türklük br akımla başlayıp bitmez siz yakın tarihten bahsediyorsuz ben köklerimizden belki fark burdadır ama diosan bu hissiyatın son kahramanı Atatürk ona eyvallah şunuda hemen belirtiyim Atatürkün öngördüğü gibi ne bi milleyetçiyiz ne türküz asimile olmuş gidiyoruz ...
benliğimiz siliniyo toplumca... Atatürkçülüğü taraftarlık havasında ve karşıt görüşlere karşı savunuyoruz ama ilkelerini öngördüklerini uygulamıyourz demokratik laik yaşamı sindiremiyoruz tam tamına çok partili sisteme geçeli kaç sene oldu daha iki partinin bir kualisyon kurup demokratik yoldan 5 sene ülke yönettiği görülmemiş... kaç darbe yaşanmış.. halada çağdaşlık die darbe çığırtkanları var inşallah Atatürk görmüyodur yukardan bizi ben şahsen utanıyorum ülkenin halinden...
ondan önce bilinmiş türkçüleri sayar mısın bana??? yakın tarihimizde başladı zaten.. osmanlıda böyle bi akım yoktu... yıkış döneminde başladı herşey... her neyse... atatürkçülük taraflık demişsin... bizim tek amacımız onun bıraktığı maddi manevi herşeyi korumak kollamak... ha içine sindiremeyenlere karşı muhalefet olacaksın hani blöf'e blöf var.. biz herşeyi onun kuralları adını kurulmasını isteriz... bu da her zaman taraftarlık sayıldı... 5 senelik koalisyon diyorsun... kaç senedir görmedi bu ülke sakın 2002'den sonra olmasın...
1950-1960 Arası Dönem
1950’de D.P. iktidar olunca İnönü döneminde başlayan siyasal bağımlılığı, bir tehdit durumunda ve çağrı üzerine A.B.D.’ye Türkiye’ye müdahale etme yetkisi verilmesine kadar götürmüştür. Yine D.P. İktidarı, orduda tasfiyelere girişerek Atatürk’ün arkadaşlarını emekliye sevketmiştir(Aydoğan,2006).Buna karşılık 1951 yılında 5816 sayılı “Atatürk’ü Koruma Kanunu”nu çıkarıldı. Bu iki tutumun, birbiriyle çeliştiği söylenebilir.
Bir partizanlık örneği olarak D.P., 1953’te tek parti döneminde haksız biçimde elde edildiği gerekçesiyle C.H.P.’nin binalarına, yayın organı Ulus Gazetesi’nin yönetim ve yayın tesislerine el koydu(Ertuğrul, 2008).
1954 yılında yapılan genel seçimlerde D.P. oyların % 58’ini alarak 488 milletvekili, C.H.P., oyların % 35’ini alarak 31 milletvekili, Cumhuriyetçi Millet Partisi oyların yaklaşık % 5’ini alarak 5 milletvekili çıkardılar. Bağımsızlar ise 2 sandalye kazandı(Ertuğrul, 2008).
Bu dönemde Türkiye 1952’de NATO’ya, 1960’da OECD’ye üye olmuştur. Ayrıca Fas, Tunus ve Cezayir’in bağımsızlık savaşlarında Türkiye, bu ülkelerin değil Batı’nın yanında yer aldı ve Süveyş Kanalını millileştiren Nasır’a karşı İngiltere’yi destekledi.Yabancı sermayenin özendirilmesi için kapitülasyon koşullarına benzeyen “Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu ve Petrol Kanununu çıkarıldı, yoğun bir biçimde dış borç alındı. 1958 yılında dış borçlar ödenemez duruma geldi ve % 320 oranında bir devalüasyon yapıldı (Aydoğan, 2006).
27 Ekim 1957’de yapılan seçimlerde D.P. oyların % 48’ini alarak 424 milletvekili çıkardı. C.H.P. 178, C.M.P. 2, H.P.2 milletvekili kazandılar(Ertuğrul, 2008).
D.P. Programı özelleştirmeci olup K.İ.T.’lerin satışını amaç edinmesine rağmen bunun tam tersini yaparak Türkiye Petrolleri A.Ş., Et ve Balık Kurumu, Devlet Malzeme Ofisini kurmuş ve bu dönemde hiçbir özelleştirme yapılmamıştır(Dikbaş, 2005).
1959 yılında Londra ve Zürih anlaşmaları imzalanarak İngiltere, Yunanistan ve Türkiye’nin garantörlüğünde Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu. İşte bu anlaşmalara dayanarak Türkiye, 1974’te Kıbrıs’a müdahale edebilmiştir.
D.P., muhalefeti susturmak için Tedbirler Kanunu’nu çıkardı. Bu kanunla kurulan Tahkikat Komisyonu, cumhuriyet savcısı, sorgu hakimi, adli ve askeri amirlere verilen bütün yetkileri kendisinde topladı. Ayrıca her türlü yayını yasaklamaya, matbaaları kapatmaya, her çeşit gösteri faaliyetleri için tedbir almaya yetkili idi(Sertel, 2007). 19 Nisan 1960 tarihinde yaptığı konuşma sebebiyle İsmet İnönü’ye 12 oturum meclisten çıkarılma cezası verildi. Aynı şekilde Tahkikat Komisyonu, 23 Nisan 1960’da Fethi Çelikbaş ve Osman Bölükbaşı’ya T.B.M.M oturumlarından uzaklaştırma cezası verdi(Ertuğrul,2008). D.P., bu tutumu ile adeta 1960 darbesine davetiye çıkarmış oluyordu.
Prof. Taner Timur’2004)’e göre 1950-1960 döneminin temel tartışma ve mücadele konusu, biçimsel özgürlüklerdi: Basın özgürlüğü, üniversite özerkliği, mahkemelerin bağımsızlığı v.b. konular, örgütlü veya örgütsüz bütün muhalefetin ve bütün mihrakların sloganları haline gelmişti. Hatta bu mücadele, basın mensuplarına tanınacak ispat hakkı vesilesiyle D.P. saflarına da sirayet etmiş onları da bölerek “Hürriyet Partisi”nin kurulmasına yol açmıştır.
1945-1960 arasındaki çok partili hayat, Türkiye’de beklenen demokrasiyi değil halkın fırkalara bölünerek birbiriyle çatışmasını getirmişti. Çünkü ülke içinde camiler, kahveler ve mahalleler ayrılmıştı. Gerçekten de ülkede tam bir cepheleşme yaşandı. İktidar, üniversiteler, yargı ve basınla zıtlaştı. Ayrıca Bu dönemde iktidar ve muhalefet arasında uzlaşmaya ve hoşgörüye dayanmayan tamamen çatışmacı bir politika izlenmiştir. Nitekim Demokrat Parti, “vatan cephesi” diye bir cephe kurmuş buraya girenler radyodan ilan edilmiştir.
Başbakan Adnan Menderes A.B.D.ye teslimiyet politikasının ülkeyi iyi bir noktaya getirmediğini gördükten sonra Rusya ile ilişkileri geliştirmek üzere orayı ziyaret için gerekli randevuları alır fakat ziyaretten 40 gün önce 27 Mayıs Darbesi gerçekleşir(Bulut, 2.10.2008).
İnönü darbeden çok kısa bir süre önce D.P.lilere, “sizi ben bile kurtaramam” derken darbeden haberdar olduğunu ima ediyordu. 27 Mayıs 1960 ihtilalinin gerçekleşmesinde küçük burjuva kökenli asker-sivil aydınların ve onlara büyük bir değer veren CHP’nin rolü inkar edilemez(Timur, 2004).
27 Mayıs 1960 günü Türk Ordusunun subaylarından oluşan Milli Birlik Komitesi, ülkede birlik ve bütünlüğü sağlamak ve kardeş kavgasını önlemek iddiasıyla yönetime el koydu. Türkiye’de bazı aydınlar, İhtilalin içeriden kaynaklandığını iddia etseler de Prof. Dr. Çetin Yetkin(2007), 27 Mayıs’ın NATO’nun güney kanadını sağlama almak amacıyla Batı tarafından yaptırıldığını iddia eder.
1960-1971 Arası Dönem
29 Eylül 1960’da D.P. yasal süresi içinde kongresini toplayamadığı gerekçesiyle kapatıldı(Ertuğurul,2008). Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakanlar ve milletvekilleri Yassı Ada’da olağandışı mahkemelerde yargılandılar. Cumhurbaşkanı Bayar, Başbakan Menderes, Dışişleri Bakanı Zorlu ve Maliye Bakanı Polatkan idama mahkum edildiler. Celal Bayar’ın yaşı ileri olduğu gerekçesiyle infaz edilmedi fakat diğerleri asıldılar.
27 Mayıs Yönetimi, ordu içinde bir tasfiye hareketine girişerek 260 generalden 235’inin yanı sıra 5000 civarında subayı emekliye sevketti(Türköne,2003).
İdamlar ve D.P. taraftarlarının anayasa hazırlığına bile alınmaması(Timur, 2004), ihtilal yöneticilerinin ülkede birlik ve bütünlüğü sağlama iddialarının aksine Türkiye’deki cepheleşmeyi derinleştirmiş böylece sonraki yıllarda mağdur tarafın hep iktidar, karşı tarafın tabir caizse müzmin muhalefete mahkum olmasına yol açmıştır.Belki de ihtilali gerçekleştiren irade, bunu amaçlamıştı.
15 Ekim 1961 tarihinde yapılan seçimlerde AP oyların %34.8, YTP % 13.7’sini, CHP ise % 36.3’nü ve CKMP % 14 oy aldılar Buna göre CHP 173, AP 156, YTP 64, CKMP ise 54 milletvekili kazandı(Öztekin, 2006).
Hak ve özgürlüklere geniş yer veren bir Anayasa 27 Mayıs 1961 tarihinde Temsilciler meclisinden geçirildi ve yapılan halk oylamasında %39.6 hayır oyuna karşılık %60.4 evet oyu ile kabul edildi. Bu anayasa yasama, yürütme ve yargıyı üç eşit erk olarak kabul ediyordu. Yasama organını, Anayasa Mahkemesi’nin denetimine tabi kılıyor, yürütmeyi bir yetki olarak değil bir görev olarak tanımlıyordu. T.B.M.M. yanında Cumhuriyet Senatosunu da içine alan iki yapılı bir meclise yer verildi. Planlı ekonomiye geçilerek Devlet Planlama Teşkilatı kuruldu ve 5 yıllık kalkınma planları yapılması zorunlu hale getirildi(Ertuğrul, 2008).
1961 seçimlerinden sonra CHP-AP Koalisyonu, 1962’de CHP-YTP ve CKMP Koalisyonu, 1963’te C.H.P. ve bağımsızlardan oluşan azınlık hükümetleri hep İnönü’nün başbakanlığında kurulmuştur. İnönü’nün 12 Şubat 1965’te başbakanlıktan istifa etmesi üzerine bağımsız senatör Suat Hayri Ürgüplü’nün başkanlığında bir koalisyon hükümeti kuruldu. TBMM, kendisini yenilemek için genel seçimlerin yapılmasına kararlaştırdı(Öztekin, 2001).
10 Ekim 1965 tarihinde yapılan seçimlerde A.P. oyların % 52.87’ini alarak 240 milletvekili, C.H.P. oyların % 28.75’ini alarak 134 milletvekili, Millet Partisi % 6.26 oy alarak 31 milletvekili, Yeni Türkiye Partisi % 3.7 oy alarak 19 milletvekili, T.İ.P.% 2.97 oy alarak 14 milletvekili, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi oyların %2.24’ünü alarak 11 milletvekili çıkardılar. Bağımsız 1 milletvekilliği seçildi(Ezherli, 1992).
1965 seçimlerinde AP tek başına iktidar oldu. Bu dönemde Rafineriler, boru hatları, demir çelik tesisleri ve Keban Barajı yapıldı. Ayrıca Başbakan Demirel, başta İskenderun Demir-Çelik olmak üzere İzmir Aliağa Rafinerisi, Seydişehir Alüminyum Tesisleri, Bandırma Sülfirik Asit Fabrikası ve Artvin Yonga Fabrikaları gibi 7 büyük sanayi tesisini kurmak için Batı’dan kredi istedi, onların vermemesi üzerine Sovyetlerden bunu sağlayarak bu projeleri gerçekleştirdi(Demirel, 2006).
1968’de Fransa’da başlayan öğrenci hareketleri Türkiye’ye de yayılmış ve toplumu huzursuz eden terör olaylarına dönüşerek 12 Mart 1971 tarihindeki askeri muhtıranın gerekçelerinden birisi olmuştur.
12 Ekim 1969 tarihinde yapılan seçimlerde A.P., oyların % 46.5’ini alarak 256 milletvekili, C.H.P. oyların % 27.3’ünü alarak 143 milletvekili çıkardı. Güven partisi % 6.5 oyla 15 milletvekili, Birlik Partisi % 2.8 oyla 8 milletvekili M.P. % 3.2 oyla ve Y.T.P % 2.1 oyla 6’ar milletvekili, T.İ.P. % 2.6 oyla 2, M.H.P. % 3 oyla 1, bağımsızlar ise 13 sandalye kazandılar(Ertuğrul, 20008).
Seçim sonunda Demirel’in yeni hükümette Sadettin Bilgiç ekibinden kimseyi almaması A.P. içinde tartışmalara yol açtı. Bunun üzerine A.P.den milletvekili ve senatörlerden oluşan 72 kişi Başbakan Demirel’e bir muhtıra vererek tarafsız davranmasını istediler. Buna verilen cevap, bazı milletvekili ve senatörlerin partiden ihracı oldu. Bunun üzerine bu gruptan 41 milletvekili muhalefetle birlikte bütçenin reddi yönünde(224 red, 214 kabul) oy kullandılar. Bunun üzerine A.P. Sadettin Bilgiç başta olmak üzere 26 milletvekilini partiden ihraç etti. Bu grup partiden istifa edenlerle birlikte sonradan Demokratik Partiyi kurdular(Ertuğrul, 20008).
Daha önce Odalar Birliği Genel Sekreteri olan Prof. Dr. Necmettin Erbakan 1969 Odalar Birliği seçimlerinde Genel Başkan seçildi. Başbakan Süleyman Demirel tarafından seçim sonucu kabul edilmediği için görevi bırakmak zorunda kaldı. Bu arada A.P.den Konya’dan senatör adayı olmak istedi, bu isteği Süleyman Demirel tarafından kabul edilmeyince Konya’dan bağımsız milletvekili seçildi ve Milli Nizam Partisi’ne girerek Genel Başkan oldu(Ertuğrul, 20008).
12 Mart 1971 tarihinde Genel Kurmay Başkanı ve Kuvvet komutanları Başbakan Demirel’e muhtıra vererek hükümetin düşmesini yol açtılar.Prof Erol Manisa’lı(10.8.2007)’ya göre 1961 Anayasası, bireysel ve toplumsal kalkınmayı sağlayabilecek hukuki ve siyasi alt yapı getirmişti. Bu Petkim’den demir-çeliğe, Aselsandan gemi ve vagon sanayine kadar büyük gelişmelere yol açtı. Batı bunu kabul edemezdi, bu yüzden 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980’de Amerikancı generallere darbe hazırlıkları yaptırıldı.
Bununla yetinilmeyip bürokrasiye de hakim olunmaya çalışıldığı görülmektedir. Örneğin 1968 yılında Ankara’ya gelen Richard Podol, üstlerine verdiği raporda şunları yazıyordu: “20 yıldır Türkiye’de faaliyette bulunan AİD(Amerikan Yardım Teşkilatı), meyvelerini vermeye başlamıştır.Türkiye’de önemli makamlarda Amerikan eğitimi görmüş bir Türk’ün bulunmadığı bir bakanlık veya K.İ.T. nerede ise kalmamıştır. Genel müdürlük ve müsteşarlık gibi makamlara ve daha büyük görevlere kısa sürede geçebilirler(Aydoğan,2006).
1971-1980 Arası Toplumsal Kargaşa Dönemi
Muhtıradan kısa bir süre sonra Necmettin Erbakan’ın Genel Başkanı olduğu Milli Nizam Partisi, 21 Mayıs 1971 tarihinde laikliğe aykırı çalışmalar yaptığı gerekçesiyle ve Türkiye İşçi Partisi ise 20 Temmuz 1971 tarihinde bölücülük yaptığı gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı(Ertuğrul, 20008).
1971-1972 yılları arasında CHP’li Nihat Erim Başkanlığında iki koalisyon hükümeti kuruldu. Askeri müdahaleye İnönü taraftar iken Ecevit karşı çıkmıştır(Timur,2004). 1972 yılında CHP’de Ecevit’in Genel Başkan seçilmesi, CHP’nin de parçalanmasına yol açtı ve bu parti içinden Turhan Feyzioğlu’nun Genel Başkanı olduğu Güven Partisi çıktı(Öztekin, 2001).
14 Ekim 1973’te yapılan seçimlerde C.H.P. oyların %33’ünü alarak 185 milletvekili, A.P. %30’unu alarak 149 milletvekili kazandı. D.P. ise %11.9 oyla 45 milletvekili, Necmettin Erbakan’ın Başkanı olduğu M.S.P. %11.8 oyla 48 milletvekili çıkardılar. Feyzioğlu’nun C.G.P. 13, Türkeş’in M.H.P. 3, Mustafa Timisi’nin Genel Başkanı olduğu Türkiye Birlik Partisi 1 milletvekili kazandı. Ayrıca meclise 6 bağımsız milletvekili girdi(Ertuğrul, 20008).
Seçimler sonunda C.H.P.-M.S.P. Koalisyon Hükümeti kuruldu. Bu dönemde Türk ordusu tarafından Kıbrıs Barış Harekatı gerçekleştirildi. Bunun sonunda adanın Kuzeyine Güneydeki Türkler göç etti ve böylece Kıbrıs Türk ve Rumlardan oluşan iki kesimli hale geldi. Başbakan Ecevit, hem harekatın sonuçlarını oya dönüştürmek hem de koalisyon ortağı M.S.P. ile düştüğü anlaşmazlık sebebiyle istifa edince 1973’te A.P.-M.S.P.-M.H.P. ve C.G.P.’den oluşan I. Milliyetçi Cephe Hükümeti kuruldu(Öztekin, 2001).
5 Haziran 1977 tarihinde yapılan seçimler sonunda C.H.P., oyların %41’ini alarak 213 milletvekili, A.P. %36.9 oy alarak 189 milletvekili çıkardı. Bunun dışında M.S.P. 24, M.H.P. 16, C.G.P. 3. D.P. 1 ve bağımsızlar 4 milletvekilliği kazandı(Ertuğrul, 2008).
1977 seçimlerinden sonra AP-MSP-MHP’den oluşan II. Milliyetçi Cephe Hükümeti kuruldu.1978’de CHP ve bağımsızlardan oluşan Hükümet, Ecevit’in Başbakanlığında kuruldu.1979 ara seçimlerinin sonunda Demirel, AP ve bağımsızlardan oluşan azınlık hükümetini kurdu(Öztekin, 2001).
24 Ocak 1980 Ekonomik İstikrar Kararları, Türkiye ekonomisi için bir dönüm noktasıdır. Çünkü bu kararlar ile T.C., tarım, ticaret ve sanayide milli hedefleri bıraktı. Ayrıca TL’nin değer kaybetmesi, ithalatın serbestleştirilmesi, KİT.lerin özelleştirileceği ve tarıma desteğin kaldırılacağı açıklanıyordu. Programın etkisi kısa sürede kendisini göstermiş, 1980 başında 47 lira olan 1 ABD doları yıl sonunda 90 liraya çıkmıştır(Aydoğan, 2006). Bu kararların alınmasında daha önce 7 büyük projeyi gerçekleştiren Başbakan Demirel ile D.P.T. Müsteşarı Özal’ın rolleri vardır.
Başbakan Demirel, azınlık hükümeti ile ülkeyi idare etmeye çalışırken yine anarşik olaylar büyük boyutlara ulaştı. Üstelik Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün görev süresi 22 Mart 1980 tarihinde sona ermiş fakat mevcut partiler bir aday üzerinde anlaşarak Cumhurbaşkanını seçemediler.Bu durum 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nin gerekçelerini oluşturmuştur.
Prof. Manisalı(6.3.2006)’ya göre 24 Ocak kararlarının uygulanması sağlamak için ABD’nin isteği doğrultusunda 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi yapıldı. Darbeci generaller, 1982 Anayasasını getirerek 1961 Anayasasının sağladığı sosyal devlet, planlı kalkınma ve sanayileşmeyi rafa kaldırdılar.
1980 Sonrası Liberalleşme ve Türkiye’nin Batı Güdümüne Girme Dönemi
12 Eylül 1980’de M.G.K. yönetime el koydu. Bunu hem ABD ve İngiltere hem de AB tasvip etmiştir. Nitekim CİA İstasyon Şefi Paul Henze, “Bizim oğlanlar bu işi başardı” demiştir. M.G.K.’nun yönetime el koymasıyla bütün partiler kapatıldı ve yöneticileri tutuklanarak Zincirbozan’da ikamete mecbur edildiler. Dernekler kapatılarak başkanları tutuklandılar. Türkiye’de bütün özgürlükler askıya alındı.Yaklaşık 100 bin kişi gözaltına alınıp işkenceden geçirildi. 171 genç işkence sonucu öldürüldü(Soydan, Erboz, 2007).
Darbe, Batı tarafından desteklendiği için A.B. bu süre içinde Türkiye’ye karşı hiçbir yaptırımda bulunmadı(Aydoğan, 2006). 1982 yılında yeni anayasa yapılarak 1961 Anayasası yürürlükten kaldırıldı. Bu anayasada darbecilere yaptıklarından dolayı dava açılamayacağı ifadesi de yer aldı.
6 Kasım 1983’te yapılan seçimler sonunda ANAP’si oyların % 45.15’ini alarak 211, Halkçı Parti ise oyların %30.46’ını alarak 117 milletvekili çıkardılar. Turgut Sunalp’ın Milliyetçi Demokrat Partisi ise oyların %23.27’ini alarak 71 milletvekilliği kazandı(Ezherli,1992).
Askeri yönetim döneminde Başbakan Yardımcısı olan Turgut Özal, 1983 seçimlerini ANAP’ın kazanması üzerine genel başkan sıfatıyla Başbakanlığa atandı.
Halkçı Parti Kongresinde Necdet Calp Genel Başkanlığı, Aydın Güven Gürkan’a, MDP’de ise Turgut Sunalp Genel Başkanlığı, Ülkü Söylemezoğlu’na bıraktı. 1983 Kasımında H.P. ile SODEP birleşerek S.H.P. adını aldı. Genel Başkan Aydın Güven Gürkan görevden ayrıldı ve yerine Erdal İnönü geldi. Kasım 1985’te Rahşan Ecevit tarafından Demokratik Sol Parti kuruldu(Ertuğrul, 2008).
1985’te İstanbul’da Menkul Kıymetler Borsası kuruldu ve 1990’larda Özel TV. Kanalları açıldı. Dış güçler, 2000 ve 2001 yıllarında borsada kriz yaratarak Türk ekonomisini çökerttikleri gibi özel T.V.lerle Türk milletine karşı 24 saat psikolojik savaş yapmaktadırlar. Nitekim yakın geçmişte Yunanlı bir bakan, Türk Silahlı Kuvvetlerine ve Genel Kurmay Başkanına hakarete varan sözler sarfetmiş buna Türkiye’de özel bir kanal uzun uzun yer vermiştir. Böyle bir şeyin Yunanistan’da ve hatta gerçek anlamda devlet sayılan hiçbir ülkede olması mümkün değildir. Nitekim Rusya-Gürcistan çatışmasında Rus medyasının tamamı Rusya’yı desteklemiştir.
Halbuki çok uluslu şirketler, özel TV kanalları ve İstanbul Menkul Kıymetler Borsasını kullanarak Türkiye’de kargaşa yaratabilir ve isterlerse hükümetleri bile düşürebilirler. Ayrıca borsa yoluyla gelen sıcak para, dünyanın başka ülkelerinde 30-40 yılda kazanacağı parayı Türkiye’de bir yılda kazanabilmektedir. Bu depedüz Türkiye’nin soyulması değil midir?
14 Nisan 1987’de AET tam üyelik için Özal başvurdu, AET üyelik başvurusunu reddetti ve Türkiye’nin tam üyelik konusunu birliğin gündeminden çıkardı. Buna karşılık Başbakan Turgut Özal, “Türkiye Avrupa Birliğine alınmasa da Gümrük Birliğine gireceğiz” dedi(Aydoğan, 2006). Nitekim A.B. ile Gümrük Birliği Anlaşması 1995 yılında imzalandı.
Atatürk’le başlayan Türkiye’nin sanayileşmesi, özelleştirme iddiasıyla iktidara gelen Demokrat Parti ve Adalet Partisi hükümetleri dönemlerinde de sürdürülmüştür. Özal döneminde ise ekonomi dışarıya açılmış, sanayi ürünlerinin ihracatımız içindeki payı % 70’lere kadar çıkmıştır. Fakat bu dönemde sadece alt yapı yatırımları ile iletişim alanında gelişmeler kaydedilmiş buna karşılık ciddi sanayi yatırımları yapılmadığı gibi var olan kamu ekonomi kuruluşları da özelleştirilmeye başlanmıştır.
Prof. Taner Timur(2004)’a göre Özal, bir reformcu olarak görünmesine rağmen hem kapitalist sistemi hem de Türk İktisat Tarihini doğru dürüst inceleyememesi, mühendis mantığı ve yüzeysel okumaları, Türkiye gibi çok karmaşık bir yapı ve tarihe sahip bir ülkedeki köklü değişiklikler için yetersizdi. Nitekim iktidarının ilk yıllarında faiz serbestisi banker faciasıyla; dış ticaret liberasyonu ise hayali ihracat soygunu ile sonuçlandı.
Özal’ın bir diğer özelliği M.S.P.den İzmir Senatör adayı olması ve liberal Batı mandacısı II. Cumhuriyetçilere büyük destek sağlamasıdır(Kışlalı, 1994). Nitekim liberal Prof. Mustafa Erdoğan(2001), Özal’ın, “düşünce ve girişim özgürlükleri ile din ve vicdan özgürlüklerini ısrarla vurguladığı”nı yazar. Oysa Özal, 12 Eylül Yönetiminin siyasi yasaklı yaptığı Demirel’in affını mecliste kabul ettirmeyerek referanduma götürmüş ve “ben onu toprağa gömdüm” diyebilmiştir. Kendisini müsteşar yapan Demirel’e karşı olan vefasızlığını bir yana bıraksak bile Demirel’in yasağının devamını istemesi, demokratik anlayışla nasıl bağdaşmaktadır? Nitekim başta Süleyman Demirel olmak üzere diğer siyasilerin affı, Eylül 1987 tarihinde yapılan referandumda % 65 hayır oyu çıkmasıyla gerçekleşebilmiştir(Timur,2004). Y.S.K.referandum kararını 12 Eylül 1987 tarihinde resmi gazetede yayımladı. Böylece Demirel D.Y.P., Ecevit, D.S.P.’nin başına geçti(Ertuğrul,2008).
Referandum sonunda Özal baskın seçim kararı aldı. Bu arada milletvekili sayısını 400’den 450’ye çakardı. Seçim yasasını kendi çıkarlarına göre düzenledi ve ön seçimi yasakladı. Anayasa mahkemesi ön seçim yasasını iptal edince seçim, 29 Kasım 1987 tarihinde yapıldı. Seçimler sonunda ANAP oyların %36.29’unu alarak 292 milletvekili, S.H.P. oyların %24.76’sını alarak 99 milletvekili, D.Y.P.ise oyların %19.16’sını alarak 59 milletvekili çıkardı(Ezherli,1992).
9 Ağustos 1989’da Türk parasının kıymetini koruma kanununda bir değişiklik yapılarak Türk lirası tamamen konvertıbl hale getirildi(Timur, 2004). Bu kararla Türk parasının yerini dolar almış ve sonuçta bu, Türk ekonomisinin çöküşündeki etkenlerden birisi olmuştur.
12 Eylül darbesinden sonra çıkarılan Partiler Kanunu, liderlere büyük yetkiler vererek milletvekili adaylarının tespitini onlara bırakmıştır. Bu kanunun ilk uygulamasını Özal yaparak 1983 seçimlerinde partisinin adaylarını kendisi ve çevresindeki birkaç kişi ile birlikte belirlemiştir.Bu şekilde Türkiye’de halka dayalı demokrasi gitmiş yerine liderler demokrasisi dönemi başlamıştır. Böylece Türkiye’yi yönlendirmek isteyen Batı için parti liderlerini kontrol edebildiği takdirde bütün sorunlar çözülmüş oluyor.
12 Eylül yönetiminin yarattığı korku ve dehşet ile depolitizasyon ortamında Özal, her türlü idealizmi yok ederek yerine yerleştirdiği çıkarcı ve köşe dönmeci zihniyet, hayali ihracat ve yolsuzluk yapılmasına zemin hazırlamıştır. Bunun daha sonraki yıllarda Türkiye’nin ahlaksal, siyasal ve ekonomik yönlerden çökmesinde büyük rolü olsa gerektir.
Özal’ın üç beş eşkıya diyerek küçümsediği PKK terörü ile mücadele siyasetinin sonuçlarını Emekli Albay Erdal Sarızeybek(2008), şöyle özetlemiştir: “ Güçlü bir P.K.K. terör örgütü, otonom bir Barzani, terör baskısı ile sinmiş ve etnik temelde ayrışmaya zorlanan bir toplum, uluslar arası bir Kürt sorunu, 100 milyon dolarlık bir kayıp ve yüzlerce şehit.
Bu arada Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in görev süresinin dolması sebebiyle Başbakan Turgut Özal, 31 Ekim 1989’da T.B.M.M.de üçüncü tur seçimde Türkiye’nin 8. Cumhurbaşkanı seçildi(Ertuğrul, 2008). Özal’ın Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra ANAP Genel Başkanlığı’na seçilen Yıldım Akbulut Başbakan oldu.
20 Ekim 1991 tarihinde yapılan seçimler sonunda oyların %27.3’ünü alan D.Y.P. 178 milletvekili, ANAP %24.01 oyla 115 milletvekili, S.H.P. %20.75 oy ile 88 milletvekili, D.S.P %10.25 oy alarak 7 milletvekili çıkardılar(Ezherli,1992).Seçimlere R.P. ile giren M.Ç.P. ve I.D.P. birlikteliği 62 milletvekili çıkardı. Bunun 19’u M.Ç.P.’ye, 2’si I.D.P.’ye geçti. S.H.P. milletvekillerinden 18’i H.E.P.’e geçti. Leyla Zana’nın Kürtçe yemin etmek istemesi mecliste gerginlik yarattı(Ertuğrul,2008).
Seçimler sonunda Süleyman Demirel’in Başkanlığında D.Y.P. S.H.P. Koalisyon Hükümeti kuruldu. 17 Nisan 1993 yılında Cumhurbaşkanı Özal’ın ölümü, yönetim kadrosunda önemli değişikliklere sebep oldu. 16 Mayıs 1993’te Demirel’in Cumhurbaşkanı seçilmesi üzerine D.Y.P. Genel Başkanlığı’na gelen Tansu Çiller başbakan oldu. Kabine’de Başbakan yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olan Erdal İnönü’nün görevinden ayrılması üzerine Genel Başkanlık ve Dışişleri Bakanlığına Murat Karayalçın geldi(Ertuğrul,2008).
D.Y.P.-S.H.P. döneminde 6 Mart 1995’de Türkiye-AB arasında Gümrük Birliği Anlaşması imzalandı.Prof. Manisalı(10.8.2007)’ya göre, “bu bir sivil darbedir.” Çünkü T.C., Gümrük Birliği ile 10 yıl içinde yaklaşık 100 milyar dolar dış ticaret açığı vermiştir.”
Ayrıca A.B., Türkiye’den Kıbrıs’ın Rumlara verilmesi, Doğu’da bir Kürt devleti’nin kurulması, boğazlar ile Dicle ve Fırat sularının uluslar arası bir kurul tarafından yönetilmesi gibi Sevr Anlaşması’nı çağrıştıran taleplerde bulunabilmektedir. Buna rağmen AB’den proje veya Soros’tan maaş alan bazı sözde aydınlar, medyada sürekli olarak A.B.’nin Türkiye için gerekli ve vazgeçilmez olduğunu söylemektedirler.
3 Temmuz 1992’de 12 Eylül yönetiminin kapattığı partiler yeniden açıldı. C.H.P.’in Genel başkanlığı’na Deniz Baykal seçildi. Uzun görüşmeler ve pazarlıklardan sonra T.B.M.M.’deki sol partilerden S.H.P. C.H.P.’ye katıldı ve Hikmet Çetin Genel Başkan oldu. 9 Eylül 1995’te C.H.P. kurultayında Deniz Baykal, Genel Başkan oldu ve hükümetten çekildi. Baykal erken genel seçim koşulu ile Çiller ile koalisyon kurmayı kabul etti(Ertuğrul,2008).
1995 seçimleri sonunda oyların % 21.4’ünü alan R.P.158 milletvekili, ANAP % 19.65 oyla 132 milletvekili, D.Y.P. ise % 19.18 ile 135 milletvekili, % 14.6 oyla D.S.P. 76 milletvekili, C.H.P. ise % 10.7 ile 49 milletvekili çıkardılar(Ertuğrul, 2008).
Seçimden sonra gerçekleşen kısa süreli ANAP-DYP Koalisyonundan ardından RP-DYP koalisyon Hükümeti kuruldu. Bu hükümet, denk bütçe yapma, havuz sistemini getirme ve I.M.F.’den borç almama gibi Batı emperyalizmini kızdıracak işler yaptı. Bu arada RP’li üyelerin tarikatlarla giriştiği ilişkiler, 28 Şubat 1997 tarihinde M.G.K.’da ele alındı(Türköne,2003). Bunun üzerine Başbakan Erbakan, görevin ortağı Çilleri verilmesi için istifa etti. Fakat Cumhurbaşkanı Demirel, görevi Çiller yerine ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’a verdi ve ANAP, D.S.P. ve D.Y.P.den ayrılan D.T.P. tarafından bir koalisyon hükümeti kuruldu ve bu hükümeti C.H.P. dışarıdan destekledi(Ertuğrul, 2008). Prof. Manisalı(24.9.2007), dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan’ın ABD’nin emrine uymadığı için radikal İslamcı sayılıp 28 Şubat süreci ile tasfiye edildiğini yazar.
Bill Clinton, Mayıs 1997’de Yeni Bir Yüzyıl İçin Ulusal Güvenlik Stratejisini imzaladı. Belgede bölgemiz ve Türkiye için şu ifadeler yer aldı: “ Kendi petrol kaynaklarımız tükeneceğinden Türk cumhuriyetleri, Kafkaslar, İran, Kuzey Irak, Doğu ve Güneydoğu Anadolu kaynaklarına ulaşmak A.B.D.’nin yaşamsal çıkarlarından birisidir.” Bunun üzerine Türk Genel Kurmayı, 1997’de Milli Askeri Strateji Konsepti (MASK)ni değiştirdi. Bu konsepte, bölgenin bağımsızlığı, T.S.K.nin modernize edilerek bağımlı olduğu noktaların saptanması ve iyileştirilmesi kararlaştırıldı. Kararların Brüksel ve Washington yerine Ankara’dan alınması A.B.D.yi çok rahatsız etti(Bulut, 2008).
Gerek Refah-Yol Hükümeti’nin düşürülerek bundan sonraki iktidarlar döneminde ekonominin dış dinamiklerle çökertilmesi ve bankaların içlerinin boşaltılması gerekse günümüzde Türk Ordusu’nun Batı’nın hedefi haline gelmesinde bunun rolü olsa gerektir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, 21 Mayıs 1997’de Refah Partisi’nin laiklik ilkesine aykırı eylemlerin odağı haline geldiği gerekçesiyle kapatılması için Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu ve mahkeme bu partiyi 17 Ocak 1998 tarihinde kapattı.Baykal seçimden önce hükümetin istifa etmesini şart koştu. 11 Ocak 1999’da Ecevit D.S.P. azınlık hükümetini kurdu(Ertuğrul, 2008).
18 Nisan 1999 seçimleri sonunda D.S.P. % 22.17 oyla 136. M.H.P. % 17.98 oyla 129, F.P. % 15.4 oyla 111, ANAP % 13.22 oyla 86, D.Y.P. 12.03 oyla 85 milletvekilliği kazandılar. T.B.M.M.’ne 3 bağımsız üye seçildi(Ertuğrul, 2008).
1999 seçimlerinden sonra RP’den milletvekili seçilen Merve Kavakçı, meclise başörtüsü ile girmeye kalkıştı, buna izin verilmediği gibi A.B.D. vatandaşı olduğu için milletvekilliği görevi sona erdirildi. Bu olay, RP’nin yenilikçi ve gelenekçi olarak ikiye bölünmesine daha sonra yenilikçilerin A.K.P.’yi kurmasına yol açtı.
1999 seçimleri sonucunda DSP-MHP ve ANAP’tan oluşan bir iktidar kuruldu. Bu iktidar, Şeker Kanunu, Tütün Kanunu ve Tahkim Kanunu gibi Türk halkının aleyhine fakat küresel sermayenin çıkarına uygun olan çok sayıda yasa çıkarmasına rağmen ABD’nin ırak’a müdahalesine karşı çıktığı için 2000 ve 2001 yıllarında iki ekonomik kriz çıkartılmak suretiyle yıpratıldı. Sonuçta 2002’de yapılan seçimlerde medya, krizin suçunu bunlara yüklediği için bu partiler, meclis dışında kaldılar.
Bu krizin sebebi olarak M.G.K.’da Cumhurbaşkanı Sezer ile Başbakan Ecevit’in tartışmaları gösterildi ise de gerçek sebep hükümeti düşürmekti. Krizden sonra Kemal Derviş ABD’den getirilerek Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı yapıldı. Derviş, Türkiye’nin IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşlarla ilişkilerini devam ettirmesi gerektiğini, ülkenin en büyük sorununun ise sürdürülebilir borç olduğunu söylüyordu. Oysa Rusya, Malezya, Endonezya ve pek çok Güney Amerika ülkesi bu kuruluşlarla ilişkilerini kopardıkları ve borçlanmayı bıraktıkları için ekonomilerini düzeltmişlerdir.
Bu arada mevcut hükümetin düşürülmesi için dışarıdan bir manipülasyon yapıldı.Şöyle ki, 2002 yılında Kemal Derviş Başbakan’ın haberi olmadan yurtdışına çıktı ve dönüşünde İsmail Cem’in başını çektiği bir ekip D.S.P.’den istifa ederek yeni bir parti kurmaya karar verdiler.Fakat bu gerçekleşmedi. Bunun üzerine MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli Ekim ayında erken genel seçimlerin yapılması gerektiğini söyledi ve kısa süre sonra meclis erken seçim kararı aldı.
Milli Görüş bundan sonra Fazilet Partisi’ni kurdu ve milletvekilleri bu partiye geçti. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, 7 Mayıs 1999’da kapatılan bir partinin devamı olduğu gerekçesiyle kapatma davası açtı. Bu arada parti yenilikçi ve gelenekçi olarak ikiye ayrıldı. Yenilikçilerin lideri Abdullah Gül, Genel Başkan Recai Kutan’a karşı aday olduysa da seçimi kaybetti. 22 Haziran 2001 tarihinde laik cumhuriyet ilkesine aykırı eylemleri sebebiyle F.P. kapatıldı.21 Temmuz 2001’de Saadet Partisi kuruldu(Ertuğrul, 2008).Gelenekçiler bu partide kalırken yenilikçiler A.K.P.yi kurdular ve Genel Başkan Recep Tayyip Erdoğan oldu.
3 Kasım 2002 tarihinde yapılan seçimlerde oyların %34.2’sini alan A.K.P. 363 milletvekili kazanarak tek başına iktidara geldi. C.H.P. ise oyların % 19.4’ünü alarak 177 milletvekili çıkardı. A.K.P. Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, siyasi yasaklı olduğu için Başbakanlık Cumhurbaşkanı tarafından Abdullah Gül’e verildi. Fakat C.H.P.’nin destek olduğu bir anayasa değişikliğinin mecliste kabul edilmesi ile siyasi yasağı kalkan Recep Tayyip Erdoğan, Siirt’teki seçimlerin iptal edilmesi üzerine bu ilden milletvekili seçilerek Başbakan oldu. Bu seçim sonucunda meclisteki sandalye dağılımı şöyle oldu: A.K.P. 365, C.H.P. 177, Bağımsızlar 8(Ertuğrul, 2008).
A.K.P. iktidarı, 12 Eylül’den sonra gelen bütün iktidarlar gibi A.B.’nin dayattığı yasaların çoğunu çıkardı, I.M.F. ve Dünya Bankası’nın istediği özelleştirmelerin nerede ise tamamını gerçekleştirdi. Aslında yapılanlar özelleştirme adı altında K.İ.T.lerin yabancılara satılması idi. Oysa A.B.D. ve A.B. ülkeleri bankacılık, demirçelik, ulaşım ve iletişim sektörü, bilişim ve savunma-güvenlik alt yapısı gibi stratejik kuruluşlarda ulusal kontrolü elde tutuyorlar(Tarakçı,2.8.2007). K.İ.T. satışlarının dışında yerli bir çok özel sektör kuruluşu da yabancıların eline geçti(Aydoğan,2006).
Böylece Türk sanayi ve ticareti hızla el değiştirmekte ve Türkler, ülkenin stratejik karar noktalarındaki konumlarını hızla kaybetmektedirler. Artık Türklere bu kuruluşlarda yönetici, mühendis ve teknisyen olarak çalışmak yerine sekreterlik, hizmetlilik ve gece bekçiliği gibi işler düşmektedir.
Ayrıca Türkiye’de 178 milyon 702 metre kare alanı kapsayan 56 bin 953 taşınmaz, başta Batı ülkeleri ve İsrail vatandaşları olmak üzere 61 bin 803 kişiye satılmıştır. Sonuçta Türkiye 2 Vatikan büyüklüğünde toprak kaybına uğramıştır(Filizfidanoğlu, 11.9.2006). Böylece tarih tekerrür etmiş ve T.C., Osmanlı Devleti’nin çöküşünün en büyük sebeplerinden birisi olan toprak satışlarına geri dönmüştür.
2002 yılında iç ve dış borç toplamı 218 milyar dolar iken 2007 yılında 436 milyar dolara ulaşmıştır(Coşkun, 11.1.2008). Böylece AKP Hükümeti, T.C.’ni yaklaşık 80 yıllık toplam borcu kadar borçlandırmıştır.
Yine 2003 yılında ihracat 47.253 milyar dolar, ithalat 69.340 milyar dolar olup açık 22.087 milyar dolar iken 2007 yılında ihracat 107.153 milyar dolar, ithalat 169.985 milyar dolar olup açık 62.832 milyar dolardır(Akgüç,29.2.2008:12).Böylece 2003’ten bu yana dış ticaret açığı tam 3/2 artmıştır.
Atatürk, azami tasarruf milli prensibimiz olmalıdır(Aysan,2000), demesine rağmen Atatürk’ten sonra uygulanan, gelirden fazla harcamaya dayanan savurgan politikalar ve bunun için yapılan borçlanmalar, ülke ekonomisinin çökmesinde büyük etken olmuştur.
Türkiye’de 1980’lerden sonra uygulanan faiz, döviz, borsa gibi üretimden uzak kumarhane ekonomisinin ülkeyi getirdiği durum şöyle özetlenebilir: Türkiye dış ticaret açığında(ABD, İngiltere, İspanya) dördüncü sırada, faiz oranlarında 42 ülke arasında 1. sırada, enflasyonda(Arjantin, Mısır ve Venezüella) dünya dördüncüsü, İşsizlikte %19’la dünya birincisi, büyümede zengin sanayi ülkelerine göre yüksek görünüyorsa da yükselen pazar ekonomilerine göre Çin, Hindistan, Arjantin, Venezüella, Rusya’nın ardından % 5’le 6. sırada yer alıyor(Temizel, 18.5. 2007).
Nitekim Türkiye’nin bugünkü durumunu daha 1931 yılında İktisat Vekili Mustafa Şeref Bey, şöyle anlatmıştı:“…Bir ülkede üretim ve teknoloji geri ise ve ekonomik denge, uluslar arası piyasaya bırakılırsa o ülke yıkılabilir.Açık önce menkul kıymetlerle kapatılmaya çalışılır. Başarılamazsa sonuç bankaların, demiryollarının, ticari kuruluşların ve hatta arazilerinin yabancılara satılmasına kadar varabilir”Usiad, 26.11.2007).
A.K.P., dış politikada Milli Şef İnönü ve DP iktidarından miras olarak aldığı Batı’cı geleneği sürdürmüştür. Şöyle ki, Andican olayları sebebiyle terörün kışkırtılmasında etkili olan dış kaynaklı sivil toplum kuruluşlarını(sorosçular)ülkesinden çıkardığından Kasım 2006’da Batılı bazı ülkelerce Özbekistan için B.M.’e bir “Kınama Tasarısı” getirildi. Karar, 69 evete karşılık 74 oyla reddedildi. Oylamada Azerbaycan, Kırgızistan, Kazakistan ve Türkmenistan Özbekistan’ı desteklerken Türkiye, ne yazık ki kınama yönünde oy kullanarak Batı’nın yanında yer aldı(Külebi, 4.12.2006).
22 Temmuz 2007 tarihinde yapılan genel seçimlerde A.K.P. oyların % 46.6’ını alarak 341 milletvekili, C.H.P. ve D.S.P. birlikte seçime girerek oyların % 20.9’unu alarak 112 milletvekili çıkardı. Bunların 13’nün D.S.P.ye geçmesi sonucu C.H.P.’de 99 milletvekili kaldı. M.H.P. ise oyların % 14.3’ünü alarak 70 milletvekili çıkardı. Bu seçimde 26 bağımsız milletvekili de seçildi(Ertuğrul, 2008).
Bağımsızların büyük bir kısmı D.T.P’ye katılıp adeta P.K.K.’nın temsilcisi gibi davranarak meclis içinde ve dışında bölücülük faaliyetlerini pervasızca sürdürmektedirler. Batı emperyalizmi, bunlara sonsuz destek verirken T.C. yetkilileri, olanları neredeyse hiçbir tepki vermeden ve gereğini yapmadan seyretmektedirler. Bunun örneği, Türkiye’den başka hangi ülkede görülmektedir?
SONUÇ
Kurtuluş Savaşı kazanıldığında Anadolu’nun tarım ve hayvancılığı ile sanayisi yok edilmiş, ülke baştan başa yakılmış ve yıkılmıştı. Fakat başlangıçta toplu iğne bile yapamayan bu millet, kısa zamanda Atatürk’ün önderliğinde uçak, gemi gibi modern savaş araçları üretmiş, motor ve silah fabrikalarını kurmuştur. Ayrıca Atatürk, 1933-1938 yılları arasında ülkeyi ekonomik olarak ayakta tutacak bir çok K.İ.T.’i açmış ve Türkiye Cumhuriyeti, tarihinde ilk defa yaklaşık % 9 kalkınma hızını yakalamıştır. Ayrıca denk bütçe yapılmış, Osmanlı’dan kalan borçlar ödendiği gibi yeni dış borç alınmamıştır.
Atatürk döneminde kurulan iki muhalefet partisi ile birlikte Atatürk’ten sonra gelen hemen bütün iktidarlar,serbest piyasa ekonomisi taraftarı idi.Bu sebeple Türkiye,1945’ten sonra her geçen gün Batı’ya daha da bağımlı hale gelmiştir.
Başta Atatürk olmak üzere Menderes ve Demirel KİT.leri açmaya devam ederek ülkenin sanayileşmesine katkıda bulunmuşlardır. Fakat 24 Ocak 1980 Ekonomik İstikrar Kararları ile başlayan süreç, Türk ekonomisinin çöküşünü gerçekleştirmiştir. Şöyle ki, başta Özal olmak üzere 12 Eylül’den sonra gelen bütün iktidarlar, yeni sanayi kuruluşları açmak şöyle dursun var olanları da özelleştirme adı altında yabancılara yok pahasına satmışlardır. Ayrıca ülkenin sadece sanayisi çökertilmekle kalınmadı aynı zamanda tarımı ve hayvancılığı da bitirildi. Sonuçta Türkiye, ekonomik bağımsızlığını yitirdi. Böylece Batı, Türkiye’de daha önce silahla yapamadıklarını bugün demokrasi yoluyla gerçekleştirmiş oluyordu.
İnönü’nün milli şef yönetimi, Menderes Hükümeti ve 27 Mayıs yöneticileri Türk ordusundaki subayları zorla emekliye sevketmişlerdir. Bu oldukça düşündürücüdür. T.C.’ni tasfiye amacını taşıyan Batı kaynaklı bu projenin, bugün de bütün şiddetiyle sürdüğünü Batı’lı yöneticilerin, Türk ordusunu açık hedef haline getirmelerinden anlıyoruz. Çünkü onlara göre, Türkiye’nin gelişmesinin önündeki iki engelden birisi Atatürkçülük diğeri ise Türk ordusudur.
Oysa bir ülkeyi yıkmak isterseniz önce onun kuruluş felsefesini yok etmeniz ve daha sonra da ülkeyi savunan silahlı gücü dağıtmanız gerekmektedir. Nitekim emperyalizmin, hem İstanbul’un hem de Bağdat’ın işgalinde yaptığı ilk iş, orduları terhis etmek olmuştur
http://www.haberdokuz.com/prof.-dr.-ibrahim-arslanoglu/turkiyede-demokrasinin-tarihsel-gelisimi.html
oku bakalım ne zamanlarda tek partili varmış ve ne olmuş... :goz::goz::goz:
ayrıca göster bakalım atatürkçülük altına sığınıpta onun gölgesinde olanları.. ha deniz baykal diyeceksin o zaten atatürkçü değil :goz::goz::goz::goz:
[