snıper
New member
- Katılım
- 17 Ocak 2006
- Mesajlar
- 2,345
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.S)in hayatında başından geçen ders çıkarılacak olayları bu başlık altında elimden geldiğince yayınlamaya çalıştım.Umarım sıkılmadan "o" nu tanımak için okur ve okutursunuz.
######################################################################
Hz. Muhammed (S.A.s) Peygamberliğinin ilk yıllarında...
Efendimize ve Ashabına Hakaret ve Eziyetler
Resûli Ekrem Efendimiz, Safa Tepesinde açıktan açığa peygamberliğini ilân ettikten ve halkı İslâma davette bulunduktan sonra Kureyşli müşrikler eziyet ve hakaretlerini su yüzüne çıkardılar ve kat kat artırdılar.
Peygamber Efendimiz onları "tevhid"e çağırıyordu; onlar ise "atalarımızın dini" dedikleri putperestlikte ve şirkte direniyorlardı.
Efendimiz, onları faziletle, dünya ve âhiret saadetine davet ediyordu; onlar ise, yarasanın ışıktan kaçması gibi, faziletten ve saadetten uzak durmaya çalışıyorlardı.
Kâinatın Efendisi, onları insanca yaşamaya, insan haysiyet ve kutsiyetine yakışır davranışlarda bulunmaya çağırıyordu; onlar ise, insan şeref ve haysiyetini rencide edip ayaklar altına alıcı çirkin ve rezil hareketler içinde günlerini gün etmeye uğraşıyorlardı.
Resûli Ekrem, onlar için ebedî saadet, beka, lika, Cennet istiyor ve onları bu eşsiz nimetleri kazanacak amellerde bulunmaya davet ediyordu; onlar ise, kendilerini ebedî şekavete, Cehenneme götürecek davranışların içinde yuvarlanıp gidiyorlardı.
Hz. Resûlullah, davetiyle, onları esfeli safiline düşmekten, kıymetsizlikten ve faidesizlikten kurtarıp âlâyı illiyyine, kıymete, bekaya, ulvî vazifeleri yapabilme makamına çıkarmak istiyordu; onlar ise tam tersine, kıymetsizlikler içinde yuvarlanmaya, esfeli safilini netice verecek hareketlerde bulunmaya devam edip duruyorlardı.
Elbette, bu istek ve yaşayışta olan müşrikler, Fahri Alem Efendimizin dâvetine karşı çıkacak ve onunla amansız mücadelede bulunacak, ellerindeki bütün imkânlarla onu tesirsiz hâle getirmeye, sebat ve metanetini, cesaret ve gayretini kırmaya çalışacaklardı! Bunun için de, türlü türlü işkencelere, eziyetlere, hakaret ve suikastlere teşebbüs edeceklerdi!
Şüphesiz, bu durum, sâdece Peygamber Efendimize mahsus değildi. Her peygamber, kendi zamanında, gönderildiği kavmi ve ümmeti tarafından nahoş karşılanmış, hakir görülmüş, eziyet ve işkencelere tâbi tutulmuştur. Bu ortak özellikleri yanında, bütün peygamberlerin diğer bir müşterek vasıfları da, bütün bu eziyet, hakaret, işkence ve suikastlere rağmen, dâvalarını anlatmaktan geri durmamaları, inançlarından asla tâviz vermemeleri, aksine eziyet ve işkencelerin artması nisbetinde memur bulundukları hakikatleri duyurmaya daha fazla bir aşk, şevk ve ciddiyet ile çalışmış olmalarıdır.
Ebû Leheb Başta
Fahri Âlem Efendimize hakaret ve eziyet edenlerin başında, Ebû Leheb ve karısı Ümmü Cemil geliyordu.
Ebû Leheb, Efendimizi devamlı takib ediyor ve halkı onu dinlemekten vazgeçirmeye, zihinlerde şüphe ve vesvese meydana getirmeye çalışıyordu!
Bir gün, Hz. Resûlullah, Ukaz Panayırında halkı Allahın birliğine îmana ve peygamberliğini tasdike davet edip, "Ey ahali!.. aNİVi UİN deyin, kendinizi kurtarın." diyordu.
Peşisıra gelen Ebû Leheb ise, halka, "Ey ahali!.. Bu, yeğenimdir; yalan söylüyor. Ondan uzak durun!"246 diye sesleniyordu.
Bu, ibret dolu bir tablodur:
Yeğen, Allaha îmana ve saadete davet ediyor; öz amca ise, ona muhalefet edip, halkı, onu dinlememeye çağırıyor!
Ebû Leheb, yalnız bununla da kalmıyordu.
Bir gün, komşusu Peygamber Efendimizin kapısına pislik ve kokmuş şeyler artmıştı. O sırada Hz. Hamza, henüz îman etmemiş olmasına rağmen yetişmiş ve o pisliklerin ve kokmuş maddelerin hepsini Ebû Lehebin başına dökmüştü.
Komşularının yaptığı bu gibi çirkin hareketlere karşı Efendimiz, sâdece, "Ey Abdi Menaf Oğulları!.. Bu nasıl komşuluk?" diyerek sitem ediyor ve pislikleri evinin önünden süpürüp atıyordu.
Kurânm, Cehennemde cayır cayır yanacağını haber verdiği bu adam, bâzan da, Kâinatın Efendisinin evini, sırf onu rahatsız ve huzursuz etmek için taşa tutuyordu.
Ebû Leheb in, Oğlunu, Peygamber Efendimize İşkence Etsin Diye Göndermesi!
Ebû Leheb, Resûli Kibriyaya eziyet ve hakaret etmekte yalnız kalmak istemiyordu.
Bir gün, oğlu Uteybeye, ona işkence etsin diye emir verdi. Uteybe, Peygamberimizin yanına vardı. O sırada Efendimiz, Vennecm Sûresini okuyordu. Bunu duyan Uteybe, "Necmin Rabbine andolsun ki, ben senin peygamberliğini inkâr ediyorum!" dedi ve küstahça Kâinatın Efendisine doğru tükürdü.
Resûli Ekrem, bu çirkin harekete sâdece şu bedduayla cevap verdi:
"Yâ Rab!.. Ona bir itini musallat et!"
Resûli Ekrem Efendimizin ne duası ne de bedduası Allah tarafından karşılıksız bırakılmıyordu. Uteybeye yaptığı bu beddua da bir müddet sonra gerçekleşti: Yemen tarafında Havran denilen yerde babası ve arkadaşları arasında uyurken, bir arslan gelip kendisini parçaladı!
Dualarının makbuliyeti de, Peygamber Efendimizin mucizelerinin bir bölümünü teşkil eder.
CEHENNEM ODUNCUSU
Ümmü Cemil, İslâm dâvasının en şiddetli muhalifi ve düşmanı Ebû Lehebin karısı idi. Kurân tabiriyle "Cehennem oduncusu" bu kadın, İslâm daveti karşısında öylesine azmış, öylesine çılgına dönmüştü ki, Nebîyyi Muhterem Efendimizin gidip geldiği yola, her gün bıkmadan usanmadan sert dikenli çalılar döküp saçıyor ve âdeta bu davranışından zevk alıyordu!
Ümmü Cemille ilgili bir hâdise ise şöyledir:
Resûli Ekrem (S.A.v.), Safa Tepesinde ilk olarak, Kureyşe açıktan İlâhî davette bulunurken, kocası Ebû Leheb, Peygamberimize çıkışmış, hattâ hakaret etmiş, "Helak olasıca!.. Bizi bunun için mi buraya çağırdın?" demek küstahlığında bulunmuş ve Efendimize doğru, yerden kaldırdığı bir taşı savurmuştu. Bunun üzerine Cenâbı Hakk, Tebbet Sûresini inzal buyurmuştu. Sûre, Ebû Leheb ve karısının çirkin davranışlarını ve akıbetlerini mevzu ediyordu.
Bunu duyan Ümmü Cemil, artık yerinde duramaz oldu. Eline bir taş alarak Mescidi Harama geldi. Peygamber Efendimiz, sâdık dostu Hz. Ebû Bekirle orada oturuyorlardı. Ümmü Cemil, Hz. Ebû Bekiri gördü, fakat yanında oturan Kâinatın Efendisini farkedemedi ve, "Ey Ebû Bekir!.. Arkadaşın nerede? Ben işittim ki, beni hicvetmiş. Ben görsem, bu taşı onun ağzına vuracağım!" dedi.
Ebû Bekiri gören göz, Kâinatın Efendisini göremiyor ve neticesiz geri dönüyordu.247
Elbette göremezdi! Allahın hıfz ve inayeti altında bulunan Sultanı Levlakı görmek, bir Cehennem oduncusunun haddine mi düşmüştü?
Ebû Cehilin Elleri Yukarıda Kaldı
Buna benzer bir hâdise de Ebû Cehilin başına gelir. Bir gün, kabilesine şöyle söz verdi:
"VAllahi, secdede Muhammedi görürsem, başını bu taşla ezeceğim!"
Ertesi gün, zor kaldırabileceği büyük bir taş alarak gitti. Resûli Ekrem secdedeydi. Taşı kaldırıp tam vuracakken, elleri yukarıda kaskatı kesildi; tâ Kâinatın Efendisi namazını bitirip kalkıncaya kadar... Namaz bitince Ebû Cehilin de eli çözüldü;248 çünkü, artık ihtiyaç kalmamıştı!
Ebû Cehilin Bir Teşebbüsü Daha...
Her şeye rağmen Peygamber Efendimizi rahatsız etmekten vazgeçmeyen Ebû Cehil, yine bir gün, "VAllahi, Muhammedi secdede görürsem, boynuna basacak ve boynunu yerlere sürteceğim!" diye yemin etti.
Tam o sırada Resûli Kibriya Efendimiz çıkageldi. İbni Abbas, durumu kendilerine arzedince, birden hiddetlendi ve kapıdan girmeyi dahi beklemeden, aceleyle duvardan aşıp Mescidi Haramin içine girdi. Alak Sûresini sonuna kadar okudu ve secdeye vardı.
Etrafta bulunanlar Ebû Cehile, "Ey Ebû Cehil!.. İşte, Muhammedi. ." diye seslendiler.
Ebû Cehilin Resûli Ekreme doğru ilerlemesiyle dönmesi bir oldu. Seyredenler şaşkınlık içinde, "Ne oldu? Neden döndün?" diye sordular.
Ebû Cehil, onlardan daha şaşkın bir eda içinde, "Benim gördüğümü siz görmüyor musunuz?" diye cevap verdi ve arkasından ilâve etti: "VAllahi, onunla benim arama ateşten bir uçurum açıldı!"249
Müşrik ileri gelenlerinin en ağır işkence ve suikast teşebbüsleri karşısında, Cenâbı Hakk da, Sevgili Resulünü işte böylesine koruyor ve himaye ediyordu!
Peygamberimiz, Kureyş i Cenâbı Hakk a Havale Ediyor!
Kureyş müşriklerinin Peygamber Efendimize eziyet, hakaret ve suikastleri çeşitli suretlerde oluyordu.
Resûli Ekrem, bir gün Kabede huşu içinde namazını eda etmekte idi. Müşriklerden bir grub da Kabe civarında toplanmış, konuşuyorlardı. İçlerinde, Ebû Cehil de vardı. Ortaya fırlayarak, topluluğa, "Hanginiz gidip filancalarda bugün boğazlanan devenin işkembesini ve döl eşini olduğu gibi kanlı kanlı getirip, secdede iken onun üzerine koyar?" diye seslendi.
Gözü dönmüşlerden biri olan Ukbe bin Ebû Muayt, ortaya atıldı. "Ben yaparım!" dedi ve oradan ayrıldı. Az sonra, ruhu kararmış bu adam, elinde deve işkembesiyle Peygamber Efendimizin yanında göründü.
Resûli Ekrem, her şeyden habersiz, Cenâbı Hakkın huzurunda secdeye varmıştı.
Gözü dönmüş Ukbe, getirdiği deve işkembesini iki küreği arasına koydu.
Ruh ve vicdanları şirkin karanlıklarına gömülü müşrikler, manzarayı kahkahalarla seyrediyorlardı.
Muhterem babasının, müşriklerin bu âdice hareketine mâruz kaldığını duyan Hz. Fâtırna, koşa koşa geldi. İşkembeyi tuttuğu gibi, suratlarına çarparcasına müşrik güruhuna doğru fırlattı.
Namazını bitiren Hz. Resûlullahın mübarek dudaklarından, "Allahım, Kureyşi Sana havale ediyorum!" cümlesi döküldü.
Bu cümlesini üç kere tekrarladı. Sonra da müşrik elebaşlarının isimlerini teker teker zikrederek, onları da Sonsuz Kudret Sahibi Cenâbı Hakka havale etti.250
Abdullah b. Amr Anlatıyor
Resûli Ekrem Efendimize müşriklerin yaptığı bir başka eziyet ve hakaret hâdisesini, Abdullah b. Amr Hazretleri şöyle anlatır:
]Bir gün, Kureyşin ileri gelenleri, Hıcır denilen yerde toplanmışlardı. Ben de orada bulunuyordum. Kureyşliler,Allah Resulü hakkında konuşarak şöyle diyorlardı:
"Biz, bu adamın işinde sabrettiğimiz kadar hiçbir şeye karşı sabır göstermedik. Bu adam, bizi akılsızlıkla ittiham etti. Babalarımıza, dedelerimize hakaret etti. Dinimizi ayıpladı, birliğimizi bozdu, putlarımıza dil uzattı. Onun yaptığı bunca şeylere biz sabrettik."
Kureyş, bunu konuşup dururken, birdenbire Allah Resulü görünüverdi. Yürüyerek geldi. HacerûlEsvedi öptü. Sonra Kabeyi tavaf etmek üzere yanlarından yürüyüp geçti. Bu sırada Kureyşliler, kendilerine lâf attılar. Allah Resulü, son derece üzüldü. Üzüntüsünü, birdenbire değişen yüzünün renginden farkettim.
Allah Resulü, tavafına devam etti. İkinci defa Kureyş topluluğunun yanından geçerken, yine onların sözlü sataşmalarına mâruz kaldı. Yine fazlasıyla üzüldü. Üzüldüğünü, yine yüzünden farkettim.
Allah Resulü, üçüncü defa Kureyşlilerin yanından geçerken yine aynı şekilde kendisine lâfla sataştılar.
Bunun üzerine Allah Resulü, durdu ve onlara dönüp şöyle konuştu:
"Ey Kureyşliler!.. Sözlerimi duyuyor musunuz? Varlığım kudret elinde olan Allaha yemin ederim ki, başınıza felâket gelecektir!"
Nebîyyi Ekremin bu hitabı, topluluk üzerinde derin bir tesir meydana getirdi. Hiçbiri yerinden kımıldamadı. Sonunda, daha önce onun hakkında en çok aleyhte konuşup arkadaşlarını kışkırtanlar (başta Ebû Cehil) bile, en iyi sözlerle gönlünü almaya çalışarak şöyle dediler:
"Yâ EbelKasım, haydi selâmetle git. VAllahi, sen câhillerden, kendini bilmezlerden değilsin!"
Allah Resulü de yanlarından uzaklaşıp gitti.
Ertesi gün, Kureyşliler, yine Hıcır denilen yerde toplandılar. Ben yine aralarında idim. Aynı şekilde Allah Resulü hakkında ileri geri konuşuyorlar ve şöyle diyorlardı:
"Muhammedin size yaptıklarını ve onun hakkında size verilen haberleri söyleyip duruyorsunuz. Fakat gelip karşınıza dikilerek, yüzünüze karşı kötü(!) şeyler söylediği zaman ona dokunmuyor ve serbest bırakıyorsunuz!"
Onlar böyle konuşup dururlarken yine Resûlullah çıkageldi.
"Kureyşliler hemen oturdukları yerden fırlayarak etrafını sardılar. Onun kendi taptıkları ve dinleri hakkında söyledikleri sözleri zikrederek, Hakkımızda şu şu sözleri söyleyen, sen misin? dediler.
Nebîyyi Ekrem, cevaben, "Evet, bunları söyleyen benim!" dedi.
Bunun üzerine hep birden Resûlullahın üzerine atıldılar. Biri onun yakasına yapıştı. Bu sırada biri koşarak Hz. Ebû Bekire durumu haber verdi. Hz. Ebû Bekir, hemen Mescidi Harama girdi. Gözyaşları arasında müşriklere, "Allah belânızı versin!"" Rabbim Allahtır. diyen bir zâtı öldürmek mi istiyorsunuz? diye seslendi.
Bunu duyan Nebîyyi Ekrem, "Bırak onları ya Ebû Bekir!.. Varlığım kudret elinde olan Allaha yemin ederim ki, ben onların hepsinin hakkından geleceğim! dedi.
Bu sözü işiten Kureyşliler korktular ve Resûlullahı bırakarak dağıldılar."251
"Rabbim Allahtır." dediği ve halkı bu ulvî hakikate çağırdığı için Resûli Kibriya Efendimize reva görülen çirkin hareketler bunlarla da kalmıyordu.
Yine bir gün, Kabe yanında namaz kılıyordu. Alnını Yüce Yaratıcısının huzurunda yere koyar koymaz, serseri Ukbe b. Ebî Muayt, ridâsıni topladı ve boynuna doladı; olanca gücüyle sıktı. Maksadı, onu boğmaktı.
O arada Hz. Ebû Bekir yetişip Peygamber Efendimizi bu serserinin elinden kurtardı. Sonra da âdeta kâinata işittirmek istiyormuşçasına, "Siz, bir adamı, Rabbim Allahtır. diyor diye öldürür müsünüz? Hâlbuki, o, size Rabbinizden apaçık mucizelerle gelmiştir. Buna rağmen o, zannettiğiniz gibi bir yalancı ise(!) yalanının günahı kendisine aittir; fakat, dâvasında doğru ise, elbette sizi korkuttuğu azabların bir kısmı olsun gelir, dokunur. Muhakkak Allah, haddi aşan dâvasında yalancı olan bir kimseyi hidâyete erdirmez."252 mealindeki âyeti kerîmeyi okudu.
ÖLDÜRMEYE TEŞEBBÜS
İçlerinde Ebû Cehil ve Velid b. Muğirenin de bulunduğu Mahzum Oğullarından bir topluluk, uzun uzun konuştuktan sonra Peygamber Efendimizin vücudunu ortadan kaldırmaya karar verdiler. Vazifeyi, Velid b. Muğire yerine getirecekti.
Resûli Ekrem, namazda Kurân okumaya başladığı bir sırada, Velid yanına kadar sokuldu. Fakat o da ne? Öldürmeye gittiği zâtın sesi var, okuduğu Kurân şirk kiriyle paslanmış kulağına geliyor, fakat gözü onu bir türlü göremiyordu.
Velid şaşkınlaştı. Telâşla arkadaşlarının yanına döndü ve durumu anlattı. Bu sefer hep beraber gittiler. Fakat, yine Efendimizi görmeye muvaffak olamadılar. Çünkü, ileri gittiklerinde ses arkadan, arkaya doğru gittiklerinde ise ses ön taraftan geliyordu. Nihayet hayretler içinde kalıp dağıldılar.
PEYGAMBERİMİZE EN AĞIR GELEN GÜN
Kâinatın Efendisi, bir gün, evinden çıkmış, gidiyordu. Kureyşten köle olsun, hür olsun kime uğradıysa, âdeta birbirleriyle söz birliği etmişçesine onu yalanladılar, sözle eziyet ve hakarette bulundular. O gün, eziyetli ve sıkıntılı günlerinin en ağırlarından biriydi.
Kâinata bir rahmet güneşi olarak doğan Peygamber Efendimiz, müşriklerin bu küstahça hareketleri karşısında evine döndü. Birazcık olsun üzüntüsünü yok etmek, sıkıntısına gidermek için örtüsüne büründü ve yattı.
Kaynak
######################################################################
Hz. Muhammed (S.A.s) Peygamberliğinin ilk yıllarında...
Efendimize ve Ashabına Hakaret ve Eziyetler
Resûli Ekrem Efendimiz, Safa Tepesinde açıktan açığa peygamberliğini ilân ettikten ve halkı İslâma davette bulunduktan sonra Kureyşli müşrikler eziyet ve hakaretlerini su yüzüne çıkardılar ve kat kat artırdılar.
Peygamber Efendimiz onları "tevhid"e çağırıyordu; onlar ise "atalarımızın dini" dedikleri putperestlikte ve şirkte direniyorlardı.
Efendimiz, onları faziletle, dünya ve âhiret saadetine davet ediyordu; onlar ise, yarasanın ışıktan kaçması gibi, faziletten ve saadetten uzak durmaya çalışıyorlardı.
Kâinatın Efendisi, onları insanca yaşamaya, insan haysiyet ve kutsiyetine yakışır davranışlarda bulunmaya çağırıyordu; onlar ise, insan şeref ve haysiyetini rencide edip ayaklar altına alıcı çirkin ve rezil hareketler içinde günlerini gün etmeye uğraşıyorlardı.
Resûli Ekrem, onlar için ebedî saadet, beka, lika, Cennet istiyor ve onları bu eşsiz nimetleri kazanacak amellerde bulunmaya davet ediyordu; onlar ise, kendilerini ebedî şekavete, Cehenneme götürecek davranışların içinde yuvarlanıp gidiyorlardı.
Hz. Resûlullah, davetiyle, onları esfeli safiline düşmekten, kıymetsizlikten ve faidesizlikten kurtarıp âlâyı illiyyine, kıymete, bekaya, ulvî vazifeleri yapabilme makamına çıkarmak istiyordu; onlar ise tam tersine, kıymetsizlikler içinde yuvarlanmaya, esfeli safilini netice verecek hareketlerde bulunmaya devam edip duruyorlardı.
Elbette, bu istek ve yaşayışta olan müşrikler, Fahri Alem Efendimizin dâvetine karşı çıkacak ve onunla amansız mücadelede bulunacak, ellerindeki bütün imkânlarla onu tesirsiz hâle getirmeye, sebat ve metanetini, cesaret ve gayretini kırmaya çalışacaklardı! Bunun için de, türlü türlü işkencelere, eziyetlere, hakaret ve suikastlere teşebbüs edeceklerdi!
Şüphesiz, bu durum, sâdece Peygamber Efendimize mahsus değildi. Her peygamber, kendi zamanında, gönderildiği kavmi ve ümmeti tarafından nahoş karşılanmış, hakir görülmüş, eziyet ve işkencelere tâbi tutulmuştur. Bu ortak özellikleri yanında, bütün peygamberlerin diğer bir müşterek vasıfları da, bütün bu eziyet, hakaret, işkence ve suikastlere rağmen, dâvalarını anlatmaktan geri durmamaları, inançlarından asla tâviz vermemeleri, aksine eziyet ve işkencelerin artması nisbetinde memur bulundukları hakikatleri duyurmaya daha fazla bir aşk, şevk ve ciddiyet ile çalışmış olmalarıdır.
Ebû Leheb Başta
Fahri Âlem Efendimize hakaret ve eziyet edenlerin başında, Ebû Leheb ve karısı Ümmü Cemil geliyordu.
Ebû Leheb, Efendimizi devamlı takib ediyor ve halkı onu dinlemekten vazgeçirmeye, zihinlerde şüphe ve vesvese meydana getirmeye çalışıyordu!
Bir gün, Hz. Resûlullah, Ukaz Panayırında halkı Allahın birliğine îmana ve peygamberliğini tasdike davet edip, "Ey ahali!.. aNİVi UİN deyin, kendinizi kurtarın." diyordu.
Peşisıra gelen Ebû Leheb ise, halka, "Ey ahali!.. Bu, yeğenimdir; yalan söylüyor. Ondan uzak durun!"246 diye sesleniyordu.
Bu, ibret dolu bir tablodur:
Yeğen, Allaha îmana ve saadete davet ediyor; öz amca ise, ona muhalefet edip, halkı, onu dinlememeye çağırıyor!
Ebû Leheb, yalnız bununla da kalmıyordu.
Bir gün, komşusu Peygamber Efendimizin kapısına pislik ve kokmuş şeyler artmıştı. O sırada Hz. Hamza, henüz îman etmemiş olmasına rağmen yetişmiş ve o pisliklerin ve kokmuş maddelerin hepsini Ebû Lehebin başına dökmüştü.
Komşularının yaptığı bu gibi çirkin hareketlere karşı Efendimiz, sâdece, "Ey Abdi Menaf Oğulları!.. Bu nasıl komşuluk?" diyerek sitem ediyor ve pislikleri evinin önünden süpürüp atıyordu.
Kurânm, Cehennemde cayır cayır yanacağını haber verdiği bu adam, bâzan da, Kâinatın Efendisinin evini, sırf onu rahatsız ve huzursuz etmek için taşa tutuyordu.
Ebû Leheb in, Oğlunu, Peygamber Efendimize İşkence Etsin Diye Göndermesi!
Ebû Leheb, Resûli Kibriyaya eziyet ve hakaret etmekte yalnız kalmak istemiyordu.
Bir gün, oğlu Uteybeye, ona işkence etsin diye emir verdi. Uteybe, Peygamberimizin yanına vardı. O sırada Efendimiz, Vennecm Sûresini okuyordu. Bunu duyan Uteybe, "Necmin Rabbine andolsun ki, ben senin peygamberliğini inkâr ediyorum!" dedi ve küstahça Kâinatın Efendisine doğru tükürdü.
Resûli Ekrem, bu çirkin harekete sâdece şu bedduayla cevap verdi:
"Yâ Rab!.. Ona bir itini musallat et!"
Resûli Ekrem Efendimizin ne duası ne de bedduası Allah tarafından karşılıksız bırakılmıyordu. Uteybeye yaptığı bu beddua da bir müddet sonra gerçekleşti: Yemen tarafında Havran denilen yerde babası ve arkadaşları arasında uyurken, bir arslan gelip kendisini parçaladı!
Dualarının makbuliyeti de, Peygamber Efendimizin mucizelerinin bir bölümünü teşkil eder.
CEHENNEM ODUNCUSU
Ümmü Cemil, İslâm dâvasının en şiddetli muhalifi ve düşmanı Ebû Lehebin karısı idi. Kurân tabiriyle "Cehennem oduncusu" bu kadın, İslâm daveti karşısında öylesine azmış, öylesine çılgına dönmüştü ki, Nebîyyi Muhterem Efendimizin gidip geldiği yola, her gün bıkmadan usanmadan sert dikenli çalılar döküp saçıyor ve âdeta bu davranışından zevk alıyordu!
Ümmü Cemille ilgili bir hâdise ise şöyledir:
Resûli Ekrem (S.A.v.), Safa Tepesinde ilk olarak, Kureyşe açıktan İlâhî davette bulunurken, kocası Ebû Leheb, Peygamberimize çıkışmış, hattâ hakaret etmiş, "Helak olasıca!.. Bizi bunun için mi buraya çağırdın?" demek küstahlığında bulunmuş ve Efendimize doğru, yerden kaldırdığı bir taşı savurmuştu. Bunun üzerine Cenâbı Hakk, Tebbet Sûresini inzal buyurmuştu. Sûre, Ebû Leheb ve karısının çirkin davranışlarını ve akıbetlerini mevzu ediyordu.
Bunu duyan Ümmü Cemil, artık yerinde duramaz oldu. Eline bir taş alarak Mescidi Harama geldi. Peygamber Efendimiz, sâdık dostu Hz. Ebû Bekirle orada oturuyorlardı. Ümmü Cemil, Hz. Ebû Bekiri gördü, fakat yanında oturan Kâinatın Efendisini farkedemedi ve, "Ey Ebû Bekir!.. Arkadaşın nerede? Ben işittim ki, beni hicvetmiş. Ben görsem, bu taşı onun ağzına vuracağım!" dedi.
Ebû Bekiri gören göz, Kâinatın Efendisini göremiyor ve neticesiz geri dönüyordu.247
Elbette göremezdi! Allahın hıfz ve inayeti altında bulunan Sultanı Levlakı görmek, bir Cehennem oduncusunun haddine mi düşmüştü?
Ebû Cehilin Elleri Yukarıda Kaldı
Buna benzer bir hâdise de Ebû Cehilin başına gelir. Bir gün, kabilesine şöyle söz verdi:
"VAllahi, secdede Muhammedi görürsem, başını bu taşla ezeceğim!"
Ertesi gün, zor kaldırabileceği büyük bir taş alarak gitti. Resûli Ekrem secdedeydi. Taşı kaldırıp tam vuracakken, elleri yukarıda kaskatı kesildi; tâ Kâinatın Efendisi namazını bitirip kalkıncaya kadar... Namaz bitince Ebû Cehilin de eli çözüldü;248 çünkü, artık ihtiyaç kalmamıştı!
Ebû Cehilin Bir Teşebbüsü Daha...
Her şeye rağmen Peygamber Efendimizi rahatsız etmekten vazgeçmeyen Ebû Cehil, yine bir gün, "VAllahi, Muhammedi secdede görürsem, boynuna basacak ve boynunu yerlere sürteceğim!" diye yemin etti.
Tam o sırada Resûli Kibriya Efendimiz çıkageldi. İbni Abbas, durumu kendilerine arzedince, birden hiddetlendi ve kapıdan girmeyi dahi beklemeden, aceleyle duvardan aşıp Mescidi Haramin içine girdi. Alak Sûresini sonuna kadar okudu ve secdeye vardı.
Etrafta bulunanlar Ebû Cehile, "Ey Ebû Cehil!.. İşte, Muhammedi. ." diye seslendiler.
Ebû Cehilin Resûli Ekreme doğru ilerlemesiyle dönmesi bir oldu. Seyredenler şaşkınlık içinde, "Ne oldu? Neden döndün?" diye sordular.
Ebû Cehil, onlardan daha şaşkın bir eda içinde, "Benim gördüğümü siz görmüyor musunuz?" diye cevap verdi ve arkasından ilâve etti: "VAllahi, onunla benim arama ateşten bir uçurum açıldı!"249
Müşrik ileri gelenlerinin en ağır işkence ve suikast teşebbüsleri karşısında, Cenâbı Hakk da, Sevgili Resulünü işte böylesine koruyor ve himaye ediyordu!
Peygamberimiz, Kureyş i Cenâbı Hakk a Havale Ediyor!
Kureyş müşriklerinin Peygamber Efendimize eziyet, hakaret ve suikastleri çeşitli suretlerde oluyordu.
Resûli Ekrem, bir gün Kabede huşu içinde namazını eda etmekte idi. Müşriklerden bir grub da Kabe civarında toplanmış, konuşuyorlardı. İçlerinde, Ebû Cehil de vardı. Ortaya fırlayarak, topluluğa, "Hanginiz gidip filancalarda bugün boğazlanan devenin işkembesini ve döl eşini olduğu gibi kanlı kanlı getirip, secdede iken onun üzerine koyar?" diye seslendi.
Gözü dönmüşlerden biri olan Ukbe bin Ebû Muayt, ortaya atıldı. "Ben yaparım!" dedi ve oradan ayrıldı. Az sonra, ruhu kararmış bu adam, elinde deve işkembesiyle Peygamber Efendimizin yanında göründü.
Resûli Ekrem, her şeyden habersiz, Cenâbı Hakkın huzurunda secdeye varmıştı.
Gözü dönmüş Ukbe, getirdiği deve işkembesini iki küreği arasına koydu.
Ruh ve vicdanları şirkin karanlıklarına gömülü müşrikler, manzarayı kahkahalarla seyrediyorlardı.
Muhterem babasının, müşriklerin bu âdice hareketine mâruz kaldığını duyan Hz. Fâtırna, koşa koşa geldi. İşkembeyi tuttuğu gibi, suratlarına çarparcasına müşrik güruhuna doğru fırlattı.
Namazını bitiren Hz. Resûlullahın mübarek dudaklarından, "Allahım, Kureyşi Sana havale ediyorum!" cümlesi döküldü.
Bu cümlesini üç kere tekrarladı. Sonra da müşrik elebaşlarının isimlerini teker teker zikrederek, onları da Sonsuz Kudret Sahibi Cenâbı Hakka havale etti.250
Abdullah b. Amr Anlatıyor
Resûli Ekrem Efendimize müşriklerin yaptığı bir başka eziyet ve hakaret hâdisesini, Abdullah b. Amr Hazretleri şöyle anlatır:
]Bir gün, Kureyşin ileri gelenleri, Hıcır denilen yerde toplanmışlardı. Ben de orada bulunuyordum. Kureyşliler,Allah Resulü hakkında konuşarak şöyle diyorlardı:
"Biz, bu adamın işinde sabrettiğimiz kadar hiçbir şeye karşı sabır göstermedik. Bu adam, bizi akılsızlıkla ittiham etti. Babalarımıza, dedelerimize hakaret etti. Dinimizi ayıpladı, birliğimizi bozdu, putlarımıza dil uzattı. Onun yaptığı bunca şeylere biz sabrettik."
Kureyş, bunu konuşup dururken, birdenbire Allah Resulü görünüverdi. Yürüyerek geldi. HacerûlEsvedi öptü. Sonra Kabeyi tavaf etmek üzere yanlarından yürüyüp geçti. Bu sırada Kureyşliler, kendilerine lâf attılar. Allah Resulü, son derece üzüldü. Üzüntüsünü, birdenbire değişen yüzünün renginden farkettim.
Allah Resulü, tavafına devam etti. İkinci defa Kureyş topluluğunun yanından geçerken, yine onların sözlü sataşmalarına mâruz kaldı. Yine fazlasıyla üzüldü. Üzüldüğünü, yine yüzünden farkettim.
Allah Resulü, üçüncü defa Kureyşlilerin yanından geçerken yine aynı şekilde kendisine lâfla sataştılar.
Bunun üzerine Allah Resulü, durdu ve onlara dönüp şöyle konuştu:
"Ey Kureyşliler!.. Sözlerimi duyuyor musunuz? Varlığım kudret elinde olan Allaha yemin ederim ki, başınıza felâket gelecektir!"
Nebîyyi Ekremin bu hitabı, topluluk üzerinde derin bir tesir meydana getirdi. Hiçbiri yerinden kımıldamadı. Sonunda, daha önce onun hakkında en çok aleyhte konuşup arkadaşlarını kışkırtanlar (başta Ebû Cehil) bile, en iyi sözlerle gönlünü almaya çalışarak şöyle dediler:
"Yâ EbelKasım, haydi selâmetle git. VAllahi, sen câhillerden, kendini bilmezlerden değilsin!"
Allah Resulü de yanlarından uzaklaşıp gitti.
Ertesi gün, Kureyşliler, yine Hıcır denilen yerde toplandılar. Ben yine aralarında idim. Aynı şekilde Allah Resulü hakkında ileri geri konuşuyorlar ve şöyle diyorlardı:
"Muhammedin size yaptıklarını ve onun hakkında size verilen haberleri söyleyip duruyorsunuz. Fakat gelip karşınıza dikilerek, yüzünüze karşı kötü(!) şeyler söylediği zaman ona dokunmuyor ve serbest bırakıyorsunuz!"
Onlar böyle konuşup dururlarken yine Resûlullah çıkageldi.
"Kureyşliler hemen oturdukları yerden fırlayarak etrafını sardılar. Onun kendi taptıkları ve dinleri hakkında söyledikleri sözleri zikrederek, Hakkımızda şu şu sözleri söyleyen, sen misin? dediler.
Nebîyyi Ekrem, cevaben, "Evet, bunları söyleyen benim!" dedi.
Bunun üzerine hep birden Resûlullahın üzerine atıldılar. Biri onun yakasına yapıştı. Bu sırada biri koşarak Hz. Ebû Bekire durumu haber verdi. Hz. Ebû Bekir, hemen Mescidi Harama girdi. Gözyaşları arasında müşriklere, "Allah belânızı versin!"" Rabbim Allahtır. diyen bir zâtı öldürmek mi istiyorsunuz? diye seslendi.
Bunu duyan Nebîyyi Ekrem, "Bırak onları ya Ebû Bekir!.. Varlığım kudret elinde olan Allaha yemin ederim ki, ben onların hepsinin hakkından geleceğim! dedi.
Bu sözü işiten Kureyşliler korktular ve Resûlullahı bırakarak dağıldılar."251
"Rabbim Allahtır." dediği ve halkı bu ulvî hakikate çağırdığı için Resûli Kibriya Efendimize reva görülen çirkin hareketler bunlarla da kalmıyordu.
Yine bir gün, Kabe yanında namaz kılıyordu. Alnını Yüce Yaratıcısının huzurunda yere koyar koymaz, serseri Ukbe b. Ebî Muayt, ridâsıni topladı ve boynuna doladı; olanca gücüyle sıktı. Maksadı, onu boğmaktı.
O arada Hz. Ebû Bekir yetişip Peygamber Efendimizi bu serserinin elinden kurtardı. Sonra da âdeta kâinata işittirmek istiyormuşçasına, "Siz, bir adamı, Rabbim Allahtır. diyor diye öldürür müsünüz? Hâlbuki, o, size Rabbinizden apaçık mucizelerle gelmiştir. Buna rağmen o, zannettiğiniz gibi bir yalancı ise(!) yalanının günahı kendisine aittir; fakat, dâvasında doğru ise, elbette sizi korkuttuğu azabların bir kısmı olsun gelir, dokunur. Muhakkak Allah, haddi aşan dâvasında yalancı olan bir kimseyi hidâyete erdirmez."252 mealindeki âyeti kerîmeyi okudu.
ÖLDÜRMEYE TEŞEBBÜS
İçlerinde Ebû Cehil ve Velid b. Muğirenin de bulunduğu Mahzum Oğullarından bir topluluk, uzun uzun konuştuktan sonra Peygamber Efendimizin vücudunu ortadan kaldırmaya karar verdiler. Vazifeyi, Velid b. Muğire yerine getirecekti.
Resûli Ekrem, namazda Kurân okumaya başladığı bir sırada, Velid yanına kadar sokuldu. Fakat o da ne? Öldürmeye gittiği zâtın sesi var, okuduğu Kurân şirk kiriyle paslanmış kulağına geliyor, fakat gözü onu bir türlü göremiyordu.
Velid şaşkınlaştı. Telâşla arkadaşlarının yanına döndü ve durumu anlattı. Bu sefer hep beraber gittiler. Fakat, yine Efendimizi görmeye muvaffak olamadılar. Çünkü, ileri gittiklerinde ses arkadan, arkaya doğru gittiklerinde ise ses ön taraftan geliyordu. Nihayet hayretler içinde kalıp dağıldılar.
PEYGAMBERİMİZE EN AĞIR GELEN GÜN
Kâinatın Efendisi, bir gün, evinden çıkmış, gidiyordu. Kureyşten köle olsun, hür olsun kime uğradıysa, âdeta birbirleriyle söz birliği etmişçesine onu yalanladılar, sözle eziyet ve hakarette bulundular. O gün, eziyetli ve sıkıntılı günlerinin en ağırlarından biriydi.
Kâinata bir rahmet güneşi olarak doğan Peygamber Efendimiz, müşriklerin bu küstahça hareketleri karşısında evine döndü. Birazcık olsun üzüntüsünü yok etmek, sıkıntısına gidermek için örtüsüne büründü ve yattı.
Kaynak