imtihan ve insan

gönülden

New member

''Bizim için neyin hayırlı neyin şerli olacağını biz tam anlamıyla idrak edemeyiz. Hayır bildiklerimizde şer, şer bildiklerimizde hayır vardır. Kehf suresinde anlatılan kıssa bize başımıza gelen olayların bir de iç yüzünün olduğunu öğretir. Surede Hızır aleyhis selam'ın Musa aleyhis selam'a "Sana benimle birlikte olmaya sabredemezsin demedim mi?" (Bkz. ayet 75) dediği ifade edilir. Burada Hızır aleyhis selam kemalat yolunda olan bir insan için kâmil bir eğitimciyi yani "mürşid-i kâmil"i sembolize eder. Hızıraleyhisselam yaptıkları fiillerinde Rabb'i tarafından verilmiş özel bir bilgi çerçevesinde hareket eder. Musa aleyhis selam ise kıssada anlatılan garip olayların iç yüzünü bilmemektedir. Niyazi Mısri hazretleri konuyu "Mürşit gerektir bildire Hakkı sana hakkel-yakin./ Mürşidi olmayanların bildikleri güman imiş" diyerek özetler.
Mürşid-i kâmiller insanın "sükûnet ve derinlik" haline ulaşabilmesi için bazı sıkıntılar çekmesi gerektiğini söylerler. Zira olgun insanlar ulaştıkları kemalata, çıkıntılar ve engeller olmayan düz bir zeminde, hiç dert tasa çekmeden rahatça ulaşabilmiş değillerdir. Her birisinin hayatı çile ve sabır numuneleri ile doludur. Sahil-i selamete giden yolda nice iniş ve çıkışlar vardır.
Bu büyük zatlar hayatları boyunca peygamberlerin sıkıntılarına benzeyen çeşitli sıkıntılarla boğuşmuşlardır. İşkencelere uğramaktan oturduğu mahallesinden kovulmaya kadar birçok sıkıntıyla karşılaşan Bayezid-i Bistami Hazretleri bu durumu şöyle ifade eder: "Allah'ın dost edinip zikriyle meşgul ettiği ve muhaliflerinden koruduğu hiçbir kimse yoktur ki Allah ona eziyet eden ve onu reddeden bir firavun musallat kılmasın." (Bkz. Prof. Uludağ, Süleyman, Bâyezid-i Bistâmî, Ankara, 1994, s.25)
Bir nehir denize ulaşıncaya kadar nasıl taşlara kayalara kafasını çarpar ve çalkalanırsa, insan da huzur denizine ulaşıncaya kadar nice badireler atlatır. Tırtıl bilmem kaç gün, dış dünyaya kapalı kapkaranlık bir kozanın içerisinde kilitli kalır. Sonrasında bu çileli süreci atlatır, kanatlanır ve uçar. Kanatlarına ulaşabilmek ve uçabilmek için onca zaman o karanlık kozanın kahrını çekmiştir. Bütün bu çile, sonundaki nimet içindir.


Bir tohum düşünün, yerlere dökülür, sağdan sola savrulur, kışın karın altında üşür, sonra bahar gelince çatlar, karnı yarılır. Ama sonunda ne olur? Yemyeşil bir bitki doğar ve rengârenk çiçekler ve tatlı meyveler sunar.
Adem aleyhis selam'ı hatırlayalım; Cennet'ten kovulmanın acısıyla yıllarca ağlamıştı. Yusuf aleyhis selam kuyulara düşmüş, hapishanelerde yatmıştı. Yunus aleyhis selam balığın karnında kalmıştı. Eyyüb aleyhis selam hastalıklarla inlemiş, Yakup aleyhisselam ayrılık derdiyle yanıp tutuşmuştu. Hz. Muhammet sallallahü aleyhi ve selem "ümmetim! ümmetim!" diye ciğerini dağlamıştı.
Yüce Allah en çok derdi peygamberlerine, sonra sıdıklara sonra da velilerine yükler. Şayet Yüce Allah sevdiği kullarını ağır imtihanlardan geçirirken onların yüklerini hafifletmemiş olsaydı, bu yükün altında ezilmemek mümkün olamazdı. Yükü yükleyen de yardım eden de yine O'dur. Yükü yüklerken de bunu bizim takat sınırımızı bilerek yükler. Yükün altında olan insan, gönül gözü "kör" veya "nankör" değilse anlar ki; bu yük Rabb'i tarafından kendisine lütuf ve ihsanın sunulması için sadece bir bahanedir.
Yüce Allah sabrı yaratmıştır ki sabretmeyi başaran kullarına bu vesile ile dereceler ihsan etsin. İşte yaşanan acılar bunun içindir. Haşa Yüce Allah kullarına kötülük yapmak için acılar yaratmamıştır. İmtihanlar çeşit çeşittir ve her insanın imtihanı farklı farklıdır. İmtihan olmasaydı imtihanı geçen bahtiyarların iki cihanda kavuşacağı eşsiz mükâfatlardan da bahsedemezdik. (Bkz. Bakara, 214)


Bazıları yeryüzünde sadece kendisinin acı çektiğini zanneder. Oysa acılar hepimiz için birer imtihandır.


"Daha senden gayrı âşık mı yoktur?
Nedir bu telaşın vay deli gönül.

Hele düşün devr-i âdemden beri.

Neler gelmiş geçmiş, say deli gönül"



diyen şair bunu güzel anlatır. Acılar karşısında müminler olarak bize düşen O'nun bizim her halimizi mutlaka gördüğüne ve çektiğimiz sıkıntıları mutlaka zamanı gelince hafifleteceğine inanmaktır. O'na olan bu güvenimizin, yaptığımız iyi amellerimizin ve sürdürdüğümüz müspet halimizin, karşılıksız kalacağını düşünemeyiz. Yeter ki takva şuurunda bir hayat yaşayalım. Sıkıntılara karşı müspet bir bakış açısıyla yaklaşmaktır bize yakışan... Zira "korku- ümit" dengesini bozar, muvazeneden ayrılırsak Cenab-ı Hakkın hatırını incitmiş oluruz. Sıkıntılara karşı nasıl yaklaşacağımızı tespit edebilmek açısından Efendimiz sallallahü aleyhi vessellem'in Taif'te taşlandığı sırada mübarek ayakları ve bacakları kanlara bulanmış vaziyette; acılar içerisindeyken yapmış olduğu şu güzel dua ile sözü nihayetlendirelim.
"Allah'ım güçsüzlük ve beceriksizliğimden ve halk nazarındaki hiçlik ve değersizliğimden sana yakınırım. Ey merhametlilerin en merhametlisi! Zayıf ve kimsesizlerin sahibi sensin. Sen benim Rabbimsin. Beni, bana ekşi yüz gösteren ve surat asan bir yabancıya mı yoksa işimi eline terk ettiğin bir düşmana mı bırakıyorsun? Eğer Sen benden dargın değilsen, bu zorlukların hiç biri benim için önemli değildir. Ancak Senin affın benim için her şeyden üstündür. Senin gazabına uğramaktan, ya da senin azabına düçar olmaktan, karanlık perdelerini yırtan, dünya ile ahiret işlerinin salah kaynağı olan yüzünün nuruna sığınıyorum. Ta ki sen benden hoşnut olasın. Bütün güç ve kudret Senindir." (Hayatü's Sahabe, c.1. s.354)''

 

HTML

Üst