- Katılım
- 10 Mar 2006
- Mesajlar
- 5,705
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 45
HZ. ÂİŞE: Sevgili nin Sevgilisi
Tüm zamanların en unutulmaz yarışı ama izleyicisi yok. İki yarışmacıdan genç olanı bir çizgi çekiyor yere; bir başlangıç çizgisi. Oradan koşmaya başlayacaklar. Gömleğini beline bağlıyor iyice. Tuhaf bir yarış, yenilse üzülmeyecek. Sevgiyle bakıyor rakibine. O teklif etti yarışmayı. Düşünebiliyor musunuz, O! Bir kelimesiyle binlerce insanı peşinden sürükleyen, bir işaretiyle ayı ikiye bölen O! Hem de Bedir yolunda. Diğer ucunda tüm zamanların en önemli savaşının kendilerini beklediği o yolda gülümseyerek sordu:
- Âişe seninle yarış yapalım mı?
- Yapalım, ey Allah ın Rasulü!
Yarışın başlaması için göz göze gelmeleri yetiyor. Hz. Peygamber ve sevgili eşi koşmaya başlıyorlar. O anda orada olmasalar da, milyonlarca izleyici, Hz. Âişe nin kelimeleriyle şahit oluyor bu sevimli yarışa. İnsan Peygamber in Bedir Savaşı na giderken açtığı bu sevgi sayfasını hayranlıkla seyrediyorlar. Yarışı O kazanıyor. O, yani Peygamber. Yarışı kaybedeninse üzüntüsü değil, sevinci okunuyor yüzünden, Bu Zulmecaz daki koşunun rövanşıydı! derken Nebî. Bu söz Hz. Âişe yi yıllar öncesine götürüyor. Daha küçücükken babası Ebu Bekir in yanında kazandığı o latif yarışa.
Kaderi onu büyük bir sorumluluğa hazırlıyor. Son Peygamber in hafızası olmaya. Taze bir kil tablet gibi O ndan gelecek esintileri bile kaydedecek çok genç bir hafızaya ihtiyaç var çünkü; O na âit her ayrıntıyı gelecek zamanlara taşıyacak bir hafıza. Gece, gündüz yanında olması gerekiyor bu yüzden; evde, yolculukta, savaşta ve barışta. Eşi olması gerekiyor, tek genç kız hayatındaki. Dokuz yıl süren evliliği boyunca öğrendiği her şeyi, O nun vefatından sonra kırk yedi yıl anlatması gerekiyor. Dokuz yıl hem odasından, hem odasında dinliyor Son Peygamber i. Odasının duvarı Mescid-i Nebevî ye bitişik Hz. Âişe nin. O nun ashabına söylediği her sözü duyuyor ve odasına geldiğinde soruyor anlamadıklarını. Bir gün Allah ın Sevgilisi ashabına, Her kim Allah la bu¬luşmayı severse Allah da onunla buluşmayı sever. Ve her kim Allah ile buluşmayı sevmezse Allah da onunla buluşmayı sevmez.demiş ve Hz.Âişe nin, İçimizde ölümü isteyen yoktur yakınmasını bir anahtara dönüştürerek açmıştı manayı: Bir mümin; Allah ın rahmeti, rızası ve cenneti dile getirildiğinde Allah la buluşmaya bir özlem hisseder ve yüce Allah tarafından aynı özlemle karşılanır. Fakat bir kâfir; Allah ın azabını, gazabını duyduğu zaman Allah a kavuşacağı günden hoşlanmaz ve Cenâb-ı Hak tarafından da aynı hoşnutsuzlukla karşılanır. Bir başka gün İnsanlar kıyamet günü çırılçıplak kalacaklar sözüne hayret ederek, Nasıl olur? bunlar birbirlerini görmeyecekler mi? diye Hz. Peygamber e sormuş, Öyle dehşetli bir gündür ki kıyamet, kimsenin kimseden haberi olmaz! cevabını almıştı.
Hep yanındaydı sevdiğinin. Bedir de zaferin, Uhud da hüznün nasıl yansıdığını görmüştü Peygamber çehresine. Sırtında su taşırken, yaralılara bakarken müminlerin annesi, Mescid-i Nebevî de mızraklarıyla savaş oyunları sergileyen Habeşliler i O nun omzuna dayanarak seyrederken Sevgili nin sevgilisiydi. Hz. Ali, Rasulullah ın Sevgilisi diyordu ona bir hadis rivayetinde. Tâbiîn den Mesruk, Allah ın Sevgilisi nin Sevgilisi diye anıyordu onu. Hz. Peygamber, dünyada en çok kimi sevdiği sorulduğunda, Âişe diye cevaplıyor, eşlerinden sadece onun yanındayken vahiy geldiğini söyleyerek makamına işaret ediyordu. Hz. Âişe yalnız bilgisi, zekâsı, kavrayışı ve hitabetiyle değil, ibadetleriyle de hak ediyordu bu sevgiyi; gündüzlerini oruçlu geçiriyor, gecenin en koyu anlarını namazla aydınlatıyordu. Tevazusu, kanaatkârlığı ve cömertliğiyle Ebu Bekir in kızı, gıybetten kaçınması, yoksulları himayesi ve vakarıyla Hz. Peygamber in eşiydi. Tek bir kusuru vardı, kıskançlık! Çok seviyordu Hz. Peygamber i ve çok kıskanıyordu. Ancak bu yangını kontrol altına alabilecek bir erdeme ve dirayete sahipti o. Hz. Peygamberin diğer eşlerinin faziletlerine dair hadisleri rivayet etmekte tereddüt etmiyor, Hz.Ali, Hz. Fâtıma ve diğer sahabilerin erdemlerini ilan eden onlarca nebevî belge bırakıyordu gelecek zamanlara.
Ve güvenilir Muhammed (sav) in sonsuz güveni sırdaş yapmıştı onu Nebî yle. Tarihin dönüm noktalarından Mekke nin fethi bir sır olarak sadece ona açılmış, hazırlıkların fetih için olduğu yalnız ona fısıldanmıştı. Hz. Peygambere olan düşmanlıklarını gizleyen münafıklar işte bu sonsuz güvene nişan almışlardı Son Peygamber i sarsmak ve gözden düşürmek için. Bir savaş dönüşünde kaybedilen gerdanlık iftira çamuruna batırılarak sahibine iade edilmiş, bütün zamanların en tehlikeli münafığı Abdullah b. Übey b. Selûl, Müminlerin Annesi nin üzerine sözlerin en yalanı olan zannın kara şalını atmıştı. Hz. Peygamber ve Hz. Ebu Bekir içlerinde en küçük bir şüphe olmasa da bu çirkin dedikodulardan müteessir olmuşlar, bir tesadüf eseri iftiradan haberdar olan annemiz üzüntüsünden yataklara düşmüştü. Sonunda Hz. Peygamberin Humeyrası, Âişi, Âişeciki baba evine gitmek için Efendisinden izin istemiş, yedi kat semadan beraati gelene kadar gözyaşı dökmüştü orada.
Nur Sûresi nin on âyeti sadece Hz. Âişe ye değil, gelecek zamanların iftira mağdurlarına da bir şifa olarak inmiş, Yüce Allah, Erkek ve kadın müminlerin, bu iftirayı işittiklerinde kendi vicdanları ile hüsnü zanda bulunup da, Bu apaçık bir iftiradır. demeleri gerekmez miydi?(Bu iddiayı ortaya atanların)da bu konuda dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? Madem ki şahitler getirip ispat edemediler, öyle ise onlar Allah katında yalancıların ta kendileridir! (Nûr,12-13) buyurarak insan onuruyla oynayanları azabıyla tehdit etmişti. Böylesi bir suçlamaya dayanak olacak bilgiyi zanların ve şüphelerin kıyıcı zehrinden kurtaran bu âyetler, dört muhkem şahit olmaksızın insanların iffetleri hakkında ileri geri konuşmayı yasaklamış, bu meselenin önemini ve tehlikesini, Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Halbuki bu, Allah katında çok büyük suçtur, (Nûr,15) İlâhî buyruğuyla vurgulamıştı.
Sevinç geri almıştı hüznün zapt ettiği kaleleri. Hz. Âişe evine, Efendimizin tebessümü yüzüne geri dönmüş, annemiz ardı arkası kesilmeyen sorularıyla yeniden gülümsetmeye başlatmıştı hayat arkadaşını.
Ta ki o soruyu sorana kadar.
Hiç uyumadan ibadetle geçirdiği bir gecenin sabahında ;
Ya Rasululah! Geçmiş ve gelecek bütün günahların bağışlandığı halde mübarek vücuduna neden bu kadar eziyet ediyorsun? deyivermiş,
Kâinatın Efendisinin gözlerini yaşla dolduran bu soru, yüzyılları sarsacak bir başka soruyla cevaplanmıştı:
Şükreden bir kul olmayayım mı?
Ve şükürle geçen bir ömür sonunda mübarek başını Hz. Âişe nin kucağına koymuştu Allah ın sevgilisi.
Yarışta yine öne geçmiş, sevgilisinin merhamet ve yaş dolu gözlerinin serinliğinde çıkmıştı âhiret yolculuğuna.