iciniz urperecek bunlari okurken

ifrit

RuHaNi WaRliK
Katılım
20 Haz 2005
Mesajlar
2,205
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
192.168.0.1
baska bisi gelmiyo aklima baslik olarak
hatirlarsaniz burada bir baslikta ayda okunan ezan basligi wardida pek inandirici gelmemisti bir cogumuza iste olaylar zinciri,

Apollo-7 uzay aracının uçuşu sırasında esrarengiz bir müzik sesinin kayıtlara girdiğinden yukarıda söz etmiştik. Ay’ın keşfi sırasında, Apollo-11’in, hem Ay aracındaki ve hem de Houston Uzay Merkezi’ndeki ses kayıtlarına yine esrarengiz bir müzik sesinin girdiği görülür, ancak bunun ne olduğu bir türlü anlaşılamaz. Bu esrarengiz müziğin ne olduğunu, olaydan 14 yıl sonra, astronot Armstrong şöyle açıklamıştır:

Armstrong, 1983 yılında, bir konferans vermek üzere Kahire’ye gelir. Konferans sırasında bir ezan sesi duyulur. Armstrong konferansı keser, ezanı sonuna kadar dinledikten sonra şöyle der: “Bu ses, Ay’da ilk adımı attığımda duyduğum ve ürpererek dinlediğim, kayıtlara “esrarengiz müzik yayını” olarak geçen sestir”.



Bu açıklamadan sonra, İslam dünyasında ve bazı Batı ülkelerinde, Armstrong’un Müslüman olduğu söylentileri yayılmıştır. “Answering Islam” isimli internet sitesinde (S4), bu konu ile ilgili bilgiler yer almaktadır.

Diğer taraftan, 1971 yılında, Apollo-15 uçuşu ile Ay’a gidildiğinde, Houston’daki ve Ay aracındaki kayıt aygıtlarına, astronotların konuşmaları dışında, “uzunca bir sözün” uğultulu bir şekilde kaydedildiği saptanır. NASA tarafından yasaklanmasına rağmen, bazı kaynaklarca medyaya sızdırılan ve 3 Ağustos 1972 günü saat 20.00’de, Fransız tarihçi ve yazar Robert Charrouxn’un çabaları ile, Fransız TV kanalı Inter-TV tarafından yayınlanan bu sözler şöyledir (D33, D62):

“Mara Rabbi Allardi Dini Endovour Esa Couns Alim”
Astronot Jack Worden, bu sözler duyulmadan önce, Houston Uzay Merkezi ile olan bağlantısının birden kesildiğini, daha sonra derin bir nefes alış sesi ile birlikte bir ıslık sesinin duyulduğunu, bunun üzerine alarma geçtiğini; akabinde, aynı tonda, keskin ve vurgulu bir şekilde söylenen yukarıdaki sözleri kayda aldığını bildirmiştir.

İlk olarak, Worden’in ve dil uzmanlarının katılımı ile bu sözler çözülmeye çalışılır, ancak bir sonuca ulaşılamaz. Daha sonra, içersinde İbranice’ye benzer bazı sözcüklerin bulunması nedeniyle, ilk önce NASA’daki Musevi ve Hıristiyanlar bu sözlere sahip çıkarlar. Ancak bu sözlerin Arapça olduğu, NASA’daki Müslüman bilim adamlarınca resmen kanıtlanır. Astronot Worden de, bir süre sonra duyduğu ezan sesi ile Ay’da duyduğu ses arasında büyük bir benzerlik bulunduğunu belirtmiştir (D62).

Bu sözlerin Arapça olduğu, aşağıdaki şekilde açıklanmıştır:

“(İs) lam.. Rabbi.. (ves Sema) vel Arz Dini.. indehu.. iza Kun Alim”

“Vel Arz: Dünyalar”; “indehu: indinde, katında”; “iza: ..dığı zaman”; “kun: ol” demektir. Bu sözler, İnşikak Suresi’nde bildirilen “Kendilerine Kur’an okunduğu zaman neden secde etmiyorlar?” sözlerinin tecellisidir.

Şimdi, Hızır Tezkiresi’nin konuyla ilgili bölümünü birlikte izleyelim:

“Acip zürriyet ve siftah eden ademlerden başka, orada, cismani olmayan Kamer süflisi vardır. Biiznillah vakit girince, bir nurani müezzin ezan okur; Kamer ehli namazını kılar ve namaz bitince, bir münadi Ademoğulları’na kıraat okur. Sonra şöyle seslenir: “Bugün, buraya, göklerin ve yerlerin ve her ikisi arasındakilerin Rabbi indindeki Din-i İslam’a geldiniz. O, “Ol!” dediğinde, oluverir. O, alimler alimidir, ilminden dilediği kadar verir. Gökler ve yer onun mülküdür. Bu Arz da onundur”. Bu nidayı, kulağı mühürlü olmayan her bir adem duyacak, fakat dönerken onu bekleyen şeytanı vesvese ile unutturacak. Yalnız, “üç taneden biri”, vesveseye kanmayınca, kalbinin mührü açılacak. Besmelesiz ayak bastığı Kamer’de unuttuğu besmeleyi Arz’a dönünce hatırlayacak. Kim secde etmeyi dilerse, Rabbi ona secde etmede kolaylık verir; kim yüzünü çevirirse, onu afete boğar.”

Burada, sırası gelmişken, İnşikak Suresi’nin 16. ila 25. ayetlerinden söz etmemiz yerinde olacaktır:

“Siz muhakkak tabakadan tabakaya bindirileceksiniz. Öyleyse, onlara ne oluyor ki iman etmiyorlar ve kendilerine Kur’an okunduğu zaman neden secde etmiyorlar? Bilakis, o küfredenler yalanlıyorlar. Oysa, Allah onların tüm düşündüklerini en iyi bilendir. Bunun için, onları acı bir azap ile müjdele. İman ederek güzel işler yapanlar istisnadır. Onlar için sonsuz bir ecir vardır.”

Bu ayetler, sanki Ay’da ezanı ve Kur’an’ı duydukları halde secde etmeyen üç astronot ve onların gördükleri ve duyduklarını saklama çabaları içine giren ABD yetkilileri için söylenmiş gibidir. “Tabakadan tabakaya bindirilme”, uzayın katlarını (göklerini) keşfetme anlamındadır. Ay’ı keşfe çıkan bu üç astronot, ezanı ve Kur’an’ı duydukları halde secde etmemişler; üstüne üstlük, bu olay yetkililerce yalanlanmış, belki de ayette belirtildiği gibi küfürle karşılanmıştır. Refakatçi UFO’ların göz göre göre yalanlanması, “Life” dergisinin toplatılması, ses ve görüntü kayıtlarının devlet sansürü altında saklı tutulması, askeri ve politik nedenler kadar, ABD yetkililerinin, İslamiyet’in bu olayda beklenmedik bir şekilde ortaya çıkışının bilinmesini istememelerinden kaynaklanmaktadır. Ancak, yukarıdaki ayetlerde bildirildiği gibi, “Allah, onların düşündüklerini en iyi bilendir ve onlara acı bir azap verecektir” (Burada, geçtiğimiz yıllarda içindeki tüm astronotların ölümü ile sonuçlanan uzay mekiği faciasını anımsamadan edemiyoruz).

Ayette, iman eden, yani Müslüman olan, Müslümanlık yolunda çalışan bilim adamları için ise, sonsuz bir “ecir” (ödül) vadedilmiştir. Bu yorumumuzla, bir gün, Müslümanlar’ca ve Müslümanlığı kabul edenlerce, Ay’a, gezegenlere ve uzayın derinliklerine gidileceğine inanıyoruz.
 
HIZIR TEZKİRESİ’NDEKİ DİĞER KEHANETLER
Hızır Tezkiresi’nin diğer “kamerlerle” (gezegenlerle) ilgili bölümleri de vardır. Örneğin, Zühre (Venüs) ve Mirrih (Merih) ile ilgili bir cümle şöyledir:

“Kamerlerden Zühre zuhur edecek; kamerlerden Mirrih merhamet nedir bilmeyecek.”

Acaba, bu sözlerle, ilerde Mars’a yapılacak bir uzay uçuşunda karşılaşılacak bazı kötü sonuçların haberi mi veriliyor? Bilindiği gibi, Mars’a yapılan uçuşların büyük çoğunluğunun başarısızlıkla sonuçlanması üzerine, Mars’ın adı, daha şimdiden “uğursuz” gezegene çıkmıştır.

Hızır Tezkiresi’nde, ayrıca, geleceğe yönelik daha başka kehanetler de yer almaktadır:

“Kıyamet’in vasati alametleri, inşikak ile zuhur edecek; yardıkça yaracaktır. Hüsuftan küsuf, hamızdan humuz, Aden Karı’ndan Kızıldeniz Tur’u yarılacak; (Kızıldeniz) Firavun’un naşını kıyıya red edecek; Kudüs, Müslüman’dan gasp edilecek; Kur’an’ın 113’ü Yahudi’ye lanet edecek; şakk-ı Kudüs’ten sonra şakk-ı Kabe olacak; harami ayın ihramını beyazken kan kırmızı yapan Rafizi Deccalı Zalim Mecusi süfyanı “Kaim”e, Tevbe Suresi lanet edecek; Nasrani nisrası ile meşumun mişası arasında şakk-ı Kamer olacak, ardından şimal şom olacak; Kamer mahvolacak; Mescit-i Kamer kurtarılacaktır.”

Bilindiği gibi, dinimizde, Kıyamet alametleri, küçük, ortanca ve büyük alametler olmak üzere üçe ayrılmıştır. Yukarıdaki paragrafta, bazı ortanca alametler bildirilmektedir. Burada “inşikak” (yarılma) sözcüğü ile, Arap Yarımadası ve Kızıldeniz arasındaki coğrafik bir bölünmenin haberi veriliyor. Kudüs’ün İsrail tarafından işgaline; yakın tarihte, Kabe’de, mezhep kışkırtıcıları tarafından yaratılan kan dökülmesi olayına yer veriliyor. “Kaim” isimli bir süfyanistin ortaya çıkacağı ve Ay’ın ABD (Nasrani nisrasi) ve Rusya (meşumun mişası) tarafından paylaşılacağı bildiriliyor. Ay’ın mahvından söz ediliyor; ancak oradaki mescidin kurtarılacağı haberi veriliyor.

Bir de, Hızır Tezkiresi’nin, uzayda kılınan ilk namazı haber veren bir bölümü vardır. Bu ilginç bölümü aşağıda sunuyoruz:
 
HIZIR TEZKİRESİ “UZAYDA KILINAN İLK NAMAZI” HABER VERİYOR
Tezkire’nin bu bölümü şöyledir:

“Fezadaki yeni Kamer mahrekine uhruç eden ilk müslim, Ehl-i Beyt’ten bir seyyid ve Kreyş Emiri’dir. Fezadaki namazını eda ederken, yeni Kamer ona bayram müjdesi verir. Nafilesi vacibe tebdil olacaktır. Namazının ezanı ise, ruhani müezzinin daha önce okuduğudur. Bunun zuhuratı vasat alamettendir. Kreyş Emiri secdeye güç kifayet eder.”

Bu, paragrafta bildirilenler aynen gerçekleşmiştir. 17 Haziran 1985'de, Müslüman Suudi Prensi Ahmed Bin Salman Abdelaziz Al-Saud, uzay mekiklerinin 18., Discovery uzay mekiğinin 5. uçuşu olan STS - 51G kodlu uzay programına alınmıştır. Prens Salman Al-Saud, yeni Ay’ın yörüngesine yerleşen (mahrekine uhruç eden) ilk Müslüman olmuş ve uzayda ilk namazı eda etmiştir. Bu namazın ezanı, daha önce “ruhani” bir müezzin tarafından Ay’da okunan ezandır. Prens, uzaydaki çekim azlığı nedeniyle, namaz sırasındaki beden hareketlerini zor kontrol edebildiğini (secdeye güç kifayet ettiğini) açıklamıştı. Namazını kıldığı sırada da, yeni Ay’ı, Dünya’dakilerden çok önce, ilk olarak uzaydan o görmüştü. Bilindiği gibi, bir vakit namazı, yeni Ay göründüğünde iptal olur.

Vakit namazının bu şekilde iptal olması üzerine Prens’in kılmaya niyetlendiği nafile namaz ise, yeni Ay’ın görünmesi ile başlayan Kurban Bayramı nedeniyle, bir bayram namazına dönüşmüştür. Görüldüğü gibi, bütün bunlar, Hızır Tezkiresi’nde bildirilenlerle tam bir uyum içindedir ve bu olay Kıyamet’in ortanca alametlerinden sayılmaktadır.

Hızır Tezkiresi’nin diğer bir bölümünde de şunlar yazılıdır :

“Müslüman alimler acibe hayret edeceklerdir. Fezada kıyam, rükun, ka’de ve secde ile ufki yatış hep birdir. Müslüman alimler, Kainat’ı ve Kainat’ın “Kun”unu idrak ederler. Hidayet, fezadakilere erişir. Gazap, Dünya’da ertelenmiştir; ama feza kafiri olursa, ona da ateş azabı erişir; onlara hiç bir yardım da erişemez. Kim Allah’ın azamet ve kibriyasını yanüstü, yüzüstü, sırtüstü de olsun düşünürse, Müslüman olur. Bir de secde ederse, ona da sonsuz nimet vardır ve ona emanetçi olarak Allah yeter. Kemeriyye Tezkiremiz’in mahreki, sıratal müstakiymden; mahreci sadaka Hızır Aleyhisselam’dan tamamdır. Doğrusunu Allah bilir.”

Tezkire’nin bu bölümü oldukça açıktır. Uzayda “kıyam” (ayakta duruş), “rükun” (eğiliş), “kade” (oturuş) ve “secde” (secde etme) ile yatay duruşun aynı şeyler olacağını; Müslüman alimlerin, Kainat’ı (kozmolojiyi) ve Kainat’ın “Kun”unu (kozmogoniyi), yani “yaratılış bilimini” idrak edeceklerini söylemekte; uzayda iman edenlerin Müslüman olabileceğini bildirmektedir. Al-i İmran Suresi’nin 189. ila 192. ayetlerinde sanki bu sözlere çağrışım yapılmıştır:

“Gökler ve yerler Allah’ın mülküdür. Allah her şeye kadirdir. Elbette göklerin ve yerlerin yaratılışında ve gece ile gündüzün peşpeşe gidişlerinde, akıl sahipleri için ne ayetler vardır. Onlar ki, ayakta, otururlarken ve yanüstü dururlarken zikrederler ve derler ki: Ey Allah’ımız! Sen boşuna yaratmadın. En büyüksün; bundan dolayı bizi ateş azabından koru!.”

Ay’ın ve uzayın keşfi olgusuna, zamanımızdan 1400 yıl önce yaşamış olan Hazreti Muhammed’in hadislerinde rastlıyoruz. Örneğin, bir hadisinde: “İnsanoğlu Ay karnında ikamet etmeden Kıyamet kopmayacaktır” demiştir. Başka bir hadisinde ise, gökteki parlak bir yıldızı işaret ederek: “Nefsimi elinde tutan Allah hakkı için, gece ve gündüz oluşumu bitmeden, bu din mutlaka şu yıldızın varacağı yere kadar ulaşacaktır” demiştir. Diğer bir hadisinde de: “Yaklaşın ey Ferruhoğulları! (Arap olmayan Müslümanlar!) Eğer bilim Süreyya Yıldızı’nda da olsa, içinizden ona ulaşıp bu bilimi alacak kimseler olacaktır” demektedir. O, kuşkusuz olacakları biliyordu ve bu hadisini, Arap ırkı için değil, Arap ırkı dışındaki Müslümanlar ve Kıyamet’e doğru Müslüman olacak olan Germen ve Slav ırkları için söylemiştir. Hızır Tezkiresi’nde Süreyya Yıldızı’ından söz edilmiş olması, bu hadisle uyum halindedir. Buradan, Allah’ın, insanoğluna, Süreyya Yıldızı’na (400 ışık yılı uzaklığa) kadar geniş bir uzayın fethini vaat ettiğini anlıyoruz.

Yukarıda, Hızır Tezkiresi’nin, ilk bakışta okura çarpıcı geleceğini umduğumuz, genelde Ay’ın keşfi ile ilgili bölümlerini sunduk. Şüphesiz ki, Tezkire sadece bunlardan ibaret değildir. Diğer bölümlerinde, içinde bulunduğumuz evrenin yaratılışı, diğer alemler ve bunlara ilişkin çeşitli konularda çok değerli bilgiler ve kehanetler ve evrensel sırlar yer almaktadır. Şiir dili ile ve bir takım sembollerle anlatılmış olan Nostradamus’un kehanetleri çeşitli yorumlara oldukça açıktır. Halbuki, Mevlana Halid-i Bağdadi’nin bu eseri kolayca anlaşılabilir bir Arapça ile yazılmış olup, cifir ilmini ve Kur’an’ı iyi bilen bilim adamlarınca kolaylıkla açıklanabilir niteliktedir. Hızır Tezkiresi’nin en önemli tarafı ise, bir takım kehanetlerin yanısıra, özellikle evrenin oluşumu, yasaları, kuantum fiziği ve bunlarla ilgili çeşitli konularda çok çarpıcı bilgileri içermiş olmasıdır.

Bugünkü resmi bilimin çok üzerinde, çağımızı aşan bilgileri kapsayan bu değerli eseri kaleme alan “Mevlana Halid-i Bağdadi” acaba kimdir?
 
MEVLANA HALİD-İ BAĞDADİ” KİMDİR?

Mevlana Halid-i Bağdadi, 1770-1827 yılları arasında Bağdat’ta yaşamış ve Kadiri dergahında eğitim görmüş bir Mevlevi’dir. Bağdadi, “Abdülkadir Geylani”nin el verdiği bir kimse olarak da bilinmektedir. Bu özelliği ile Halidilik ve Geylanilik, Müslümanlık’ta birbiriyle bağıntılı bir tarikat gibi görünmüştür. Ancak, daha sonra, Hazreti Hızır’dan ders aldığını ve onunla “Alemleri, ilahi katları birlikte gezerek öğrendiğini” bildiren Bağdadi, bir tarikat olmayan, ancak bir bilim ve sevgi birliği olarak tanımlanabilecek “Halidi Öğretisi” ile Geylanilik’ten ayrılmıştır.

Bağdadi ve Halidilik tarikatı ile ilgili olarak dilimizde yayınlanmış olan üç eser biliyoruz: Bunlar, “Halidiye Risalesi”, “Mecd-i Talid” (Büyük Doğuş) ve “Şemsü’s Şümus” (Güneşler Güneşi) isimli eserlerdir (K43). Yakup Çiçek tarafından dilimize çevrilen bu eserlerde, Bağdadi’nin doğum tarihi, Hicri 1190 (Miladi 1776) ve Hicri 1193 (Miladi 1779) olarak verilmiştir. Ölüm tarihi ise, Hicri 1242 (Miladi 1827) dir. Bağdadi’nin yaşam öyküsünü, söz konusu eserlerden aktararak kısaca sunuyoruz:

Bağdadi, Irak’ta, Süleymaniye’ye sekiz kilometre uzaklıktaki Karadağ kasabasında doğmuş ve orada büyümüştür. Zamanın ünlü hoca ve alimlerinden eğitim görmüş, Arapça ve Farsça nazım ve nesirdeki üstünlüğü ile en önde gelen belagat alimleri seviyesine yükselmiştir. Daha sonra, eğitimi için uzak yerlere giderek, oralarda ilmini daha yüksek mertebelere çıkarmıştır.

Bağdadi, tanınan ve takdir edilen ilmi kişiliğinin yanısıra, üstün ahlak ve “takva”sı ile de her zaman dikkati çeken bir özelliğe sahipti. “Ledunni” (kaynağı Kur’an’da gizli) bilimlere son derece vakıf olup, bu konularda o zamanın ileri gelen üstadlarından da daha ileri bir derecede bulunmaktaydı. Üstün bir zekaya, güçlü bir hafızaya ve derin bir anlayışa sahipti. Bununla birlikte, hocalarına karşı kendini küçük ve aciz gösterir; bildiği halde bilmeyen bir kimse gibi davranırdı. Bu, bir anlamda, yaptığı hayrı, iyiliği duyurmak istemeyen; ancak, yaptığı menfi bir hareketi de gizlemeye çalışmayan kimse anlamına gelen “Melami” davranışıydı. Herkes tarafından sevilen, pek sabırlı, kanaatkar ve pek muhterem bir kişiydi. Daima ruhani bir cezbe, ağlama ve tefekkür halinde bulunan Bağdadi Hazretleri, manen kemale ermiş üstün bir kişiliğe sahipti.

Bağdadi’nin, Hicri 1220 yılında Medine-i Münevvere’yi ziyareti sırasında başından geçen ilginç bir olayı kendi ağzından dinleyelim:

“Medine-i Münevvere’de, “salih”lerden biri ile karşılaşıp, özellikle irşadım konusunda faydalanmak istiyordum. Bir gün, Yemenli, “istikamet sahibi”, alim ve amil bir zatla karşılaştım. Hiç bir şey bilmeyen bir kişinin, büyük bir alimden nasihat istemesindeki tavrını takınarak, bana öğüt vermesini talep ettim. Bir çok nasihatte bulundu ve sonunda şöyle dedi: “Mekke-i Mükerreme’de, zahiri görünüşü şeriata ters düşse bile, gördüğün her şeye hemen karşı çıkmaya kalkışma”. Mekke-i Mükerreme’ye vardığımda, bir cuma günü, bir deve kurban eden kişinin eciri kadar sevaba nail olmak için, Mescid-i Haram’a erkenden geldim. Kabe’ye karşı oturup “Delail” okumaya başladım. Bu sırada, siyah sakallı, gösterişsiz, basit bir kıyafet giymiş bir adamın geldiğini ve sırtını Kabe’nin duvarına dayayıp, yüzünü bana çevirdiğini gördüm. İçimden, “Bu adam Kabe’ye karşı edep dışı davranıyor” diye düşündüm. Bu düşüncemin akabinde, o adam bana şunları söyledi: “Be adam! Sen bilmiyormusun, Allah katında mümine hürmet, Kabe’ye hürmetten daha üstündür. Tutup da, benim Kabe’ye sırtımı dönüp, yüzümü sana çevirmeme itiraz ediyorsun. Hem sen Medine’de yapılan nasihati ne çabuk unuttun”. Bu sözler üzerine, onun kesinlikle büyük bir “veli” olduğunu anladım ve hemen ellerine kapandım. Özür dileyerek beni irşad etmesini istedim. O da, “Senin irşadın bu diyarda değildir” deyip, eliyle Hindistan tarafını işaret etti. “Sana bu yönden işaret gelecektir ve irşadın orada olacaktır” diyerek sözünü tamamladı.”

Bağdadi, bu olaydan dört yıl sonra, Hicri 1224 yılında Hindistan’ın Cihanabad şehrine giderek, orada Şeyh Abdullah Dehlevi Hazretleri’nin mürşidliğinde Nakşibendi tarikatının eğitimine girer. Orada bir yıl kadar kaldıktan sonra, Şeyh Hazretleri, ona, “velayeti ikmal ettiğini”, dirayet ve tam bir vukufla “sülukunu” tamamladığını bildirir ve “irşad icazeti” verir. Hilafetin en üst derecesi olan “Hilafet-i Temme” ile onu beş tarikatta halife yapar. Bu tarikatlar, Nakşibendi, Kadiri, Sühreverdi, Kübrevi ve Çeşti’dir. Dönüşünde, Şeyh Hazretleri onunla birlikte yedi kilometre yürüyerek Bağdadi’yi yolcu eder. Bağdadi, seyahat ettiği beş gün süresince, yemez, içmez; vaktini sadece ibadet ve zikirle geçirir. Beşinci gün, Şiraz yakınlarındaki bir limandan İsfahan’a geçer. Uğradığı her yerde, insanları hidayete davet eder. Hemedan ve Semedüc’e gelir. Senedüc’de kaldığı süre içinde, matematik, geometri, astronomi ve coğrafya tahsil eder. Hicri 1226’da, nihayet Süleymaniye’ye ulaşır. Bundan iki yıl sonra, Hicri 1228 yılında Bağdat’a yerleşen Bağdadi, burada on yıl kadar kaldıktan sonra, Hicri 1238 yılında, müridleri, “etraf-ı iyali” ve halifeleriyle birlikte Şam’a yerleşir. Kaldığı her yerde, kalabalık insan gruplarının izdihamı içersinde, bir çok alim ve emir onu ziyarete gelir. Gelenleri, tefsir, hadis, tasavvuf, fıkıh ve çeşitli ilmi konularda yetiştirmeye çalışır, irşad eder. Kudüs, Halep ve Irak’ın tamamı, özellikle Bağdat, Basra, Kerkük, Erbil, İmadiye ve Cezire bölgeleri; Güneydoğu Anadolu, özellikle Mardin, Gaziantep, Urfa ve Diyarbakır bölgeleri; ayrıca, Hindistan, Afganistan, Maveraünnehir, Mısır, Amman ve Mağrip (Batı ülkeleri) halkından pek çok kimse onun müridi olmuşlardır.

Mevlana Halid-i Bağdadi, Hicri 1242 (Miladi 1827) yılında, “Zilkade”nin 14. Cuma gecesi, Taun hastalığından vefat etmiştir. Kabri, Şam’da, Salihiye’de
 
Vay bea bu ezan olayı doğru ise müslüman olmamasına şaşarım bilenlerin..
 
sOrUnLu' Alıntı:
Vay bea bu ezan olayı doğru ise müslüman olmamasına şaşarım bilenlerin..


Abi zamanında kafirlere bunlar gibi nice mucizeler gösterilmiş yinede bir bahane bulup dönmemişler. Bunlarda bilimsel uyduruk bir açıklama bulur yollarına devam ederler :(
 
arkadaşlar allah(c.c) insanın kalbine iman vermedikten sonra doğru yolu bulamaz ki yanlış hatırlamıyorsam peygamber efendimiz amcasının doğru yolu bulması için çok uğraşmıştır ama olmamıştır
 
buda dıger baslıkda okunası bı baslık
dıgerı nı hıc duymamıs olmam hakkında baya dusundum :D
sakın bır goz ve kafayla bunu okucam sabah dan berı pc deyım :D
saol abıcım
 
Çok ilgi çekici doğrusu sonuna kadar bir solukta okudum diyebilirim teşekkürler ifrit ;)
 
gezel bır bılgı tesekkurler uff bıtmedı yarına kadar okuyabıldım
 
ifrit payLaşımLarın için saoL kardeşim .
 
ifrit sagolasin çok ilginç ve bilmedgim seylerdi..
 
ifrit sağolasın bi yerde daha benzer şeyler okumuştum ama hangi SÖZ ler olduğunu bilmiorm saol.:)
 
bence herşey bilimle açıklanabilir ama henüz böyle şeyler için çok erken tabi bu benim görüşüm polemik yaratmak istemem ama armstrongun hala hristiyan olduğunu duymuştum yani
 
DoSTLaR allah'a inanmamın en büyük sebebi bilimsel nedenlerdir!! İnsan oğlunun nasıl çıktığını dünyanın nasıl olduğunu çözemiyola?? Yani diyolar ki insan hayvandan evrim geçirdi, dünya güneşten koptu?? Peki o zmn hayvan-doğa nasıl oldu, Güneş nasıl oldu ?? Hepsini bişeye dayandırıyolar ama bu döngünün en başıı ne ?? Akıl sırr ermiyo!! Demektir ki bizimde bi yaratanımız var! Ve Bize de üstümüze düşen ibadeti fln yapmamız gerekiyo! İşin doğrusu bende şuan için namaz fln kılmıyorum ama emekli olunca kılıcam! Bu arada şuan 15 yaşındayım ;)
 
ifrit çok güzel bir döküman paylasim için saol.Çogu kiside derin hisler uyandirdigina eminim
 
Geri
Üst