Hayat bu işte; basit, küçük bir hadise...

fanatikfb

New member
Rahmetli Vehbi Koç ile yapılan bir televizyon
röportajıydı.


Yıllar önce...

"Param var, malım var, şanım ver, mevkim var; ama gel
gör ki, iki

kaşık bulgur ,bulgur pilavı yiyemiyorum" demişti
üzüntüyle..

Domatesli bulgur pilavının yanında turşu ve soğan
çok uzun zaman

önce yasak edilmişti ünlü işadamına.

"Çok şükür bugünleri de gördüm ama..."diye
konuşmasını sürdüren

ünlü sanayici "dünyanın en kudretli adamı da olsan
fark etmiyor..."diye

eklemişti. Bir soğan, bir bulgur bazen nelere bedel
oluyor...


Emel Sayın'ın hayatının anlatıldığı bir
programdı. Çok genç yaşta

başlayan yolculuğunda gücü, başarısı ve
ışıltısından sonra bugün

geldiği nokta konuşuluyordu. Pek çok kadının
yerinde olmak

istediği güzel,başarılı ve ünlü sanatçı
"Bir tek şeye sızlıyor içim...

Keşke bir çocuğum olsaydı"derken gözleri dolu
doluydu.

"Bana hep daha

çok gençsin, önce işin,önce sanatın, daha
şöhretin başındasın dediler

ama keşke kimseyi dinlemeseydim.Keşke kimseyi
dinlemeseydim..."



Gani Müjde ile söyleşi yaptığım bir
programdaydık.

"Çok küçüktüm

ve babam kendi koşulları içinde beni şımartmaya
uğraşıyordu"diye

başladı anlatmaya.


"Bir bayram arifesiydi. Galiba kendi takım elbisesini
verip bana

bir elbise yaptırmış. Çok mutluydu o bayram; bana
bir şey

giydirebildiği için. Ama ben elbiseden hiç
hoşlanmamıştım. Ağlamaya başladım, ben bu

çirkin şeyi giymem diye. Babamın bana bakışını
hiç unutamam.

Galiba en fazla altı yedi yaşındaydım. Birden hiç
beklemediğim bir şey oldu ve babam bana

hayatımdaki ilk ve son kez çok şiddetli tokadını
attı.

Çok gücenmişti bana. Aradan yıllar geçti.

Şimdi İstanbul'un güzel manzaralı evlerinden birinde
oturabiliyor ve istediğimi alabiliyorum.

Baba öldükten sonra bir gün, babamın o bakışı
geldi aklıma. Keşke geri dönüp o sayfayı

silebilsem, öyle isterdim ki...Babamı mutlu
edebilseydim."


Üzerinden çok zaman geçti ama yine de tereddüt ettim
şimdi yazıp

yazmamakta... Bir cesaret yazıyorum;


Yeşim Salkım- Uzan idi o zamanki soyadı-Levent'te
yeşil bir

villada, görkemli mobilyaların içinde görkemli
duvarların arasında ve

görkemli bir masanın ardında oturuyordu. Yapmak
istediklerini

anlatırken, çok çok uzun siyah saçları

kollarını,belini,boynunu

örtüyordu ve gözlerinde adını tam da
koyamadığım bir siyah şey vardı.

Keder? Yalnızlık? Öfke? Yorgunluk? Her şey, herşey
elinin altındaydı ama mutsuzdu besbelli...

Sonra zaman geçti.Soyadlarından birini sildi.

Saçlarını kestirdi. Geçenlerde bir akşam
gördüm onu.

O beni görmedi. Yan yanaydık oysa. Geçip gittik
birbirimize değmeden.

Kısacık saçları,gecenin karanlığına rağmen
ışıldayan gözleri vardı. Sevdiği

adamın,kocasının elinden tutmuş, deniz kenarına
doğru yürüyordu. Yanından geçip
kendi yoluma devam ederken düşündüm de...


Hayat bu kadar basit bir şeydi işte.
Yaptıklarımız, yapmak istediklerimiz,
özlediklerimiz, pişman
olduklarımız, onardıklarımız,
onaramadıklarımız...
Hepsi basit,
minicik şeylerdi ama ulaşamadıkça,
çözemedikçe,yenemedikçe bize
kocaman geliyordu. Kitlelerin sevgisi, para,ün,güç...
Hiçbiri, hiçbiri bedel olamıyordu,özlemini
çektiğimiz o şey her ne idiyse...
Bir çocuk,
Sevildiğini bilmek,
Bir vicdan rahatlığı,
Bir tabak pilav,
Bir sağlıklı nefes...
Hayat bu işte; basit, küçük bir hadise...



Can Dündar
 

HTML

Üst