MilliEğiti
New member
- Katılım
- 6 Nis 2010
- Mesajlar
- 530
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Milliyet yazarı Aslı Aydıntaşbaş, son zamanlardaki bazı olaylar nedeniyle çevresinde “hayır” a dönenlerin giderek arttığını yazdı. Kendinin tepesini attıran olayın ise, Ankara Cumhuriyet Savcısı’nın Youtube’a konulan bir telefon konuşmasının suç sayılması olduğunu söyledi.
Aslı Aydıntaşbaş’ın “Neden herkes bir bir ‘Hayır’a dönüyor?” başlıklı yazısı şöyleydi:
“Herkesin bir bamteli, bir tolerans eşiği var. Geçen gün bir kız arkadaşım, “Neden bilmiyorum bu pon pon kızlar olayı beni çok irite etti. Referandumda hayır vereceğim” dedi. Dünya Basketbol Şampiyonası maçında Başbakan Erdoğan gelebilir diye pon pon kızların şovunun iptal edilmesi, bir anda gidişatla ilgili bütün şikâyetlerinin sembolü, belki de uzun zamandır aradığı mazeret haline gelmişti.
Bir başka arkadaşım, Hanefi Avcı’nın kitabından sonra “Tamam artık!” dedi. Oysa 2007’de AK Parti’ye oy vermişti.
Bir diğeri, yargıyla kavgadan, bir başkası orduyla didişmeden, bir üçüncüsü ise Alevilere yönelik el altından yürütülen kampanyadan rahatsızdı. Son haftalarda taksilerde, hastanede, kaldığım otelde, gittiğim lokantalarda “hayır” için farklı farklı nedenler dinledim. Karşımdakinin kim olduğuna göre aşırı zenginleşme, Başbakan’ın üslubu, bölünme korkusu, Kürt sorunu ve şimdi hatırlamadığım bir dizi sebep...
Sadece taksilerde, lokantalarda değil, çoğunluğu iyi eğitimli profesyonel ‘beyaz Türkler’den oluşan yakın çevremde de son haftalarda herkes muhtelif nedenlerden dolayı bir bir “hayır”a döndü. “Onlar zaten CHP’li” diyeceksiniz ama doğru değil. Aralarında 2007’de AK Parti’ye oy verenler, liberaller, Taraf okuyanlar bile var. Referandum paketinin içeriğiyle ilgili değiller. Ancak çatışmadan rahatsızlar, AK Parti’nin devletin tüm mekanizmalarında mutlak hâkim haline gelmesine omuz vermek istemiyorlar.
Bu “Hayır”, AK Parti’ye bir sarı kart göstermek isteği.
Herkesin bir bam teli var dedim ya, dün de benim tepem fena halde attı. Sabah elim ilk Milliyet’e gidiyor. Gazetenin birinci sayfasında dehşet bir haber. Ankara Cumhuriyet Savcısı Selim Demirci, telefonda Başbakan dahil bir dizi devlet görevlisine saydırmış. Hoş olmayabilir ama özel bir telefon görüşmesinde savcı da, otobüs şoförü de istediği gibi konuşabilir. Birileri (muhtemelen emniyet içinden) bunu YouTube’a koymuş, şimdi Başbakan’a hakaret ettiği için savcının 8 yıla kadar hapsi isteniyor.
İleri demokrasi, ileri demokrasi derken, karşımıza düpedüz ‘polis devleti’ çıktı.
Olayı neresinden tutsanız dökülüyor. Emniyetin artık ayyuka çıkmış bir biçimde herkesi dinliyor oluşu mu? Devlette bir grubun ordu ve yargı içinde siyasi hedef seçtiği insanlara yönelik itibarsızlaştırma ve bertaraf etme operasyonu mu? Normalde izinsiz telefon dinlemelerini önlemesi gereken Adalet Bakanlığı’nın, tutup yasadışı yollarla elde edilen delillere onay vermesi mi? Yeni teknolojiyle eski tarz totaliter rejimlerdeki gibi evde, odada, telefonda “Big Brother Seni İzliyor” mesajı verilmesi mi?
Yoksa Türkiye’de yasaklanan YouTube’un, iş siyasilere küfür etmek olunca bir anda delil kabul edilmesi mi?
Neden bilmiyorum ama referanduma beş kala benim de tepemin tasını attıran bu haber oldu.
Gerçek şu ki, pazar günü yapılacak oylama, Türkiye’ye demokraside sınıf falan atlatmayacak; sadece 2011 seçimleri öncesinde tansiyonu biraz daha yükseltecek.
AK Parti’deki dostlara bunları anlatmaya çalışıyorum. Ama dinlemiyorlar. Gerçek liberallerin, özgürlükçülerin bir bir kendilerini terk ettiğini görmüyorlar. Kavgaya kilitlenmişler, hatalarını duymak istemiyorlar.
O yüzden bir kere daha söylüyorum.
Hayır, Başbakan’ın dediği gibi “darbecilik” değil. Evet de, telefon dinlemelere, yüzde 10 barajına, hak ihlallerine, haksız yargılamalara, medyaya baskıya gizli onay anlamına geleceği için gerçek anlamda “demokratlık” değil.
Türkiye’nin ileri demokrasi için acil ihtiyacı, yeni bir anayasa, yüzde 10 barajının inmesi, kutuplaşma yerine toplumsal barışın tesis edilmesidir. Anti-demokratik yöntemlerle, telefon dinleyerek, bertaraf ederek, susturarak demokrasi inşa edilemez.
Umarım bugün kulaklarını tıkayanlar, 13 Eylül’de dinlemeye başlarlar.”
HAYIR?A DÖNENLER ARTIYOR
Aslı Aydıntaşbaş’ın “Neden herkes bir bir ‘Hayır’a dönüyor?” başlıklı yazısı şöyleydi:
“Herkesin bir bamteli, bir tolerans eşiği var. Geçen gün bir kız arkadaşım, “Neden bilmiyorum bu pon pon kızlar olayı beni çok irite etti. Referandumda hayır vereceğim” dedi. Dünya Basketbol Şampiyonası maçında Başbakan Erdoğan gelebilir diye pon pon kızların şovunun iptal edilmesi, bir anda gidişatla ilgili bütün şikâyetlerinin sembolü, belki de uzun zamandır aradığı mazeret haline gelmişti.
Bir başka arkadaşım, Hanefi Avcı’nın kitabından sonra “Tamam artık!” dedi. Oysa 2007’de AK Parti’ye oy vermişti.
Bir diğeri, yargıyla kavgadan, bir başkası orduyla didişmeden, bir üçüncüsü ise Alevilere yönelik el altından yürütülen kampanyadan rahatsızdı. Son haftalarda taksilerde, hastanede, kaldığım otelde, gittiğim lokantalarda “hayır” için farklı farklı nedenler dinledim. Karşımdakinin kim olduğuna göre aşırı zenginleşme, Başbakan’ın üslubu, bölünme korkusu, Kürt sorunu ve şimdi hatırlamadığım bir dizi sebep...
Sadece taksilerde, lokantalarda değil, çoğunluğu iyi eğitimli profesyonel ‘beyaz Türkler’den oluşan yakın çevremde de son haftalarda herkes muhtelif nedenlerden dolayı bir bir “hayır”a döndü. “Onlar zaten CHP’li” diyeceksiniz ama doğru değil. Aralarında 2007’de AK Parti’ye oy verenler, liberaller, Taraf okuyanlar bile var. Referandum paketinin içeriğiyle ilgili değiller. Ancak çatışmadan rahatsızlar, AK Parti’nin devletin tüm mekanizmalarında mutlak hâkim haline gelmesine omuz vermek istemiyorlar.
Bu “Hayır”, AK Parti’ye bir sarı kart göstermek isteği.
Herkesin bir bam teli var dedim ya, dün de benim tepem fena halde attı. Sabah elim ilk Milliyet’e gidiyor. Gazetenin birinci sayfasında dehşet bir haber. Ankara Cumhuriyet Savcısı Selim Demirci, telefonda Başbakan dahil bir dizi devlet görevlisine saydırmış. Hoş olmayabilir ama özel bir telefon görüşmesinde savcı da, otobüs şoförü de istediği gibi konuşabilir. Birileri (muhtemelen emniyet içinden) bunu YouTube’a koymuş, şimdi Başbakan’a hakaret ettiği için savcının 8 yıla kadar hapsi isteniyor.
İleri demokrasi, ileri demokrasi derken, karşımıza düpedüz ‘polis devleti’ çıktı.
Olayı neresinden tutsanız dökülüyor. Emniyetin artık ayyuka çıkmış bir biçimde herkesi dinliyor oluşu mu? Devlette bir grubun ordu ve yargı içinde siyasi hedef seçtiği insanlara yönelik itibarsızlaştırma ve bertaraf etme operasyonu mu? Normalde izinsiz telefon dinlemelerini önlemesi gereken Adalet Bakanlığı’nın, tutup yasadışı yollarla elde edilen delillere onay vermesi mi? Yeni teknolojiyle eski tarz totaliter rejimlerdeki gibi evde, odada, telefonda “Big Brother Seni İzliyor” mesajı verilmesi mi?
Yoksa Türkiye’de yasaklanan YouTube’un, iş siyasilere küfür etmek olunca bir anda delil kabul edilmesi mi?
Neden bilmiyorum ama referanduma beş kala benim de tepemin tasını attıran bu haber oldu.
Gerçek şu ki, pazar günü yapılacak oylama, Türkiye’ye demokraside sınıf falan atlatmayacak; sadece 2011 seçimleri öncesinde tansiyonu biraz daha yükseltecek.
AK Parti’deki dostlara bunları anlatmaya çalışıyorum. Ama dinlemiyorlar. Gerçek liberallerin, özgürlükçülerin bir bir kendilerini terk ettiğini görmüyorlar. Kavgaya kilitlenmişler, hatalarını duymak istemiyorlar.
O yüzden bir kere daha söylüyorum.
Hayır, Başbakan’ın dediği gibi “darbecilik” değil. Evet de, telefon dinlemelere, yüzde 10 barajına, hak ihlallerine, haksız yargılamalara, medyaya baskıya gizli onay anlamına geleceği için gerçek anlamda “demokratlık” değil.
Türkiye’nin ileri demokrasi için acil ihtiyacı, yeni bir anayasa, yüzde 10 barajının inmesi, kutuplaşma yerine toplumsal barışın tesis edilmesidir. Anti-demokratik yöntemlerle, telefon dinleyerek, bertaraf ederek, susturarak demokrasi inşa edilemez.
Umarım bugün kulaklarını tıkayanlar, 13 Eylül’de dinlemeye başlarlar.”
HAYIR?A DÖNENLER ARTIYOR