imgesel
New member
- Katılım
- 3 Kas 2007
- Mesajlar
- 2,396
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Gül O Gün En Siyah Elbisesini Giymişti
Gül O Gün En Siyah Elbisesini Giymişti...
“Kartal , güle aşık olmuş; buna gül ne der , bülbül ne der ?”
Kaf dağının arkasındaki Anka kuşu sevgilisi deniz kızından duymuştu peri kızının günlerce ağladığını. O ki güzelliğiyle nam salmış, yedi cihanı birbirine katmış peri kızı iki gözü iki çeşme günlerce aylarca ağlıyormuş. Sordu Anka kuşu derdini peri kızına… Peri kızı neden dedi, neden? Gül benden daha güzel… Evet gül güzeldi hem de çok güzeldi. Bütün güzelleri kıskandıracak kadar güzeldi. Bütün aşıkların diline dolanacak kadar güzeldi. Bütün sevgilerinin adını alacak kadar güzeldi. Gülün bir bakışı fermandı. Gülün şebnem şebnem ağlaması bile güzeldi. Gül kızıllığını aldığı güneşi kıskandıracak kadar güzeldi. Güzelliğiyle yedi cihana nam salmış peri kızını ağlatacak kadar güzeldi. Gül o gün bir başka güzeldi.
Gül o gün en kırmızı elbisesini giymişti…
Bu kadar güzel olup ta kimsenin kalbini çalmamış olmak mümkün müydü? Nice aşıkları kapısına köle etmiş, bir bakış için kapısında aylarca bekletmiş. O aşıklar ki gülün dikenlerine rağmen bir gün kapısından öte gitmemiş, gülün sevgisinden bir gün vazgeçmemişler. Günlerce aylarca güle nameler okumuşlar , gülü görmeseler de hayaliyle mutlu olmuşlar. Gülün hayali bile sevdiklerini kapıda tutmaya yetmiş. Çok sevdiği varmış gülün çok. Nice sultanlar, nice yiğitler, nice cengaverler gülün aşkından eriyip gitmiş. Ama gül nazlı, gül de biliyor güzelliğini. Hiçbir aşığına yüz vermiyor. Önüne dökülen altınlara, yakutlara, zümrütlere dönüp bakmıyormuş bile. Bu güne kadar çok aşık olan olmuş güle ama hiç biri çelememiş gülün gönlünü. En sadık aşığı bülbül bile azıcık güldürememiş gülün yüzünü. O bülbül ki en güzel nağmelerini güle okumak için günlerce yememiş içmemiş. Sevdiğine biraz yakın olabilmek için gülün dikenini alıp yüreğine saplayıp bütün kanını dökmekten bir an çekinmemiş. Gül izin verse uğuruna ölecekmiş. Bülbülün bu sevgisini gören diğer aşıklar hep geri çekilmişler biz senin kadar sevemeyiz diye. Bütün dünya anlamışta bülbülün sevgisini bir gül anlamamış bir de kartal. Gökyüzünün korkusuz yiğidi kartal da aşık olmuş güle. Gülün gönlü de kaymamış değildi. Kartal güle aşık olmuştu, gül de sanki gönlünü kaptırır gibi olmuştu. Gül o gün çok mutluydu.
Gül o gün en pembe elbisesini giymişti…
Bülbül derdinden mecnun olup çöllere de düşse de, Ferhat olup dağları da delse de gül vermişti kararını kartal diyor başka bir şey demiyordu. Gül kaptırmıştı gönlünü kartala. Ne kadar bülbül o sana göre değil o bugün varsa yarın yok dese de gül dinlemiyor, kartalın yakışıklığından ve karizmasından o kadar etkilenmiş ki hiçbir öğüde kulak vermiyordu. Gül seviyordu, kartal da seviyordu ya da herkes öyle zannediyordu. Yedi cihana duyurmuşlardı evleneceklerini, kırk gün kırk gece düğün yapacaklarını, bir ömür boyu beraber hiç ayrılmayacaklarını. İlk önceleri herkes karşı çıkmıştı bu beraberliğe ama sonraları fikri değişti birçok kişinin. Bu çifti birbirlerine çok yakıştırır oldular. Bir tarafta güzellerin en güzeli, diğer tarafta yiğitlerin en gözü karası. En güzeli de iki sevdalı aynı taraftaydı. İkisi de seviyordu. O gün herkes çok mutluydu. İki sevdalının kavuşmasına saatler kalmıştı. Kartal bütün yakışıklığıyla gelip güzeller güzeli gülü alıp gidecekti. Herkes bu mutlu gün için toplanmıştı. Herkes gelmişti düğüne. Kaf dağının ardındaki Anka kuşu, sevgilisi deniz kızı, gülden daha güzel olmadığı için ağıtlar yakan peri kızı, yedi tane cüceciğin yanında güzeller güzeli pamuk prenses, pamuk prensesi uykusundan kaldıran beyaz atlı prens ve daha kimler kimler gelmemişti ki. Herkes gelmişti düğüne, hatta sağır sultan bile duymuş gelmişti bu mutlu güne. Sağır sultan bile gelmişti ama bir tek bülbül gelmemişti. Sevdiğinin bir başkasına gidişini görmeye gönlü el vermemişti. Gül, güzel gözlerini davetliler arasında gezdirirken bir tek bülbülü arıyordu. Gelmemişti. En son gördüğünde bir daha beni göremezsin demişti. Gitme demişti. Tamam benimde olma, benimle de kalma ama gitme. Gidersen mutsuz olursun. Gitme. Gitme. Gitme… Gitme demişti de başka bir şey dememişti. Ama gül hiçbirini dinlememiş kartalı ne kadar çok sevdiğini söylemişti. Bülbül olmamasına üzülmedi, çünkü sevdiği yanındaydı, kartal yanındaydı. Gül o gün sevdiğiyle evleniyordu…
Gül o gün en beyaz elbisesini giymişti…
Gül mutluluktan uçar olmuştu. Gülün derdi tasası yoktu. Evliliğin ilk günleri o kadar mutluydu ki anlatmaya kelimeler yetmezdi. Acaba gülden daha mutlusu var mıydı. Gülden daha güzeli de yoktu daha mutlusu da yoktu. Gülün her günü ayrı bir güzeldi. Kartal sevdiğini her gün çok şaşırtıyordu. Bütün vaktini onunla geçirmek için ne fırsatlar buluyordu. Bir an yanından ayrılmak istemiyor, gülün güzel gözlerinden bir adım öte gitmek istemiyordu. Mutlu günler fazla sürmez çabuk biter derlerdi. Gülün mutlu günleri de fazla sürmedi. O ilk günlerdeki kartalla şimdiki kartal arasında dağlar kadar fark vardı. Gülün yanından bir an ayrılmayan kartal şimdi gülün yanında biraz kalmak zor geliyordu. Sabah erkenden çıkıyor gece çok geç vakitlerde dönüyordu. Eskisi gibi gülle konuşmuyor yüzüne bile bakmak istemiyordu. Bülbül haklı çıkmıştı , kartalın hevesi geçmiş artık gülü sevmiyordu. Gül çok mutsuzdu. Mutsuzluğundan hasta olmuş yataklara düşmüş bundan kartalın haberi bile olmamıştı. Gül o gün çok mutsuz ve çok hastaydı.
Gül o gün en sarı elbisesini giymişti…
Kartal gitmişti. Nereye gittiğini neden gittiği gül bilmiyordu ama kartal gitmişti. Güzeller güzeli gülü bırakıp gitmişti. Belki şimdi nergisin belki de yaseminin ya da padişah kızı lalenin yanındaydı ama gülün yanında değildi. Gitmişti kartal gülü bırakıp. Bülbül demişti güle, o bu gün varsa yarın yoktu. Bülbül demişti ama gül dinlememişti ve kartal gitmişti. Artık diyecek bir şey yoktu. Her şey bitmişti kartal gitmişti. Gül ne yapacaktı. Bütün sevdiklerine sırtını dönüp kartala gelmişti o da bırakıp gitmişti. Nereye gitmeliydi gül. Kimin yüzüne baka bilirdi. Kim kabul ederdi gülü. Evet dedi gül , bülbüle gitmeliyim, beni en çok o sever, o bu halimle de kabul eder. Gül bülbüle gitti. Gül bülbülü sevecekti. Gül bülbüle döndü. Ama bülbül yoktu. Bülbül ölmüştü. Gül evlenip giderken düşürdüğü dikeni alıp yüreğine saplayıp sen gidersen bende giderdim diyerek gitmiş bülbül. Bülbül yoktu. Bülbül ölmüştü. Gül pişmandı. Gül suskundu. Gül durgundu. Gül yorgundu. Gülün güllüğünden eser yoktu. Gül yas daydı. Gül o gün çok üzgündü.
Gül o gün en siyah elbisesini giymişti…
Hayatımın Sınavı
Hayatımın Sınavı
Ewan 22 yaşına o sene basmıştı, kendinden emin çok zeki ve çok çekici bir genç adam olmanın asaletini taşıyordu.10 gün sonra Kore'deki bir savaşa katılmak üzere İngiltere'den ayrılacaktı, hiçbirseyden korkmuyordu ama duygusallığı nedeniyle, ülkesinden ayrılma fikri zor geliyordu ona.
Ağır adımlarla büyük kütüphaneden içeriye girdi, bir kitap alıp oturdu ve okumaya koyuldu. Gerçekten de çok güzel temalara değinmiş etkileyici bir kitaptı elindeki, ama daha da güzel olanı kitabi daha önce başkasının da okumuş ve bazı yerlere notlar almış olmasıydı. Okuyanın notlar aldığı bölümler Ewan'i da derinden etkiliyor, notları okudukça sarsiliyordu. Kim olabilirdi bu? Hemen kütüphane memuresine gitti ve daha önce kitabi okuyan kişinin kim olduğunu öğrendi. Holly adında bir kadındı, adresini aldı ve eve varır varmaz bir mektup yazdı ;"Büyük Kütüphanede bir kitap okudum. Eklediginiz notlar karsısında hayranlık duyduğumu belirtmeliyim.10 gün sonra Kore'ye gidiyorum, sizi tanımak – mektuplaşmak istiyorum. Cevabınızı sabırsızlıkla bekliyorum.
"Holly'den olumlu cevap geldi ve mektuplar ardı arkasına yazılmaya başlandı. Her yeni mektupta birbirlerinden biraz daha etkileniyor, yüreklerini birbirlerine biraz daha açıyorlardı.2 sene bu şekilde geçip gitti. Ewan ve Holly birbirlerine belki binlerce mektup yazmış, her mektuptan ayrı tatlar almışlardı. Ewan’in ülkeye geri dönme zamanı gelmişti, son mektubunda Holly'i görmek istediğini yazdı."Ancak seni tanıyabilmem için bana bir resmini gönder lütfen" diye ekledi. Holly buluşmayı kabul etti fakat resmi göndermedi."Resmin ne önemi var ki? Bizi ilgilendiren kalplerimiz değil mi?Yakama kırmızı bir çiçek takacağım." dedi.
Günler birbirini kovaladı ve Ewan ülkeye döndü.Trenden indiği ilk anda gözleri Holly'i aradı.Bir müddet bakindi, sonra kalabalığın arasından şimdiye dek gördüğü en güzel kadın belirdi.Uzun boylu, çok güzel vücutlu, uzun sari saçlı, masmavi iri gözleri ve mavi elbisesiyle muhteşem bir kadındı.Kadına doğru bir adim attı, ama yakasında hiçbir şey yoktu.Kadın gözlerine baktı ve "Merhaba denizci, benimle gelmek ister misin?" diye sordu.Tam o sırada güzel kadının omzunun üzerinden arkasındaki yakasında kırmızı çiçek olan kadını gördü.Kısa boylu, şişman sayılacak kiloda, gri kısa saçlı, tozlu uzun pardösüsü ve kalın bilekleriyle öylece duruyordu.Ewan şaşkındı, az önce hayatında gördüğü en güzel kadından bir teklif almıştı ancak karşısında da yüreğine aşık olduğu kadın duruyordu.Kendini toparladı ve yanından geçen dünyalar güzeli kadına aldırmadan ilerledi.Elinde Holly'le birbirlerini tanımalarını sağlayan kitap vardı.Elini uzattı, "Merhaba Holly" dedi gözlerinin içi gülerek."Pardon" dedi kadın."Ben Holly değilim.Az önce buradan geçen sari saçlı mavi elbiseli bayan yakama bu çiçeği taktı ve bunun senin hayatının sınavı olduğunu söylememi istedi.Sizi garın çıkışındaki cafe'de bekliyormuş...."
Tebessüm
TEBESSÜM
Küçük kız, hüzünlü bir yabancıya gülümsedi. Bu gülümseme adamın kendisini daha iyi hissetmesine sebep oldu. Bu hava içinde yakın geçmişte kendisine yardım eden bir dosta teşekkür etmediğini hatırladı. Hemen bir not yazdı, yolladı. Arkadaşı bu teşekkürden o kadar keyiflendi ki, her öğlen yemek yediği lokantada garson kıza yüklü bir bahşiş bıraktı. Garson kız ilk defa böyle bir bahşiş alıyordu. Akşam eve giderken, kazandığı paranın bir parçasını her zaman köşe basında oturan fakir adamın şapkasına bıraktı.Adam öyle ama öyle minnettar oldu ki. İki gündür boğazından aşağı lokma geçmemişti.
Karnını ilk defa doyurduktan sonra, bir apartman bodrumundaki tek odasının yolunu ıslık çalarak tuttu. Öyle neşeliydi ki, bir saçak altında titresen köpek yavrusunu görünce, kucağına alıverdi. Küçük köpek gecenin soğuğundan kurtulduğu için mutluydu. Sıcak odada sabaha kadar koşuşturdu. Gece yarısından sonra apartmanı dumanlar sardı. Bir yangın başlıyordu. Dumanı koklayan köpek öyle bir havlamaya başladı ki, önce fakir adam uyandı, sonra bütün apartman halkı. Anneler, babalar dumandan boğulmak üzere olan yavrularını kucaklayıp, ölümden kurtardılar.
Bütün bunların hepsi, beş kuruşluk bile maliyeti olmayan bir TEBESSÜMSÜN sonucuydu.
İsrediğini Görebilmek
İSTEDİĞİNİ GÖREBİLMEK
Aynı kalp rahatsızlığıyla aynı kaderi paylaşan iki yaşlı adam aynı odayı da paylaşıyorlardı. Tek fark biri cam kenarında diğeri ise duvar dibinde yatıyordu. Cam kenarındaki yaşlı adam her gün camdan bakarak arkadaşına dışarısını anlatırdı; "Bugün deniz sakin, yine de hafif rüzgar var sanırım. Çünkü uzaktaki teknenin yelkenleri rüzgarla doluyor. Park bu sabah sakin... iki salıncak dolu, iki salıncak boş. Dünkü sevgililer yine geldi, aynı yere oturup konuşmaya başladılar, elele tutuştular, ne kadar da yakışıyorlar birbirlerine. Erguvan ağaçları ne kadar güzel açmış, her yer mor bir renk almış, erik ağaçları da beyaz çiçekleriyle onlara eşlik ediyor. Denizin üzerindeki martılar bugünkü yemeklerini arıyorlar, ne güzel de dalıyorlar suya" Günler böyle geçip gidiyordu. Ta ki cam kenarındaki yaşlı adam kalp krizi geçirene kadar... İşte o anda duvar kenarındaki adam düğmeye bassa kurtaracaktı arkadaşını ama şeytana uydu, bunca zamandır sadece dinleyebiliyordu, artık görebilirdi de... İşte bunun için düğmeye basmadı ve hemşireyi çağırmadı. Aynı kaderi paylaştığı kişiyi ölüme gönderdi, ama o bunun haklı bir savunma olduğunu düşünüyordu. Ertesi gün hastabakıcılar ölen yaşlı adamın yerine kendisini koymaya gelmişlerdi. Hemen yatağının yerini değiştirdiler, işte o günlerdir bakmak istediği manzarayı nihayet görecekti. Başını kaldırdı ve pencereden baktı
"Simsiyah bir duvar" vardı karşısında.
Gözler
Gözler
Küçük kız, kendini bildiği günden beri annesinden büyük bir şefkat görmüş ve ondan duyduğu sözlerle, pamuk prensesten daha güzel olduğuna inanmıştı.
Ona göre, nur yüzlü ve badem gözlüydü. Bir tanecik yavrusuydu her zaman. Ama ilk okula başlayınca işler değişti. Arkadaşları, onun
hiçde güzel olmadığını, hatta çirkin bile sayıldığını söylemekteydi.
Küçük kız, ilk önceleri onlara inanmadı. Çünkü herkes birbirini kıskanıyordu. Ama bir kaç yıl içinde gerçeklerle yüzleşti.
Annesinin bir pamuğa benzettiği yüzü, çiçek bozuğu bir cilde sahipti.
“Badem” dediği gözleri ise şaşıydı. Vücudu da bir serviyi andırmıyordu. Demek ki annesi onu aldatmış ve yıllar yılı çekinmeden yalan söylemişti…….
Genç kızın anne sevgisi, kısa bir süre sonra nefrete dönüştü. Evlenme çağına gelmiş olmasına rağmen yüzüne bakan yoktu. Üstelik de gözleri, bütün tedavilere rağmen düzelmiyordu.
Genç kız, doktorların gizlice yaptığı konuşmalardan kör olacağını anladığında çılgına döndü ve kendisini hâlâ çocukluk yıllarındaki ifadelerle seven annesinin bu yalanlarına dayanamayıp evi terk etmeye karar verdi.
Fakat annesi, uzak bir yerde iş bulduğunu söyleyerek ondan önce davrandı. Ve kazandığı paraları bir akrabasına gönderip, kızına bakmasını rica etti.
Genç kız bir süre sonra görmez oldu. Karanlık dünyasıyla baş başaydı.
Bu arada annesini hiç merak etmiyordu. Yalancıydı annesi, ölse bile bir kayıp sayılmazdı.
Bir gün doktorlar, uygun bir çift göz bulduklarını söyleyerek kızı ameliyat
ettiler. Ancak o, gözünü açtığında yine aynı yüzü görmekten korkuyordu.
Fakat kör olmak zordu. En azından kimseye yük olmazdı. Genç kız, ameliyat sonunda aynaya baktığında, müthiş bir çığlık attı.
Karşısında bir dünya güzeli vardı. Gerçekten de harika bir kızdı gördüğü.
Yüzündeki bozukluklar tamamen kaybolmuştu. Çok kemerli olan burnu düzelmiş, kepçe kulakları normale dönmüş ve yaban otlarını andıran saçları, dalga dalga olmuştu.
Genç kız, yanındaki yaşlı doktora sevinçle sarılarak
- Sanki yeniden dünyaya geldim!. dedi. Yüzümde hiçbir çirkinlik kalmamış.
Estetik ameliyatı siz mi yaptınız?
Yaşlı doktor
- Böyle bir ameliyat yapmadık kızım!. diye gülümsedi.
Annenin bağışladığı gözleri taktık. Sen, O’ nun gözünden gördün kendini!..
alıntıdır
bir teşekkür etmek bir erdemdir :victory
Gül O Gün En Siyah Elbisesini Giymişti...
“Kartal , güle aşık olmuş; buna gül ne der , bülbül ne der ?”
Kaf dağının arkasındaki Anka kuşu sevgilisi deniz kızından duymuştu peri kızının günlerce ağladığını. O ki güzelliğiyle nam salmış, yedi cihanı birbirine katmış peri kızı iki gözü iki çeşme günlerce aylarca ağlıyormuş. Sordu Anka kuşu derdini peri kızına… Peri kızı neden dedi, neden? Gül benden daha güzel… Evet gül güzeldi hem de çok güzeldi. Bütün güzelleri kıskandıracak kadar güzeldi. Bütün aşıkların diline dolanacak kadar güzeldi. Bütün sevgilerinin adını alacak kadar güzeldi. Gülün bir bakışı fermandı. Gülün şebnem şebnem ağlaması bile güzeldi. Gül kızıllığını aldığı güneşi kıskandıracak kadar güzeldi. Güzelliğiyle yedi cihana nam salmış peri kızını ağlatacak kadar güzeldi. Gül o gün bir başka güzeldi.
Gül o gün en kırmızı elbisesini giymişti…
Bu kadar güzel olup ta kimsenin kalbini çalmamış olmak mümkün müydü? Nice aşıkları kapısına köle etmiş, bir bakış için kapısında aylarca bekletmiş. O aşıklar ki gülün dikenlerine rağmen bir gün kapısından öte gitmemiş, gülün sevgisinden bir gün vazgeçmemişler. Günlerce aylarca güle nameler okumuşlar , gülü görmeseler de hayaliyle mutlu olmuşlar. Gülün hayali bile sevdiklerini kapıda tutmaya yetmiş. Çok sevdiği varmış gülün çok. Nice sultanlar, nice yiğitler, nice cengaverler gülün aşkından eriyip gitmiş. Ama gül nazlı, gül de biliyor güzelliğini. Hiçbir aşığına yüz vermiyor. Önüne dökülen altınlara, yakutlara, zümrütlere dönüp bakmıyormuş bile. Bu güne kadar çok aşık olan olmuş güle ama hiç biri çelememiş gülün gönlünü. En sadık aşığı bülbül bile azıcık güldürememiş gülün yüzünü. O bülbül ki en güzel nağmelerini güle okumak için günlerce yememiş içmemiş. Sevdiğine biraz yakın olabilmek için gülün dikenini alıp yüreğine saplayıp bütün kanını dökmekten bir an çekinmemiş. Gül izin verse uğuruna ölecekmiş. Bülbülün bu sevgisini gören diğer aşıklar hep geri çekilmişler biz senin kadar sevemeyiz diye. Bütün dünya anlamışta bülbülün sevgisini bir gül anlamamış bir de kartal. Gökyüzünün korkusuz yiğidi kartal da aşık olmuş güle. Gülün gönlü de kaymamış değildi. Kartal güle aşık olmuştu, gül de sanki gönlünü kaptırır gibi olmuştu. Gül o gün çok mutluydu.
Gül o gün en pembe elbisesini giymişti…
Bülbül derdinden mecnun olup çöllere de düşse de, Ferhat olup dağları da delse de gül vermişti kararını kartal diyor başka bir şey demiyordu. Gül kaptırmıştı gönlünü kartala. Ne kadar bülbül o sana göre değil o bugün varsa yarın yok dese de gül dinlemiyor, kartalın yakışıklığından ve karizmasından o kadar etkilenmiş ki hiçbir öğüde kulak vermiyordu. Gül seviyordu, kartal da seviyordu ya da herkes öyle zannediyordu. Yedi cihana duyurmuşlardı evleneceklerini, kırk gün kırk gece düğün yapacaklarını, bir ömür boyu beraber hiç ayrılmayacaklarını. İlk önceleri herkes karşı çıkmıştı bu beraberliğe ama sonraları fikri değişti birçok kişinin. Bu çifti birbirlerine çok yakıştırır oldular. Bir tarafta güzellerin en güzeli, diğer tarafta yiğitlerin en gözü karası. En güzeli de iki sevdalı aynı taraftaydı. İkisi de seviyordu. O gün herkes çok mutluydu. İki sevdalının kavuşmasına saatler kalmıştı. Kartal bütün yakışıklığıyla gelip güzeller güzeli gülü alıp gidecekti. Herkes bu mutlu gün için toplanmıştı. Herkes gelmişti düğüne. Kaf dağının ardındaki Anka kuşu, sevgilisi deniz kızı, gülden daha güzel olmadığı için ağıtlar yakan peri kızı, yedi tane cüceciğin yanında güzeller güzeli pamuk prenses, pamuk prensesi uykusundan kaldıran beyaz atlı prens ve daha kimler kimler gelmemişti ki. Herkes gelmişti düğüne, hatta sağır sultan bile duymuş gelmişti bu mutlu güne. Sağır sultan bile gelmişti ama bir tek bülbül gelmemişti. Sevdiğinin bir başkasına gidişini görmeye gönlü el vermemişti. Gül, güzel gözlerini davetliler arasında gezdirirken bir tek bülbülü arıyordu. Gelmemişti. En son gördüğünde bir daha beni göremezsin demişti. Gitme demişti. Tamam benimde olma, benimle de kalma ama gitme. Gidersen mutsuz olursun. Gitme. Gitme. Gitme… Gitme demişti de başka bir şey dememişti. Ama gül hiçbirini dinlememiş kartalı ne kadar çok sevdiğini söylemişti. Bülbül olmamasına üzülmedi, çünkü sevdiği yanındaydı, kartal yanındaydı. Gül o gün sevdiğiyle evleniyordu…
Gül o gün en beyaz elbisesini giymişti…
Gül mutluluktan uçar olmuştu. Gülün derdi tasası yoktu. Evliliğin ilk günleri o kadar mutluydu ki anlatmaya kelimeler yetmezdi. Acaba gülden daha mutlusu var mıydı. Gülden daha güzeli de yoktu daha mutlusu da yoktu. Gülün her günü ayrı bir güzeldi. Kartal sevdiğini her gün çok şaşırtıyordu. Bütün vaktini onunla geçirmek için ne fırsatlar buluyordu. Bir an yanından ayrılmak istemiyor, gülün güzel gözlerinden bir adım öte gitmek istemiyordu. Mutlu günler fazla sürmez çabuk biter derlerdi. Gülün mutlu günleri de fazla sürmedi. O ilk günlerdeki kartalla şimdiki kartal arasında dağlar kadar fark vardı. Gülün yanından bir an ayrılmayan kartal şimdi gülün yanında biraz kalmak zor geliyordu. Sabah erkenden çıkıyor gece çok geç vakitlerde dönüyordu. Eskisi gibi gülle konuşmuyor yüzüne bile bakmak istemiyordu. Bülbül haklı çıkmıştı , kartalın hevesi geçmiş artık gülü sevmiyordu. Gül çok mutsuzdu. Mutsuzluğundan hasta olmuş yataklara düşmüş bundan kartalın haberi bile olmamıştı. Gül o gün çok mutsuz ve çok hastaydı.
Gül o gün en sarı elbisesini giymişti…
Kartal gitmişti. Nereye gittiğini neden gittiği gül bilmiyordu ama kartal gitmişti. Güzeller güzeli gülü bırakıp gitmişti. Belki şimdi nergisin belki de yaseminin ya da padişah kızı lalenin yanındaydı ama gülün yanında değildi. Gitmişti kartal gülü bırakıp. Bülbül demişti güle, o bu gün varsa yarın yoktu. Bülbül demişti ama gül dinlememişti ve kartal gitmişti. Artık diyecek bir şey yoktu. Her şey bitmişti kartal gitmişti. Gül ne yapacaktı. Bütün sevdiklerine sırtını dönüp kartala gelmişti o da bırakıp gitmişti. Nereye gitmeliydi gül. Kimin yüzüne baka bilirdi. Kim kabul ederdi gülü. Evet dedi gül , bülbüle gitmeliyim, beni en çok o sever, o bu halimle de kabul eder. Gül bülbüle gitti. Gül bülbülü sevecekti. Gül bülbüle döndü. Ama bülbül yoktu. Bülbül ölmüştü. Gül evlenip giderken düşürdüğü dikeni alıp yüreğine saplayıp sen gidersen bende giderdim diyerek gitmiş bülbül. Bülbül yoktu. Bülbül ölmüştü. Gül pişmandı. Gül suskundu. Gül durgundu. Gül yorgundu. Gülün güllüğünden eser yoktu. Gül yas daydı. Gül o gün çok üzgündü.
Gül o gün en siyah elbisesini giymişti…
Hayatımın Sınavı
Hayatımın Sınavı
Ewan 22 yaşına o sene basmıştı, kendinden emin çok zeki ve çok çekici bir genç adam olmanın asaletini taşıyordu.10 gün sonra Kore'deki bir savaşa katılmak üzere İngiltere'den ayrılacaktı, hiçbirseyden korkmuyordu ama duygusallığı nedeniyle, ülkesinden ayrılma fikri zor geliyordu ona.
Ağır adımlarla büyük kütüphaneden içeriye girdi, bir kitap alıp oturdu ve okumaya koyuldu. Gerçekten de çok güzel temalara değinmiş etkileyici bir kitaptı elindeki, ama daha da güzel olanı kitabi daha önce başkasının da okumuş ve bazı yerlere notlar almış olmasıydı. Okuyanın notlar aldığı bölümler Ewan'i da derinden etkiliyor, notları okudukça sarsiliyordu. Kim olabilirdi bu? Hemen kütüphane memuresine gitti ve daha önce kitabi okuyan kişinin kim olduğunu öğrendi. Holly adında bir kadındı, adresini aldı ve eve varır varmaz bir mektup yazdı ;"Büyük Kütüphanede bir kitap okudum. Eklediginiz notlar karsısında hayranlık duyduğumu belirtmeliyim.10 gün sonra Kore'ye gidiyorum, sizi tanımak – mektuplaşmak istiyorum. Cevabınızı sabırsızlıkla bekliyorum.
"Holly'den olumlu cevap geldi ve mektuplar ardı arkasına yazılmaya başlandı. Her yeni mektupta birbirlerinden biraz daha etkileniyor, yüreklerini birbirlerine biraz daha açıyorlardı.2 sene bu şekilde geçip gitti. Ewan ve Holly birbirlerine belki binlerce mektup yazmış, her mektuptan ayrı tatlar almışlardı. Ewan’in ülkeye geri dönme zamanı gelmişti, son mektubunda Holly'i görmek istediğini yazdı."Ancak seni tanıyabilmem için bana bir resmini gönder lütfen" diye ekledi. Holly buluşmayı kabul etti fakat resmi göndermedi."Resmin ne önemi var ki? Bizi ilgilendiren kalplerimiz değil mi?Yakama kırmızı bir çiçek takacağım." dedi.
Günler birbirini kovaladı ve Ewan ülkeye döndü.Trenden indiği ilk anda gözleri Holly'i aradı.Bir müddet bakindi, sonra kalabalığın arasından şimdiye dek gördüğü en güzel kadın belirdi.Uzun boylu, çok güzel vücutlu, uzun sari saçlı, masmavi iri gözleri ve mavi elbisesiyle muhteşem bir kadındı.Kadına doğru bir adim attı, ama yakasında hiçbir şey yoktu.Kadın gözlerine baktı ve "Merhaba denizci, benimle gelmek ister misin?" diye sordu.Tam o sırada güzel kadının omzunun üzerinden arkasındaki yakasında kırmızı çiçek olan kadını gördü.Kısa boylu, şişman sayılacak kiloda, gri kısa saçlı, tozlu uzun pardösüsü ve kalın bilekleriyle öylece duruyordu.Ewan şaşkındı, az önce hayatında gördüğü en güzel kadından bir teklif almıştı ancak karşısında da yüreğine aşık olduğu kadın duruyordu.Kendini toparladı ve yanından geçen dünyalar güzeli kadına aldırmadan ilerledi.Elinde Holly'le birbirlerini tanımalarını sağlayan kitap vardı.Elini uzattı, "Merhaba Holly" dedi gözlerinin içi gülerek."Pardon" dedi kadın."Ben Holly değilim.Az önce buradan geçen sari saçlı mavi elbiseli bayan yakama bu çiçeği taktı ve bunun senin hayatının sınavı olduğunu söylememi istedi.Sizi garın çıkışındaki cafe'de bekliyormuş...."
Tebessüm
TEBESSÜM
Küçük kız, hüzünlü bir yabancıya gülümsedi. Bu gülümseme adamın kendisini daha iyi hissetmesine sebep oldu. Bu hava içinde yakın geçmişte kendisine yardım eden bir dosta teşekkür etmediğini hatırladı. Hemen bir not yazdı, yolladı. Arkadaşı bu teşekkürden o kadar keyiflendi ki, her öğlen yemek yediği lokantada garson kıza yüklü bir bahşiş bıraktı. Garson kız ilk defa böyle bir bahşiş alıyordu. Akşam eve giderken, kazandığı paranın bir parçasını her zaman köşe basında oturan fakir adamın şapkasına bıraktı.Adam öyle ama öyle minnettar oldu ki. İki gündür boğazından aşağı lokma geçmemişti.
Karnını ilk defa doyurduktan sonra, bir apartman bodrumundaki tek odasının yolunu ıslık çalarak tuttu. Öyle neşeliydi ki, bir saçak altında titresen köpek yavrusunu görünce, kucağına alıverdi. Küçük köpek gecenin soğuğundan kurtulduğu için mutluydu. Sıcak odada sabaha kadar koşuşturdu. Gece yarısından sonra apartmanı dumanlar sardı. Bir yangın başlıyordu. Dumanı koklayan köpek öyle bir havlamaya başladı ki, önce fakir adam uyandı, sonra bütün apartman halkı. Anneler, babalar dumandan boğulmak üzere olan yavrularını kucaklayıp, ölümden kurtardılar.
Bütün bunların hepsi, beş kuruşluk bile maliyeti olmayan bir TEBESSÜMSÜN sonucuydu.
İsrediğini Görebilmek
İSTEDİĞİNİ GÖREBİLMEK
Aynı kalp rahatsızlığıyla aynı kaderi paylaşan iki yaşlı adam aynı odayı da paylaşıyorlardı. Tek fark biri cam kenarında diğeri ise duvar dibinde yatıyordu. Cam kenarındaki yaşlı adam her gün camdan bakarak arkadaşına dışarısını anlatırdı; "Bugün deniz sakin, yine de hafif rüzgar var sanırım. Çünkü uzaktaki teknenin yelkenleri rüzgarla doluyor. Park bu sabah sakin... iki salıncak dolu, iki salıncak boş. Dünkü sevgililer yine geldi, aynı yere oturup konuşmaya başladılar, elele tutuştular, ne kadar da yakışıyorlar birbirlerine. Erguvan ağaçları ne kadar güzel açmış, her yer mor bir renk almış, erik ağaçları da beyaz çiçekleriyle onlara eşlik ediyor. Denizin üzerindeki martılar bugünkü yemeklerini arıyorlar, ne güzel de dalıyorlar suya" Günler böyle geçip gidiyordu. Ta ki cam kenarındaki yaşlı adam kalp krizi geçirene kadar... İşte o anda duvar kenarındaki adam düğmeye bassa kurtaracaktı arkadaşını ama şeytana uydu, bunca zamandır sadece dinleyebiliyordu, artık görebilirdi de... İşte bunun için düğmeye basmadı ve hemşireyi çağırmadı. Aynı kaderi paylaştığı kişiyi ölüme gönderdi, ama o bunun haklı bir savunma olduğunu düşünüyordu. Ertesi gün hastabakıcılar ölen yaşlı adamın yerine kendisini koymaya gelmişlerdi. Hemen yatağının yerini değiştirdiler, işte o günlerdir bakmak istediği manzarayı nihayet görecekti. Başını kaldırdı ve pencereden baktı
"Simsiyah bir duvar" vardı karşısında.
Gözler
Gözler
Küçük kız, kendini bildiği günden beri annesinden büyük bir şefkat görmüş ve ondan duyduğu sözlerle, pamuk prensesten daha güzel olduğuna inanmıştı.
Ona göre, nur yüzlü ve badem gözlüydü. Bir tanecik yavrusuydu her zaman. Ama ilk okula başlayınca işler değişti. Arkadaşları, onun
hiçde güzel olmadığını, hatta çirkin bile sayıldığını söylemekteydi.
Küçük kız, ilk önceleri onlara inanmadı. Çünkü herkes birbirini kıskanıyordu. Ama bir kaç yıl içinde gerçeklerle yüzleşti.
Annesinin bir pamuğa benzettiği yüzü, çiçek bozuğu bir cilde sahipti.
“Badem” dediği gözleri ise şaşıydı. Vücudu da bir serviyi andırmıyordu. Demek ki annesi onu aldatmış ve yıllar yılı çekinmeden yalan söylemişti…….
Genç kızın anne sevgisi, kısa bir süre sonra nefrete dönüştü. Evlenme çağına gelmiş olmasına rağmen yüzüne bakan yoktu. Üstelik de gözleri, bütün tedavilere rağmen düzelmiyordu.
Genç kız, doktorların gizlice yaptığı konuşmalardan kör olacağını anladığında çılgına döndü ve kendisini hâlâ çocukluk yıllarındaki ifadelerle seven annesinin bu yalanlarına dayanamayıp evi terk etmeye karar verdi.
Fakat annesi, uzak bir yerde iş bulduğunu söyleyerek ondan önce davrandı. Ve kazandığı paraları bir akrabasına gönderip, kızına bakmasını rica etti.
Genç kız bir süre sonra görmez oldu. Karanlık dünyasıyla baş başaydı.
Bu arada annesini hiç merak etmiyordu. Yalancıydı annesi, ölse bile bir kayıp sayılmazdı.
Bir gün doktorlar, uygun bir çift göz bulduklarını söyleyerek kızı ameliyat
ettiler. Ancak o, gözünü açtığında yine aynı yüzü görmekten korkuyordu.
Fakat kör olmak zordu. En azından kimseye yük olmazdı. Genç kız, ameliyat sonunda aynaya baktığında, müthiş bir çığlık attı.
Karşısında bir dünya güzeli vardı. Gerçekten de harika bir kızdı gördüğü.
Yüzündeki bozukluklar tamamen kaybolmuştu. Çok kemerli olan burnu düzelmiş, kepçe kulakları normale dönmüş ve yaban otlarını andıran saçları, dalga dalga olmuştu.
Genç kız, yanındaki yaşlı doktora sevinçle sarılarak
- Sanki yeniden dünyaya geldim!. dedi. Yüzümde hiçbir çirkinlik kalmamış.
Estetik ameliyatı siz mi yaptınız?
Yaşlı doktor
- Böyle bir ameliyat yapmadık kızım!. diye gülümsedi.
Annenin bağışladığı gözleri taktık. Sen, O’ nun gözünden gördün kendini!..
alıntıdır
bir teşekkür etmek bir erdemdir :victory