MARCUSX
New member
Hürriyet fakire fukaraya çok yarayışlı bir şey mi?
Makedonya topraklarında gezinirken aklıma gelen buydu.. Özellikle de hürriyetin ilân edildiği Manastır şehrine giderken.. Eskinin ahalisi de benim gibi hürriyet nedir, merak ediyordu.. Ekmek arası yenilecek bir şey miydi yoksa üste başa sürülen bir koku muydu? Doğrusunu Reha bilir..
Manastır.. Manastır..” diye diye merakımdan ölüyordum..
Niye mi? Bütün Balkan Yarımadası’nı gezin..
Camisiyle, köprüleriyle, hamam ve külliyeleri ile, geleneksel mimarisiyle Türkiye’deki Osmanlı’dan fazlası birkaç yerleşme merkezinde vardır ki bunların biri de Manastır’dır..
Yirmiden fazla konsolosluğu içinde barındıran bu eski Osmanlı Vilayeti, koca imparatorluğun Avrupa’ya açılan ikinci önemli kapısı..
Her türlü “zararlı fikir” önce Manastır’a tohum olarak geliyor.. Oradan Selanik’e uzanıp filizleniyor, en nihayet İstanbul’da yeşeriyor..
***
Nitekim ahali “hürriyet” diye bir şey duymuş.. Çok da lazım bir şey değilmiş ama varsın olsun..
Madem ki Avrupa’da işe yarıyor, bize de lazım olur bir gün deyip “hürriyet” kavramının peşine düşmüşler..
Doğal olarak meraklıları da okumuş yazmış takımı.. Fukaranın “hürriyet” ile ne işi olacak ki?
Fukaranın karnını doyur, cebine üç beş kuruş koy.. Bir de “yatak hürriyeti” ver, gerisine karışma..
Padişahımız efendimiz Sultan Abdülhamid’-i Sani bunları herkesten iyi bildiğinden Balkanlar’ın fukarası ile iyi başa çıkmış lakin bir avuç okumuş ile baş edememiş..
Kahraman-ı Hürriyet Resneli Niyazi Bey de bunlardan biri..
ÇIKAN İNMİYOR
Resne küçük bir köy, haydi belde diyelim.. Manastır’a bağlı.. Niyazi Bey de kendi halinde bir kolağası.. Bugünkü karşılığı ile yüzbaşı..
Bu hürriyetçilerin tesiriyle askerini topladığı gibi dağa çıkmış.. Oradan da bir ferman salmış ki pey pey pey!
“Hürriyet verilmezse dağdan inmem..”
Abdülhamid efendimiz telaş etmeyip “İnmezsen inme.. Kendin bilin.. Dağda durdukça maaş da alamazsın..” dese belki mesele bu kadar büyümeyecek..
Vehim, telaş.. Tutmuş Birinci Ferik Şemsi Paşa’yı taa oralara “Bunları dağdan indir..” diye yollamış..
“Birinci Feriklik” bugünün rütbeleri gibi kuru erik değil.. Koskoca orgeneralliğe denk ki fazladan cumhuriyet paşalarından kıyafetçe üstün..
Cumhuriyet paşalarının 30 Ağustos’tan 30 Ağustos’a giydikleri sırmalı kemer ile sırmalı apoletten başka süsü yok..
Osmanlı ferikleri ise günlük kıyafetle gezindiklerinde bile üzerlerinde “satıldığında altın borsasını yerinden zıplatacak kadar..” sırma taşıyorlardı..
Sadece dalaklarının üzerinde taşıdıkları sekiz köşeli Mecidiye Nişanı bile bugün Swissôtel’in servis yaptığı meyve tabağından büyüktü..
Ver o nişanı Bursa’nın kılıç kalkan ekibine.. Kalkan niyetine zıplaya zıplaya kullansınlar..
Şemsi Paşa öyle sırma zengini bir paşa.. Gelmiş Manastır’a.. Ayağının tozuyla postaneye gidip padişaha telgrafını çekmiş..
“Merak etmeyin..” demiş telgrafında..
“Ben buradayım.. STOP.. Evvelallah size asi olanların hakkından gelirim.. STOP.. Her şey kontrolüm altında STOP..”
Telgrafın parasını verdi mi, paşadır diye indirim yapıldı mı? Oralarını bilmiyorum..
Bildiğim postaneden çıkarken mülazım yani teğmen Atıf Bey tarafından “şak” diye vurulduğu..
Aslında “Şak! Şak!” diye vurulmuş.. Atıf Bey’in attığı iki kurşundan biri omuzuna diğeri de kasığına denk gelmiş..
Bu arada bir kurşun da Atıf Bey yemiş ama kaçmayı becermiş.. Eğer kaçamasaydı yakalanacaktı.. Atatürkümüz de Kırklareli için milletvekili aranırken “Acaba kimi koysak listeye..” diye fazladan düşünecekti..
Demek ki bu suikast cumhuriyetin hayrına olmuş..
***
Şemsi Paşa’nın öldürmez iki yaradan ölmesi kendi talihsizliğindendir.. Kasığına gelen kurşun büyük damarı parçalamış..
Garip paşa, başı yaverin omuzunda hastaneye götürülmeyi beklerken oracıkta can vermiş..
Abdülhamid efendimiz, yerine derhal Tatar Osman Paşa’yı göndermiş..
Tatar Osman Paşa müşir.. Yani mareşal.. Fotoğrafını gördüm.. Sırma ve madalya açısından iki kuyumcu dükkânının vitrinini tek başına donatır..
PAŞA UYKUDA..
Osman Paşa sert, bela askerlerden.. Çöp tenekeleri bir sırada düzgün durmadı mı yandı o kolordu.. Askere içtima yaptırır onları sıraya sokar..
En güvendiği taburları, redifleri “Gidin Niyazi ile Enver Beyleri dağdan indirin..” diye yollamış..
Sebebi nedir bilmiyorum? O dağlar da bilmediğimiz b.. mu vardı ki giden geri gelmemiş..
Dağa yollanan taburdan, bölükten “Biz de inmiyoruz..” haberi gelmiş..
Vakti zamanı geldiğinde Resneli Niyazi Bey başına topladığı silahlı iki bin kişi ile Manastır’a girmiş..
Girmiş ama askeri bir acayip.. Üniformalı Osmanlı redifleri, Bulgar çeteleri, Sırp eşkıyası.. Müslüman haydutlar.. Kimi ararsan hepsi bir arada..
Önde de bir geyik var.. Sancağın önünde yürüyor.. İki gidip bir kıç atıyor..
Meğer dağda bunlara denk gelmiş, insan okşamasından hoşlanıp yanlarından bir daha ayrılmamış.. Böylece “Meşrutiyet Geyiği” olarak yakın tarihimize geçmiş..
***
Osman Paşa’nın konağı basıldığında mareşal uykudaymış..
“Merak etmeyin paşam, hayatınız bize emanet..” deyip giyinmesini istediklerinde paşa odasına kadar giren geyiği görüp “Bu nedir?” diye sormuş..
Konağı basanlar arasında ben olsaydım Paşa’nın bu sorusuna “İdeolojik önderimiz..” cevabını verirdim..
Her şey olup bitmiş.. Hürriyet ertesi gün Manastır’da ilan edilmiş..
Manaki Kardeşler de bu heyecanın fotoğraflarını, sinemasını çekmişler.. İşte kulunuz o görüntüler için geldi taa buralara.. Manastır’ı nasıl bulduğumu yarın anlatırım..
Hürriyetin, meşrutiyetin ne işe yaradığını hepiniz biliyorsunuz zaten.. Eksik kalan şey “Meşrutiyet geyiğine”ne olduğu.. O da yarına kalsın..
KAYNAK
Makedonya topraklarında gezinirken aklıma gelen buydu.. Özellikle de hürriyetin ilân edildiği Manastır şehrine giderken.. Eskinin ahalisi de benim gibi hürriyet nedir, merak ediyordu.. Ekmek arası yenilecek bir şey miydi yoksa üste başa sürülen bir koku muydu? Doğrusunu Reha bilir..
Manastır.. Manastır..” diye diye merakımdan ölüyordum..
Niye mi? Bütün Balkan Yarımadası’nı gezin..
Camisiyle, köprüleriyle, hamam ve külliyeleri ile, geleneksel mimarisiyle Türkiye’deki Osmanlı’dan fazlası birkaç yerleşme merkezinde vardır ki bunların biri de Manastır’dır..
Yirmiden fazla konsolosluğu içinde barındıran bu eski Osmanlı Vilayeti, koca imparatorluğun Avrupa’ya açılan ikinci önemli kapısı..
Her türlü “zararlı fikir” önce Manastır’a tohum olarak geliyor.. Oradan Selanik’e uzanıp filizleniyor, en nihayet İstanbul’da yeşeriyor..
***
Nitekim ahali “hürriyet” diye bir şey duymuş.. Çok da lazım bir şey değilmiş ama varsın olsun..
Madem ki Avrupa’da işe yarıyor, bize de lazım olur bir gün deyip “hürriyet” kavramının peşine düşmüşler..
Doğal olarak meraklıları da okumuş yazmış takımı.. Fukaranın “hürriyet” ile ne işi olacak ki?
Fukaranın karnını doyur, cebine üç beş kuruş koy.. Bir de “yatak hürriyeti” ver, gerisine karışma..
Padişahımız efendimiz Sultan Abdülhamid’-i Sani bunları herkesten iyi bildiğinden Balkanlar’ın fukarası ile iyi başa çıkmış lakin bir avuç okumuş ile baş edememiş..
Kahraman-ı Hürriyet Resneli Niyazi Bey de bunlardan biri..
ÇIKAN İNMİYOR
Resne küçük bir köy, haydi belde diyelim.. Manastır’a bağlı.. Niyazi Bey de kendi halinde bir kolağası.. Bugünkü karşılığı ile yüzbaşı..
Bu hürriyetçilerin tesiriyle askerini topladığı gibi dağa çıkmış.. Oradan da bir ferman salmış ki pey pey pey!
“Hürriyet verilmezse dağdan inmem..”
Abdülhamid efendimiz telaş etmeyip “İnmezsen inme.. Kendin bilin.. Dağda durdukça maaş da alamazsın..” dese belki mesele bu kadar büyümeyecek..
Vehim, telaş.. Tutmuş Birinci Ferik Şemsi Paşa’yı taa oralara “Bunları dağdan indir..” diye yollamış..
“Birinci Feriklik” bugünün rütbeleri gibi kuru erik değil.. Koskoca orgeneralliğe denk ki fazladan cumhuriyet paşalarından kıyafetçe üstün..
Cumhuriyet paşalarının 30 Ağustos’tan 30 Ağustos’a giydikleri sırmalı kemer ile sırmalı apoletten başka süsü yok..
Osmanlı ferikleri ise günlük kıyafetle gezindiklerinde bile üzerlerinde “satıldığında altın borsasını yerinden zıplatacak kadar..” sırma taşıyorlardı..
Sadece dalaklarının üzerinde taşıdıkları sekiz köşeli Mecidiye Nişanı bile bugün Swissôtel’in servis yaptığı meyve tabağından büyüktü..
Ver o nişanı Bursa’nın kılıç kalkan ekibine.. Kalkan niyetine zıplaya zıplaya kullansınlar..
Şemsi Paşa öyle sırma zengini bir paşa.. Gelmiş Manastır’a.. Ayağının tozuyla postaneye gidip padişaha telgrafını çekmiş..
“Merak etmeyin..” demiş telgrafında..
“Ben buradayım.. STOP.. Evvelallah size asi olanların hakkından gelirim.. STOP.. Her şey kontrolüm altında STOP..”
Telgrafın parasını verdi mi, paşadır diye indirim yapıldı mı? Oralarını bilmiyorum..
Bildiğim postaneden çıkarken mülazım yani teğmen Atıf Bey tarafından “şak” diye vurulduğu..
Aslında “Şak! Şak!” diye vurulmuş.. Atıf Bey’in attığı iki kurşundan biri omuzuna diğeri de kasığına denk gelmiş..
Bu arada bir kurşun da Atıf Bey yemiş ama kaçmayı becermiş.. Eğer kaçamasaydı yakalanacaktı.. Atatürkümüz de Kırklareli için milletvekili aranırken “Acaba kimi koysak listeye..” diye fazladan düşünecekti..
Demek ki bu suikast cumhuriyetin hayrına olmuş..
***
Şemsi Paşa’nın öldürmez iki yaradan ölmesi kendi talihsizliğindendir.. Kasığına gelen kurşun büyük damarı parçalamış..
Garip paşa, başı yaverin omuzunda hastaneye götürülmeyi beklerken oracıkta can vermiş..
Abdülhamid efendimiz, yerine derhal Tatar Osman Paşa’yı göndermiş..
Tatar Osman Paşa müşir.. Yani mareşal.. Fotoğrafını gördüm.. Sırma ve madalya açısından iki kuyumcu dükkânının vitrinini tek başına donatır..
PAŞA UYKUDA..
Osman Paşa sert, bela askerlerden.. Çöp tenekeleri bir sırada düzgün durmadı mı yandı o kolordu.. Askere içtima yaptırır onları sıraya sokar..
En güvendiği taburları, redifleri “Gidin Niyazi ile Enver Beyleri dağdan indirin..” diye yollamış..
Sebebi nedir bilmiyorum? O dağlar da bilmediğimiz b.. mu vardı ki giden geri gelmemiş..
Dağa yollanan taburdan, bölükten “Biz de inmiyoruz..” haberi gelmiş..
Vakti zamanı geldiğinde Resneli Niyazi Bey başına topladığı silahlı iki bin kişi ile Manastır’a girmiş..
Girmiş ama askeri bir acayip.. Üniformalı Osmanlı redifleri, Bulgar çeteleri, Sırp eşkıyası.. Müslüman haydutlar.. Kimi ararsan hepsi bir arada..
Önde de bir geyik var.. Sancağın önünde yürüyor.. İki gidip bir kıç atıyor..
Meğer dağda bunlara denk gelmiş, insan okşamasından hoşlanıp yanlarından bir daha ayrılmamış.. Böylece “Meşrutiyet Geyiği” olarak yakın tarihimize geçmiş..
***
Osman Paşa’nın konağı basıldığında mareşal uykudaymış..
“Merak etmeyin paşam, hayatınız bize emanet..” deyip giyinmesini istediklerinde paşa odasına kadar giren geyiği görüp “Bu nedir?” diye sormuş..
Konağı basanlar arasında ben olsaydım Paşa’nın bu sorusuna “İdeolojik önderimiz..” cevabını verirdim..
Her şey olup bitmiş.. Hürriyet ertesi gün Manastır’da ilan edilmiş..
Manaki Kardeşler de bu heyecanın fotoğraflarını, sinemasını çekmişler.. İşte kulunuz o görüntüler için geldi taa buralara.. Manastır’ı nasıl bulduğumu yarın anlatırım..
Hürriyetin, meşrutiyetin ne işe yaradığını hepiniz biliyorsunuz zaten.. Eksik kalan şey “Meşrutiyet geyiğine”ne olduğu.. O da yarına kalsın..
KAYNAK