handan,kiralık konak,sinekli bakkal

innfnnty

мα¢αкızı
KİTABIN ADI: HANDAN
KİTABIN YAZARI: HALİDE EDİP ADIVAR
YAYINEVİ VE ADRESİ:ATLAS KİTABEVİ
BASIM YILI: NİSAN 1995 (21 BASKI)

1.KİTABIN KONUSU: Kitaptaki olaylar,Abdülhami'in istibdad döneminde geçmektedir.Bu bağlamda kitabın konusu bize o güne ait bilgiler vermektedir. Kitap, bir aşk hikayesi etrafında o günün sosyal yaşamı, kültürel yapısı ve istibdad dönemindeki Türk aydınlarının başlattığı yeni sosyal akımlardan bahsetmektedir.

2.KİTABIN ÖZETİ:
Refik Cemal evlenmek üzeredir.İstediği kızı yaşadığı mahallenin o döneme göre aykırı gözüken fertlerinden olan dört kız kardeşten biridir.Daha doğrusu Refik Cemal'in evleneceği kız diğerlerinin kuzenidir.Reifk Cemal birarz heyecanlı vede çekingen olarak bu işe kalkışmış ve babasını Neriman'ı istetmeye yollamış.Neriman onun fotoğrafını görünce hemen evlenmeyi kabul etmiştir.Refik Cemal bir akşam Neriman'la tanışmak için yemeğine gitmiş. Refik Cemal Neriman'ı görünce ona vurulmuş işte hayatımın kadını bu diye düşünmüştür.Yemekte Cemal bey ile koyu sohbete dalmışlardı.Fakat maada boş bir sandalye Refik Cemal'in dikkatini çekmiştir.Tam soracağı sırada Neriman çok kutsal birinden bahsedermiş gibi keşke Handan'da burda olsa diye iç geçirmişti.Cemal beyde Handan'dan bahsetmeye başladı.Handan'ın çok zeki,öğrenmek için çok azimli,çok kültürlü ve çok güzel olduğundan bahsetmişti. Refik Cemal Handan'ın çok özel bir yeri olduğunu anlamıştı.
Refik Cemal bir an önce düğün hazırlıklarına başlamak istediğini bildirince Cemal bey bunu hemen kabul etmiş ve düğün hazırlıklarına başlanmıştır.Tüm bu işler devam ederken Neriman Avrupa'da bulunan Handan'a danışmaktadır. Bu durum Refik Cemal'i biraz kızdırıyor olsada pek sesini çıkarmamıştır. Çünkü Handan'ın beğendiği ev eşyaları, Neriman'a beğendiği kıyafetler gerçekten onun da hoşuna gitmişti. Nihayet düğün günü gelir çatar.Refik Cemal rüyalarını süsleyen meleği Neriman'a kavuşur. Aradan bir tıl geçer. Neriman hamile kalır.Fakat tam bu sırada Abdülhamit'in hafiyeleri Refik Cemal'in peşine takılır.Çünkü Refik Cemal kendini geliştirmiş gerçek bir Türk aydınıdır ve istibdad dönemi bunu kabul etmemektedir.Refik Cemal sürgüne gitmektense kendi isteğiyle Londra'ya tayinini ister ve yaptırır.tam bunu eşine söyleyeceği zaman Refik Cemal ve Server'in ortak arkadaşı olan ve Abdülhamit'in hiç sevmediği ateşli bir Türk aydını olan Nazım'ın amcası köşke gelmiştir.Bu arada Nazım bir süre önce tutuklanmış ve hapishanede intihar etmiştir.O akşam Neriman'da bir tuhaflık vardır.ağlamaktan gözleri şişmiştir.Refik Cemal sorduğunda Nazım için ağladığını söylemiştir.kıskançlık Refik Cemal'ı farklı şeyler düşünmeye itmiş ve ilk defa Neriman'a kötü davranarak onu konuşturmaya çalışmıştır. Neriman kendisinin Nazım ile bir ilişkisinin olmadığını söylemiş fakat bu konuyu şimdi anlatamayacağını söylemiştir.Bu olaydan sonra Refik Cemal,Handan ve Nazımla ilgili konuyu hiç açmamıştır.Refik Cemal Londra'ya giderek işe başlar.Neriman'da Handan ile Nazım'ın ilişkisini anlatmaya karar verir ve Handan'ın tüm mektuplarını Refik Cemal'e göndermeye başlar.Bu arada Refik Cemal bir kilisede Handan ile karşılaşır ve Handan onu otele davet eder.Handan onu çok iyi karşılar fakat eşi Hüsnü Paşa aynı şekilde davranmaz.Zaten Hüsnü Paşa çok ters bir insandır.
Gelelim Handanla Nazım'ın hikayesine.Handan 13-14 yaşlarında iken kendini çok geliştirmiş ve artık yaşlı insanlarla muhatap olavak düzeydedir.Nazım'ın amcasıda bunlardan biridir ve Nazım'ın Handan'a ters vermesini ister. Bir süre sonra Nazım ders vermeye başlar.Bu dönemde birbirlerine iyice aşık olurlar.Fakat Nazım Handan'a aşkını direkt söyleyemez ve ona sen bana ideallerime ulaşırken yardımcı olacak bir eşsin diye ona aşkını anlatmaya başlar.Handan buna çok sinirlenir ve Nazım'ın evlenme teklifini reddeder.Bu olaydan kısa bir süre sonrada Handan Hüsnü Paşa diye biriyle evlenir.Bu acı olaya dayanamayan Nazım Handan'a bir mektup yazar ve intihar eder. Refik Cemal bunları Neriman ve Handan'ın mektuplarından öğrenir.Bu yüzden Handan'dan hoşlanmamaktadır.Ama Handan'la sohbet etmekten çok hoşlanmaktadır. Refik Cemal Londra'ya gittikten sonra eşini de yanına alır.Handan'da sık sık onlara gitmeye başlar.Bu arada Hüsnü Paşayla Handan ayrılmış ve Handan bunalıma girerek hafızasını kaybetmiştir.
Refik Cemal, Handan'ın bakımını üstlenir ve beraber Sicilya'ya giderler.Orada birbirlerine aşık olurlar.Bir ay sonra Handan iyileşir.Fakat Handan Neriman'a ihanet ettiği içğin çok üzülmektedir.Bu üzüntüden dolayı tekrar hastalanır ve vefat eder.Refik Cemal'le aralarındaki aşk dedikodu olarak kalır.Kimileri Handan'a kızar ve ölümüne sevinir,kimileride onun çektiği acılardan dolayı ona acırlar.

3.KİTABIN ANA FİKRİ :Kitabın anafikrini şu atasözüyle açıklayabiliriz Ne oldum dememeli ne olacağım demeli Çünkü herkes Handan'ı iyi bir yaşamı olacağını beklerjen tam tersi bir yaşam onun olmuştur.

4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLERIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
HANDAN:Kızıl saçlatra sahip çok çekici bir insandır.Ruhi olarakta cesur ve atılımcıdır.
REFİK CEMAL:Esmer,uzun boylu yakışıklı biridir.Ruhi olarakta kendini geliştirmeyi seven ve kültürel ortamlardan hoşlanan biridir.
NAZIM:Sarı,uzun saçlıdır.Duygulu ve biraz alaycı güleç yüzlü bir insandır.
5.KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER: Kitap etkili bir anlatıma sahip ve insanlara gerçekten yararlı olabilecek ve hayatın içinden konulara yer veren güzel bir romandır.

6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:
Halide Edip ADIVAR 1882'de İstanbul’da doğmuştur.Anerikan kolejini bitiren ilk Türk kızıdır.İlk romanları daha çok ferdi aşk hikayeleri daha sonraları belgesel türündedir.


SİNEKLİ BAKKAL


Sinekli bakkal bulunduğu semtin adını almış olan dar bir sokaktır. Bir geçitten çok bir toplantı yeri gibidir. Bu sokakta oturanlardan biri mahalle imamıdır. Onun kızı, Emine ise babasının istememesine rağmen Kız Tevfik denilen bir halk sanatçısı ile evlenir. Tevfik; orta oyunu, karagöz gibi şeylerle vakit geçirir. Ayrıca Emine ve Tevfik'le birlikte, sokaktaki İstanbul bakkaliyesini işletmektedir. Bir süre sonra Tevfik ile Emine anlaşamazlar ve ayrılırlar. Tevfik yaptığı şaklabanlıklar yüzünden sürülür. Ancak Emine hamiledir, ve inadını ve iradesini annesinden, yeteneklerini ise babasından olan bir Rabia isimli bir kızını dünyaya getirir . Emine'nin Babası Rabia'nın dedesi olan imam ise Rabia'yı biraz büyüyünce hafız yapar. Mahallenin bir de kibar konağı vardır: Selim Paşa Konağı. Bu konak başlı başına bir alemdir. Selim Paşa'nın hanımı dünyanın tadına varmış, yaşlandıkça ölüm korkularına kapılmıştır. Ve teselliyi nerede bulacağını şaşırmış bir kadındır. Selim Paşa ise padişahın dostlarından ve zaptiye nazırıdır. Oğlu Hilmi ise babasının aksine Jön Türklerle ilgisi olan bir ihtilalcidir. Büyüklük peşinde bir hayal adamı. Konağa giren - çıkan pek çoktur. Peregrini adında ki bir İtalyan piyanist Vehbi Dede adında bir Mevlevî bunların başlıcaları arasındadır.

Rabia mevlit ve kuran okumaktaki şöhreti ile Selim Paşa Konağı'na kapılanır. Peregrini'yi orada tanır. Vehbi Dede'den musiki dersleri, alır. Rabia biraz büyüdüğünde Hiç görmediği babası Tevfik sürgünden dönmüştür. Rabia annesi ile babası arasında tercih yapmak zorunda kalmış ve Babası Tevfik'i seçmiştir. Bunun üzerine Emine Rabia'ya çok kızmış her namazdan sonra beddua etmeye başlamıştır. Rabia babasına bakkalda ve karagöz oyunlarında yardım etmekte mahallenin cücesi olan Rakım Amcası ile beraber hep beraber güzel vakit geçirmektedir. Lakin Tevfik'in kadın kılığına girip Selim Paşa'nın Oğlu Hilmi için Fransa'dan gelen yabancı evrakları feslilerin giremeyeceği Fransız Postanesine gidip alması esnasında yakalanması ile, Tevfik, zaptiye dairesinde Göz Patlatan Hakkı adında ki zorbanın sıkı işkenceleri ile sorguya çekilmiştir. Gene de Hilmi'nin adını vermez sürgüne yollanır. İş anlaşıldığı için Paşanın Oğlu Hilmi de Selim Paşa'nın emri ile sürgüne Şam'a sürülecektir.

Tevfik yokken Rabia Rakım Amca'nın yardımı ile dükkanı idare eder. Vehbi Dede ve Peregrini de kendisine arkadaşlık ederler. Ama babası sürgüne yollandığından sonra bir daha Selim Paşa Konağı'na ayak basmaz. Konakta pek sevdiği bir cariye vardır: Kanarya Hanım. Çerkez asıllı olan Kanarya Hanım da aslında evlenip çırak çıkmıştır.

Rabia, Ramazanlarda camileri gezer mukabele okur ara sıra mevlitlere çağrılır. Şehzade Nihat Efendi'nin yalısında da Mevlit okumaya davet edilir. Rabia yalıya gittiğinde iç salonun kapıları açılarak sinekli bakkal mescidinin büyük bir toplantı yeri haline getirildiğini görür. Renkli papatya başlarına benzeyen yüzlerce başörtülü kadın dinleyicisi vardır. Bu duygulu kalabalığa yanık ve dokunaklı sesi ile mevlit okuduktan sonra salonun sonunda çok güzel bir mermer heykele benzeyen sarışın bir kadın görür . Bu Kanarya Hanım'dır. İki eski dost çığlık çığlığa birebirlilerinin boynuna atılırlar.

Peregrini Rabia'nın okuduğu mevlide hayrandır. Karakterine, olgunluğuna hayrandır. Sonunda , tasarısını Vehbi Dede'ye açar. Onunda uygun bulması üzerine Rabia ile evlenmek için dinini değiştirir. Osman adını alır. Vehbi Dede de, onu kızı gibi sevmektedir. Yani Rabia da güzelliği bulan Tanrı sevgisi...

İmam da Emine de öldüğünden Osman'la Rabia Evi onarırlar. Dükkanın üstüne yerleşirler. Rabia'nın gebeliği çok sıkıntılı geçer. Sonunda İstanbul'da ilk defa yapılan bir sezeryan ameliyatı ile kurtulur. Bir oğlu olur. Bu mutlu olayı izleyen yıllarda 1908 meşrutiyeti gelir. Sürgünler yerlerine dönerler. Geri dönenler arasında Tevfik de vardır. Rabia, Osman Rakım Amca , mahallenin kibar tulumbacısı, Sabit Beyağabey , bütün sinekli bakkal onu karşılamaya giderler. Vakti ile padişah haini diye sille tokat İstanbul'dan sürülenlerin hepsi, şimdi birer hürriyet kahramanı olarak dönmektedir.

Tevfik'in bu siyasi görüşlerle ilişiği yoktur. Vapur rıhtımına yanaşıp da sürgünler çıkınca karşılama törenleri başlar. Sabit Beyağabey bir emir verince sinekli bakkal takımı Tevfik'in bile ürkütüp saklanacak yer aratan bir coşku ile gösterilerine başlar. Sinekli bakkal delikanlıları şişmanca bir adamı omuzlarına alırlar. Tevfik'in mahalleye dönüşü dolası ile ateşli bir hürriyet nutku çeken bu adamı Tevfik hemen tanır. Bu zaptiye dairesinde kendine işkence eden göz patlatan Muzafferdir. Vehbi Dede ile Osman Tevfik'in koluna girer ve ona bir torunu olduğunu haber verirler.

Kahramanlar

Rabia: Romanın asıl kahramanı: İlhâmi İmam'ın kızı Emine ve Kız Tevfik diye bilinen orta oyuncusunun kızı Rabia'dır. Rabia, yazarın romanda kendisi yerinde gösterdiği ve ideal Türk kadını nasıl olmalı? sorusunun cevabı olan kişidir. Rabia'nın kişiliğinin oluşmasında babasından çok dedesinin etkili olmuştur. Kendisi imam olduğu için torunu hafız yaparak İslami bilgilerle donanmasını sağlamıştır. Paşanın konağına gitmesi ile Rabia'nın kişiliğinin değişiminde en büyük etkiyi görülüyor. Dedesinin yanında her zaman cehennemden bahsedilerek büyüyen Rabia konağın ortamını görünce geleneklerine bağlı, ancak Batı eğilimli bir karakter ortaya çıkıyor. İki ayrı ruh ikliminde yetişmiş olduğu Peregrini yani Osman'la evlenmesi ile de bunu gösteriyor.

Kız Tevfik: Daima şen şakrak, orta oyununda usta, yakışıklı ve çok düzensiz bir kimlikte anlatılıyor.

Vehbi Dede: Konakta Rabia'ya ders veren bir Mevlevî derviş olarak bize aktarılan Vehbi
Dede, her zaman teselli edici teskin edici mizacı ile Rabia'nın dedesinden çok farklı olarak ruh okşayıcı bir alim olarak anlatılıyor.

Peregrini (Osman): Annesinin tavsiyesiyle eskiden papaz olan Peregrini daha sonra her hangi bir dine bağımlı olmaksızın yaşamış bir müzik hocası. Türkçe'yi çok iyi konuşan bu adam dinsiz olmasına rağmen Vehbi Dede gibi dinine bağlı insanlara saygı duymuştur. Rabia ile evlenmek için dinini değiştirerek Osman ismini almıştır.

Selim Paşa: Eski Dahiliye Nazırı, padişaha son derece bağlı bir mizaç ortaya sürmüştür. Öyle ki kendi oğlunu bile gözünü kırpmadan ve elinde kesin delil olmadan sürebilmiştir. Ama diğer taraftan Rabia'ya karşı hep şefkatli olmuş ve iyi davranmıştır.

Emine: Rabia'nın annesidir. Önceleri Rabia'yı çok sevmiş ancak sürgünden dönen babasını kendisine tercih edince, elinden gelse Rabia'nın boğazına sarılmak istemiştir. Elini öpmek için gelen kızını kovmuştur.

İlhamî İmam: Rabia'nın büyük babası, mahalleliye devamlı cehennemden bahseden bir imam.

Diğer tipler: Bilal; Rabia ile evlenmek isteyen bir genç, Rıfat Amca; mahallenin cücesi, Pembe; Rabia'nın hizmetini yürüten beraber yaşadığı çingene, Hilmi; Selim Paşa'nın Jön Türk oğlu, Sabiha Hanım; Selim Paşanın Hanımı, Kanarya Hanım; köşkte ki bir Çerkez kızı.

Çevre
Daha romanın başında, ilk cümlelerle yazar bize olayın nerede geçtiğini söylüyor, Aynen okursak: "Bu dar arka sokak bulunduğu semtin adını almıştır: Sinekli bakkal." Romanın ileri ki bölümlerinde ise bu sokağın İstanbul'da olduğu söyleniyor.

Zaman
Zaman Osmanlı Devletinin 33. padişahı olan Abdülhamit Han devridir. Tevfik'in sürgünden dönüşü 2. Meşrutiyet Dönemi'nin başına yani 1908 ihtilâli'ne geldiğine göre zaman I. Meşrutiyet'ten sonra , 1908 öncesi diyebiliriz.






KİRALIK KONAK ROMAN ÖZETİ YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU

1.KİTABIN KONUSU:
Kitapta nesiller arasındaki çatışma yansıtılmıştır. Nesiller arasındaki uçurumdan ve hızlı değişimin getirdiği ahlak buhranı anlatılmıştır.

2.KİTABIN ÖZETİ:
Naim Efandi çok zengin, zengin olduğu kadarda hesaplı bir kişiydi. Babasından kalma bir serveti vardı. Büyük bir itina ile idare ediyor ve koruyordu. II. Abdülhamit döneminde devletin yüksek mevkilerinde bulundu. Bir çok defalar valiliklerde dolaştı.
Bütün çocukluğu, bütün gençliği İstanbul ‘un en kalabalık konağında geçen Naim Efendi eğlenceli toplantıları, dostlar arasındaki sohbetleri, misafirlere ziyafetleri çok severdi. Fakat öyle bir zaman yaşadı ki bunların hepsi yasaktı. Naim Efendi yeni sazdan, yeni şarkılardan zevk almak bir tarafa, son senelerde yazılan ve konuşulan Türkçe’yi bile anlamıyordu.
Bundan beş sene öncesine kadar karısı Nefise Hanımefendi yanı başında idi, rahatı ve huzuru iyi durumdaydı. Zira, bu ihtiyar kadın ölünce evin içinde yalnız kaldı. O öldükten sonra yerine kızı Sekine hanım geçti; fakat Sekine Hanımı hiçbir yönüyle annesine benzemiyordu.
Naim Efendinin damadı Düyunu Umumiye Müfettişlerinden Servet Bey, Naim Efendinin saflığından yararlanarak konak içerisinde işleri istediği gibi yürütüyordu. Servet Beyin oğlu Cemil henüz yirmi yaşında olmasına rağmen Beyoğlu'ndaki büyük lokantaların, gazinoların, barların sadık dostu idi. Bu yaşında birçok zevkleri vardı. Biraderinin küçük sırlarını bilen Seniha ise son çıkan moda gazetelerinin resimlerine benzerdi. Körpe, ince ve çolak vücudu, ipek böcekleri gibi daima biçim değiştirme, değişim içerisindeydi.
Pazartesi günleri Seniha'nın çay günleridir. Avrupa'nın bütün kibar kadınları gibi o günleri güzel giyinir, kuşanır ve tam beşte konağın salonunda az görülen bir hanımefendi gibi ziyaretçilerini beklerdi. Seniha salonun bir köşesinde iki genç kızla halasının torunu Hakkı Celis'in kendisine okuduğu şiirleri dinler gözüküyordu. Bu genç kendisinden iki ay küçük olmasına rağmen ve birçok şiiri bazı dergilerde çıkmasına rağmen ona parmakları mürekkep lekeli ve pantolonunun dizleri çıkmış zavallı bir okul çocuğu gibi görünmekten kurtulamıyordu. Saat beşte Faik Bey konağı ziyarete geldi. Faik Bey Cemil'in yakın arkadaşları arasındaydı. Kumral, zayıf, uzun saçları iyi taranmış bir gençti. Küçük yaşından beri Avrupa'nın önemli şehirlerinde dolaşmış, oturmuş olduğu için hareketlerinde hiç sahte görülmeyen bir zerafet vardı. Faik Bey ile Seniha arasındaki ilişkinin bir arkadaşlık derecesinden fazla olması genç kızın bütün arkadaşları bilirdi. Fakat, buna da hafif bir flört manasını verirlerdi. Günden güne aralarındaki sevgi çoğalmaya başladı. Faik Bey için Seniha'yı sevmek birdenbire vazgeçilmeyen birşey oluverdi. O şimdi kumara ne kadar düşkünse, Seniha'yı da o kadar arıyordu. Seniha'ya kendini o kadar bağlı hissediyordu. Dört günlük bir ayrılıktan sonra sabah Faik Bey konağa geldi. Herkes uykudaydı. Saçları karma karışık, yüzü sapsarıydı. Suratında üç günlük bir sakal, toz renginde bir kir tabakası vardı. Seniha ne var? Ne oldu? Demek isteyen gözlerle Faik Bey'e baktı. Faik Bey sessiz bir şekilde hiçbir şey söylemiyordu. Seniha daha sonra kardeşi Cemil'den Faik Bey'in kumarda Üç yüz elli lira kaybettiğini ve paraya ihtiyacı olduğunu öğrendi. Cemil parayı Seniha'nın büyükbabasından istemesini söyledi. Seniha'nın bunun olmayacağını söylemesi üzerine Cemil Seniha'nın elmaslarını rehin koymasını istedi. Seniha dolabını açtı içinden bir çekmece çıkardı. Çekmecenin içinden birkaç tane mahfaza aldı ve birer birer Cemil'e uzattı ve hayatında ilk defa ağır ve ciddi bir şekilde düşündü, kaldı. Hayat bir an içinde, ona çıplak ve en kaba haliyle görünmüştü. Bu dünyada güzellik bir hayal, asalet ve zerafet, insanın üstünde hafif bir cilaydı. Güzel bir yüze iskelet ifadesi vermek için iki gecelik bir uykusuzluk, bir sevgiyi bir alışverişe çevirmek için birkaç paket iskambil kağıdı, zarif bir adamı bir dilenciye döndürmek için üç yüz elli liralık bir borç yeterliydi. Seniha kalbinin bu bir günlük hesaplaşmasından epeyce değişmiş çıktı.
Konağı kiraya verip kardeşi Selma Hanımefendi'nin yanına taşınma fikri ortaya çıktığından beri Naim Efendi'nin rahatı, huzuru kaçtı. Selma Hanımefendi kararında o kadar katıydı ki hiçbir şekilde bunun önüne geçmek mümkün değildi. Naim Efendi Burada doğmuşum, burada yaşamışım, ihtiyarlamışım! Nasıl bırakır giderim? Diyordu. Selma Hanım Burada, fareler, örümcekler ortasında yapayalnız öleceğine, benim yanımda benim gözüm önünde ölürsün, diyordu.
Konak, Naim Efendiyle beraber, hergün biraz daha yıkılıp gidiyordu. Zili bozulan sokak kapısı ağır bir tokmakla vuruluyor ve bir çok gıcırtılarla sarsılak açılıyordu.

3. KİTABIN ANAFİKRİ:
Bazı şeyleri kazanmak ve korumak epeyce zaman alır ama onları kaybetmek çok kolaydır.

4. KİTAPTAKİ ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
Naim Efendi: Çok zengin ve zengin olduğu kadar da hesaplı bir kişidir. Çok önemli yerlerde çalışmış ve çok önemli bir kariyere sahip olmuştur. Ama devamlı bir değişim içerisinde olan bir ülkede eskiden kelme bir şahsiyet olduğu için bazı konulara uzak kalmıştır hatta gençlerin konuştuğu Türkçe'nin çoğunu anlamamaktadır. Eğlenceyi seven, neşeli bir insandır.
Seniha Hanım: Körpe, ince, çevik, ipekböceği gibi sürekli bir değişim halindedir. İlk başlarda cıvıl cıvıl bir kız olmasına rağmen zamanla çok değişir. Kimseyle görüşmez, kimseye bir şey söylemez olur.
Faik Bey: Aileyi uçuruma sürükeyen kişidir. Zevklerine göre yaşayan ve insanların umrunda olmadığı varlıklı bir ailenin oğludur.
Hakkı Celis: Senihayı sevmiştir fakat karşılık bulamayınca içine kapanmıştır. Kimseye sır vermeyen birisidir. İnsanlardan kaçmaya çalışmaktadır, yalnız kalmak ister.

5. KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:
Bir töre romanıdır. Üç neslin çatışması anlatılmıştır. Olay kapalı ve dar bir çevrede geçtiği için nesiller arasındaki uçurum, hızlı değişimin geyirdiği ahlak buhranı usta bir biçimde sergilenmiştir. Kitap akıcı ve sürükleyicidir.
6. KİTABIN YAZARI HAKKINDA BİLGİ:
Kahire'de doğdu. Manisa'nın karaosmanoğulları ailesindendir. Öğrenimini bir Fransız oklulunda tamamladı. II.Meşrutiyetin ilanından sonra İstanbul'a geldi. Fecri Ati topluluğuna katıldı. Çeşitli gazete ve dergilerde yazmaya başladı. Üsküdar Lisesinde felsefa dersleri okuttu. Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu'ya geçerek Batı Cephesi'nde bulundu. Deneme, makale, anı, oyun türlerinde eserler veren Yakup Kadri, daha çok romanlarıyla tanındı. Romanlarının konusu tarihsel ve olaylar olmuştur.

ESERLERİ :
Roman: Kiralık Konak, Nur Baba, Hüküm Gecesi, Sodom ve Gomore, Yaban, Ankara, Bir Sürgün, Panaroma, 2 cilt, Hep O Şarkı. Hikaye Bir Serencam, Rahmet, Milli Savaş Hikâyeleri.
Anı: Zoraki Diplomat, Anamın Kitabı, Vatan Yolunda, Politikada 45 Y

:victory
 

BaKKaL_GaZi

Romantik MiKRoP
by_raymond' Alıntı:
evet cok onemlı bılgıler heidinin de var mı analızı:)
bır cok edebıyat ogretmenı donem odevı yada normal odev olarak kıtap okumalarını ve ozet cıkarmalarını ıster. arkadas ta saolsun yardım etmıs.aa yoksa senın hocam heidi mı oku dedı tmm kardesım onuda koyarız buraya sıkma sen o tatlı canını

pffff:eek:ut: :eek:ut:
 

innfnnty

мα¢αкızı
Ünlü Kırgız yazarı, çevirmen, gazeteci ve politikacı, 12 Aralık 1928'de Kırgızistan’ın Talas Eyaleti 'ne bağlı Şeker Köyü'nde doğdu. Bişkek'de Veteriner Fakültesi’nden mezun oldu. Yazarlığa 1952' de başlayan Aytmatov, 1959'da Kırgız Pravdası gazetesinde muhabir oldu. Daha sonra Povesti Gori Stepey (Dağlar ve Steplerden Masallar) adlı öykü kitabıyla büyük ün kazandı. Bu eseri, 1963'te Lenin Ödülü'ne lâyık görüldü ve bu ödül onu aynı zamanda en genç Lenin Ödüllü yazar da yaptı.

Eserlerini, Kırgızca ve Rusça olarak kaleme alan Aytmatov, eserlerinin çoğunda tema olarak aşk, dostluk, savaş döneminin acıları ve kahramanlıkları ile Kırgız gençliğinin gelenek ve göreneklerine bağlılığını seçti. Aytmatov, milletinin tarih boyunca kazandığı sosyal, kültürel, ahlaki, edebi, askeri yani bütün maddi ve manevi zenginliğini eserlerine yansıtmış, yaşadığı coğrafyanın insanının tarih içinde kazandığı değerleri, acılarını, kahramanlıklarını, tecrübelerini yazıya döküp ölümsüzleştirmiş, halkının içinde düştüğü zor durumları eserlerinde en güzel şekilde anlatmış, onların çözümlerine dair ipuçları göstermiş, eserlerinde kendi ifadesi ile ‘tipik insan’ı ortaya koymaya çalışmış bir yazardır.

Hikayelerinde milletinin temel mülkü olan milli hafızaya ait efsane, destan, masal, hikaye ve türküleri ve bunların meydana geldiği şartları, ardındaki hikayeleri, insanları kullanırken, Kırgız Türk kültürünü, psikolojisiyle, duyuş ve anlayış tarzıyla, maddi manevi zenginliğiyle o kültürü bina edenlerin evlatlarına yeniden hatırlatmaya çalıştı. Ayrıca hikayelerinde halkının değerlerini, dertlerini, varsa onun içindeki çürümeyi anlatan yazarın en önemli özelliği, özüne bağlılık, kendinden, halkından, coğrafyasından haberdar olma olarak kendini gösteriyor.

Eserleri Türkçe'nin yanı sıra 150'den fazla dile tercüme edilerek milyonlarca baskıya ulaşan Aytmatov, 1958'de Kırgız Yazarlar Birliği Prezidyumu üyeliğine, 1962'de de Kırgız Sinematografi İşçileri Birliği birinci sekreterliğine getirildi.

1966'da SSCB Yüksek Sovyet'i üyeliğine seçildikten sonra da 1967'de SSCB Yazarlar Birliği Yürütme Kurulu üyesi olan ünlü yazar, 1968'de Sovyet Devlet Edebiyat Ödülü’nü aldı. Son yıllarda politikaya da atılan Aytmatov, Kırgızistan Meclisi'nde Talas Bölgesi Milletvekilliğinin yanı sıra Kırgızistan'ın Benelux Devletleri büyükelçiliğini de yapmaktadır. Uluslararası Cengiz Aytmatov Vakfı Onur Başkanlığı’nın yanı sıra “Diyalog Avrasya” dergisinin yayın kurulu üyeliğini de yapan Aytmatov, uluslararası diyalog çalışmalarıyla da tanınmaktadır.

Eserleri:
Elveda Gülsarı, Dişi Kurdun Rüyaları, Gün Olur Asra Bedel (roman) Beyaz Gemi, Kızıl Elma-Oğulla Buluşma-Beyaz Yağmur-Asker Çocuğu-Deve Gözü, Cengiz Han`a Küsen Bulut, Yıldırım Sesli Manascı - Yüzyüze - Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek,Toprak Ana, Cemile - Sultan Murat (hikâye)


Romanın Özeti



"Bu yerlerde trenler doğudan batıya, batıdan doğuya gider gelir...gider gelirdi.. Bu yerlerde demiryolunun her iki yanında ıssız, engin, sarı kumlu bozkırların özeği Sarı Özek uzar giderdi. Coğrafyada uzaklıklar nasıl Greenwich meridyeninden başlıyorsa, bu yerlerde de mesafeler demiryoluna göre hesaplanırdı. Trenler ise doğudan batıya, batıdan doğuya gider gelir, gider, gelirdi..."

Aytmatov'un çok tanınan eserlerinden biri olan "Gün Olur Asra Bedel", diğer adıyla "Gün Uzar Yüzyıl Olur" esas itibarıyla Sovyetler Birliği döneminde yaşanan sosyal ve kültürel sorunların bir öz eleştirisidir. Aytmatov, romanında, geçmişin efsaneleriyle geleceğin bilim kurgusunu harmanladığı çok özel bir teknik uygulamıştır.

Çağdaş romancılığın başyapıtlarından biri olan Gün Olur Yüzyıl Olur, aslında yalın bir kurguya dayalıdır. Uçsuz bucaksız bozkırların kuş uçmaz kervan geçmez köşelerinin birinde, belki ayda bir trenin geçtiği istasyonda görevli iki arkadaştır, Yedigey ve Kazgangap.

Aytmatov romanında, sıradan bir yaşamdan, ulusal ve toplumsal sorunlara gönderme yapar.Yer, Sarı Özek bozkırıdır...Kırgızistan'ın uçsuz bucaksız bozkırlarının birinde Sarı Özek'teki basit ve tekdüze bir yaşamın; demiryolcu Yedigey'in, İkinci Dünya Savaşı'ndan beri arkadaşı ve en yakın dostu Kazangap'ı, vasiyeti üzerine, atalarından miras kaldığına inandığı ve kutsal bildiği Sarı Özek bölgesinde bir mezarlığa gömmek istemesinin ve bu süreçte yaşadığı çelişkilerin öyküsüdür. Çevre ve kişiler, bize pek yabancı olmayan, Orta Anadolu bozkırlarının ve halkının adeta bir kopyasıdır.

Aytmatov'un yapıtlarında başlangıç, aynı zamanda bitiştir. Başlayan her şey biter, biten her şey de yeni bir başlangıçtır. Zamanın erdiği bozkırlarda, gün, yüzyıl kadar uzun; geçen yüzyıllar ise bugün kadar yakındır aslında. Aytmatov tren raylarının sonsuzluğa uzayıp giden kıvrımları arasında yiyecek arayan bir tilkinin yaşadıklarını adeta empatik yaklaşımla yaşatır bizlere.

Kazgangap, sağlığında, Kırgız efsanelerinin birinde adı geçen Nayman Ana türbesinin yer aldığı Ana Beyit bölgesine gömülmek istediğini söylemiştir.
Her şey, bir devenin sırtında Ana Beyit mezarlığına yol alan cenaze konvoyunun en önünde giden Yedigey'in bilincinde oluşur ve gelişir. Sarı Özek'teki istasyondan kutsal mezarlığa giden cenaze konvoyunun başını çeken Yedigey, can dostu Kazgangap'la yaşadıklarını, bu kısa yolculuk sırasında geri dönüşlerle bilinç üstüne çıkarır. Romanın ilerleyen sayfalarında, anlatılanların, bu yolculuk boyunca tahayyül edilenlerin ürünü olduğu ortaya çıkar. Yedigey, koca ömrü, bir güne hatta saatlere sığdırır; geçmişin, şu anın ve geleceğin aynı şey olduğunu, deve sırtındaki bilinç akışlarında yaşar ve yaşatır.

Gün Olur Yüzyıl Olur, dönemin yönetim anlayışına, Stalin diktatörlüğüne eleştirel bir bakış getirir. Bu eleştirel bakış, devlet kademelerinde görev yapan kişilere olumsuz karakterler çizilmesiyle kendisini gösterir. Roman kahramanlarında Sabitcan, bozkırın karşısında şehri, sıradan Kırgızın karşısında ise yönetime yakın, toplumsal yabancılaşmaya örneği temsil eder. Aytmatov'un yapıtlarında olumsuz kişilerin şahsında, sistemin yozlaşmış uygulamaları, üstü kapalı da olsa acımasızca eleştilir.

Yedigey, can dostu Kazgangap'ın naaşını vefa borcunu ödemek üzere küçük bir cenaze konvoyuyla Ana Beyit'e götürmektedir. Ancak, destan kahramanı Nayman Ana'nın mezarının bulunduğu Ana Beyit'te, Sovyet yönetimince bir uzay üssü kurulmuştur.

Cengiz Aytmatov, romanında "mankurt" kavramını bir sosyoloji terimi yapacak derecede çarpıcı sosyolojik saptama yapar. Mankurt, Aytmatov'dan sonra, geçmişini unutmuş, bedeniyle ve ruhuyla karşı tarafın buyruğu altına girmiş, yeni efendisine yaranmak için kendi değerlerine, ailesine ihanet edenlerin ortak adıdır.

Nayman Ana, mankurt olan oğlunu kurtarmaya çalışan, umut ve korku dolu bir yürekle çalkalanan bir Kırgız anasıdır. Onun mücadelesi, trajediyle bitse de, sonraki yüzyıllarda yaşanacaklara âdeta geçmiş çağlardan, ötelerden bir uyarıdır.

Kırgız ananın trajedisi, bulduğu sandığı bir anda, oğlunun okuyla öldürülmesiyle, efsaneden modern topluma bir projeksiyon tutar. Tarihsel mankurtlaşma, aslında, modern zamanlarda yaşanan mankurtlaşmanın iz düşümüdür âdeta.

Gün Uzar Yüzyıl Olur'da geçmiş ile şu an, gerçekler ile destanlar iç içedir. Juan Juanlar, Sarı Özek bozkırında yaşayan Naymanların topraklarını istilâ eder. Tutsak aldıkları Nayman gençlerinin kafalarına yaş deve derisinden bir başlık geçirirler. Güneş altında kurumaya ve daralmaya başlayan deri, esirlere korkunç acılar verir. Tutsaklar bu işkencenin sonunda ya ölürler ya da mankurtlaşırlar yani belleklerini ve bilinçlerini yitirirler. Juan Juanlar, tutsakların anılarını belleklerinden silmekle, insanlığın bilincini yok etmekle insanlık onurunu ayaklar altına almayı başarmış (?) bir topluluktur.

Mankurtlaşan tutsak artık efendisinden başkasını tanımaz. Ne anasını, ne babasını, ne de bir başka şeyi hatırlar. Ağzı var, dili yoktur artık; isyanı ve itaatsizliği hiç düşünmeyen tek varlıktır yeryüzünde.,

Yedigey'in Kazgangap'ı gömmek istediği yer, Nayman Ana'nın mezarı artık uzay üssüdür. Romanda yerleşik sistemin değerlerini simgeleyen Kazgangap'ın oğlu Sabitcan ise babasının cenazesine dahi zorla gelmiştir; herhangi bir sorun çıkmadan bir an önce törenin bitmesini ve şehre dönmeyi istemektedir.

Üsse yaklaşan cenaze konvoyunu durduran nöbetçiler, buranın askerî bölge olduğunu söyleyerek cenaze konvoyunun Ana Beyit'e girmesine izin vermek istemezler. Tartışma sürerken Nöbetçi subay gelir. Nöbetçi subay Kırgız kökenli bir delikanlıdır. Kendi halkından bir muhatapla karşılaşan Yedigey sorunu çözeceği inancıyla konuyu açıklamaya başlar. Nöbetçi subayın cevabı çok kısa ve çarpıcıdır: "Yoldaş, Rusça konuş" . Yedigey afallayarak niçin Kırgızca konuşmadığını sorar. Kırgız subay görevde olduğunu, görevde iken Kırgızca konuşamayacağı cevabını verir.

Konvoy çaresizlik içinde, kutsal topraklardan uzaklaşır. Yedigey başka bir yerde cenazeyi yaparak gömer; ancak Kırgız geleneklerini, tam olarak bilmeden ve uygulayamadan gömmek onu çok rahatsız etmiştir.

Aytmatov, baskıcı bir rejimin yerel ve ulusal değerleri silmeye çalıştığı bir zamanda alegrofik imgelerle ulusal kimliğini örten perdeyi aralamayı bilmiş, toplumsal sorunları ve bu sorunların derin yapılarını zamanın gündemine taşıma olanağını yaratmış ve romanlarıyla insanlığın hizmetine sunmuştur.




başka istediin varsa hemen cnm hemen :)
 

HTML

Üst