HZ.Muhammed (S.A.V) ve İsa Mesih’in Ölümü VE (MESİHİN)DİRİLİŞİ

RomeoMAD

JusT B€
Altın Üye
Katılım
26 Eki 2005
Mesajlar
6,588
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
Istanbul
Rasûl-i Ekrem'in Vedâ Haccı, Peygamberlik vazifesinin sona ermiş olduğunu gösteriyordu. Çünkü Hazreti Peygamber, Vedâ Nutkunu Vedâ Hac-cında söyledi. Ashâbiyle vedâlaştı. İslâm dini bu Hacda kemâlini buldu. Son âyet burada geldi. Kur'an-ı Kerîm Veda Haccında tamamlandı.
"Nasr" Sûresinin gelişini ve son Kur'ân âyetinin bildirilmesini ashab, Rasûl-i Ekremin vefatı zamanının yaklaşmış olduğuna işaret saymışlar, bu sebepten ağlıyanlar bile olmuştu.
Rasûl-i Ekrem, Vedâ Haccından sonra, Mekkeden Medine'ye döndü. Sekiz yıllık hasretten sonra, Uhud şehîdlerini ziyaret etti. Namazlarını kıldı: (546). Evvelce, bu şehîdlerin cenaze namazları kılınamamıştı. Hastalanmasından bir gece önce, Medinenin "Cennetülbekî'"denilen mezarlığına gitti. Ölüler için duâ etti:
- "Ey Büyük Allahım! Burada yatanlardan mağfiretini esirgeme" dedi. Hayatta bulunanlarla nasıl vedâlaşmış ise, ölülerle de bu suretle vedâlaşrmış oldu.
Mezarlıktan geri dönerken, beraberinde bulunduğu azadlısı, sahabeden "Ebû Muveyhib"e şunları söylemiş:
- Bana, dünya hazineleri anahtarlariyle, cennetin anahtarları uzatıldı. Bunlar arasında muhayyer bırakıldım. Ben, Allahıma kavuşmayı, cennette yaşamayı seçtim." buyurmuştu: (547)
Bekî' mezarlığından dönüşünde Rasûl-i Ekrem hastalandı. Evvelce Hay-berde yahudiler tarafından yedirilen zehirli koyun eti, yüzünden tutulduğu geçici bir hastalık gibi bir takım rahatsızlıkları hariç tutulursa, Peygamber Efendimiz o zamana kadar, büyük bir hastalık geçirmemişti: (548). Esasen Rasûl-i Ekremin yaşayış tarzı, kendisini hastalıktan uzaklaştıracak mahiyette idi. Az yer, sade bir hayat yaşardı. Tertemizdi. Beş vakitte namaz için abdest alırdı: (549). Bununla beraber, İlâhî vahyin tesirleri, başlangıçtanberi, çeşitli düşmanlarından gördüğü türlü kötülükler, Peygamberlik vazifesinin ağırlığı gibi çeşitli yönlerden, pek sağlam olan vücudu yıpranmış bulunuyordu.
Artık, Rasûli Ekrem, hayatının sona ermiş olduğunu anlamıştı. Bu noktaya da zaman zaman işaretlerde bulunuyordu. Bu sebepten, Hazreti Peygamberin hastalanması, ashabını, ciddi olarak endişeye düşürmüştü.
Hastalığından bir gün evvel, Rasûl-i Ekrem büyük bir ordu hazırladı. Bu ordu, Suriye sınırına gidecek, Arab yarımadasının üst tarafını emniyet altına alacaktı. Peygamberimiz, güney sınırından ziyade kuzeyi, Bizansa ve İrana bağlı olan Suriye'yi, Mısırı ve Irakı düşünüyordu. Vakıa Vedâ Haccından sonra, rahatsızlığı haberi etrafa yayılınca, birtakım yalancı peygamberler türemişti. Yemende: Esved, Yemâmede: Müseylime, Esedoğulları diyarında: Tuleyha gibi, peygamberlik dâvasına kalkışanlar olmuştu. Fakat Rasûl-i Ekrem, bunların hiçbirine ehemmiyet vermedi. Yarımadanın bütün ahalisi, Allah'ın dinine girmiş olduğu için, bir iç tehlike yoktu. Yarımadanın şurasında burasında görülen bir takım irtica (geriye dönüş) hareketleri, Rasûlüllahı zerre kadar rahatsız etmiyordu. Çünkü, yeni din kökleşmiş ve bütün yarımadaya hâkim olmuştu.
Ancak, Rasûl-i Ekrem, hristiyanlığın hâmisi, asrının en büyük devleti, Bizansı ihmal etmiyordu. Hattâ "Tebük" seferi bile bu maksatla yapılmıştı. Yirmiüç yıl devam eden "Peygamberlik" devrinde Rasûl-i Ekrem, en son olarak hazırladığı Suriye ordusuna "Üsâme'"y'\ başkumandan tâyin etti. Sancağı kendisine teslim ederken:
- Babanın şehîd olduğu yere git! Düşmanları atlara çiğnet! Hareketinde acele et! Zaferden sonra oralarda çok bekleme! Yolda delilsiz gitme!. buyurdu: (550).
Üsâme, sancağı aldı. Medine dışına çıktı. Bir fersah (bir saatlik) mesafede "Cüruf" mevkiinde ordugâh kurdu. Askerini orada topladı. Ancak, Üsâme çok gençti. Henüz yirmi (veya yirmiyedi) yaşındaydı. Vaktiyle "Mute" faciasında şehîd düşen, Rasûl-i Ekremin azadlısı ve evlâtlığı başkumandan Zeyd'in oğluydu. Muhacirlerden ve ensârdan pek çok zevat orduya verilmiş, Üsâmenin emrine girmişti. Büyük Peygamberimiz bu hareketiyle, müslüman-lıktaki hakikî müsavatın temellerini bir kat daha kuvvetlendirmek istemişti. Aynı zamanda, gençleri büyük işlere karıştırmayı, onları büyük sorumluluğa alıştırmayı düşünmüştü.
Ancak, Rasûl-i Ekremin hastalığı ağırlaşınca, Üsâme ordusu da hareketini geciktirmek zorunda kaldı. Şu kadar var ki, Hazreti Ebûbekir ile Hazreti Ömerin Üsâme ordusuna verildiği rivayeti doğru değildir. İbni Teymiye bu rivayetleri kat'î bir şekilde yalanlamaktadır: (551). Hadisler de, Şeyhülislâm Ah-med ibni Teymiyetülharanî (ölümü:728/1327) ye hak verdirmektedir. Çünkü, Peygamberimizin hastalığı esnasında, Hazreti Ebûbekrin, Hazreti Rasûl-i Ekrem'e vekâleten, ashaba imamlık yaptığında hiç şüphe yoktur. Peygamberimiz tarafından Ebûbekir Medine'de alıkonulmuştu.
Rasûl-i Ekrem Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- Hicretin onbirinci yılı, Safer ayında hastalandı. Sancağı kendi eliyle "Üsâme"ye teslim ettiği günün ertesi günü sabahı, bir baş ağrısiyle uyandı: (19 Safer 11/6325. Buna bir de baş dönmesi katıldı. Hastalık, zaman zaman şiddetleniyor veya hafifliyordu. Bu suretle, 19 Saferden 1 Rabîulevvele kadar, tam onüç gün sürdü. Bu müddetin ilk beş gününü: Zevcesi Hazreti Meymûnenin odasında, son sekiz gününü de, diğer zevcelerinin muvafakatiyle, Hazreti Âİşenin hücresinde geçirdi. Bu suretle, vefatına kadar, Ebûbekrin kızı Hazreti Âişe, bu Büyük İnsanın hizmetinde, devamlı olarak bulunmuş oldu.
Hastalığının ilk günleri hem ıztırap çekiyor, hem de ateşi düştükçe camie çıkıyor, cemaate namaz kıldırıyordu. Fakat, sonraları sıhhati müsade etmedi. Camie çıkamaz oldu. O zaman "İmamlık" vazifesini, vekil olarak Hz. Ebûbekre bıraktı.
Rasûl-i Ekremin hastalığı humma "fiyevr" idi. Kendisini, soğuk suyla, tedavi ederek hafiftendiriyordu. Gerek imamlık vazifesini ve gerekse cemaate nasihatlarını, hep hastalığının hafiflediği, ateşinin düştüğü zamanlar yapardı. Hattâ, vefatına rastladığı son pazartesi günü sabahı da hastalığı böyle bir hafiflik göstermişti.
Peygamberimizin hastalığı esnasında Amcası Abbâs daima yanında bulunurdu. Kaldırmak gerekirse, bir tarafına Abbâs, öbür tarafına da Ali veya Üsâme girerdi. Fakat, Hazreti Ali daima huzurda bulunmazdı: (552). Hastalığının ikinci günü: bir tarafında Abbâsın oğlu Fadl, diğer tarafında Hazreti Ali oldukları hald'e, Rasûl-i Ekrem camie çıktı. Minbere oturdu. Hamdü senadan sonra, sözüne başladı:
- Ey Nâs! Kimin arkasına vurmuş isem, işte arkam! Gelsin vursun! Ben de kimin hakkı varsa, işte malım! Gelsin, alsın! Burada mahcup olmak, âhirette mahcup olmaktan hayırlıdır. Yanımde en sevgiliniz, benden hakkını isteyen veya bana hakkını halâl edendir. Benden hak alınmalı ki, Rabbime temiz bir ruhla kavuşabileyim!" demişti.
Hutbeden sonra, öğle namazı kılındı. Rasûl-i Ekrem, yine minberde göründü. Aynı sözlerini tekrarladı. O zaman ortaya bir adam çıktı. Üç dirhem alacaklı olduğunu söyledi. Hemen ödendi.
Rasûl-i Ekremin hastalığı ilerledikçe, zaman zaman bayılma halleri de görülmeye başladı. Vefatından beş gün evvel bir Perşembe günü: Evinde ashâbdan bazıları toplanmıştı. Yatağının etrafında bulunanlara:
- Bana (kâğıt ve kalem gibi) yazacak bir şey getiriniz. Size bir kitap (vasiyetname) yazdırayım ki, bundan sonra yolunuzu şaşırıp helake düşmiyesiniz demişti.
O zaman, ashab arasında bir münakaşa başladı. Kimisi vasiyetname lehinde, kimisi aleyhinde konuştu. Hazreti Ömer:
- Muhakkak Rasûl-i Ekremin hastalığı ağırlaşmıştır. Elimizde Kur'ân var. Allahın Kitabı bize yeter!" deyince gürültü arttı. "Acaba baygınlık tesiriyle mi söylüyor?" sorunuz! denildi. O zaman Rasûl-i Ekrem:
- Beni kendi halime bırakınız! Benim şu içinde bulunduğum (Allaha dönüş!) halim, sizin beni meşgul etmek istediğiniz şeylerden hayırlıdır. Haydi kalkınız!"buyurdu: (553).
Bu mesele Sünnîlerle Şiîler arasında büyük bir ihtilâfa yol açmıştı (554). Şiîlere göre; Rasûl-i Ekremin yazdırmak istediği vasiyetname: "Ali" hakkında idi: (555). Fakat, hakikat bu vasiyetnamenin "Ebûbekr" için olacağını göstermektedir: (556). Daha sonra vefatına yakın:
- Müşrikleri Arabistan'dan çıkarınız! Dünyanın her tarafından gelecek (Müslim ve gayrimüslim) elçilere, benim yaptığım gibi, ikramda bulununuz!" diye vasiyet etmişti: (557).
Medine dışında karargâh kurmuş olan "Usâme ordusu" hazırlanıyordu. Fakat, bir türlü yollanamadı. Çünkü, Rasûl-i Ekrem hastalandı. Hastalığı da gün geçtikçe ağırlaşıyordu. Aynı zamanda münafıkların devam eden dedikodusu da araya karışmıştı. Vasiyetname meselesinin münakaşa edildiği gün, öğleye doğru, kendisinde biraz iyilik gören Rasûl-i Ekrem, vücuduna bol bol sular döktürdü, duş yaptı. Hemen giyinerek cemaate gitti. Hz. Ali ile amcası Hz. Abbâsın oğlu Fadl, koltuğuna girerek camie çıkmasına yardım etmişlerdi.
Rasûl-i Ekrem ashabına namaz kıldırdı. Namazdan sonra, minberin alt basamağına oturdu. Bir hutbe okudu. Başında boz renkli bir sarık görülüyordu. Hamd ü sena ettikten sonra, sözüne şöyle başladı:
- Ey Nâs!
Üsâme ordusunu yola çıkarınız! Üsâme gibi pek genç bir zâtın kumandanlığa tâyini için birşeyler söylediğinizi duydum. Evvelce, babası
"Zeyd"in emirliğine de itiraz etmiş, aynı şeyleri söylemiştiniz. Allaha yemin ederim ki, Üsâmenin babası kumandanlığa lâyıktı. Kendisini çok severdim: Zeyd, nasıl kumandanlığa layıksa ve bana en sevgili ise, babasından sonra oğlu Üsâme de o makama lâyıktır. O da sevimli kimselerdendir. Ona itaat ediniz!" buyurdu.
Ey Nâs!
Peygamberinizin irtihalini düşünerek telâş etmişsiniz! Dünyada hiçbir Peygamber yoktur ki, ümmeti içinde daimî olarak yaşamış olsun. Benden evvelki Peygamberlerden biri, ebedî olarak kaldı mı? Biliniz ki, ben de Rabbime kavuşacağım. Muhakkak ki, siz de Allahınıza kavuşacaksınız! Dünyada hiç kimse kalmaz. Herşey Allahın arzusuna bağlıdır. Allahın takdir buyurduğu zaman, ne öne alınır, ne de o zamandan kaçılır! Sizinle buluşacağımız yer: "Kevser Havuzu kenarı"dır. Herkim Havuz kenarında benimle buluşmak isterse, elini ve dilini günahlardan sakınsın. Sizin bir daha puta tapıcılığa dönmenizden korkmuyorum. Endişe ettiğim şey, sizin dünya işlerine dalarak, servete boğularak yek-diğerinizin kanını dökmenizdir. işte, o zaman, siz de evvelki milletler gibi, helak olursunuz!" (558)
Ey Nâs!
Allah, kullarından birini dünya hayatiyle âhiret hayatını tercihte serbest bıraktı. Fakat bu kul âhiret hayatını seçti." deyince, Hazreti Ebubekr ağlamaya başladı. Çünkü, orada bu sözün mânâsını anlayan yalnız o idi. Rasûl-i Ekrem, bu beyaniyle kendisinin öleceğine işaret ediyordu. O vakit,
- "Ağlama, yâ Ebâbekr!" diye onu teselli etti.
- "Arkadaşlık, mâlî fedakârlık gibi her bakımdan bana en faydalı olan Ebûbekr'dir. Kendime bir dost edinmek isteseydim, muhakkak o dostum, Ebubekr olurdu. Lâkin İslâm dini hepimizi kardeş yaptı. Din kardeşliği, şahıs kardeşliğinden üstündür." sözleriyle, Ebûbekre olan sevgisini açıkladı. Hattâ,
- "Camie açılan, Ebûbekrin kapısından başka bütün kapıları kapayınız!" emrini verdi: (559)
- "Sizden evvelki milletler, Peygamberler ve Evliyanın mezarlarını birer ibâdet yeri yapmışlardı. Sizi böyle bir şey yapmaktan menederim." dedi. (560). Minberden indi. Doğru, zevcesi Hazreti Âişenin hücresine gitti. Fakat, ashabın endişesi üzerine tekrar Mescide döndü. Yine Hazreti Ali ile Fadl koltuğuna girmişlerdi. Yine minberin alt basamağında durarak en son hutbesini (nutkunu) söyledi, ensârı muhacirlere vasiyet etti:
- Ey Muhacirler! Size ensâr hakkında hayırlı olmanızı vasiyet ederim. Onlar benim hâs cemaatimdir. Onlar, vaktiyle, sizi evlerine misafir etmediler mi? Her bakımdan, sizi nefislerine tercih etmediler mi?
Ey Nâs! Bugün halk Medine'de çoğalıyor. Müslümanların sayısı günden güne artacak. Fakat, ensâr azalıyor. Günden güne azalacak. Sonunda ensâr, undaki toz gibi kalacak. Onlara karşı yapacağınız vazifenin günü, bugündür. Müslümanların işini üzerine alacak olanlar, onların fikirlerinden faydalanmalı." (561) dedi.
- "Ashabım!
İlk muhacirlere de hürmet etmenizi vasiyet ederin: Bütün muhacirler de birbirlerine hayırlı olsunlar! Her iş, Allah'ın izniyle olur. Allah'ın iradesine galebe etmeğe çalışanlar, sonunda mağlûp olurlar. Allah'ı aldatmak isteyenler, muhakkak aldanırlar." (562) buyurdu.
Evvelce, Ebûbekr'den memnunluk gösteren Rasûl-i Ekrem, şimdi de:
- Ömer benimle hiledir. Ben, onunla bileyim. Benden sonra Hak, ömerle beraberdir." sözleriyle, Hazreti Ömerden hoşnutluk gösterdi ve bütün ashâbiyle halâllaştı. Bu son hutbesinden sonra, minderden indi ve bir daha o makamda görünmedi. Yine geldiği odasına döndü.
Bir yatsı vaktiydi: Namaz vakti girmiş, ezan da okunmuştu. Rasûl-i Ekrem, namazın kılınıp kılınmadığını sordu. Cemaatin kendilerini beklemekte olduğu söylenince:
Hemen yıkandı. Hazırlandı. Fakat ayağa kalkamadı. Düştü, bayıldı. Ayıldıkt an sonra, namazı yine sordu. Aynı cevabı alınca: Tekrar yıkandı, fakat tekrar bayıldı. Bu hal üç defa tekerrür etti. O zaman:
- Söyleyin Ebûbekre! Cemaate namazı kıldırsın! emrini verdi.
Hazreti Âişe, babasının imamlık yapmasını istemiyordu. Babası adına mazeret beyan etti. Fakat, Rasûl-i Ekrem, verdiği emrini üç defa tekrarladı:
- "Söyleyin Ebûbekre! Namazı kıldırsın!"
Bunun üzerine, Hazreti Ebûbekr, Rasûl-i Ekrem adına, cemaate üç gün imamlık yaptı. Ebûbekrin bu imam vekilliği: Bir Perşembe günü akşamı yatsı namaziyle başladı, pazartesi günü sabah namazına kadar devam etti. Bu üç gün içinde (Bir vakti: Perşembe, beş vakti: Cum'a, beş vakti: Cumartesi, beş vakti: Pazar, bir vakti: Pazartesi olmak üzere) on yedi vakit namaz kıldırmış oldu:(563).
Rasûl-i Ekrem Efendimizin cemaate en son kıldırdığı namaz ise: Perşembe günü "Akşam namazı" oldu. (564).
Ölümünden iki gün evvel, bir Cumartesi günü idi: Suriye ordusu başkumandanı Üsâme geldi, cepheye gitmek üzere Rasûl-i Ekremle vedâlaştı. Fakat, ordu hareket edemedi. Çünkü, Pazartesi günü Peygamberimizin hastalığı şiddetlenmişti.
Pazarı Pazartesiye bağlayan ölüm gecesi, ateş düşmüş, hasta çok rahat bir gece geçirmişti. Ölüm günü olan Pazartesi sabahı: Rasûl-i Ekrem başını bağladı. Yattığı odanın Mescide açılan kapı perdesini kaldırdı. Camie çıktı. Hazreti Ali ile Hazreti Fadl yine kendisine yardım etmişlerdi. Ebûbekr, cemaate sabah namazını kıldırıyordu. Ashabına baktı. Onların namazda saf bağlayarak ibâdet halinde bulunduklarını görünce, memnun oldu, tebessüm etti. Rasûl-i Ekremin camie gelişini gören müslümanlar da, Onun iyileştiğini sanmışlar, sevinçlerinden namazlarını bozacak hale gelmişlerdi. Hattâ Hazreti Ebûbekr bile, mihrabdan çekilmek istemiş, fakat, Rasûl-i Ekrem, yerinde durması için eliyle işaret etmişti. Sol tarafında durarak, oturduğu yerde Ebûbekre uydu. Namazını kıldı. Rasûl-i Ekremin son namazı bu oldu.
Namazdan sonra, cemaate döndü. Onlara nasihatlerde bulundu: (565). Rasûl-i Ekrem, bu son konuşmasında mühim bir noktaya temas etmiş, müslümanian "puta tapıcılık"tan sakınmaya davet eylemişti:
- Kendi peygamberlerine ve birtakım evliyaya aid mezarları birer "ibâdet yeri" haline sokan yahudilerle hıristiyanlara uymayınız!" dedi.
Allah, yehud ve nasârâyı (hristiyanları) rahmetinden uzak kılsın! Bunlar, Peygamberlerinin mezarlarını birer ibâdet yeri hafine soktular." buyurdu: (566). Yahudilerle hristiyanların, Peygamber mezarlarına karşı gösterdikleri, "puta tapıcılık" derecesine varan hürmetlerinden, mabedlerindeki resim ve heykeller yüzünden müşrikliğe giden hareketlerinden ümmetinin uzak kalmasını istedi.
Rasûl-i Ekremin Mescide son çıkışı bu oldu. Ashab, Onun yüzünü bir daha göremedi.
Odasına döndüğü zaman, perdeyi indirtti. Artık, Rasûl-i Ekrem takatsizdi. Benzi kansız, yüzü bembeyazdı: (567)
Pazartesi günü, gün ilerledikçe, Rasûl-i Ekremin bayılması arttı. Zevcesi Hazreti Âişe başucunda duruyor; Kızı Hazreti Fâtime babasının ıztıraplarına müteessir olmuş, hüngür hüngür ağlıyordu. Rasûl-i Ekrem, ona bakarak:
- Kızım! dedi, Baban bugünden sonra, hiç ıztırap çekmeyecek!" diye onu teselli etti. O gün, öğleye kadar, kendisine, sık sık bayılmalar geliyor, çok ıztırap çekiyordu. Fakat, halinden asla şikâyet etmiyordu. Yalnız, yanında ufak bir su kabı bulundurmuştu. Arasıra iki elini bu kaba batırıyor, yüzünü ıslatıyordu.
- La İlahe İllallah! Ölümün de şiddetleri var! Yâ Rabbi! Ölüm korkularına dayanmak için bana yardım et!" diyordu. Sonra elini kaldırdı. Ruhunu teslim edinceye kadar Allahına yalvardı:
- Allahım Beni affet! Beni Refîkı A'lâya (Peygamberlere, sadık kullara, şehîdlere sâlih insanlara) ulaştır! duasını tekrarlıyordu:(568). Rasûl-i ekremin başı, bu sırada Hz. Âişe'nin kucağındaydı ve Onun son dakikasını anlatırken diyor ki:
- "Başı kucağımda olan Peygamberin gittikçe ağırlaştığını anlıyordum. Yüzüne baktım. Gözleri dimdikti. Dudakları:
- Belki Refiki A'lâyı (en yüksek yoldaşın yoldaşlığını) tercih ederim." diyordu: (569).
Bütün bunlardan Rasûl-i Ekremin, Huzuru İlâhîyi özlediği anlaşılıyordu: (570)
Bu duayı üçüncü defa tekrarında eli düştü: (571). Gözleri tavana dikili kaldı. Zevcesi Hazreti Âişe, Rasûl-i Ekremin başını şefkatle kaldırdı. Yastığa yatırdı. Alnından öptü. Hâtemül Enbiyâ (Peygamberlerin sonuncusu) Hazreti Muhammed Mustafâ'nın mübarek rûhu artık, mukaddes âleme uçmuş, Yüce Allah'ına kavuşmuştu (1 Rabîulevvel 11/27 Mayıs 632 Pazartesi). Ay senesi hesabiyle tam: Altmış üç yaşında idi: (572).



"Sahihi Buhârî" nın muhtasarı Tecrîd! Sarîh tercemesi der ki:
-En meşhur ve mevsuk rivayetlerin muhassalası şudur: Rasûl-i Ekrem, Hicretin 11 inci yılında, Saferin 19 uncu günü "Meymûne"nin odasında hastalandı. Beş gün sonra, Pazartesi günü: Hazreti Âişenin odasına naklolundu. Sekiz gün de, burada hastalığı devam etti. Rebîulevvelin birinci Pazartesi günü: güneşin zevalinden sonra, gurubundan önce vefat etti. Çarşamba günü de defnolundu." (573).
Rasûl-i Ekremin vefatı günü, öğleden sonra, evinde matem başladı. Ölüm haberi birdenbire her tarafa yayıldı. Ashab üzerinde derin tesirler bıraktı. Hem kızı Fâtime'nin, hem ailesinin, hem de bütün akrabasının feryat ve figanı herkesi şaşırtmıştı. Bu acı haberi duyan Üsâme ordusu şehre, Medineye döndü. Başkumandanlık sancağı, Rasûl-i Ekremin kapısı önüne dikildi. Bu da umumî teessürü bir kat daha artırmış oldu.
Vaktiyle, Rasûl-i Ekremin Mekke'den Medine'ye hicret ettiği gün, Medine, nasıl, eşine rastlanmamış bir neş'e içinde büyük bir bayram havası yaşamış ise şimdi de tamamiyle tersine olarak büyük bir matem havası içinde bulunuyordu.
Peygamber Mescidinde bulunan ashab şaşırmış, pek büyük telâşa düşmüşlerdi. Hazreti Ali donakalmış, Hazreti Osmanın dili tutulmuştu: (574). Mü'-minler ağlıyor, düşünüyor ve matem tutuyor, fakat münafıklar sevinç içinde bulunuyordu. Hele münafıkların dedikoduları, temiz Medine havasını bulan-dırıyordu. Bütün bu hallerden son derece sinirlenmiş bulunan Hazreti Ömer, hemen kılıcını çekerek:
- Hayır! Muhammed ölmemiş bayılmıştır. Çok geçmez ayılır. Muhammed'! kim öldü (!) derse, derhal boynunu vururum!" diyordu (575).
İşte, böyle nazik ve buhranlı bir anda soğukkanlılığını muhafaza-edebilen yegâne zât, Hazreti Ebûbekr olmuştu. Rasûl-i Ekremden sonra, en büyük insan olan Hazreti Ebûbekr, hiç telâşa kapılmadı. Kimseye birşey söylemedi. Doğru, kızı Hazreti Âişenin odasına gitti. Rasûl-i Ekremin yattığı "Hücre-i Saadet "e girdi. Rasûlullahın yüzünü açtı. Ağlıyarak, iki gözünün arasını hürmetle öptü:
- Anam ve babam Sana feda olsun, Ya Resûlallah! Allahımın takdir buyurmuş olduğu ölümü tatmış bulunuyorsun! Fakat, bundan sonra artık ölümsüzsün!" (576) dedi ve ilâve etti.
Hayattayken güzeldin, ölümünde güzel" sözleriyle tekrar öptü. Yüzünü kapattı ve Hücrei Saadetten çıktı. Ailesini de teselli ederek oradan ayrıldı.
Ömer hâlâ söyleniyordu. O zaman Ebûbekr:
- Sus, Yâ Ömer! dedi. "Mescidi Nebî" ye girdi. Hemen, minbere çıktı. Halk da Ömeri bıraktı. Ebûbekri dinlemeye koştu. Rasûl-i Ekrem gibi, Allaha hamd ü sena ederek sözüne başlayan Hz. Ebûbekr:
- Ey Nâs! İçinizde Muhammed'e tapan varsa, iyi bilsin ki: Muhammed ölmüştür. Allaha ibâdet edenler varsa, iyi bilsin ki, Allah bakîdir, asla ölmez!" dedi. (577) ve Kur'andan bazı âyetler okudu:
- Muhammed, ancak bir Peygamberdir. Ondan önce nice Resuller geldi, geçti. Eğer O (Muhammed) ölürse veya öldürülürse, siz geriye mi döneceksiniz? Her kim geri dönerse, Allaha hiç bir zarar vermez. Allah, şükredenlere mükâfat verir." (578).
Bu âyet, evvelce "Uhud" gazası esnasında "Muhammed öldü!" diye çıkan şayia üzerine nazil olmuştu. Fakat, Medine'deki şaşkınlık yüzünden kimse, bu âyeti hatırlıyamamıştı. Şimdi, Ebûbekrin ağzından duyunca, herkes kendine geldi; uykudan uyanır gibi uyandı.
Hazreti Ebûbekrin okuduğu âyetlerden diğeri de: - (Habibim)! Muhakkak Sen de öleceksin! Onlar da (müşrikler de) ölecek!" âyeti idi: (579).
Ebûbekrin bu konuşması ve okuduğu âyet üzerine ahali yatıştı. Ömerin de aklı başına geldi. Acı hakikati öğrenmiş oldu. Artık, herkes, Rasûl-i Ekremin öldüğüne inandı.




Dünya tarihi boyunca birçok kavme peygamberler ve elçiler gönderilmiştir. Ancak Rabbimiz'in farklı dönemlerde farklı kavimlere gönderdiği elçilerin hepsi, özünde aynı dini tebliğ etmişlerdir. Onlar gönderildikleri kavimleri bir ve tek olarak Allah'a iman etmeye, putların önünde secde etmekten vazgeçmeye, sadece Allah'ı hoşnut etmek için yaşamaya, Allah'a güvenip sadece Allah'tan yardım dilemeye, Allah rızası için salih amellerde bulunmaya ve güzel ahlaklı olmaya çağırmışlardır. Peygamberlerin anlattıkları hak dinin inanç esasları her zaman aynı olmuş, ancak dönemin ve ortamın koşullarına göre uygulamalarda bazı farklılıklar bulunmuştur. Örneğin Hz. İsa, farklı bir din getirmemiştir. Geçmiş peygamberlere gönderilen de, Hz. Musa'ya, Hz. İsa'ya vahyedilen de, son peygamber olan Hz. Muhammed (sav)'e indirilen de aynı dindir. (Bu benzerlikle, Tevrat ve İncil'in Hz. Musa ve Hz. İsa'ya ilk gönderildikleri halleri kastedilmektedir. Çünkü Rabbimiz'in insanlara hidayet rehberi olarak gönderdiği bu iki İlahi Kitap vahyedilmelerinden sonra tahrif edilmiş, orijinal hallerinden uzaklaşmışlardır.) Nitekim Allah müminlerin bu dinler arasında hiçbir ayrılık gözetmemelerini bir ayette şöyle bildirmiştir:


De ki: "Biz Allah'a, bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve torunlarına indirilene, Musa'ya, İsa'ya ve peygamberlere Rablerinden verilenlere iman ettik. Onlardan hiçbiri arasında ayrılık gözetmeyiz. Ve biz O'na teslim olmuşlarız." (Al-i İmran Suresi, 84)

Bir diğer ayette ise şu şekilde bildirilmektedir:

O: "Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin" diye dinden Nuh'a vasiyet ettiğini ve sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya vasiyet ettiğimizi sizin için de teşri' etti (bir şeriat kıldı). Senin kendilerini çağırdığın şey, müşriklere ağır geldi. Allah, dilediğini buna seçer ve içten kendisine yöneleni hidayete erdirir. (Şura Suresi, 13)

Rabbimiz, mübarek dinini zaman içinde birçok kavme göndermiş ve peygamberlik makamıyla şereflendirdiği elçileri aracılığıyla onları uyarmıştır. Hak dinin tebliğ edildiği her insan, Allah'ın elçileri aracılığıyla davet ettiği bu dine uymakla yükümlü tutulmuştur.

Allah'ın alemler üzerine seçip, örnek kıldığı elçilerin hayatları, yaşadıkları olaylar, karşılaştıkları zorluklar, giriştikleri büyük mücadeleler tüm insanlar için önemli mesajlar ve dersler içerir. Kuran'da, hayatıyla, mücadelesiyle, ahlakıyla insanlara örnek gösterilen peygamberlerden biri de Hz. İsa'dır.

Hz. İsa'nın doğumu, hayatı ve Allah Katına alınması hep mucizevi şekillerde gerçekleşmiş, bu mübarek insanın hayatı Kuran'da ayrıntılı olarak haber verilmiştir. Allah Kuran'da birçok peygamberin kıssalarını bizlere bildirmektedir. Ancak Hz. İsa çeşitli yönleriyle diğer peygamberlerden farklı bir konuma sahiptir. Allah'ın üstün ilimlerle desteklediği bu değerli kulu daha beşikteyken konuşmuş, dünyada kaldığı süre içerisinde çevresindeki insanlara büyük mucizeler göstermiştir. Onun bu özel durumunun diğer bir delili de, Allah Katına alınışı ve tekrar dünyaya gönderileceğine dair Kuran'da önemli işaretlerin olmasıdır.

Bu kitabın amacı Hz. İsa'nın hayatını ve mücadelesini, sahip olduğu üstün ahlak ve karakteri yakından tanımak, ilgili Kuran ayetleri ve Peygamber Efendimiz (sav)'in hadisleri ışığında bu kutlu insanın yeniden dünyaya dönüşünün müjdesini vermektir. Rabbimiz Kuran'da, Hz. İsa hakkında gelecek zamana (Kuran'ın indirilmesinden kıyamete kadar ki dönem) yönelik bazı önemli işaretler vermiş, Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) ise hadislerinde Hz. İsa hakkında çok önemli müjdeler bildirmiştir. Büyük İslam alimi Bediüzzaman Said Nursi'nin Hz. İsa'nın ikinci kez dünyaya gelişinin ardından yapacağı büyük mücadele hakkında verdiği değerli bilgiler ise tüm okuyanlara çok büyük bir müjde olup, şevk ve heyecanlarını artıracaktır. Tüm bunlar bir önceki sayfada da belirttiğimiz gibi, Hz. İsa'nın çok olağanüstü bir yaratılışla yaratıldığını, hayatının da mucizevi şekilde geliştiğini bizlere göstermektedir.

Bu kitabı okurken bir yandan Hz. İsa'nın Kuran ayetlerinde ve hadislerde aktarılan, mucizelerle dolu yaşamı hakkında bilgi sahibi olurken, bir yandan da çok özel bir zaman diliminde yaşadığımızı fark edeceğiz. Bu çalışmanın amaçlarından biri ise, Kuran ayetlerinde yer alan önemli bir mucizeye dikkat çekilmesinin yanı sıra Kuran'da pek çok vesileyle övülmüş olan mübarek elçisinin, Meryem oğlu Hz. İsa'nın yeryüzüne ikinci defa gönderilişine erişenlerden olabilmenin fiili bir duasını yapmaktır. Hiç unutmamak gerekir ki, Hz. İsa'nın gelişi tüm dünyayı etkileyecek olağanüstülükler taşıyan, mucizevi ve metafizik bir olaydır. İşte bu nedenle tüm iman sahiplerinin bir an önce harekete geçmeleri ve birlik içinde Hz. İsa'yı en güzel şekilde karşılamak için ellerindeki tüm imkanları seferber etmeleri gerekmektedir. Heyecanla, aşkla, şevkle yapılacak olan bu büyük hazırlık fiili bir dua olacak, bu hazırlığı yapmayanlar ise Hz. İsa yeryüzüne döndüğü zaman hiç şüphesiz çok büyük bir pişmanlık yaşayacaklardır. Tüm alametler bize göstermektedir ki: Hz. İsa'nın gelişi çok yakındır ve hazırlık yapmak için kaybedilecek zaman yoktur.
 
paylaşım için sağol kardeş
 
Allah razı olduğu kullarla beraber yazsın seni kardeşim.Şu pazar sabahında nedamet gözyaşlarımızın pınar olup çağlamasına vesile oldun çok teşekkür ederim paylaşım için..
 
Vay kardesıım benım :(

Allah yolunda aglamakta guzel gunahların affolur ınsallah
 
Geri
Üst