Gestapo Günleri

kubikubiii

New member
Katılım
22 Haz 2007
Mesajlar
75
Reaction score
0
Puanları
0
Tarih: 28 Mart 2008 Cuma


Unuturuz gideriz bugünleri, tarihe not düşmek lazım, bu yüzden birkaç satır karalamak istiyorum.

Aslında hiç yazmak niyetinde değildim, ancak, bu akşam bir orta yaşlı ve yarım baş eşarp bağlayan pek hanımca bir kadın bulvarda önümü kesti ve kulağıma birşey söylemek istediğini söyledi. Sağa sola telaşla bakındı ve şimdi beni öldürmezler değil mi deyip hızla uzaklaştı.

Birkaç saat önce de benzer bir şey yaşadım, bir yaşlı adam yanıma yaklaştı ve oğlum seni seviyoruz, elini sıkıp öpmek istiyorum, derken, birden gelip geçenlere yani bir gören var mı gibisinden etrafa bakındı ve korkusunu açıklama ihtiyacıyla "ne yapalım oğlum herkesten şüpheleniyorsun, şimdi birisi seninle görüştüğümü sanırsa..." dedi.

Neler oluyor?
Hem beni sevdiklerini dillendirmek istiyorlar, ki, bu topraklarda sanmıyorum,halkın benim kadar sevdiği kucakladığı bir yazar olsun, ama, işte bu tuhaf sahneler.
Bir üniversiteye konuşma yapmaya gidiyorum ve hocaların kalabalık olarak sohbet ettiği bir odaya giriyorum, ellerinde kağıt kalem, bir takım isimler yazıyorlar, kimler alınır diye bir nevi toto oynuyorlar ve beni görünce şaşırdılar. Şaşkınlıkları geçer geçmez beni de listeye yazdıklarını ve bana da kimlerin alınacağını sordular ve ellerindeki listeye bir (itirazım) eleştirim var mı yok mu, yani bu isimleri siz de düşünüyor musunuz, dediler. Tesadüfe bakın ki iki gün önce de açılan bir mahkeme için adliye koridorunda tebliğ edilen mahkemenin kalem odasını ararken biraraya birikmiş avukatları kendi aralarında sohbet ederken gördüm ve beni görünce yanlarına çektiler, onlar da şu anda toto oynuyorlar ve aralarında kimlerin alınacağı bahsine girmişler ve benim ismim de ve birçok emekli paşanın ismini de söylediler ve ön bir tanışmadan sonra benden kimlerin alınabileceği üzerine bahis isimleri istediler. İşte böyle. İlhan Selçuk"un alındığı günün akşamı uçakta, havalimanında ve hatta SKY Televizyonunun kapısına kadar gelip benim de alınacağımı ve endişe duyduğunu söyleyen bir çok insanla karşılaştım.

Ancak en şaşırtıcı olanı şuydu, dört-beş gün kadar önce bir kitap almak için yağmurlu bir günde şemsiye alıp sabah 10 sıralarında hızla Dost kitapevine gittim, tesadüfe bakın ki elli yaşlarında pek temiz giyinmiş ve pek güzel yüzlü ve yine yarım eşarp başlayan bir teyze beni gördü, hemen boynuma sarıldı. Meğer evden çıkıp kitapçı kitapçı dolaşıyor beni soruyormuş. Şu çocuğu bir göreyim onun başına birşey gelmesin, ona dua edeyim, tembih edeyim, diye.. Seni Allah karşıma çıkardı, hiç bir yazar böyle bulunur mu, işte iki kitapçıya girdim, ikincisinde hemen karşıma çıktın. Tesadüf işte. Dualar okudu, ne olur kendine dikkat et diye tatlı ikazlarda bulundu ve daha önce faili meçhule kurban gitmiş yazarlardan yüzünde tatsız acılı bir ifadeyle uzun uzun sözetti.. Kalbin temizmiş teyze, işte gördün buldun beni, dedim, sarıldık ve ayrıldık.

Ve iki gün önce proğramdan dönüp her akşam gittiğim spor adamları derneğinde arkadaşlarım yanına döndüm ve aralarından ayrılmam 24 saati doldurmamıştı. Aralarında iddiaya girmişler ve Nihat vurulacak Nihat tutuklanacak diye sıkı bir bahse girmişler, ben kapıdan girince yüzleri güldü ve nerdeyse gelişimi alkışla karşılayacaklardı ve boynuma sarıldı, bugünü de atlattık, bugün de birşey olmadı, ve, gördün mü oğlum, Nihat gelecek dedim, geldi, naber dedi diğerine. Masaya oturduk lafladık, ki, burası eski futbolcu ve antrenörlerin geldiği bir mekan, kulüp diyelim, birden acı bir haber aldık, bizim kulübün müdavimlerinden ve herkesin can dostu antrenör Sedat Bafra"da vuruldu haberi, arkadaşlar yıkıldı, nasıl oldu niye oldu derken. O acılı dakikalarda espri olsun diye değil, ama araya girip gördünüz mü kimin nasıl gideceği belli değil, siz, siyasi konuşma yapanların zorda tetiğin ağzında olduğunu söylüyorsunuz, gördünüz futbolcular, topcular gidiyor.. Taşra kasabalarında binbir cins bilmediğin insanların içinde ve ailenden uzakta sporculak antrenörlük yapmak ve binbir belaya maruz kalmak, sanırım bu acı cinayet sonrası hepimizi düşündürür.

Sonra, Ankara AKM"de Leman standında imza gününe katıldım, mecburdum, çünkü yıllardır kitaplarım Leman"dan çıktığı halde bir imza günü kabul etmiyor imzaya çıkmıyordum, arkadaşların teklifini kabul ettim ve imzaya başladım. İmza saat 14.30"da başladı ve saat 18.11"i gösterdiğinde pilim bitiverdi ve Leman dağıtımdan Cüneyt"e "bu kuyruk bitmeyecek, sen vitrindeki kitapları gizlice depoya kaçır, ki, kuyruktakiler kitap kalmadığını görüp dağılsın..". Bir fuar rekoru, sanırım ikiyüzelli üçyüz kitap, tabii ki bir yazar olarak gurur duyuyorsun.

Ertesi günü Konya Selçuk Üniversitesi"nin büyük salonunda gençlere konuştum, ki, salon 1500 kişilik, ağzına kadar tıka basa doluydu, her zamanki gibi seri konuşmam ikinci saatine yaklaşmıştı ki, yine yorulduğumu hissettim, sanırım, tepedeki sahne ışıkları gözüme gözüme geliyor beni arkaya doğru itiyordu.. İkinci saat dolmadan gençlerden izin isteyip konuşmamı son verdim. Kitap imzalamayacağımı söylediysem de onlarca kitabı çalakalem imza attım ve sahnede konuşmamın sonunda fotoğraf çektirmeye ancak onbeş dakika ayıracağımı söylememe rağmen gençlerin fotoğraf çekimi bir saate yaklaşıyordu, ki, beni hemen terminale kaçırmalarını söyledim ve bu arada birçok daveti ekmek ıskalamak sallamak zorunda kaldığım için özür üstüne özür diledim.

Eskien biz yazarların konuşmalarını dinlemeye emniyetten bir görevli gizlice gelirdi, şimdi bir araba dolsu emniyetcinin konuşmamıza özel ilgi göstermesi beni de memnun etti, çünkü, konuşmamda Selçuklu"yu Osmanlı"yı Mevlana"yı uzun uzun ve doya doya anlattım, bilmem bu çocuğun memleket derken neyi kastettiğini de not ettiler mi?

Konya yolunu artık ezberledim. Konya Denizi diye bu yollarda gide gele düşünüp yazdığım güzel bir yazım vardır. Ancak bu sefer başka birşey öğrendim, Ankara meşhur Kırkikindiler yağmurlarını almaya başlayınca hepimizde bir sevinç sormayın. Dolu dolu ve gümbürdeyerek ve fırtınalar eşliğinde Orta Anadolu"nun en büyük festivali Kırkikindiler başlamıştı.. Sevincim uzun sürmedi, çünkü, bu yağmurların sınırı Konya Kulu"ya kadar, Kulu"yu geçip Cihanbeyli"ye gelince, havada bir toz fırtınası bir gürültü var ama zırnık yağmur yok. Otobüs yolculuğum boyunca dualar ettim, bu yağmurlar Konya"ya kadar uzansın ve hatta Tuz Gölü üstüne yağsın, yağsın yarabbim ne olur yağsın.. Kırkikindiler bu toprağın herşeyidir, geçen sene yağdı yağmadı ve yazın halimizi gördünüz. Bu sene kış boyunca Kırkikindileri bekledik ve ilk parti fırtınanın geldiğinin hemen ertesi günü erik ağaçları beyaz çiçekli binlerce ağaç ve çimenler hemen o ilk yağmuru alır almaz topraktan fışkırıvermeye başladı, bu işte benim toprağım, bu.. Haziran"ın sonuna kadar sürsün Kırkikindiler, Konya Ovası"nda artık yüzlerce metre derine inen su kuyuları dolsun ve toprağa on metre sondaj yapanlar suyu hemen buluversinler, yoksa bu koca ovanın hali ne olur.. İşte onlarca göl kurudu gidiyor.. Yetiş yarabbi, yetiş Kırkikindiler.

Yolda otobüs penceresinde düşündüm, telefonlarımız dinleniyor ve birşey yapamıyoruz, birileri güvenlik için dinliyoruz diyorlar, işte çete bağlantısı bir şüphe dinliyorlar, artık kaç kişiyi ne çok dinliyorlar bilemiyoruz, ama telefonlarımız dinleniyor. İşin özgürlük tarafında hiç değilim artık. Bir insan hakkı sorunu olarak tartışmanın da anlamı kalmadı. Otobüste aklıma geldi, bu telefon dinlenmesine başka türlü karşı çıkmalıyım, mesela, beni dinleyenler benim mesleğimle ilgili bir yığın bilgi ediniyorlar, yani meslek sırlarımı öğreniyorlar, neyi nasıl yaptığımın bilgisine sahip oluyorlar, bu bilgi hırsızlığı, ya da ne bileyim, serbest rekabet yasasından ya da ticari hırsızlıktan dava açmalıyım, dedim. Tüm dünyada "güvenlik" endişesi sade bir insan hakkı olan özel hayatımı zaptü rapt altına aldığına ve artık güvenlik gerekçesiyle sesimizi gıkımızı çıkartamayacağımıza göre, ben olayı başka yöne çevirmeliyim. Kardeşim ben ünlü bir yazarım ve sıkı konuşmalar yapıyorum, bunların bilgisi bana özeldir, neyi nasıl yaptığım, bilgilerimi nasıl oluşturduğum, fikirlerim düşüncelerim konuşmamın dramatik yapısındaki sırlar ve ancak bir yazarın üslubunu belirleyen o özel büyülü iç konuşmalar, hepsi bu telefon konuşmalarında. Bu bilgileri güvenlik gerekçesiyle alıp ticari olarak kullanmayacaklarını ya da okullarda üniversitelerde Abantlar"da hocalarından öğrenmeleri asla mümkün olmayan bu bilgileri benim telefonlarımdan bedavaya ellerine geçiyor, oysa, onlar Abant"ta konuşturdukları yazarlara hazirün dediğimiz yani orada olanlara bulunma bedeli ödüyorlar..

Bundan iki ay önce gecenin ikisi tam kapımın önünde birileri bir şarjör mermi boşalttı. Arkadaşlarım korkmasın diye kimseye haber vermedim. Ben 12 Eylüller yaşadım, bu ihtarları, bu gizli tehditleri bilirim. Hadi bir tane mermi at, şehrin tam ortasında Kızılay"da oturuyorum, hadi hırsız kovalıyorsun iki tane at, tam kapının ağzı ve tam bir şarjör mermi.. Kime ne anlatacağız, nasıl günler yaşıyoruz, hiç kimseye detaylarını isimlerini veremem, çok yakınımızda bizim gibi yazar çizer bir arkadaşımızın ailesine çocuklarına dönük bir saldırı ve peşinden bir saldırı daha, arkadaşımız kapağı başka ülkeye atıyor, çünkü, eleştirel şeyler yazıyor çiziyordu, birilerinin bir ihtarı bu, yoksa elli yıldır yaşıyoruz işte..

Yine bir başka meşhur bir arkadaşımın yine eleştirel konuşmalarının arifesinde arabasının kabloları kesiliyor, polis çağırıyor, ihtarmış, yani, yapma, kötü olur diye yapılıyormuş böyle şeyler. Neresini nasıl ıspatlayalım, yapanlar zaten profesyonelce yapıyor, iddia etsen, sana paranoyak diyecekler ama bu paronayalar gözlerimizin arabamızın kapımızın önünde artık sıkca olmaya başladı. Çevrildik, kuşatıldık..

Ben 12 Eylüller yaşadım ve onlarca arkadaşım vuruldu, birçoğu yanımda öldü ve ilk gençlik yıllarım Karşıyaka Mezarlığı"nda geçti. Ölüm mölüm gibi meseleleri yıllarca okuyarak düşünerek kendimizle dünyamızla Allahımızla hesaplaşarak içimizde çoktan hallediverdik. Tırsmak, sinmek, susmak bize göre değil. Tabii ki korkmak başka birşey.. İnsansın korkarsın, ama, geri adam atmak mümkün değil. Bu cümleleri bir meydan okuma bir nara atmak için söylemiyorum, ben böyle günler yaşayacağımı çok önceden tahmin ettiğim için yazabileceğim kitapların yarısını yazdım, hiç değilse derdimi edebiyatımı hikayelerimi bir nebze başkalarına ulaştırdım, ömrüm olursa diğer ikinci yanını yazar tamamlarız ve tamamlamayı çokta isterim. Allah bu kadar izin vermişse, ne yapalım bu kadar. Özal"ı hiç sevmem, ama, suikast düzenlendiği an mikrofona çıkıp, Allah"ın verdiği canı ancak Allah demesi beni ağlatmıştı ve Özal"ın bu Allah"a bağlılığından etkilenmiştim.

Mısır"ın genç kralı Faruk"un pis bir esprisi vardır, İtalya"da karı kız peşinde playboyluk yapıp Mısır hazinesi servetini kumarhanelerde yerken, kumar masasında eline üç tane papaz geldiğinde, ki, bu papazlar aynı zamanda kraldır, rest çekerken, kare papaz dermiş, yani kare kral.. Elini açıp üç tane kral çıktığında rakip oyuncular dört kral dedin, elinde üç kral var, Kral Faruk pis pis sırıtarak, dördüncü kral benim, dermiş.

Artık biliyoruz bu ülkede bizim görmediğimiz bir siyasi iktidar yani gizli bir kral var, emniyette orduda ya da derinde başka yerlerde.. Ve bunu artık herkes normal karşılıyor. Tehditler, ithamlar, iftiralar, belgesiz kayıtsız delilsiz saldırılar, hepsi burdan geliyor. Bu görünmez dehşet çalan kralla nasıl başedeceğiz. Bunu bilmiyorum, çünkü, hukuku, amirleri, şefleri, telefonları, etrafımızı, gazeteleri, yaygaraları, çok çok şeyi kuşattılar ve artık bağırsanız da sesiniz çıkmayacak. Bir gırtlaklanma hali. Boğuluyoruz. Boğuyorlar. Ama bir şansımız var, çünkü bu kralın Gestapo askerleri medyada TV"de boy gösteriyor ve tanıyoruz onları. Bu gizli kralın dilini kullanıyor. Bu gizli istihbaratın şefleri gibi yazılar yazıyorlar. Bu derin senaryonun adamı gibi ne çok şey biliyor söylüyorlar. Sokaktaki sıradan insana kadar çevrilmiş kuşatılmış bir Nazi İmparatorluğu. Artık bu tehditleri kimseler duymasın bir gören var mı diye sağa sola bakınıp kulaktan kulağa yapıyoruz. Artık kulaktan kulağa gizlice haberleşip hemen ayrılıyoruz. Ses çıkmasın, kimse görmesin, duymasın, deyip birkaç laf edip hemen uzaklaşıyoruz.. Kulağına fısıldadığımız arkadaşların yüz ifadelerine bakıyoruz acıyla, içimizde şüpheler oluşuyor, acaba, dediklerimi anladın mı, acaba bu aslında kimin adamı.. Laf taşıyan laf götüren, yalan yanlış senaryolar yazan, bilmem ne kitaplarında adlarınız N.G. gibi hani yüzleri bantlı cinayet zanlısı ama çocuk olduğu için kapatılmış gibi ama bir ispiyon bir şüphe oluşturmak için böyle verilmiş ne çok tezvirat, manipülasyon..

Oysa ben çocukluğumdan beri hiçbir örgüte üye olmadım, bu üye olmamak işini abarttım ve eski korkularımdan dolayı sadece illegal değil legal örgütlere dahi üyeliğim yoktur. Hatta eski tecrübelerimizden dolayı halka kapalı hiçbir toplantıya katılmadım ve hatta kapısı kapalı sıradan dernek toplantılarına dahi.. Geniş kitlelerin halkın başkalarının duymadığı konuşmaları hiçbir yerde yapmamaya çalıştım ve sadece bağımsız tek başına bir yazar olarak yola çıktım. Mesela hiçbir paralı ortaklık kredi faiz ilişkisine girmedim, hatta, hiçbir şirketin derneğin bakkalın dükkanın yönetimine girmedim. Hatta dostlarımın sıradan arkadaşvari toplantılarında dahi gizlilik içinde hiçbirşeye müsaade etmedim, hatta, ailemden birilerinin kurduğu normal bir şirkete dahi adımı yazdırmadım. Çünkü, birgün gelecek, gençler, bu halk, olur ya, bizim ağzımızın içine bakar, bizim ne dediklerimiz kıymetli olur ve halk bizi benimser, işte o zaman, en küçük bir kırışıklığımız olmasın, bizi sevenleri utandırmayalım, mahcup etmeyelim, fazlasıyla biraz abartılı bir uyanıklıkla dikkatli olalım, bırakın, bu fazla dikkatimize birileri paranoya desin, desin, boş ver. Üstelik hayatım boyunca devletten maaş almamaya kendi karnımı kendim kazanmaya ve hatta yüksek para teklif eden birçok gazeteyi kurum tekliflerini geri çevirdim. Hayatım boyunca çalıştığım yerlerden para isteyemedim, çok sıkıştım, konuşmakta zorundayım, geçim derdi, nasıl terledim, nasıl zorlandım, anlatamam. Hem Leman"daki arkadaşlarım bilir bu huylarımı hem de şimdi SKY"dakiler. Çok okudum, darbeleri, Amerika"yı, istihbarat savaşlarını, ne varsa okumaya çalıştım. Bu büyük karambolden bu büyük gözaltılardan bu büyük kuşatmadan ve bu büyük devasa karışıklıklardan ancak şöyle sıyrılabileceğime inandım, herşeyin ortada olacak, herşey açık ve net olacak, herşey basit ve görünür olacak. Böyle bir hayatım olsun istedim, herşey ortada.

19 yaşımdan beri dergiler gazeteler içindeyim ve 19 yaşımdan beri olup bitenleri izliyorum, işte bu kırk yılın değirmeni bizi böyle eğitti böyle değirmeninde öğüttü.. Ama gestapoların elinde gazeteler TV"ler var ve binbir yalan söylüyorlar, suçluyorlar, uyduruyorlar, bin türlü iftira atıyorlar.. Benim yazılarım ortada konuşmalarım ortada, ancak, onların bu yazılara ve bu konuşmalara baktıkları yok. Onlar kafasında bana bir gömlek biçmiş, kendilerince beni bir yere yerleştiriyorlar ve durmaksızın iftira atıyorlar. Uğraşılacak gibi değil. Ben bütün fikirlerimi şu cümlelerle yeniden özetleyeyim, ben bağımsız cumhuriyetimize ve müslüman geleneklerimize bağlı ve bu değerlerin yanyana yaşayabileceğine gönülden inanmış bir kardeşinizim. Amerika"nın Irak işgaline alet olan onlarca müslüman dergi yazar ve gazetenin yüzlerine tükürdüm küfrettim.

Ben Kazdağları"nı, Köroğlu Dağları"nı Kastamonu ormanlarını, Toros dağlarını ve Karadeniz sahilini kelleştiren bu buldozerlerle bilmem ne ruhsatlarıyla birilerine peşkeş çekenlere karşı küfrettim, ve ömrümce ölünceye kadar bu insanlara yazarlara partilere küfürlerim bitmeyecek. Ben Küreselleşmeden yana değilim, etik küreselleşmeden yanayım, ben özelleştirmeden yana değilim, ahlaki özelliştirmeden yanayım, ben özgürlük diye, Ermeni tezleri, Yunan tezleri, Barzani tezlerini özgürlük adına bu halka kakalamıyorum, ben ekmekten hepimizin bağımsızlığından ülkemin bağımsızlığından ve halkımın özgürlüğünden yanayım.. Küreselleşme deyip bu ülkeyi sömürgeleştirenlerin yalanlarına inanmadım, özelleştirme deyip bu ülkenin neyi var yoksa kerhaneleştirenlerin yanında olmadım, tam aksine yüzlerine tükürdüm ve tükürmeye devam edeceğim. Ben bu topraklarda ve dünyada ırkı mezhebi bir ayrımı bir tanımı hayatım boyunca yapmadım ve yapanların yüzlerine tükürdüm.. Kendime içime doğru bir duam vardır, Allah bana güç versin, Allah beni utandırmasın..

Ömrüm oldukça ben yaşadıkça bugün hukuki sakıncaları yüzünden söyleyemediğim çok şeyi bağıra çağıra yeri göğü yırtarak ve edebiyatın büyülü gücünü tekrar tuşlarıma enjekte ederek savaşacağım. Herkes beni bir şekilde tehdit ediyor, itham ediyor, suçluyor, uyduruyor, iftiralar atıyor, ve bizler dikkatli konuşmaktan artık konuşamıyoruz. Ama benim de onlara bir söyleyeceğim var, bizim yaylada bir Rasim ağbi vardı, yaşlı bir adam ve yoksul. Köylü Rasim ağbiye iyilik olsun diye birkaç tavuk veriyormuş, ama birileri bu tavukları Rasim ağbinin tarlasından çalıyor. Köylü yeniden veriyor, ama tavuklar yine çalınıyormuş. Rasim ağa şaşırıyor, hem köylü veriyor bu tavukları iyilik olsun diye ama yine köylünün içinden birileri bu tavukları çalıyor.. Çalanın kim olduğunu da bilmiyor. Rasim ağayla aynı ruh haleti içindeyiz bugünlerde.. Ancak Rasim ağa dayanamamış ve bir gün köylüyü karşısına toplayıp, "bu tavukları birileri bir daha çalarsa, kimse gelip bana götüm küçük demesin.." Bunu diyorum, bu kadar töhmet bu kadar iftira bu kadar yalan, eğer altından birşey çıkmazsa, kimse götüm küçük demesin.. İşte kalemimin ve dilimin ince marifetlerini herkes asıl o zaman izlesin.

Nihat GENÇ
 
Geri
Üst