Google Beni Dinleyecek Misin?

imgesel

New member
Katılım
3 Kas 2007
Mesajlar
2,396
Reaction score
0
Puanları
0
Başkalarına dahi anlatmaktan sakındığımız harika bir fikrimiz var ancak ne yapacağımızı bilmiyoruz.

Tanıdıklara anlatsak; ya benim fikrimi benden önce yaparlarsa diyoruz. Firmalara anlatmak istesek; kim dikkate alacak ki beni? Hadi diyelim aldılar, teşekkür edip beni gönderdikten sonra ya kendileri yaparsa?

İşte Fikir Atölyesi iletişim bölümünden bana gönderilen email’lerin büyük bir çoğunluğu bu konularda oluyor:

“Bir fikrim var, ne yapmam gerekiyor? Beni kim dikkate alacak?“


Önce biz kendimizi dikkate alacağız. Önce biz fikirlerimize tutkuyla inanacak ve onları hayata geçirebilmek adına yine tutkuyla yaratıcı yöntemleri hayata sokacağız.

Kimse kimseyi kapıda karşılamıyor. O kapıları açacak olan da yine biziz, yani kendimiz.

Tıpkı Aaron Stanton‘ın yaptığı gibi.

aaronAaron 2003 yılında bir fikir geliştiriyor. Bunu zaman içinde olgunlaştırıyor ancak harekete geçemiyor. Ta ki (aşağıda detaylarını okuyacağınız) bir film ona gereken ilhamı verip, cesaretlendirene kadar.

Sonra elindeki (milyon dolarlık olduğuna inandığı) fikrini Google’a anlatmaya karar veriyor.

Ancak Google‘da tanıdığı kimse yok. Telefon ve email ile de bir yere varamayacağının farkında. Tek bildiği Google Merkez Ofisi’nin San Francisco yakınlarındaki Mountain View’daki adresi.

Kaybedecek hiçbir şeyim yok, ben bu fikrin çok iş yapacağına inanıyorum diyor bir gün. Yeter ki beni dinlesinler…

İşinin ne kadar zor olduğunun o da farkında. Yüzlerce, belki binlerce kişi her gün Google’a “yeni bir iş fikri” ile başvuruyor. Google’da bu teklifleri internet üzerinden bir form ile alıyor ancak siz formu doldurup gönder’e bastıktan sonra otomatik bir mesaj ile size teşekkür edildiği halde, teklifinize cevap verileceği ile ilgili en ufak bir ayrıntıya yer verilmiyor.

Biz zaten en iyi fikirleri bulacak insan gücüne sahibiz mi demektir bu, yoksa o kadar çok kişi başvuruyor ki, bunları gerçek kişiler ile cevaplamaya kalkacak bir ekip kurmayı değerli bulmuyoruz mu? Veya gelen fikirler o kadar kötü ki, böyle bir ekibin kurulması ticari açıdan anlamlı değil…

Cevap her ne olursa olsun, siz fikrinizin çok da değerlendirmeye alınmayacağı, diğerleri arasında kaybolacağından emin bir şekilde ayrılıyorsunuz bilgisayarınızın başından. Hele fikriniz basit bir form ile anlatılamayacak kadar değerliyse…

Ve Aaron (daha önceki doldurduğu formlardan bir cevap gelmeyince) fikrini yüz yüze anlatmak üzere Mountain View’e gitmeye karar veriyor.

Ancak ne Google’da bir torpili var, ne de elinde görüşme için bir randevusu…

Başıma gelebilecek en kötü şey diyor; en fazla randevu vermezler. Ben de o zaman fikirlerini değiştirip bana bir görüşme ayarlanana kadar lobilerinde şımarık çocuklar gibi oturur, beklerim diyor.

İnandığınız fikirleriniz için savaşmazsanız, o fikirler de sizinle birlikte diğer dünyaya giderler.

Google lobisinde şımarık çocuklar gibi beklemenin tek başına yetmeyeceğinin farkında tabii. İşte bu noktada akıllı bir strateji izliyor ve internet’in gücünden faydalanmaya karar veriyor. Eğer diyor bu savaşımı ve gelişmeleri açacağım bir sitede duyurur ve insanların desteğini alırsam; Google çalışanlarının beni duyma, beni ciddiye alma ve sonrasında da bana randevu verme konusunda şansım artar.

Ve Idaho’daki evinden tek başına uçağa atlayıp California’ya gitmeden önce sitesini açıyor:

CanGoogleHearMe.com [Google Beni Duyabilecek mi?]

Daha önceden işe yeni aldığı bir kişiyi blogu yüzünden 2 hafta sonra kovan Google şimdi onlar için milyon dolarlık fikri olduğunu söyleyen ve hikayesini blogu ile anlatan birini mi dinleyecek?

Googleplex lobisinin ilk gününde de aynen tahmin ettiği gibi oluyor ve Aaron kibarca red ediliyor. Ona tek söylenen Google sitesindeki o basit formu doldurması. Büyük şirketlerin prosedürlerine ne kadar bağlı olduklarını bildiğinden, dolduruyor ve hazırladığı online flash sunumunun da linkini ona ekliyor.

Bu arada sitesini sürekli güncelleyip, yaşadıklarını anlatan yeni video’lar ekliyor. İnternet dünyasının dikkatini çekmesi, link vererek haber yapmaya başlaması ile sitesi hızla trafik almaya başlıyor. Hatta bunların arasında Google’ın olduğu Mountain View’den okurların da olması Aaron’u ümitlendirirken, henüz forma eklediği linkten sunumu Google’dan kimsenin izlememesi ise hayal kırıklığı yaratıyor.

Ancak yılmak yok; sitesinden Google çalışanlarına sesleniyor: “Yapmaya çalıştığım şeye sempati ile bakıyorsanız lütfen Google içinde ilgili kişilere söyleyin, verdiğim linkteki sunumu izlesinler.“

Ve ikinci günün sonunda Google’dan David isimli bir çalışandan mail alıyor: Yes we can hear you :) [Evet seni duyabiliriz!]

Fikrini beğenmelerinden önce onu dinlemeleri gerekiyordu ve binlerce kişinin yapamadığını Aaron çok kısa bir süre içinde başarıyordu; Google onu ve fikrini dinleyecekti.

aaronVe Mountain View’deki üçüncü gününde görüşmeyi gerçekleştiriyor Aaron. Tüm amacı da bu değil miydi; “Bana bir şans versinler, fikrimi anlatayım onlara. Beğenirlerse harika, beğenmezlerse de sorun yok; amacıma ulaşmış olacağım.” Aaron sonunda Google tarafından ciddiye alınıyordu.

Yaptıkları kısa toplantı sonucunda David fikri doğru insanların önüne koyabilmek için ondan sunumun bir özetini ve farklı destekleyici materyaller istemiş. Yani kısaca; fikrin özü aktarılabilmiş ve tekrar konuşmaya “değer” bulunmuş. Artık konu ‘Google beni duyacak mı’dan ‘Google fikrimi beğenecek mi; sahiplenecek mi’ safhasına geçmiş.

Önemli başarılar bunlar. Sadece fikrin gücünü değil, Aaron’un risk alma, ön hazırlık, iletişim ve ikna becerilerinin de bir göstergesi.

Tüm bunlar olurken açtığı forumun ve digg‘in de yardımıyla cangooglehearme.com tahminlerin çok ötesinde ziyaretçi almaya başlıyor. Her 1.5 dakikada bir gelen “iyi şanşlar” dileyen mail sayısı dakikada 10′a çıkıyor. Alexa‘nın en hızlı yükselen siteler sıralamasında ise beşinciliğe kadar çıkıyor.

Aaron’un sıradan bir birey olarak dev Google’a kendini ve fikrini kabul ettirme azmi ve çabası diğer birçok kişinin övgüsünü kazanıyor. Doğal olarak bazılarının da kıskançlığını ve hasetliğini. Her iki sonuçta da Aaron Stanton ismini Googleplex’de duymayan kalmıyor.

Sadece bir günde 1.500 Google çalışanı sitesini ziyaret ediyor, şirket içinde birbirine gönderiyor, ziyaretçi sayısı saatte 30 binlere çıkıyor. Google çalışanları adeta Aaron’un elçisi gibi hareket etmeye başlıyorlar.

Aaron’a verilen gönül desteği her gün gelen binlerce iyi şanş ve tebrik mail’leri (ve video mail’leri) ile de sınırlı kalmıyor. Onun adına logo hazırlayanlardan, şiir yazanlardan, hikayesini besteleyip şarkı yapanlara kadar gidiyor bu sevgi.

Bir fikri olup da ne yapacağını bilmeyenlere heyecan verici bir ilham kaynağı oluyor o. Pes etmemeyi ve kendilerine olan inancı hayata geçirme adına da kocaman bir cesaret göstergesi…

Aaron kendi ilhamını ise Brian Herzlinger‘den almış; Hani şu “My Date With Drew” [Drew ile Randevum] dokümanter lezzetindeki filmini düşünen, çeken ve oynayan adam.

Sıradan bir adam olan Brian, ilk kez “E.T.” filminde görüp çocukluğundan beri hayran olduğu Drew Barrymore ile tanışma ve eğitimini aldığı film direktörlüğü hedeflerini “en iyisi ben kendi filmimi yapayım, iki hayalime birden ulaşmış olurum” diyerek ‘Drew ile Randevum‘ filmini çekiyor.

Hem de sadece 1.100 dolara. Yanlış okumadınız 1.100 dolar. Üstelik bu parayı da son soruda “Drew Barrymore” doğru cevabını verdiği bir yarışmada kazanıyor. [Kader ağlarını örmüş!]

30 gün içinde sorgusuz sualsiz sattıkları ürünleri iade alma prensibi olan Circuit City‘den (bir arkadaşının kredi kartı ile) satın aldığı kamera ve yakın arkadaşlarının desteği ile 1.100 dolara filmi çekip, 30 gün sonra da kamerayı iade ediyor!

Ben henüz seyretmedim ancak seyredenlerin etkilendikleri bir film olduğunu biliyorum.

Brian bir söyleşisinde güzel özetlemiş:

“Bu filmin ana mesajı; eğer bir rüyanız varsa risk alıp onu gerçeğe dönüştürmeye çalışmalısınız. Yoksa 70 yaşına geldiğinizde geçmişe bakıp ‘Oh, keşke bunu yapmış olsaydım’ demek mi istiyorsunuz? Eğer risk almazsanız bitmiş bir ruha sahip olursunuz.“

İşte Aaron’u da tetikleyen bu film olmuş: Eğer Brian yapabildiyse, ben de yaparım!.

Peki Aaron şimdi ne yapıyor? O iş fikrini anlattığı sunumunda kendisinden beklenenleri yaptı ve Google’a tekrar gönderdi. Yaşadığı olumlu gelişmeler nedeniyle evini dönüşünü de birkaç gün geciktirmiş durumda. Heyecanla gelişmeleri yerinde takip edip, yeni bir toplantı için çağrılmayı bekliyor.

Google ile imzaladığı Gizlilik Antlaşması nedeniyle fikrinin ne olduğuna dair her hangi bir ipucu ise veremiyor. Bunun için farklı görüşler olsa da, onun geçmişini biraz araştırınca, bunun oyun sektörü ile ilgili bir fikir olabileceğini düşünmek mümkün. Ancak baştan beri fikrinin içeriği veya (Aaron’u da haklı olarak düşündüren) hukuki konular değildi bu yazıdaki amacımız; fikri hayata geçirmek için ne yaptığı, nasıl yaptığı idi.

[Fikrin patenti olur mu sorusuna cevap aradığımız “Sahtekar Olmayan Taklitlere Razı Olmak” başlıklı yazıya bir ara bakabilirsiniz.]

Aaron Stanton veya Brian Herzlinger…

Onlar önce kendilerine inandılar. Sıradan birer kişi olabilirlerdi ancak fikirleri vardı. Tutkuyla inandıkları ve belki daha önemlisi hayata geçirmek için her yaratıcı yöntemi denemeye hazır oldukları fikirleri.

Oturup birilerin onları bulmasını beklemediler. Attıkları mail’lere veya doldurdukları formlara cevap gelmeyince de yılmadılar. Farklı yollar bulmaya odaklandılar ve buldular da… brianÇünkü yaratıcı fikirleri bulan beyinleri o fikirleri gerçekleştirecek yaratıcı yöntemleri de bulabilirdi.

Brian zaten bir başarı hikayesi olmuş durumda. Nerdeyse bütçesiz çektiği film ile hem hayalinin kadını ile tanıştı hem de çok sayıda ülkede gösterilen, DVD’leri satılan, ödüller kazanan bir filmin yaratıcısı, yönetmenlerinden biri ve oyuncusu oldu.

Her ne kadar fikrini henüz Google’a satma aşamasını tamamlamamış olsa da, Aaron da benim için bir başarı hikayesi. Buraya gelene kadar izlediği yollar, internet sitesinden kendine taraftar toplayıp Google’ın dikkatini çekmesi, derinlemesine araştırdığı ve düşündüğü belli olan fikrini düzgün bir sunumla onlara yüzyüze anlatabilmesi ve toplantılarının devam etmesi…

Amacı sadece Google’ın onu duymasıydı, şimdi çok daha fazlası onu duymuş durumda. Google olmazsa bile, bundan sonra onu dinlemeye hazır birçok firmanın (başta Google’ın rakipleri) olduğunu öngörmek çok da zor değil.

“Ümitsizseniz ümit sizsiniz, çaresizseniz çare sizsiniz” lafı geliyor aklıllara.

Bir fikri geliştirmek için sahip olduğumuz yaratıcılık “ümit” ise; enerjimizin daha fazlasını o fikri hayata geçirmek için harcamak da sanırım “tek çare“.



Yazar:
Tunç Kılınç​
 
okduunuz ve yrm yaptıınnız içintesekkur ederişm
 
Rica Ederiz Herzaman ( =
 
Geri
Üst