden sonra, Allah'a göre amellerin en sevimlisi, müslüman (ın kalbi) içine sevinç koymaktır» (et-Terğib ve't-Terhib c. 3, s. 394.).
Ey Hakk'ın rızasına talip bulunan kimse! Yaptığın iyiliğin boşa gitmesini arzu etmezsen onu asla başa kakma. Cenab-ı Hak unutmaktan münezzehtir.
Güneş, ışığını ayaklar altına serdiği için başlar üzerinde gezmektedir. Yaptığın hizmeti halkın ayağına götür ki, cismin cennete, ismin melekler alemine yücelmiş olsun.