VolkaN
Altın Üye
- Katılım
- 28 Haz 2007
- Mesajlar
- 8,232
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 38
Hükümet mi cesur, medya mı?
Devletin yanlıştan dönmesi ve hatalarını sorgulaması çok önemlidir ve bir erdemdir.
Ancak büyük kırılmalara yol açmadan bunu yapmak pek kolay değildir. Bu yüzden demokratik toplumlarda miadını doldurmuş bakış açılarının ve kangrenleşmiş politikaların değişmesinde medyanın öncülük etmesi beklenir.
Elbette her ülkenin medyası resmi politikalardan etkilenir ve bunlara yer verir. Ama büsbütün bunların etkisine girmez. Resmi görüşün dışındaki açıları da yansıtır medya. Soğuk resmi söylemin görmediği insan unsurunu öne çıkarır. Ancak Türk medyası olarak bunu ne kadar yapabildiğimiz tartışmalı.
Zira medyamızın büyük kısmı, izlenen politikaları eleştirirken bile resmi tezlerin peşinden gitmekten kurtulamaz. Türkiye'yi Yunanistan'la savaşın eşiğine getiren Kardak krizi, bu gazetecilik anlayışının zirve yaptığı noktalardan biri değil miydi? 2003'te hükümet ve bir ölçüde devlet, Kıbrıs'ta çözümden yana tavır almasaydı, bu konudaki resmi söylemi ne kadar değiştirirdik?
Ermenistan açılımı vesilesiyle Türk medyasının bu meseleye bakışını inceleyen ilginç bir araştırma yapılmıştı. Küresel Siyasi Eğilimler Merkezi'nin (GPOT) yaptırdığı çalışmada, 2006-2009 yılları arasında Zaman, Hürriyet, Radikal, Sabah ve Yeni Şafak'ın konuyla ilgili haberleri ele alınıyordu. En çarpıcı sonuç, medyanın resmi çizgiye bağlılık derecesiydi.
Haberlerin yüzde 60'tan fazlasının kaynağı, cumhurbaşkanı, başbakan, dışişleri bakanı ve diplomatlar gibi resmi kişilerdi. Haberlerin yüzde 62'sine yorum karışmıştı. İnsani haberlerin oranı sadece yüzde 2 idi. Ekonominin neredeyse hiç yer tutmadığı haberlerde temel konu, güvenlik ve diplomasi idi. Ve işin diğer çarpıcı yanı, Ermenistan medyası üzerine yapılan araştırmadan da aynı sonucun çıkmasıydı.
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'na bağlı Medialog Platform'un Türk gazeteciler ile Iraklı Kürt gazetecileri İstanbul'da bir araya getirdiği toplantıda ortaya çıkan tablo da farklı değildi. 1990'lardan itibaren 5 gazetede yer alan haberler üzerinden yapılan araştırma, bölgeye bakışı belirleyen başlıca faktörün bölünme korkusu ve terör olduğunu gösteriyordu.
Güvenlik merkezli dilin hakim olduğu haberlerde, insani unsur yine yoktu. Birçok haberde, bölge insanına ve liderlerine tepeden bakan, yer yer aşağılayan yaklaşım vardı. Hızını alamayan bazı gazeteciler, devletin ve güvenlik güçlerinin de önüne geçerek manşetten savaş naraları atıyordu.
Bu bakış açısının etkisini, medyanın bölgede oluşan yeni yapının adını kullanma biçiminde de görmek mümkün. Irak Anayasası'nda yer almasına rağmen medya Kürdistan Bölgesel Yönetimi adını kullanmamakta ısrarcı. O kadar ki, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun Erbil'i resmen ziyaret etmiş olmasına ve burada bir konsolosluk açılmasına karar verilmiş olmasına rağmen medya alışkanlığını sürdürmekte ısrarcı. Bazı gazetelerin tercihi, yaygınlaşan adıyla bölgeye Kuzey Irak demek. Kimileri ise 'Irak'ın kuzeyi' diyor. Hükümetin bu açılımından sonra bile medya tutumunu değiştirmiyor. Bulunan yeni formül, 'bölgesel yönetim'.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun, adı anılmak istenmeyen yönetimin lideri Mesud Barzani ile görüşmesiyle ilgili haberde bile aynı tavrı görmek mümkün: "Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Irak'ın kuzeyindeki bölgesel yönetimin lideri Mesud Barzani ile ortak bir vizyonu paylaştıklarını belirterek, Ortadoğu'yu Araplar, Kürtler ve Türklerin yeniden birlikte inşa etmesinin ve cesaretli adımlar atılmasının vakti geldiğini söyledi." Devletin bakanı, yeniden birlik inşasından ve cesaretli adımlardan söz ediyor. Ama medya olarak biz, sanki değişimden değil, hâlâ statükodan yanayız.
Misafir gazetecilerin sözleri, bölgede Türkiye'ye bakışın çok olumlu yönde değiştiğini gösteriyordu. Yakından izledikleri açılım sürecinin ve demokratikleşme çabasının hedefine ulaşıp ulaşamayacağı konusunda bazı kaygıları olsa da Türkiye'ye güvenmek ve daha yakın olmak istedikleri aşikar.
Onlar, Kürt medyası olarak kendi özeleştirilerini yapar ya da yapmaz. Ama bizim, Türkiye'nin içeride ve dışarıda başlattığı kabuğu kırma ve yeni bir dil oluşturma çabasına ne kadar hazır olduğumuzu mutlaka sorgulamamız lazım.
kaynak
Devletin yanlıştan dönmesi ve hatalarını sorgulaması çok önemlidir ve bir erdemdir.
Ancak büyük kırılmalara yol açmadan bunu yapmak pek kolay değildir. Bu yüzden demokratik toplumlarda miadını doldurmuş bakış açılarının ve kangrenleşmiş politikaların değişmesinde medyanın öncülük etmesi beklenir.
Elbette her ülkenin medyası resmi politikalardan etkilenir ve bunlara yer verir. Ama büsbütün bunların etkisine girmez. Resmi görüşün dışındaki açıları da yansıtır medya. Soğuk resmi söylemin görmediği insan unsurunu öne çıkarır. Ancak Türk medyası olarak bunu ne kadar yapabildiğimiz tartışmalı.
Zira medyamızın büyük kısmı, izlenen politikaları eleştirirken bile resmi tezlerin peşinden gitmekten kurtulamaz. Türkiye'yi Yunanistan'la savaşın eşiğine getiren Kardak krizi, bu gazetecilik anlayışının zirve yaptığı noktalardan biri değil miydi? 2003'te hükümet ve bir ölçüde devlet, Kıbrıs'ta çözümden yana tavır almasaydı, bu konudaki resmi söylemi ne kadar değiştirirdik?
Ermenistan açılımı vesilesiyle Türk medyasının bu meseleye bakışını inceleyen ilginç bir araştırma yapılmıştı. Küresel Siyasi Eğilimler Merkezi'nin (GPOT) yaptırdığı çalışmada, 2006-2009 yılları arasında Zaman, Hürriyet, Radikal, Sabah ve Yeni Şafak'ın konuyla ilgili haberleri ele alınıyordu. En çarpıcı sonuç, medyanın resmi çizgiye bağlılık derecesiydi.
Haberlerin yüzde 60'tan fazlasının kaynağı, cumhurbaşkanı, başbakan, dışişleri bakanı ve diplomatlar gibi resmi kişilerdi. Haberlerin yüzde 62'sine yorum karışmıştı. İnsani haberlerin oranı sadece yüzde 2 idi. Ekonominin neredeyse hiç yer tutmadığı haberlerde temel konu, güvenlik ve diplomasi idi. Ve işin diğer çarpıcı yanı, Ermenistan medyası üzerine yapılan araştırmadan da aynı sonucun çıkmasıydı.
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'na bağlı Medialog Platform'un Türk gazeteciler ile Iraklı Kürt gazetecileri İstanbul'da bir araya getirdiği toplantıda ortaya çıkan tablo da farklı değildi. 1990'lardan itibaren 5 gazetede yer alan haberler üzerinden yapılan araştırma, bölgeye bakışı belirleyen başlıca faktörün bölünme korkusu ve terör olduğunu gösteriyordu.
Güvenlik merkezli dilin hakim olduğu haberlerde, insani unsur yine yoktu. Birçok haberde, bölge insanına ve liderlerine tepeden bakan, yer yer aşağılayan yaklaşım vardı. Hızını alamayan bazı gazeteciler, devletin ve güvenlik güçlerinin de önüne geçerek manşetten savaş naraları atıyordu.
Bu bakış açısının etkisini, medyanın bölgede oluşan yeni yapının adını kullanma biçiminde de görmek mümkün. Irak Anayasası'nda yer almasına rağmen medya Kürdistan Bölgesel Yönetimi adını kullanmamakta ısrarcı. O kadar ki, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun Erbil'i resmen ziyaret etmiş olmasına ve burada bir konsolosluk açılmasına karar verilmiş olmasına rağmen medya alışkanlığını sürdürmekte ısrarcı. Bazı gazetelerin tercihi, yaygınlaşan adıyla bölgeye Kuzey Irak demek. Kimileri ise 'Irak'ın kuzeyi' diyor. Hükümetin bu açılımından sonra bile medya tutumunu değiştirmiyor. Bulunan yeni formül, 'bölgesel yönetim'.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun, adı anılmak istenmeyen yönetimin lideri Mesud Barzani ile görüşmesiyle ilgili haberde bile aynı tavrı görmek mümkün: "Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Irak'ın kuzeyindeki bölgesel yönetimin lideri Mesud Barzani ile ortak bir vizyonu paylaştıklarını belirterek, Ortadoğu'yu Araplar, Kürtler ve Türklerin yeniden birlikte inşa etmesinin ve cesaretli adımlar atılmasının vakti geldiğini söyledi." Devletin bakanı, yeniden birlik inşasından ve cesaretli adımlardan söz ediyor. Ama medya olarak biz, sanki değişimden değil, hâlâ statükodan yanayız.
Misafir gazetecilerin sözleri, bölgede Türkiye'ye bakışın çok olumlu yönde değiştiğini gösteriyordu. Yakından izledikleri açılım sürecinin ve demokratikleşme çabasının hedefine ulaşıp ulaşamayacağı konusunda bazı kaygıları olsa da Türkiye'ye güvenmek ve daha yakın olmak istedikleri aşikar.
Onlar, Kürt medyası olarak kendi özeleştirilerini yapar ya da yapmaz. Ama bizim, Türkiye'nin içeride ve dışarıda başlattığı kabuğu kırma ve yeni bir dil oluşturma çabasına ne kadar hazır olduğumuzu mutlaka sorgulamamız lazım.
kaynak