işte yılmaz erdoğranın yüreği..

Ugly_Duck

New member
Katılım
7 Tem 2005
Mesajlar
530
Reaction score
0
Puanları
0
Yaş
43
Konum
cehennem
SESSİZ

Kavun kokulu odaların rahiyasıdır
Karışan sulara
Senin fikrinle yoğrulmuş bir eser yoktur
Yüzümün sana tıraşlanmış bölümünde
Çoğu çiçekli
Kimi şarkılar geçer aklımdan
Sesime sesim dökülür
Bir ıssız bir mutlu koro başlar
Ardından
Şarkıya
Çünkü benim sessizliğimde
Seninde susuşun var.



SON DURAK

kilitlenmiş beton kanatları kuşların
oksit gibi yapışkan bir mayışmayla ağarmış gün
pas tutan kelimeler için bir iksir belki de
ya da aklına susamış sevgililerin safdilliği
acıtmış ömrünü çekirgelerin
medyatik soruşturmalardaki enflasyonist yargılar
haber değeri taşımıyor haber spikerinin ölümü
herkes kendi manşetinde satır arası
hiçbir bakışı aydınlatmıyor florasan buğusu

burası son durak inecekler için son fırsat
bir daha ne süper ne mega kupon verilecek
kalanlar şoförün evini göremeyecekler hiçbir zaman
onları sonsuza götürecek, afaroz edilmiş bir merak
burası son durak

hafızada kalan tek numara için
telefona uzanır elleri
ölümüne randevulu insanların
temize çekilemez not defterleri


ALKOL İKİNDİSİ

biz ne zaman içsek
köfte geç gelir
ve oturur muhabbetin terkisine
çıplak bir efkar sözcüğü
biz ne zaman içsek
sabah akar meyhanecinin cebine
günde kaç kez öpüşür ki
akrep ile yelkovan
biz ne zaman içsek
iç değilizdir aslında
dışımızda bronz bir
akşam sözcüğü
çırıl bir
efkar sözcüğü
üften püften bir kar beklentisi
delikanlı kıvamında
sevda değilse de
tabansız sevişmelerdeki
el değmemiş pişmanlık
biz ne zaman içsek
iç değilizdir aslında
bu alkol ikindisi şiirde
şimdi burada
açılsaydın
adımın baş harfi gibi
belki ağustos kokardı ağustos
sen...
fikrini ipotek etmiş kiralık sevdalara
seninle boyuna sevilmiş sen
yalanı sevdasından büyük sen
bir bil sen.!
biz ne zaman içsek
seni düşünüyoruz
genzimizde göl göz
yaşları...
biz ne zaman içsek
iç değilizdir aslında...
dışımızda bronz bir izmir akşamı.!


AŞK HAYATI

sevmek gibi geliyordu her şey,
sevmek gibi gidiyordu kadın
adının anlattığı, canın teni yakmasıydı,
bir bulut evet ama aslolan
bulutun suyu yağmasaydı...
"bir insanı sevmekle başlıyordu her şey"
ve boşanmak için
en az iki şahit gerekiyordu!
 
SANA BAKMAK

Herşey yapılabilir
Bir beyaz kağıtla
Uçak örneğin, uçurtma mesela.
Altına konulabilir
Bir ayağı ötekinden kısa olduğu için
Sallanan bir masanın.
Veya şiir yazılabilir
Süresi ötekilerden kısa
Bir ömür üzerine..

Bir beyaz kağıda
Herşey yazılabilir,
Senin dışında..
Güzelliğine benzetme bulmak zor,
Sen iyisimi sana benzemeye çalışan
Herşeyden:
Bir gülden bir ilk bir sonbahardan sor.
Belki tabiattadır çaresi
Senin bir çiçeğe bu kadar benzemenin..
Ve benim
Bilinci nasırlı bir bahçıvan çaresizliğim..
Anlarım bitkiden filan
Ama anlatamam
Toprağın güneşle konuşmasını
Sana çok benzeyen bir çiçek yoluyla

Sen bana ışık ver yeter
Bende filiz çok..
Köklerim içimde gizlidir
Gelen giden, açan soran, bere budak yok
Bir şiir istersin
"içinde benzetmeler" olan
Kusura bakma sevgilim
Heybemde sana benzeyecek kadar
Güzel birşey yok

Uzun bir yoldan gelen
Tedariksiz, katıksız bir yolcuyum
Yaralı yarasız sevdalardan geçtim
Koynumda bir beyaz kağıt boşluğu
Herşeyi anlattım..
Olan olmayan, acıtan sancıtan..
Bilsem ki sana varmak içindi
Bütün mola sancıları
Bütün stabilize arkadaşlıklar
Daha hızlı koşardım
Severadım gelirdim
Gözlerinin mercan maviliğine..

Sana bakmak
Suya bakmaktır..
Sana bakmak
Bir mucizeyi anlamaktır..

Sağa sola bakmadan yürüdüğüm yollar tanıktır
Aşk sorgusunda şahanem
Yalnız kelepçeler sanıktır
Ne yazsam olmuyor
Çünkü bilenler hatırlar..
Hem yapılmış hem yapma çiçek satanlar
Bahçıvan değil tüccarlardır
Sen öyle göz,
Sen öyle toprak ve güneş ortaklığı
Sen teninde cennet kayganlığı iken,
Sana şiir yazmak ahmaklıktır..

Bir tek söz kalır
Dişlerimin arasından
Ben sana gülüm derim
Gülün ömrü uzamaya başlar

Verdiğim bütün sözler
Sende kalsın isterim
Ben sana gülüm derim
Gül sana benzediği için ölümsüz..
Yazdığım bütün şiirler
Sana başlayan bir kitap için önsöz

Sana bakmak
Bir beyaz kağıda bakmaktır.
Her şey olmaya hazır
sana bakmak
suya bakmaktır..
gördüğün suretten utanmak..
sana bakmak
bütün rastlantıları reddedip
bir mucizeyi anlamaktır..
sana bakmak
Allah’a inanmaktır.




ANLADIM

anladım
sabahları açılır
esnaf çarşıları yeminle
"bedreddinim bir ağaca asılır"

anladım
en büyük yalan yemindir
edilir sabahları
gecesini hatırlamayan esnafların

tüm merasimleri gömdüm
ömrümün reklam amaçlı takvimlerine
anladım
kimse üzgün değildi
bayraklar yarıya indiğinde

bir tek el isteyen
yordam ve özür dileyen

anladım
herkese kötü şeyler hatırlatan yüzüm
evet yüzümdü
her görüşmeye taşıdığım
kandırılmaya gönüllü bir gönülle
az sütlü neskafelere sigaralar iliştirdim
göz gördüm başka açılara ayarlı
uzun bir yüz gördüm
meğer filmin sonu diye ayarsız
fin yazardı se end zamanında
bir zamanlar
fransızlar hep fransız kalacaklar
sabah sinemasında pazarları

aklımı alıp doğduğum evin
müze olma isteğine saklayacaklar
ama kavaklar büyüyecek
herkesten gizli boyatmak
bir kavağın becereceği iştir ancak

anladım ki ağaçlar
toprağa acı verdikçe büyüyorlar

her pazartesi and içip
cumaları marşa basan
camiler dolusu yemin edip
taburlarca yalan söyleyen
bu toprakta bu ağaç
kuruyacaktır elbet

anladım
kimseye acı vermeden
büyünmüyor
namusum ve şerefim ve
çocukluğumun üzerine beton dökerim ki
tüfek filan değil
çimento icat edildi de
bozuldu mertliğin mimarisi
esrarlı bir ülkeye göçtü sabrin taş ustaları

anladım
altı dükkan olsun istiyor evinin
ve ağlamaklı bulmuyor apartımanları
benim taş ustamın karısı
ve her yerde
şube açmak istiyor
iskender kebabını icat eden
büyük iskender’in çocukları
ki gölge filan etmez
yoğurtlu bir ziyafet çekerdi
diyojen’le karşılaşsaydı.

anladım
bursalı iskender’in
romalı arkadaşından daha çoktur
uygarlığa katkısı

oysa
bu satırlarla üstünü örten ben
kelimelerle sargı bezi ve
melhem yapan
ozanlığı en çok kendini üzen ben
anladım
sadece öğlenleri açarım yaramı
ve hiçbir yerde şubesi olmaz
bu kanamalı hastanın

anladım.
 
ugly yüreğimi mi okudun bilmiyorum şindi ozy ile bu adamı konuşuyodum :D ne kdr sevdiimi sölüodum
 
BAŞKALAŞAN AŞK

adını anmak güzeldi
dost ağızlarda sana dair cümlelerin
ıslatılması...
adını anmak...
yüksek sesle, kimsesiz gecelerin düşsel
avuntularına sırt çevirip senden söz açmak...
biraz gülünç, biraz sitemkar...
güzeldi...
adının türkçedeki yankısı özeldi...

seninle yoğurt yemek, kendi Kanlıcanlı,
sülalesi kandilli yoğurtçunun mekanında...
denize amors durup, yüzüne
cepheden bakmak güneşli bir mavilikte....
güzeldi..

ipe sapa konuşlanmaz bahanelerle elini tutmak,
yüzünde
yüzyıllık bir hasreti gidermek güzeldi...

Güzeldi'li geçmiş zamanları düşünüyorum
şimdi...
cümlelerimiz öznesiz... umursayan yok
Kanlıca'daki yoğurdu...

ve eşikteki öpücük, tarih bilinci olmayan bir
aşkın mührüdür artık...



BİLDİĞİN GİBİ DEĞİL

bizi bilirsin
avuçla su içmeyi
marifet biliriz,
yenilmeyi bir de
kendi sahamızda...

bizi bilirsin
saçımızı ıslatmayı fiyaka biliriz.
limonla!
tespih yaparız,
düş kırıklarından...

bizi bilirsin
ağzının içinde oturmak isteriz.
ve rutubetin en yakıştığı yer biliriz
ağzını...

bizi bilirsin,
yaşamak biliriz,
vademiz dolduğunda
avuçlarına gömülmeyi...



BÜYÜYORUM

büyüdükçe,
sentetik zamanlara
kangren ayaklar bastım,
izi kaldı
ömrümün...

kara çaldılar yüzüme
bütün kara parçalarında
elbette
"afrika dahil"
parça başı çalışan
kiralık katildi zaman

gülüşüm sivas yangını
ağlarsam kızma...
ölmek bile
yakışıyor bazı adama...



CEMRE

gözüme ilişti gözün
içimde infilak saati!
yasak baktın nikotin sıcaklığıma,
bir sigara daha yaklaşıyor bahar...
ellerin yanında değil,
gemiler kalkıyor avuçlarından
bütün limanlara bir telaş,
yaklaşıyor bahar...
deniz altında bir zindan düşü,
ayıp sarılmalar, lanetli öpücükler
bilinmez bir nemrut esrarı
arkadaş dağlar gibi korkusuz korkular...
kekikler yeşeriyor
yaklaşıyor bahar
bir deliliğin eşiğinde
amansız mekansız
sofrasız
yani aç, ilaçsız
ve
hiçbir şiirin eskitemediği
gözlerin,
gözlerimin önünde
el pençe divan...
bahar damarı çatladı toprağın
bir nefes daha yaklaşıyor bahar.!
 
teşekkürler uggly duck paylaştığın için.Am bunu onun ağzından duymak çok daha güzel yani şiirlerini dinlemek.Çok güzel şiir okuyor
 
ÇÖL DAHA İYİ !

çöle kıyısı olan kentlerin
limanları sıkıcı olur
kuş uçar gemi geçmez,
kervan zaman içinde.
böyle kentlerde insan
fırtına gibi sever,
sevdiği için ağlamayı.
hangi türküde sevmekten bahsedilse
ben hicaz olurum
elimi ıslatır elinin teri
ziyan olurum
seni sevmekle ıslanır akşam sefalarım
hangi türküde sevmekten bahsedilse
bu çölde ben
"şair burada yaşadığı kenti çöle benzetiyor"da
bahsedilen şair olurum!



GÜLÜŞÜN

gülüşünde bir mana var
saklayamazsın
sarılışında ne düşler
ne düşükler
sakınamazsın

aynı yolları,
kimsesiz mekanları
birlikte özleme hasreti...
yalnızlığımın dert ortağı gastrit...

gülüşünde bir mana var
saklayamazsın

bütün iç savaşlarda
rehin alındı bu yürek
kandıramazsın

hangi çekilişin
büyük ikramiyesi bu,
en uzak sevişmelerin
yeni yetme utancı
lakin aşk
biraz da utanmaktır yaşamaktan...
sakınamazsın...
yeni yetmelik işine gelince
o zaten hepimizin gizli öznesi
Türkçe'de var
bazı dillerde yok

gülüşünde bir mana var
saklayamazsın
kime niyet kime felaket bu aşk
anlayamazsın

ödümüz patlıyor acı çekmekten
oysa
biraz da acıdır
aşkın mayası...
kaçınamazsın...

gülüşündeki manayı saklayamazsın
tutunacak verimiz yok
resmi tutanaklarda
gülüşünde bin yıllık hasret var
saklayamazsın
.........................................
bu yazık karşılaşmanın
alnımıza çakılıyor anafikri :
aşka cesaretimiz yoksa
başka zaman görüşürüz!



HEPSİ BU

değişen ben değilim
dönüşen savaş
yaşlanmakla ıslanmak aynı şey
bir yağmurun gölgesinde ihtiyarlamak
şimdi ölüm bile yetmiyor
acılarımızı tartmaya
dostlar
alıngan bir sahili pinekliyorlar
bir merhaba'yı bıçaklar gibi artık
selamlaşmalar
değişen ben değilim
dönüşen savaş
artık zaman bile yetmiyor
yaşadığımızı sanmaya
yine de ışıklar bu kenti
güzelmiş gibi gösteriyor
geceleri...
geceler...
yani
Ahmet Haşim'in kafiyeleri...
seni aklıma düşüren
yerçekimi değil
yalancı yıldızlar
öyle uzaksın ki
üflesem soğuyacaksın
sarılsam okyanus
bir aşka yetecek kadar
ve anımsatacak kadar
sebepsiz bir ölümü,
acılarımız
ve kafiyelerimiz var...
işte hepsi bu kadar...


İMGESİ KENDİNDEN KALIN

orada
bizans
orada
topkapı ve surlar
ve rutubet, aslanım!
şimdiki zamanlarda aklım
geniş zamanlardaki
rehavet!
şiirdik bütün aşkşamları
seninle
saçından bir dal düştü
yüzünün en ıssız yerine
yine sen
ve yine sizlik
sensiz artık bu şehir
faşistanbul!
 
İŞSİZ ŞİİR

bu imkansızlıklar
bu yaralar
hepsi,
hepsi insan işi
sevda diye bağıran yüzün,
bir kitabın en sır satırını
okuyan sesin,
beni bana düşman eden,
ağlamaklı gecelerimin
tek temsilcisi
ve hiçbir yerde şubesi
olmayan yüzün
yani baştan ayağa sen...
bu bakışlar
bu bakır tadı
hepsi,
hepsi insan işi
ve insanın insana ettiği
en yalan yemin: Aşk!
hepsi,
hepsi insan işi...



İSMİNİ HATIRLAYAMADIM

Böyle zamansız güneşli,
Umulmadık mavi günlerde
Bir bekleme salonu yalnızlığına bürünüyorum
İliklerimdeki yitik bir aşkı
Sarhoş bir unutkanlığa ilikliyorum
sanki şiirini bilmediğim bir fransız akşamında
Kaldırım taşlarını sayıyorum kalbimin
Ömrümde ayak izin
ve ben ne zaman kiminle sevişsem
Hala seni aldatıyorum....




ISLIK

senin sesinle başlayan bir ıslık
kehribar kokusu kulaklarımda
nasıl bir nargile yakmak bu fitil gibi
sarhoşlukta...
kim bu öldürücü musikinin
güftesini gömebilir kuytuluğun makamına
yalnız hicazdı felaket efem saatlerinde
kimi görsem göz yarası yüzümde,
kimi duysam
senin sesinden ıslak bir ıslık
ve ben artık her şarkıda
kendime vokal yapıyorum,
yüzüm gözüm ıpıslak...



MEVSİMLİK ŞARKI

kanıyor takvimden gamsız ağaçsız
evlatlarını döver gibi seven bir sonbahar
güvertesinde adresini şaşırmış
kayıp bir nisan yağmuru

ömrümün sol anahtarısın
hazan makamının kapısını açan
ne nisanlar gördüm ben
ilkbahardan kaçarken
bir mızrapa tutunan

ne bileyim ben
böyle bir şeydir herhalde
bir mevsimin şarkısı
ya da mevsimlik bir vivaldi sancısı...

ekim kasım işlerini öğrenirken bir keman
ağlamayı bir de,
şarkıya söz yürür,
yeşile aldanır suyun kudreti
ve sen hiçbir zaman
sol anahtarı yaptıracak bir çilingir bulamazsın
bana kalırsa sen,
ömrünün sonuna kadar,
o şarkının kapısında kalacaksın!



KIZIM BERFİN'E...

Berfinim,
içimin güler yüzü,
yaşanılası iklimim hoşgeldin.
(adımın çapraz yazılması kimin
umrunda...
denize düşen yılana öykünür
biraz da...)
bir aralık sızıverdin işte
ömrümüzün en gevrek zamanı...
çıt diyor kırılıyoruz,
öfke kadar saydamız o zamanlar
ve kırılgan
bıçak kadar!
kızım demeyi öğrettiğin için
o tanrısal kokun
ve gülüşündeki baban için
ki hala zilleri çalıp kaçmak istiyorduk
yarım yamalak aşk kırıntıları
tabakta bırakılmış, yazık atılacak bir sevda
haritası,
hatta el değmemiş delilikler istiyorduk...
çocuktuk daha
büyümeye direniyorduk,
iş toplantılarında lolipop zamanlar düşlüyorduk
ama sızıverdin işte..
bir avuç yeşil gevrek rokaydık,
mayışmamıza bir limon yetecekti...
biz garsonu bekliyorduk,
sen çıkageldin...

hoşgeldin berfinim...
kızım kızgınlığım...
bilmiyorduk daha,
objektiflerin objektif olmadığını,
ikimize yeter sanıyorduk ikimizin toplamı,
meğer doyurmak çok zormuş
içimizdeki hayvanı...

habersiz geldin, kusura bakma
ortalık biraz dağınıktı...
şimdi hemen toparlarız sanıyorduk,
olmamıştık daha...
işin zor kızım
hem büyüyecek
hem bizi büyüteceksin...
baban mı var, derdin var kızım...

hoşgeldin kızım,
içimin gülen yüzü, hoşgeldin...





KAYIP KENTİN YAKIŞIKLISI

Dokuzunda kayboldu mayıs'ın,
Cesedi bulundu
Onikisinde...
Kaçırıldığında da
Kaybolduğunda da
Ve cesetken de
Yakışıklıydı..
Amcamdı
 
döktürüyon yine ugly iyide ne bu hız ya arada kaybolmus bütün millet
 
NİSANLIK ÖLDÜ MÜ?

koşulacak bir sancı gibi inceden
genceden aktım geceye
ihtiyar sokaklarda acemi lambalar
ve ıslak bir ışık ilkbahara
ilkbaharın günahı olmaz nasılsa...

çocuklar bulmuş, getirdiler
kanadı kırılmış bir nisan yağmurunu
nisan'ın kuyruğuna teneke bağlar mı insan,
çocuk olmasa?...
aşk şakasını kaldırır mı insan,
çocuk olmasa...

bir celsede boşanıyor mağrur bir yağmur,
nisanların yenildiği yalancı baharlarda...
ilkbaharın günahı olmaz nasılsa !



PASTIRMA YAZI

böyle zamansız güneşli,
umulmadık mavi günlerde
bir bekleme salonu yalnızlığına
bürünüyorum...
iliklerimdeki yitik aşkı
sarhoş bir unutkanlığa ilikliyorum...

sanki şiirini bilmediğim
bir fransız akşamında
kaldırım taşlarını sayıyorum kalbimin...
içimde ayak izlerin,
aylak bir yaz geçiyor avuçlarımdan...

ve ben ne zaman,
kiminle sevişsem,
hâlâ seni aldatıyorum!



ÖYLE BAKMA ÇÜNKÜ...

güzel bahçeli bir ilkokulun penceresinden
dünyaya,
hayret, hasret ve biraz da
bayat bayram şekeri kederiyle bakan,
aklı canbaz, yanağı al,
sesi çilek aroması
bir çocuk oturuyor
gözlerinde...



ÖMRÜM ÖMRÜM

mum yanar
mum ışıldar
kendileri yoktur, gölgeleri oluşur
ferinden korkulsa da rahmetin
yenilmez toprağa can katmanın kudreti
bir ömre kaç hayat sığar görülecektir...

mum aydınlar
mum sınar
ayrılık acısı kadar seversin
ve sevmenin coşkusu kadar koyar insana
aşk sözcüğünden ayrılmak

mum yaralanır
mum sürer
kem söz sahibini sürükler
son çağındır artık
gövdende birikir
senden eriyen parçalar

mum biter
mum söner dibine hayatın
işte yaşadığım dediğin
bir mum ömrüdür

eren
ve
eriten kendini...







edit : teşekkürler arkadaşlar yorumlarınız için .....
 
BEYOĞLU'NDAN DOLMABAHÇE'YE TAŞINAN BİR ARALIK AKŞAMI

Sus pus olmuş, puslu bir İstanbul'muydu yüzün, yoksa
çok bildik hüzünler mi taşınmıştı yüzüne
Dolmabahçe da çay tadında....
Divit ucuyla yazılmış bir aşkın sureti vardı avuçlarında,
tarih bir başka iklimin kıvamını gösteriyordu.
Ben rehnedilmiş yelkovan gibi... hani akrep'i seven ama
yüreği takvim yokuşlarında...

Sinemada elinin elimde terleyişinin bir anlamı olmalı,
sesinin sesimde yankılanmasının... sanki perdedekine
üzülmüş ya da sevinmişsin de tesadüfen akmış yüzün
içime... Yalan! Sen perdeye bakıyorsun, fikrin benim
seyir defterimde.. ve ben amerikanca bir filmi kürtçe
seyrediyorum...

Kadın Beyoğlu'nun bir kış akşamında,
üstündeki deri montun sahibine küs, soğukluğundan
muzdarip yürüyordu... Adam da... Yürümek hiçbir şeyi
çözmüyordu, bazı Aralık akşamlarında... Parmağında
yaralı bir öyküyü taşıyordu adam... Kadının yüzünde
bir hüzün... Hüzünlü aralık akşamında bir yüzük...
Yüzüğün yüzünde dünya güzeli bir kadının kehaneti...
... Soğuğun ve karanlığın vehameti!

Hayatı, bir başkasının pantolonu gibi, küçültülmüş,
daraltılmış... İlk sahibinin o pantalonla yaşadığı şeyler,
yani pantalonu pantalon yapan anılar, bazı ilkbahar
bereleri yüzünden yapılan yamalar, ter tüketen
yazlar... Hepsi daraltılmış... Yaşananlara bir beden
büyük geliyor artık hayat!

Bir aşkı paylaşmak için çok geç, bir paylaşıma aşık
olmak içinse erken... Beni sevda yerimden vurdu yine
zaman... Şimdi sana söylenecek tek cümle:

Bende sana yetecek kadar ben kalmadı...




SEVMEKTEN GİDİNCE

Sen beni sevmekten gidince ben bana borçlu kaldım
Ya sen bana fazla geldin ya ben sana az kaldım
Gitme bir adım öteye gülüm bir adımda gurbet olur
Gitme bir nefes öteye gülüm her nefes hasret olur

Aşk yasaklandı artık halka açık yerlerde
El tutmak yol açıyor diye hesapsız
Susmalara kaldırdık tüm tutuşmaları
Yasak kelime oyunu yapmak
Yalan söylemek mecburi ve serbest ayyuka çıkmak
Artık yağmur sonraları toprak kokmak yok
Tomurcuklanmak günah
Ve bir insan gözü yüzünden yüz gün art arda uyumamak
Kimse ölmesin diye
Kimsenin aklında her sevdalı verdiği sözü geri alacak
Güneşi ayı ve hatta hiç bir tabiat olayı
Şahit gösterilmeyecek hiç bir sevdaya
Ne deniyorsa onu atacak kalp
Ve süresi 24 saate çıkarılacak meskun mahallerde ağlamanın

Sen sesini alıp gidince ben burda dilsiz kaldım
Ya sen bana fazla geldin
Ya ben sana az kaldım
Gitme bir adım öteye gülüm bir adımda gurbet olur
Gitme bir nefes öteye gülüm her nefes hasret olur




SUSUŞTU YÜZÜN

bu ufukta bitiyor yüzün
ve başka bir gökyüzü başlıyor
komşu ellerle sarmalanıyorsun
yanıyorsun...

ne kadar övülsen az
avazım çıktığı kadar susuyorum
ismindeki sesli harfleri

mayınlı bir gülümsemeyle
senin karasularında olmak,
üstünde ilkbahar bir entari,
sanki
yeniden
eski bir öyküye başlamak...

yüzündeki o billur akşam kahvaltısı
sürgülerken özümü,
ne kadarını sustuk
konuştuklarımızın?..


TARİHÇE

önce hain bir uykunun sevimsiz sabahı
gibi sıradan mahmur,
aynı sabahın
ilk sıcak çayı gibi ferah
bir karşılaşma...
-Merhaba!

sonra güzel
ve en sıcak gülüşmelerin ev sahibi
bir yüz...
-Görüşürüz!

derken
sanki elin elimde
kem gözlere keder
dünya güzeli sohbetler
-Ara beni!

ardından
derimizin altına sızan
hani katiyen rakı içme mecburiyeti çağrıştıran
bir korku ki
-Eyvah!

ve şimdi
kalbimi karanlıklarda hançerleyen
aklımı başımdan eyleyen
çok uzun yollarda
hiç uykulu otobüs saatleri gibi
acıtan
kanatan
yani korktuğumuz
yani başımıza gelen
büyüdükçe büyüleyen
aşk...
-Seni seviyorum!

şimdi sen
kalbimin közünde kıvılcım kıvamında
ağrıyan...


YAĞDIKÇA

Yerle yeksan, ıslak saçlı, kem gözlü,
Kavim göçlerinden bu yana ağlayan
Ve durmadan
Cep kanyağı yakıcılığında ezgiler
Çalan, çaldıran, yakalatan
Adı bende gizli bir kadındı İstanbul

Şehre bir yağmur yağdı
Ben ağladım

Sevilirken ayrılmak mı kaldı Bizanstan
Yalan dolan yoktu gözlerde sadece ses
Verilen sözler birdi edilen yeminler sıfır
Eşyalar alındı fotoğraflar söküldü
yerlerinden
Bir aşkın izlerini yok edecek yeni bir aşk
sipariş edildi yeniden

Bir şehre yağmur yağdı
Ben ağladım

Kim daha çok yalan söndürdü çay
bardaklarında
Hangisi talandı demli öpücüklerin
Ve buğularda yitirilen kimin adıydı
Bir aşktan diğerine kaç saate gidiliyordu
Soyulur muydu kabuğu hayatın
Yoksa bütün vitamini kabuğunda mıydı?

Yağmur şehre bir yağdı
Ben ağladım

Ben ençok seni götürdüm giderken
Aklımın nakliyesiydi asıl yoran taşıyıcıları
Yardan düşmüştüm yaralarım yardan armağandı
Ben sevmeyi beceremedim belki de sevilmeyi
Benim sevmeye engel evcil acılarım vardı

Ben yağmur ağladım bir şehre yağdı
Ben şehre ağladım bir yağmur yağdı
Ben bir ağladım şehre yağmur yağdı

Ben...
Yağmur...
Ağladım...




YASAK

yasak bana gözlerini anlamak
ellerin
bana yasak

ah olaydım
gözünde yaş
fikrinde telaş
düşünce suçun
beraatin olaydım

fakat yasak
yasak bana gözlerini anlamak
ellerin bana yasak

ah olaydım
yüzünde sürgün
yatağında mülteci
vatanın
anayurdun olaydım

fakat yasak
yasak bana gözlerini anlamak
ellerin, uyruğum
bana yasak.............


YAZMAK İÇİN

mevsim dışı
sarışın bir kederdin
soğuk yazlıkta...
Sayfiye hanımın tembel düşlerine
ve çıplak ayakla
betona basıyordu yaz...

bense paslanmış bir keyifle
hayatımı yazamak istiyordum
sensizliğe
gül buğusu bir edebiyat arıyordum...

her tanışmada
bir "memnun oldum" öldüren
devrik katillerdik hepimiz

ve sen
faili yaz bir cinayettin
o maktül yazlık akşamında..
 
YAŞAYABİLME İHTİMALİ


soğuk ve şehirlerarası
otobüslerde vazgeçtim
çocuk olmaktan
ve beslenme çantamda
otlu peynir kokusuydu babam...

Ben seninle bir gün Veyselkarani`de haşlama yeme ihtimalini sevdim.

İlkokulun silgi kokan, tebeşir lekeli yıllarında
(ankara`da karbonmonoksit sonbaharlar yaşanırdı o zaman)
özlemeye başladım herkesi...
Ve bu hasret öyle uzun sürdü ki,
adam gibi hasretleri özlemeye başladım sonra...

Bizim Kemalettin Tuğcu`larımız vardı...
Bir de camların buğusuna yazı yazma imkanı...
Yumurta kokan arkadaşlarla paylaşılan
kahverengi sıralarda, solculuk oynamaya başladık...
Ben doktor oluyordum sen hemşire, geri kalanlar kontrgerilla...
Kırmızı boyalarla umut ikliminde harfler yazılıyordu, pütürlü duvarlara
ve Türk Dil Kurumu`na inat bir Türkçeyle...
Ağbilerimizden öğrendik, Ş harfinden orak çekiç figürleri türetmeyi...

Ankara`ya usul usul karbonmonoksit yağıyordu.
Ve kapalı mekanlarda sevişmeyi öneriyordu haber bültenleri
Oysa Ankara`da hiç sevişmedim ben.
Disiplin kurulunda tartışılan aşkım olmadı benim...
(Sınıfça gidilen pikniklerde kıçımıza batan platonik dikenleri saymazsak...)
Ankara`ya usul usul kurşun yağıyordu...
Ve belli bir saatten sonra sokağa çıkmamayı öneriyordu haber bültenleri...
Oysa hiç kurşun yaram olmadı benim...
Ve hiçbir mahkeme tutanağına geçmedi adım...
çatışmaların ortasında sevimli bir çocuk yüzüydüm sadece...

sana şiirler biriktiriyordum fen bilgisi defterimde
ama sen yoktun...
Ben, senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum, suni tenefüs saatlerinde...
Okul servisi seni hep zamansız, amansızca bir lojman griliğine götürüyordu...
Ben, senin benimle Tunalı Hilmi Caddesi'ne gelebilme ihtimalini seviyordum...

Ben, senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum.
yaz sıcağı toprağa çekiyordu tenimin çatlamaya hazır gevrekliğini...
Sonra otobüs oluyordum,
kırık yarık yoların çare bilmez sürgünü...
Ne yana baksam dağ ve deniz sanıyordum Muş ovasının yalancı maviliği...
Otobüs oluyordum bir süre...
Yanımızdan geçen kara trenlerle yarışıyordum,
yanağım otobüs camının garantisinde...
Otobüs oluyordum...
Bir ülkeden bir iç ülkeye...
Çocukluğuma yaklaştıkça büyüyordum...

Zap suyunun sesini başına koyuyordum şarkılarımın listesinin...
Korkuyordum...
Sonra iniyordum otobüsten...
Çarşıdan bizim eve giden,
ömrümün en uzun,
ömrümün en kısa,
ömrümün en çocuk,
ömrümün en ihtiyar yolunu koşuyordum...
Çünkü sonunda annem oluyordum
babam kokuyordum sonunda...

Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim, çocuk olmaktan...
Ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam...

Ben seninle bir gün Van`daki bir kahvaltı salonunda...
Ben seninle (sadece bilmek zorunda kalanların bildiği) bir yol üstü lokantasında...
Ben seninle, Ağrı dağına mistik ve demli bir çay kıvamında bakan Doğubeyazıt`ın herhangi bir toprak damında...

Ben seninle herhangi bir insan elinin terli coğrafyasında olma ihtimalini sevdim...
Ben senin,
beni sevebilme ihtimalini sevdim







ACABA?

aşkları da devralır mı
kalp nakli yaptıranlar?
...........................................................................................yılmaz erdoğan.................................
 
ellerine saglık .... mukemmel bir arşiv ..
 
barbazula' Alıntı:
ellerine saglık .... mukemmel bir arşiv ..

saol arkadaşım sanırım öyle mükemmel bir arşiv.....
 
Geri
Üst