Hayır, hayrın mayasıdır

innuendo

HANZALA
Moderatör
Katılım
5 Nis 2007
Mesajlar
9,878
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
FİLİSTANBUL
Hayır, hayrın mayasıdır

İnsan, bir günah işlemekle hakiki imanın nezih atmosferinden bir adım uzaklaşmış, küfre bir adım yaklaşmış ve şerre daha açık, günaha daha meyilli hale gelmiş olur; bir hayır yapmakla da günahların bunaltıcı havasından biraz daha sıyrılmış, imanını daha bir perçinlemiş, dolayısıyla da küfre karşı kendisine yeni bir sera daha oluşturmuş ve o ölçüde dalâletten korunmuş olur.
kursu.jpg

Ayrıca yaptığı o hayır sayesinde gönlünde başka iyiliklere karşı daha güçlü bir istek bulur. Şayet, şerrin şer doğurmasıyla hasıl olan kötülükler zincirine "fâsid daire" diyeceksek, bir hayrın daha başka hayırlara vesile olmasına ve sonraki iyiliklere zemin teşkil etmesine, böylece sürekli hayırlar meydana gelmesine de "sâlih daire" diyebiliriz.

Evet, şuurluca eda edilen her ibadet ü taat, arınmaya ve Cenâb-ı Hakk'a yaklaşmaya vesile olur. Arınma yaklaşmayı, yaklaşma da arınmayı netice verir. İnsan, ibadet ü taat sayesinde beşerî kirlerden temizlenir, günahlarından arınır ve Allah Teâlâ'ya kurbet (yakınlık) kesbeder. Allah'a yakınlaşma da insanın gönlünde ibadet iştiyakını ve hayır yapma duygusunu coşturur. Böyece, samimâne ve şuurluca ortaya konulan ibadet ü taat ve hayr ü hasenât ile arınma ve kurbet kazanma birbirini takip edip durur; bu şekilde kullukta süreklilik sağlanmış olur. Devam ve temâdî kalb ve ruh hayatında derinleşmeyi temin eder; derinleşme de, şuurda ve vicdanda ayrı bir enginliğe kapı aralar; insanı farklı bir marifet ufkuna ulaştırır.

Bu sâlih daire, insanın marifetten muhabbete, hatta bazen muhabbetten de lezzet-i ruhaniyeye kadar pek çok güzelliği duyup hissetmesini sağlar. Öyle ki, ibadet iştiyakı onun ruhunu bütün bütün sarar ve kulluk onun için ruhanî bir zevke dönüşür; artık o, bal-kaymak yiyor gibi ibadet eder ve ibadete bir türlü doymaz.

Gerçi, insan lezzet-i ruhâniyenin ve manevî zevklerin talibi olmamalıdır; fakat, o peşine düşmese de bunlar kulluğun bir semeresi olarak ziyade bir lütuf şeklinde esip gelebilir. Nitekim, Nur Müellifi, "Hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi iman-ı billahtır. Ve insaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billah içindeki marifetullahtır. Cinn ü insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-u beşer için en halis sürur ve kalb-i insan için en safi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhâniyedir." derken bir hedef göstermekten daha çok tabiî bir neticeyi nazara vermiştir. Hazreti Üstad, hakiki saadetin, hâlis sürurun, en şirin nimetin ve safi lezzetin marifetullah ve muhabbetullahta olduğunu belirtmiş ve bir insan marifet ve muhabbet ufkuna ulaşırsa, onun ekseriyetle lezzet-i ruhaniyeyi de derinden duyup tadacağına işaret etmiştir.

Oku, Yüksel!


Yoksa, ibadeti ve genel olarak kulluğu -ruhânî de olsa- zevke ve lezzete bağlama bizim mesleğimize uygun değildir. Hâlis bir mü'min, haccını, orucunu, namazını, teheccüdde gece karanlıklarını yırtan âh u vahlarını ve i'lâ-yı kelimetullah hesabına iştirak ettiği hayırlı faaliyetlerini zevk almaya, lezzet-i ruhâniye ile dolmaya ve doyma bilmeme gibi hallere mazhar olmaya bağlamamalı; bütün amellerini sadece ve sadece Cenâb-ı Hakk'ın emrini yerine getiriyor olma mülahazasıyla ve O'nun rızasını arama duygusuyla ortaya koymalıdır. Vakıa, insan bu konuda hâlis niyetini ve istikamet çizgisini korursa, onun bir kısım ekstra lütuflarla mükâfatlandırılması da her zaman söz konusudur; o talep etmese de zaman zaman lezzet-i ruhâniye meltemleri eser gelir ve onun ruhunu sarar. İşte, bu marifet, muhabbet ve lezzet-i ruhâniye esintileri de insana o sâlih daire adına bir adım daha attırır; vicdanına "Hadi şunu da yap, bunu da tamamla, o hayırlı işi de eda et!.." dedirtir. Böylece, şuurlu amel devamlılığa, devamlılık derinleşmeye ve derinleşme de başka hayr ü hasenâta vesile olur.

İnsan, ibadet ettikçe manen yükselir, terakkî ettikçe de ibadet iştiyakıyla daha bir gerilir. Bir hadis-i şerifte de işaret edildiği gibi, mü'min Kur'an okudukça yükselir, yükseldikçe Kur'an-ı Kerim'e karşı iştiyakı artar. Dahası, bu terakkî onu ötede de Kur'an sayesinde yücelip yükselme ufkuna ulaştırır; orada kendisine "Oku, yüksel!" denilir ve dünyada öğrenip hıfzettiği her ayete bedel ona biraz daha yücelme mükâfatı bahşedilir. Evet, okuma yükselmeye vesile olur; sonra bu yükselme ruhta inşirah hasıl eder, daha çok okuma duygusunu tetikler. Böylece, okuma ve yükselme, ibadet ve terakkî arasında bir sâlih daire oluşur. İnsan o sâlih dairede dönüp durdukça ve o daire güzellikler üretmeye devam ettiği müddetçe kulluk yolundaki bir takım zorluklar da kolaylaşır, ibadet ü taat bir yük ve angarya olmaktan çıkar; aşılmaz gibi görünen engeller küçülür, üstesinden gelinebilecek bir keyfiyete bürünür. Artık dinin emirlerine karşı gayr-ı iradî olarak titizlik gösterir, yasaklara karşı da vicdanî tepki verir. Küfür, şirk, isyan, dalâlet ve günah şâibesi taşıyan her türlü, söz, tavır, davranış ve fiillerden tiksinti duyar. Haram mala el uzatmayı ateşi avuçlamak gibi görür; zinaya yaklaştıran her türlü fenalıktan cehennemin alevlerinden ürkmüşçesine kaçar. Yaptığı her iyilik onu daha başka iyiliklere sevk eder; kaçındığı her kötülük ve günah sonrasında, o kötülük ve günahlara karşı iyice bilenir ve onlardan olabildiğine uzaklaşma azmini güçlendirir.

 
Allah razı olsun konu için...

İslamın bir önemli noktası, Cihaddır. Cihad deyince pek dini konularla yeteri kadar ilgilenmeyenlerin aklına kılıç, tüfek, tank, savaş gelebilir. "Cihad", "Cehd" kökünden türemiştir ve "Çaba" manasına gelmektedir. "Savaş" manasına gelen Arapça "Kital" sözcüğüyle hep karıştırılır. Sahih bir hadis-i Şerife göre Hz Peygamber Muhammed Mustafa (sav), Tebük seferinden dönerken Ashabına Küçük cihaddan büyük cihada döndük demesi ve bu cihadı nefisle cihad olarak açıklaması gerçekten üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur.

Cihad kişinin Şeytan'ın yolunu reddederek İslam'a girmesiyle başlar ve büyük, küçük günahlardan, şirklerden, küfürlerden sakınması için ölene kadar çabalamasıyla devam eder. Bu metodlar da hiç şüphe yoktur ki okumakla, öğrenmekle ve sonrasında öğrenilenleri hayata tatbik etmekle mümkündür. Cennet garanti olmamakla birlikte bu hususta şansını yükseltmek için bu prosedür tek yoldur. Yoksa okumayan bir insanın tevhid konusunda hataya düşmesi çok çok çok yüksek bir ihtimaldir ki ne yazık ki bu konuda hataya düşerse sonu SONSUZ hüsrandır.

Cihadın başlangıç noktası Kelime-i Tevhid olmakla birlikte bu konu, kişinin imanlı olup olmadığını belirleyen yegane ve ölümcül noktadır. Allah'tan başka ilah yoktur derken anılan ilah, sadece ilkel toplumlardaki manası ile kendisine tapılan, adaklar adanan ilah manasında değildir. Modern dünyanın ilahları ekseri farklı bir sahada mücadele etmektedir. İlah sözcüğü gerçekten kilit bir sözcüktür. Modern dünyanın ilahları büyük ölçüde Tağutlar'dan müteşekkildir. Tağut kelime itibari ile haddi aşan demektir. Haddi aşmaktan kasıt şudur! Allah kitabında (Kur'an-ı Kerim) çitlerini belirtmiştir. Bu çitleri kıran, bu çit yerine çitin yeri şurada olmalıdır diyen her şey (canlı,cansız,topluluk vb...) Tağuttur. Tağut kendini ilahlaştırmıştır. Kur'anda tağut bir çok ayette geçer. Sadece 2 ayeti veriyorum.

Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tâğut'a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, Tâğut'un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.

(Nisa Suresi/60. Ayet)

Andolsun biz, her ümmete, “Allah’a kulluk edin, tâğûttan kaçının” diye peygamber gönderdik. Allah,
onlardan kimini doğru yola iletti; onlardan kimine de (kendi iradeleri sebebiyle) sapıklık hak oldu.
Şimdi yeryüzünde dolaşın da peygamberleri yalanlayanların sonunun ne olduğunu görün.


(Nahl Suresi/36. Ayet)

Tâğut'a kulluk etmekten kaçınıp, Allah'a yönelenlere müjde vardır. Kullarımı müjdele:

(Zümer Suresi/17. Ayet)

Şüphesiz ki Zümer 17'de belirtildiği üzere kendisine kulluk edilen şey ilahlık iddiasında bulunmuş demektir. Dolayısıyla Surelerde de açıklandığı gibi Tağut ilah olma iddiasındadır, takipçilerini kendine kulluk etmeye zorlamaktadır ve Tağut her ne ise onun yolunu takip etmek ve bu yolun doğru yol olduğuna inanmak da Allah yanında haşa 2. bir ilah edinmek demektir ki bu şirktir. Tevhidi kısaca açıkladıktan sonra, bu şekilde tağutları reddederek Allah'a inanan kişi gerçekten müslüman olmuş demektir. (Konu bütün Akaid Kitaplarında yazar. Bana inanmayanlar çıkabilir. Açıp incelesinler...) Neyse...

Tevhid'i doğru şekilde anlayıp tasdik etmekle iş bitmez. Çünkü Şeytan sürekli insanın peşindedir. İman artan, azalan, hayat boyunca hiç kazanılamayabilen ve hatta kazanıldıktan sonra yok olabilen bir olgudur. Büyük günahları işlemek (namaz kılmamak, hırsızlık yapmak, kul hakkı yemek, zina etmek, yalan yere şahitlik etmek, ana babaya zulmetmek vb.) kişinin imanını azaltır ki bu durum kişinin Allah'a ve kurallarına olan korkusunu azaltır. (kişinin imanını azaltır.) Bu durum kişinin imanını tamamen kaybetmesine sebep olabilir. Bu yüzden büyük günahlardan kesinlikle kaçınılması gerekir. Bunun yanısıra küçük günahlar vardır ki mümkün mertebe onlardan da kaçınmak gereklidir... Çünkü küçük günahlar, büyük günahlara, büyük günahlar ise küfüre ve şirke götüren köprülerdir. Çünkü büyük günah işleyen kişiler bir süre sonra Allah korkusu azaldığından dolayıdır ki küfür ve şirke düşme ihtimali çok yükselebilir. (Olmaya dabilir. Ama saptırma ihtimali de vardır.)

Şeytanın insanı cehenneme götürme metodu bundan ibarettir. Dolayısıyla kişi sürekli büyük veya küçük günahları işlememek, şirke, küfre düşmemek için yaşadığı sürece bir çaba içerisine girişir. İşte buna büyük cihad denir. 4 çeşit cihad vardır ki bu savaş manasında cihad bütün cihadlar içerisinde önem sırasına göre 4. sıradadır ve bu da ancak barışın temini için ortada hiçbir şans kalmazsa başvurulacak bir zarurettir diyerek konuyu burada kapatalım.

Allah her mü'mini Allah yolunda cihad edenlerden eylesin.

Selam ve dua ile...
 
Geri
Üst