Türkiye'de tarikatlar oligarşisi

ramo46

New member
Katılım
2 Mar 2008
Mesajlar
1,913
Reaction score
0
Puanları
0
SÖYLEŞİ LEYLA TAVŞANOĞLU

Bu hükümet toplumsal barışı iyice bozmaya ve ipleri kopma noktasında
germeye kararlı. Ülkede halledilecek hiçbir konu kalmamış gibi
Başbakan türbana odaklanmış. En kısa zamanda sıkmabaş ya da
türbanı ülkenin bütün toplum katmanlarına dayatmayı kafasına
koymuş. İslam felsefecisi Doç. Dr. Şahin Filiz' le konuşuyoruz.
Kuran'da kadınların başlarını örtmeleriyle ilgili kesinlikle hiçbir ayetin
olmadığını anlatıyor. 14. yüzyıldan sonra birtakım uydurma hadislerle
saf Müslümanların kafalarının karıştırıldığını vurguluyor. Bugün
Türkiye'nin tarikatlar ve cemaatler tarafından yönetildiğinin de altını
çiziyor.

- Siyasal ideoloji olarak İslamın siyasi yelpazede yeri neresidir?


FİLİZ - İslam dini gerçekten siyasallaştıysa yeri dinsel oligarşidir. Bu
oligarşi de tarikattan tarikata, cemaatten cemaate devredilen bir otorite
olarak karşımıza çıkar. Bir yerde cemaatler ve tarikatların oligarşisi
haline gelir.

- Türkiye'de olduğu gibi mi?

- Tabii. Zamanla bu oligarşiler o kadar çoğalır ki bunlar kendi içlerinde
bir iktidar ve nüfuz savaşına girerler. Kendilerinin dışında addettikleri,
ötekileştirdikleri kişiler, gruplar ve içinde bulundukları topluma karşı
mücadeleye girişirler.

Bu mücadele hem birbirleriyle hem de bulundukları devlete,
cumhuriyete karşıdır. Her iki durumda da siyasal İslam tahakkümcü,
baskıcı, belirleyici, biçimleyici ve geriye dönüşü temsil eden bir
siyasal erk haline gelir. Siyasal İslamın taşıyıcıları cemaatler ve
tarikatlardır. Cemaatler ve tarikatlar bunu birdenbire yapmazlar.

- Yavaş yavaş gündeme getirdikleri türban konusu gibi mi?

- Evet. Türban 1970'te farz kılınmıştır. Çünkü Türkiye'de ithal dinsel
telakkiler, anlayışlar, 1970'ten itibaren Ortadoğu'daki İslamcı ve Arapçı
milliyetçi hareketlerin kitaplarının Arapçadan tercüme edilmesiyle
Türkiye'ye girmiştir.

Bazı semboller dinle özdeşleşerek Türkiye'ye geldi. Dolayısıyla biz dini
de Araplardan öğrendik. Eğitim ve öğretimini de onlardan aldık.



Lübnan'dan ithal siyasi islam


- Bu mesele neden 1970'ten başlayarak Türkiye'ye girdi? 1970
tarihinin belirleyiciliği nedir?

- Bunun birkaç nedeni var. Birincisi, 1970'li yıllarda Güney
Lübnan'daki Şiilerle oraya yerleşen Filistinliler arasında huzursuzluklar
çıktı. Filistinliler Şiilerin kadınlarını rahatsız ediyorlar gerekçesiyle Şii
lider Musa Sadr bir başörtüsü modeli yarattı.


Bu bir üniforma biçimiydi. Daha sonra bu Türkiye'ye türban olarak
geldi.

1970'lerde zaten Arap dünyasında çıkan kitapların Türkçeye
tercümeleri, türban, Arap dilinin dini öğrenme ve yaşamanın bir yolu
olduğuna ilişkin propagandanın yoğunlaşmasıyla Türkiye'de Araplara
göre bir din, dünya ve devlet anlayışı hâkim olmaya başladı. O tarihten
bu yana da yoğunlaşarak devam eden mikro Arap milliyetçi
düşüncesine odaklanan bir din anlayışı doğdu. Zaten çarpışma da
bundan kaynaklanıyor.

1970'li yıllardan itibaren Arap dünyasındaki Seyit Kutup' ların, Hasan
el Benna' ların, İran'da Ali Şeriati' lerin başını çekmiş olduğu
Müslüman Kardeşler Hareketi, Marksist diyalektikle birlikte İslam
devrimciliğini öne çıkardı.

- İyi de Marksist diyalektikle İslam nasıl birbiriyle bağdaşır?
Amaç kafaları mı karıştırmaktı?

- Tabii. Bir tarafta Marksist diyalektik, öbür tarafta ta İslamcı dogma...
Bu akım Türkiye Cumhuriyeti devletine, ulusal birlik ve beraberliğine
karşı bir ideolojiye dönüştü.

Ne kadar çok karşıt bir ideoloji olarak tanımlandıysa o kadar çok
Atatürk , Türkiye Cumhuriyeti ve bağımsızlıkla mücadele formuna
dönüşmüştür. İmanın, Müslüman olmanın tek koşulu haline gelen bu
karşıt konumlanma bugün kendini değişik simgelerle göstermeye
başladı. Bu simgelere karşı çıkanlar ve bu simgelerin gerisindeki
gerekçeleri görebilen insanlar çok haklıdırlar. Çünkü bu simgelerin
gerisinde çok netameli gerekçeler vardır.

- Türbana geri dönersek... Kuran'da Nur Suresi'nin 30. ve 31.
ayetlerinde kadınların başlarını örtmelerinin kesinlikle farz olmadığı
ortaya çıktı. Ayetlerde sadece kadınların cinsel organlarını ve
göğüslerini örtmeleri gerektiği tavsiye ediliyor. O zaman, "Kuran'da
farz" diye kadınlara bu dayatma nasıl yapılabiliyor?

- Baş örtmeye Nur Suresi'nin 30. ve 31. ayetleriyle Ahzab Suresi'nin 59
. ayeti sürekli kanıt olarak gösteriliyor. Ancak bunlar kesinlikle
başörtüsüyle ilgili değildir. Çünkü bu ayetlerde baş ve saç sözcükleri geçmez.

Bu kadar önemli, bu kadar vurgulanan bir emir olsaydı saç ve baş
sözcüklerinin geçmesi gerekirdi. Oysa böyle bir şey yok. Sizin de
söylediğiniz gibi Kuran'a göre asıl örtülmesi gereken göğüs kısmı ve
cinsel organlardır. O dönem giyim kuşam kültürü yeni yeni yerleşen
Araplara bu da normal bir tavsiyedir. Öbür yanda Araf Suresi 20, 22.
ayetlerde Âdem ve Havva'dan söz eder. Yasak ağaca yaklaştıklarında
utandılar ve hemen ayıp yerlerini örtmeye başladılar, diyor. Bu Tevrat
ve İncil'de de vardır. Ama o surelerde, "Bu arada Havva başını da
örttü" diye bir ifade yok. Demek ki kadının başını örtmesi konusu
kesinlikle kullanılan ve siyasallaştırılan bir simgedir. Bir dinin
Türkiye'de nasıl siyasete alet edildiğini görüyoruz. Arkasından, dini
alet eden siyasetin bugünkü aşamada nasıl din haline geldiğini
görüyoruz. Bugün ortada İslam dini yoktur, siyaset dini vardır. O
siyaset ne söylerse halk onu İslam dininin bir emri gibi görmeye
başladı. Asıl tehlike buradadır. Bu siyaset iktidarları yaratıyor;
iktidardan düşürüyor; ülkenin kaderiyle oynayabiliyor; Atatürk
Cumhuriyeti'ni tartışılır hale getiriyor.


- Peki, bu halk bu gerçeği nasıl göremiyor?


- Halkımızın şunu görmesi gerekiyor:

İslam dini kendi yüceliği ve güzelliğiyle kalplerde yerini alır. Bu yücelik
ve güzellik ortadan kaldırılıyor, dine saygısızlık yapılıyorsa bunu da
siyasiler yapıyor. Başbakan da dahil olmak üzere hiç kimse dine elini
uzatarak siyaset fetvası çıkarmak suretiyle genelgeler yayımlayamaz.
Böyle bir yetkisi yok.

Siyasilerin mutlak surette dinden ellerini çekmeleri gerekiyor. En
azından tamamıyla laikleşmeleri gerekiyor.

- Bir de kadınların dövülmesini caiz kılan ayetler olduğu söylenir.
Böyle ayetler gerçekten var mıdır?

- Bakın, Kuran'da darp kelimesi geçer. Ancak darp kelimesinin çok
çeşitli anlamları vardır. Dövmek anlamı bunlardan sadece birisidir.
Kadınlarla ilgili ayette kullanılan darp kelimesi dövün anlamında
değildir. Kadınla oturun konuşun, anlamındadır.


Örneğin Ahzab Suresi 34. ayet, kadın ve erkek ayrımını kesinlikle
ortadan kaldırıyor. Diyor ki: "Allah'a inanan kadınlar ve erkekler,
doğru, düzgün hayat yaşayan kadınlar ve erkekler, namaz kılan
kadınlar, namaz kılan erkekler, sadaka veren kadınlar ve erkekler,
sabreden kadınlar ve erkekler..."

Gördüğünüz gibi kadını ve erkeği eşit kılıyor; bütün ayrımları
kaldırıyor.

- Kuran'ın ayetlerinde böyle bir eşitleme varken siyasal İslam kadını
neden ikinci plana itmek istiyor? Neden kadını toplumdan dışlamayı
amaçlıyor? Ayrıca kadın kendini neden bu şekilde kullandırtıyor?

- Bunun birtakım nedenleri var. Bu sadece başörtüsü ya da türbanla
ilgili değil.

Aslında bu, kadın, insan sorunuyla ilgili. 14. yüzyıla kadar İslam
uygarlığı içinde "Peygambere gerek var mıdır, yok mudur, Kuran'ın ne
kadarı rasyoneldir, ne kadarı değildir" den tutun, her şey tartışılmıştır.
Böylece koskoca bir İslam uygarlığı ortaya çıkmıştır. Ama o zamana
kadar kadın konusunda hiçbir tartışma yoktur. O İslam rönesansı
döneminde kadın dövülür mü, tesettüre girmeli mi, gibi en ufak bir
tartışma yoktur.


Uyduruk hadisler


- İyi de o zaman bütün bu kadın üzerine tartışmalar nereden kaynaklanıyor?

- İslam rönesansı döneminde din homosentriktir. Yani insan
merkezlidir. İnsana göre bir Tanrı ve din telakkisi geliştirilmiştir. Benim
o dönemlerdeki İslam felsefesiyle ilgili çalışmalarım da var. Ama 14.
yüzyıldan sonra İslam dünyasında teosentrik bir din ve dünya görüşü
hâkim olmaya başladı. Tanrı nesnel bir varlıktır. Ama Tanrı tasavvuru
her kişiye göre değişir. Herhangi bir Tanrı tasavvurunu alıp dinin odak
noktasına, insanın yerine koyarsanız her şeyi o Tanrı'ya göre
belirlemiş olursunuz. İlk belirlediğiniz kişi de insan olur. Demek ki 14.
yüzyıldan sonra, özellikle İmam Gazali' yle birlikte, teosentrik, yani
Tanrı tasavvuruna dayalı bir din ve dünya görüşü geliştirilmiştir. Öyle
bir insan tipi ortaya çıkmıştır ki, Tanrı emreder insan yapar, inancına
sahip olmuştur.

Böyle insan anlayışına en uygun gelebilecek zayıf varlık, erkek
tarafından kolayca istismar edilebileceği düşünülen cins olarak seçilen
de kadın olmuştur.

- 14. yüzyıldan söz ediyoruz. Aradan 700 yıl geçti. Bunlar hâlâ 700 yıl öncesinin kafasıyla mı yaşıyorlar?

- Evet. Kadın da hâlâ kendini bu şekilde kullandırtabiliyor.

Kadın, sığınma bekleyen, aciz, Allah katında eksik bir varlık olarak
konumlandırılmıştır. Kadının eksikliklerini sayıp dökmek için bazı
hadisler de uydurulmuştur. Ayetler çarpıtılarak tefsir edilmiştir. Size
uydurulan hadise bir örnek vereyim: "Peygamber kadınları topladı. 'Ey
kadınlar. Sizin dininiz eksiktir' dedi. 'Neden?' diye sordular. 'Ayda bir
kere aybaşı olmuyor musunuz? O dönemde namaz kılabiliyor, oruç
tutabiliyor musunuz' diye kadınlara sordu. 'Hayır' cevabını alınca
da 'Sizin dininiz eksiktir. Aklınız eksiktir' dedi. Kadınlar, 'Niye aklımız
eksiktir' diye sordular. 'Mirastan daha az pay alıyorsunuz. Şahitlikte
erkeklere göre ikiye birsiniz' dedi. Kadınlar da kabul ettiler."

Böyle hadisler var, uydurulmuş olan...

- Ama Kuran'ın orijinalinde bu tür hadisler yok, öyle mi?


- Yok. Bunlar uydurma. Ama bunlar mahalle anneleriyle tarikatlardaki
abla tabir edilen kadınlar tarafından sürekli olarak her toplantıda
kadınlara telkin ediliyor. Kadınlarımıza, "Sizin insan olmak gibi bir lütfa
ermeye daha çok vaktiniz var. Siz erkeğe göre daha az insan,
cariyeye göre daha fazla kadınsınız" diye sürekli anlatılıyor. Bu iğrenç
ve netameli gerekçeleri dine dayandırmak siyasal İslamın biricik can
simidi haline gelmiştir.

- Mahalle anneleri ve tarikat ablalarının kadınlarımıza bu telkinleri
yaptığını söylediniz. Ama onların kendileri de kadın. Nasıl oluyor da
böylesine yetkili ağızla bu telkinleri yapabiliyorlar? Onları dinleyen
kadınlar, "Siz de kim oluyorsunuz" diye soramıyorlar mı?


- Soramıyorlar, çünkü dinin emri olduğunu düşünüyorlar. Sorduğu
takdirde, aklını kullandığı takdirde o anneler ve ablalar da o bilgileri
şeyhlerinden aldıklarını söyleyerek işin içinden sıyrılıyorlar. Onlar
taşıyıcı.

- Şeriat hukukunun geçerli olduğu ülkelerde insan yaşamını hiçe
sayan cezalar var. Örneğin kol, bacak, el kesmek, kadınları
recmetmek gibi... Bunlar Kuran'da var mı?


- Yok. Uydurulan hadislere konulmuşlardır. Sonradan eklenmişlerdir.

Öylesine büyük bir uydurma literatürü var ki. Şehir ismi vermeyeyim.
Ama pek çok şehirde bu hadisler çok ciddi oldukları söylenen insanlar
tarafından ev sohbetlerinde dinin temel emirleri gibi sunuluyor.


Bütün bunlar aslında yeraltı faaliyetleridir. Yeraltı faaliyetinde hükme
bağlanmış, birer yargı halini almış, biçimlenmiş, artık sorgulanması
bile küfrü gerektirecek diye inanılan hükümlerin siyasete aktarıldıktan
sonra nasıl insan hakları ve kadın özgürlükleri olarak paketlenmeye
çalışıldığını görüyoruz. Bu aslında illegaldir.





Dincilerin yeraltı faaliyetleri

- Bunların üreme yerleri nereleri?


- Bodrumlarda, havasız, karanlık, sağlıksız ortamlarda meyve
üretiyorsunuz. Sonra bunları pazara çıkarıyorsunuz. "Meyve
üretiyorum. Niye benim pazarımı engelliyorsunuz?" diyorsunuz.
Oysa sizin ürettiğiniz hastalıklı bir meyve.

Dinin barış, dostluk, kardeşlik gibi temel ilkelerini çiğneyerek
yeraltında üretilen bu hükümler daha sonra bizim karşımıza kadın
hakları, özgürlükler, insan hakları olarak çıkıyor. Zaten illegalite
burada.

- Türkiye dünyada en yüksek faiz oranını ödeyen ülke. Oysa Kuran'da
faiz haram. O zaman bizimkilerin Müslümanlığı nerede kaldı?

- Kuran'da paradan para kazanmak, herhangi bir emek harcamadan
mal edinmek ya da yarar sağlamak kesinlikle haramdır. Bu temel ilkeler
çiğnenirken öbür taraftan simgeler üzerinden dindarlık yapmanın daha
verimli, daha kolay olduğu, dünyasal hedeflere daha kısa yoldan
ulaşılabileceği kanısı iyice yerleşmiştir.


"Türban yasağının kalkmasıyla özgürleşeceğiz" deniliyor. Hâlâ
akademisyen, solcu, entelektüel geçinen birtakım insanlar, ikinci
cumhuriyetçilerle el ele veren ve

"AB küfürdür, Hıristiyan kulübüdür"

diyen dünün RP'li bakanı, bugünkü cumhurbaşkanı, bugün nedense
yön değiştirdi. İslam mı değişti, yoksa onlar mı?

Bir kere İslam dininde konjonktürün yaratmış olduğu ayrımla ilgili
değerlendirmeler vardır. Örneğin "hür - cariye".

Kuran da bu ayrımı ortadan kaldırmak istiyor ve her insanın özgür
olduğunu söylüyor. Yeni Şafak gazetesi yazarı Hayrettin
Karaman, "İslamda Kılık Kıyafet" adlı sempozyumun basılı kitabında
diyor ki:

"Hür - cariye diye bir ayrım vardı.

Eskiden cariyeler her ihtiyacımızı görürlerdi. Şimdi o müessese kalktı.
Ben buradaki bilim adamlarına soruyorum. Eskiden cariyelerimize
gördürdüğümüz

işleri bugün hür kadınlarımıza gördürüyoruz. Bu boşluğu dolduracak
bir müessese olsa. Bir kadınla yetinmeyip ikinci kez evlenmek isteyen
gençler var. Bu müessesenin boşluğunu dolduracak başka bir
müessese olamaz mı?"


Kadının namusu türbana odaklandı

- Peki, bu sözler kadınların topuna hakaret değil mi?

- Burada şunu söylemek istiyorum. Bu insanlar kadının başını örterek
özgürleştiğini söylerken Hayrettin Karaman ve benzerleri şunu dile
getiriyorlar: "Cariyelerin başlarını örtmesi doğru değildir. Çünkü
örtünmek hür kadının hakkıdır."

Ben başımı örterek özgürleşmek istiyorum, diyen bir kızımız,
kadınımız böyle bir psikolojiye odaklandı. Başını örtmediği için cariye
sınıfından hür sınıfına atlayamayacağı korkusu ve psikozu içine
giriyor. Bir kız, "Başımı örterek özgürleşmek istiyorum" diyorsa onun
aklında cariye sınıfından hür sınıfa atlamak vardır.


- Yani o sapık psikolojiye göre başı açık kadın fahişedir. Öyle mi?

- Zaten, başı açıklarla oturulmaz, deniyor. Hatta, başını örtmekle
örtmemek imanla küfür arasındaki çizgi kadardır, deniliyor. Bir kadının
başını örtmesi, Müslüman kimliğine, namusuna, iffetine, imanına sahip
olması anlamına geliyor, deniyor. Örtmemeyi ise siz artık düşünün.

Başbakan, "İnancı gereği başını örten insanlar" dedi. Herhangi bir
giyim tarzı ya da davranış biçimi inancın gereği olarak ortaya
atılıyorsa onu yapan inançlıdır, yapmayan inançsızdır, demektir.
Ayrım burada başlıyor.


http://erdem43.blogcu.com/doc-dr-sahin-filiz-turkiye-tarikatlar-oligarsisi-soylesi_6899631.html
 
Gerçekten güzel bir söyleşi olmuş akp iktidarı ile birlikte tarikatların bu gün ne kadar güçlendikleri açık bir
gerçek ve toplumuda uydurulmuş hadisler ile nasıl yanlış yönlendirdikleride ayrı bir gerçek emeğine sağlık.
 
Geri
Üst