IMF “ümük sıkmaya” geliyor!

edgo

New member
Katılım
9 Haz 2008
Mesajlar
136
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
KÜBA
AKP’nin “ekonomik istikrar” balonu söndü:

AKP’nin iktidara geldiği günden beridir ustaca kullandığı ve en temel propaganda malzemesi haline getirip son genel seçimler öncesinde de en iyi şekilde yararlandığı “ekonomik istikrar” balonu nihayet söndü. Böylelikle AKP iktidarı altı yılın sonunda, şişirdiği balonun söndüğünü kabul etmek zorunda kaldı ve yeniden IMF’yi göreve çağırdı.

“Ekonomik istikrar” o derece şişirilmiş bir balondu ki, AKP’nin cumhuriyet tarihi boyunca kazandığımız ne varsa bir bir elden çıkarttığı ve açıkça faşist bir rejim kurmaya yöneldiği görülmesine rağmen “ekonomik istikrar” adına pek çok kesim AKP’yi sineye çekmeye razı oldu. AKP karanlığı tam da bu “istikrar” yalanı nedeniyle ehven-i şer olarak görülebildi.

Ama IMF ile varılan uzlaşma “kral çıplak” dedirtti ve Türk ekonomisinin AKP’nin altı yıllık iktidarı sonunda ölme noktasına getirildiği artık açıkça görülüyor.

Gerçi bunun açık emareleri uzunca bir süredir görülüyordu ama AKP faşizmi ve Tayyip’in saldırgan tavırları bu gerçekleri dile getiren herkese karşı hemen harekete geçiyor ve kapalı devre faşist yapı içinde bunu söyleyenler hemencecik vatan haini ilan ediliyordu.

Ama nihayetinde her yalanın bir sonu vardı ve hiçbir balon sonsuza kadar şişik duramazdı. Şimdi bütün bu yalanların ortaya çıktığı noktadayız.

Ancak yine de hakkını vermek gerekirse AKP’nin Türk ekonomisine ölümcül darbeler indirdiği ve milli ekonominin artık tümüyle ortadan kalkacak noktaya geldiği son noktada bile bu gerçeği gizlemeyi ve halka yalan söylemeyi iyi becerdiğini söylemek gerekiyor.

Bütün dünyanın krizin yıkıcı etkileriyle sarsıldığı günlerde Tayyip’in “krizi fırsata çevirebiliriz”, “kriz teğet geçti” şeklindeki masallarını dinledik önce. Ardından da yine o alışıldık Kasımpaşalı külhanbeyi tavırlarıyla “IMF’ye ümüğümüzü sıktırmayız” dedi Tayyip. Çok değil, daha bir ay geçmeden bu kez de bütün söylediklerini bir kenara bırakıp IMF ile anlaştı.

Görülüyor ki çok yakında yeni bir IMF programımız, kemer sıkma politikamız, acı reçetemiz olacak. Ve AKP’lilerde bu pişkinlik, bu takiyyecilik varken hiç kuşkunuz olmasın çıkıp utanmadan “IMF ile anlaştık hamdolsun!” diyecekler. Göreceksiniz.

Sağın IMF’ciliği: Hükümetler farklı, program aynı

Tabii Türkiye’nin koşar adım IMF’nin kucağına gideceği çok önceden belliydi. Tayyip de bu gerçeğin ortaya çıkacağını anladı ve “IMF ile anlaştı”, “IMF’ci” şeklindeki eleştirileri göğüslemek için “IMF’ye mecbur kaldık” havası yaratarak efelenmeyi ve IMF’ye karşı “diklenmeden dik durma” pozlarına girmeyi tercih etti.

Oysa AKP zaten iktidara geldiği günden beridir IMF’nin Türkiye’ye dayattığı ekonomi politikasını uyguluyor. Dolayısıyla bugün, “ne yapalım, kriz çıktı IMF’ye mecbur kaldık” türünden bir yalana başvurarak meydana gelebilecek toplumsal tepkiyi yok etmeyi hesaplayan AKP’liler, yine ve açıkça yalan söylemektedirler.

Aslında ortada yeni bir durum falan yoktur. Türkiye ekonomisi 1998’den 2008’e kadar geçen on yıllık dönem boyunca zaten kesintisiz olarak IMF’nin koyduğu program çerçevesinde yönetilmiştir.

AKP ise bilindiği gibi 2002’de iktidara gelmiştir ve bu sürece sonradan dahil olmuştur. Ama iktidara geldikten sonra IMF programına hiç dokunmamış, bu programı sorgulama gereği bile duymamış, eksiksiz uygulamıştır. Hatta hakkını yememek lazım IMF’nin sözde istikrar programlarını bugüne kadarki sağ partiler içinde en iyi uygulayan da AKP olmuştur!

Zaten AKP’nin altı yıldır öve öve bitiremediği ekonomi politikası da Dünya Bankası memuru Kemal Derviş’in programını aynen devam ettirmekten başka bir şey değildir. Kimileri Türkiye tarihinin bu en cahil ve en gerici iktidarını bir “ekonomi mucizesi” olarak pazarlamaya çalışmış olsalar da gerçek budur. Bunların ekonomi yönetimi dedikleri şey ekonominin dümenini IMF’ye teslim etmek, ülke yönetimi dedikleri şey de ülkeyi ABD’ye teslim etmektir. Acı ama gerçek. Bu kadar ilkel bir işbirlikçilikle karşı karşıyayız.

Bugün önümüze tekrar çıkan anlaşma ise aynı şekilde, yeni bir gelişme değil, süresi dolan IMF antlaşmasının tazelenmesidir sadece. IMF, Türk ekonomisinin dümenini hiç bırakmamıştır. 1998-2008 arasında geçen on yıl boyunca (Türkiye’nin IMF ile ilişkilerinin tarihçesi çok daha eskidir) iktidarda bulunan tüm sağ partiler istisnasız aynı programı uygulamışlardır. Bu süreçte farklı partilerin iktidarı söz konusudur ama uygulanan program tektir. O da IMF programıdır.

Hatta kimi zaman sağ partiler IMF programlarını uygulamakta başarısız kaldıklarında Kemal Derviş örneğinde olduğu gibi uluslararası finans sistemi bir memurunu devreye sokup ekonomiye doğrudan el koymaktadır. Yalnızca bu bile dümenin gerçekte kimlerin elinde olduğunu göstermektedir aslında.

Tam da bu noktada sağcı popülizmin yalanlarını ortaya sermek gerekmektedir. Sağcı siyasetçilerimiz-Tayyip bu geleneğin en son ve en uç aşamasıdır-tarihten bugüne hep “içerde aslan, dışarıda kuzu politikası” gütmüşler ama buna rağmen halka dönüp dışarıya karşı ne kadar sert ve ne kadar milliyetçi olduklarını anlatmaya çalışmışlardır. Sağcı siyaset kendisini hep ulusal çıkarların savunucusu olarak gösterip diğer taraftan bulduğu her fırsatta Batının hizmetine girmekten hiç usanmamıştır. Tayyip’in bugün halka dönüp “IMF’ye ümüğümüzü sıktırmayız” dedikten hemen sonra sanki bu lafları söyleyen kendisi değilmiş gibi rahatça gidip IMF’nin kucağına oturması bunun tipik bir örneğidir.

IMF-AKP aşkı

AKP ile IMF’nin aşkı ise IMF ile diğer sağ partilerin ilişkisinin çok ötesine geçmiştir. Artık bu, AKP’nin IMF karşısında çok dik durmasından mı çok eğik durmasından mı orası tartışılır. Ama tartışılmayacak bir gerçek varsa o da AKP’nin Türkiye tarihinin gördüğü en IMF’ci ve piyasacı parti olduğudur.

IMF ile AKP arasındaki bu ilişkinin temelinde ise hiç kuşkusuz sadece ekonomik nedenler yoktur. AKP bir ABD projesi olarak hazırlanıp iktidara taşındığı ve ABD’nin Ortadoğu’daki piyonu olarak işlevselleştiği için AKP’nin iktidarda kalması IMF için son derece önemlidir. Oysa bundan önce IMF’nin herhangi bir sağ partiden yana tavır alması pek görülmüş değildir. IMF programını ortaya koymakta, hangi sağ parti gelirse gelsin nasıl olsa bu plan uygulanacağı için bu tür bir desteklemeye ihtiyaç duyulmamıştır. Ancak AKP’nin iktidarda tutulması son derece hayatidir ve bu nedenle IMF, AKP’den hiçbir şey esirgememektedir.

AKP’nin ekonomik istikrar balonunun arkasındaki temel güç de tam da bu nedenle hep IMF oldu. AKP, IMF ve Dünya Bankası ile olan ilişkileri sayesinde yabancı sermayenin ülkeye girmesini ve sıcak para akışını uzun süre ve kesintisiz bir biçimde sağladı. Ayrıca AKP’nin altı yıllık iktidarı boyunca alınan dış borç bütün bir Cumhuriyet tarihinde yapılan borçlanmayla eşdeğer. Böyle bir durumda AKP yabancı sermayenin ve uluslararası finans çevrelerinin yardımıyla döviz akışını üst seviyede tutarak ve piyasaların sıcak para ihtiyacını karşılayarak ekonomide, görünürde de olsa, büyük bir rahatlamaya yol açtı. Gerçi yüksek reel faizler, ülke kaynaklarının bu süreçte yabancı sermaye aktarılması ve bu vasıtayla ülke dışına akmasına yol açtı ama AKP için önemli olan günü kurtarmaktı. Nitekim AKP bu sayede sadece günü değil, tam altı yılını kurtarmayı başardı.

Bu geçicici ve görüntüden ibaret rahatlamanın siyasete yansıması ise AKP’nin ekonomiyi düze çıkarttığı yalanı oldu. AKP bugüne kadar belki de bir tek bu alanda ciddi bir eleştiriyle karşılaşmadı. 2007 seçimlerinde de IMF’nin yarattığı bu sahte istikrar tablosu AKP’ye çok ciddi yararlar sağladı.

IMF ile yapılacak olan son anlaşmada da benzer bir kayırma hemen göze çarpıyor. IMF’nin önemli şartlarından birisi belediyelere aktarılan kaynakların azaltılması. AKP’nin devletin parasını seçim yatırımı olarak kullanması artık bilindik bir olgu. Ama bunun ekonomik maliyeti bugün neredeyse 4 milyar dolara ulaşmış durumda ki, bundan söz eden kimse yok. Böyle olunca IMF açısından bütçedeki bu kadar büyük bir yamayı kapatmak da şart oluyor. Ama malum seçim yaklaştı ve AKP’nin hala akıtacak milyar dolarlara ihtiyacı var. Zira IMF, AKP’ye ne kadar destek olsa da bedava makarna, kömür, pirinç verecek değil! Anlaşma taslağında bunun da çözümü bulunmuş. Buna göre belediyelere aktarılan kaynaklar neredeyse yarı yarıya azaltılacak ama bu azaltma yerel seçimlerden sonra gerçekleşecek. Böylelikle hem IMF’nin dediği olacak hem de AKP’nin devletin parasını seçim yatırımı olarak kullanmasına mani olunmayacak. Stand-by dedikleri bu olsa gerek!

IMF krizin çözümü değil, kaynağı

IMF ile anlaşma çağrısı Tayyip’ten önce TÜSİAD başta olmak üzere büyük sermaye çevrelerinden geldi. İslamcı sermaye de aynı paralelde AKP’nin IMF ile masaya oturmasını istedi. Böylelikle krizin yaratacağı muhtemel tahribatlar IMF’den alınacak mali destekle çözülecek, aynı zamanda da piyasalara ve dolayısıyla ülke içindeki yabancı sermayeye güven verilerek krizin etkileri hafifletilecekti. Ancak bu planın tuttuğunu söylemek pek mümkün değil.

Zira sadece Türkiye’de değil dünyanın pek çok ülkesindeki finansal krizlerin çoğunun arkasında IMF’nin bu “istikrar programları” var.

Türkiye Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizlerini yaşadığında da Türk ekonomisi yine IMF tarafından yönetiliyordu ve sonuç hiç de iç açıcı olmamıştı!

Elbette karşı karşıya olduğumuz gerçek Türkiye’nin yaşadığı bundan önceki iki krizle sınırlı bir durum da değil. Arjantin başta olmak üzere o dönemde IMF ile çalışan ülkelerin hepsi de benzer krizlerle karşı karşıya kaldılar.

Ancak bu ülkeler bu acı tecrübeden dersler çıkartıp IMF’nin krizin çözümü değil bizzat ekonomiyi krize sokan temel etken olduğunun farkına vardılar ve bugün IMF’den bağımsız bir yol denemeye çalışıyorlar. Önemli sayılabilecek başarılar kazandıkları da görülüyor.

Türkiye ise hep olduğu gibi yine dersini almamış görünüyor. Almamış çünkü bugün IMF politikalarının sonunda çöken ekonomiyi düzeltmek için tekrar IMF den medet ummanın mantıklı hiçbir açıklaması yok.

Kaldı ki kapitalizmin krizlerinin gösterdiği gerçek, merkez ülkelerdeki krizin faturasının çevre ülkelere kesildiği dir. Çevre ülkelerden yapılan kaynak transferi ile merkezin krizden en az zararla çıkmasının sağlanıyor olmasıdır.

Dolayısıyla IMF antlaşması Türkiye’nin artık tükenme aşamasına gelen son mali olanaklarının ve kaynaklarının da ABD ve Avrupa’nın krize giren ekonomilerine kurban edilmesinden başka bir şeye yaramayacaktır.

IMF’nin kendisi krizde

İşin bir diğer garip ve acınası yanı da bugün artık IMF’nin işlevini yitirdiği ve bütün meşruluğunu kaybettiği bir dönemde AKP’nin Türkiye’yi yeniden IMF kapısına bağlamasıdır. Oysa IMF’nin bırakın krizdeki bir ülkeyi kurtarmasını kendisine bile hayrı yoktur ve bizzat kendisi krizdedir. “Kelin merhemi olsa kendi başına sürer” der bir atasözümüz, durum tam da bu!

IMF’nin krizden çıkış ve ekonomiyi düze çıkarma formülü bugüne kadar hep döviz kurunu düşürme/dalgalandırma, devalüasyon, kamu kaynaklarını kısma ve kamusal hizmetler de dahil olmak üzere kapsamlı bir özelleştirme olmuştur. IMF’nin bu tek tip programlarının her ülkede yarattığı durumsa neredeyse aynıdır. Önce göreceli bir iyileşme ve yabancı sermaye akışı ile sağlanan bir rahatlama, ardındansa büyük bir finansal çöküş. Bu hikaye IMF ile yola çıkan tüm ülkelerde farklı dozlarda da olsa benzer krizlerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Arjantin ve Türkiye’nin 2000-2001 krizleri bu açıdan iyi bir inceleme örneğidir.

Bütün bu yanlışların sonunda IMF artık güven vermeyen ve işlevini tümüyle yitirmek üzere olan bir kuruma dönmüştür.

Buna rağmen AKP’nin IMF’den hala medet uması belki de aralarındaki bu büyük aşktan kaynaklanıyor olsa gerek. Zira iktisat mantığı içinde bu tür bir ilişkinin ısrarla sürdürülmeye çalışılmasını açıklamak mümkün değil.

IMF’nin hali ise gerçekten içler acısıdır. 1980’lerin başında neredeyse 30 ülke ile çalışan IMF bugün bütün müşterilerini tek tek kaybetmiş ve adeta sefilleri oynamaktadır. 1998’de Asya’da yaşanan büyük kriz IMF için tehlike çanlarının çalmasıydı. Hemen ardından gelen Arjantin ve Türkiye’deki kriz ise IMF’nin kendi krizini daha da derinleştirdi ve bugün adeta sinek avlayan bir kuruma çevirdi IMF’yi. IMF’nin en sadık müşterileri olan Latin Amerika ülkeleri 2000’lerden itibaren IMF’den tümüyle koptular ve sosyalist yola girdiler. Çin ve Hindistan ise sosyalist bir yol seçmemelerine rağmen en azından IMF’den uzak durarak ekonomik yapılarını güçlendiriyorlar.

Son krizin ardından yaşanan ekonomik çöküşten sonra IMF’nin kapısını çalan birkaç ülke kaldı sadece; Ukrayna, Macaristan, İzlanda ve Pakistan. Türkiye de kendisine ancak bu ülkelerle aynı potada yer bulabiliyor.

AKP, iktidarı boyunca “Büyük Osmanlı” hayalleri kurdurdu, kimileri ise AKP ile birlikte AB’ye üye olup “devler ligi”ne gireceğimizi zannetti.

Ama bugün görüyoruz ki AKP Türkiye’yi Pakistan, Macaristan Ukrayna gibi dünyanın en geri kalmış ekonomileriyle aynı seviyeye getirmiştir. AKP’nin fanatik destekçisi liberallerimiz kendi eserleriyle ne kadar övünseler azdır doğrusu!

AKP’siz ve IMF’siz bir Türkiye mümkün!

Uzun yıllardır IMF ile yaşamaya alıştırıldık ve bu nedenle yeni IMF anlaşmasının ne getireceğini bilmek için iktisatçı olmaya da gerek yok aslında. Sokaktaki sıradan vatandaş bile bu yeni anlaşmanın yeni kemer sıkma politikaları, yeni acı reçeteler, yine yoksulluk, işsizlik, enflasyon getireceğini görüyor. Geçmişte “kemer sıktırmak” için gelen IMF şimdi “ümük sıkmak” için geliyor. Şartlar daha da ağırlaşıyor anlayacağınız.

Sermaye çevrelerinin “IMF de IMF” diye yırtınması da gösteriyor ki IMF anlaşması sermayeyi rahatlatacak ve emekçi sınıfların üzerindeki tahakküm ve sömürüyü daha da genişletecek.

Sonucun ne olacağını ise 2000 ve 2001 de yaşayarak gördük. IMF’nin, az gelişmiş ülkelerini sorunlarını yapısal değil, parasal olarak gören eskimiş ve yanlışlığı defalarca kanıtlanmış uygulamalarının çözüm olmayacağını artık IMF’nin eski uzmanları bile itiraf ediyorlar. Ama AKP ve yandaş liberaller buna rağmen kafalarını kuma gömmeyi tercih ediyorlar.

Türkiye geçmiş sağ iktidarlardan ders çıkaramadığı için bugün çıkışsız bir yola saplanmış durumda ve AKP’ye mahkum. AKP de Türkiye’yi götürüp IMF’nin eline teslim ediyor.

Ama dünya sadece Türkiye’den IMF ve AKP’den ibaret değil.

Bugün Latin Amerika’da IMF’nin yıllarca kanını emdiği ülkeler birer birer sol iktidarlara kavuşarak ve IMF reçetelerini çöpe atıp geniş halk kesimlerinin yararına halkçı-devletçi iktidarlar kurarak sosyalist ekonomiyi yeniden hayata geçiriyorlar.

Latin Amerika ülkeleri 2000’lerin başında yaşadıkları krizlerden çıkış yolunu sol bir iktidar arayışında buldular ve bugün hepimizin imrenerek baktığı farklı örnek iktidarlar yaratıyorlar.

Türkiye ise bu ülkelerle aynı dönemde, aynı krizlerden çıkış yolu olarak solu örgütlemeyi ve iktidarı taşımayı değil, AKP’yi seçti.

AKP ve IMF programı, Türkiye’yi daha pek çok krize sokacak. Bu tartışmasız bir gerçek. Ancak temel meselemiz bu olmamalı.

Türkiye bu krizlerden çıkış yolunu halkçı-devletçi/sosyalist bir iktidar arayışına dönüştürdüğü ve bunu örgütlemeyi başardığı gün IMF’nin de AKP’nin de sonu gelecek.

Her kriz aynı zamanda yeni bir imkandır. O imkanı yaratmaya cesaretiniz ve gücünüz varsa elbette.

AKP’siz ve IMF’siz bir Türkiye mümkün! Örgütlenirsek!




http://www.turksolu.org/216/kahramanoglu216.htm
 
Geri
Üst