- Katılım
- 22 Haz 2007
- Mesajlar
- 10,386
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Geri kalmamızın sebebini İslâmda aramanın altında dine olan karşıtlık duygusu
yatmaktadır. Müslümanlar teknolojide bir atak yapsa dini suçlayan bu insanlar acaba dine mi dönecektir? Kesinlikle hayır. Bu sefer de müslümanların gelişme sebebinin din olmadığını anlatmaya çalışacaklardır.
Olayı objektif olarak değerlendirdiğimizde karşımıza birçok sebep çıkmaktadır. Bu sebepler değişik derecelerde gelişmeyi engelleyici etkide bulunmuşlardır. Gelişmeye sebep olan en önemli faktör ise kalabalık faktörüdür.
Çünkü;
İnsanları harekete geçiren en önemli unsur ihtiyaçtır. İnsan zaruri ihtiyaçlarını her yerde gidermek için bir faaliyet yapar. Zaruri ihtiyaçları dışındakileri ise ihtiyaç hissettiği oranda giderme yoluna gider.
İnsanların birbirine sık bir şekilde yaşaması etkileşimin çokluğuna neden olur. Etkileşimin çokluğu ise yeni yeni zaruri olan ve olmayan ihtiyaçların doğmasına sebep olur. Seğrek yaşanılan coğrafyalarda ise insanların etkileşimi azdır, buna orantılı olarak da zaruri ihtiyaçların dışında onları harekete geçirecek önemli bir etken yoktur. Yani seğrek yaşanılan coğrafyalarda zaruri temel ihtiyaçlarını karşılayan birisi artık başka bir faaliyet yapmaya ihtiyaç duymaz. Örneğin az insanın yaşadığı ve seğrek bir yaşantı olan mezra ve köy ortamları en az gelimiş yerler olması; kasaba, ilçe, il ve büyük şehir sıralamasına göre gelişmişliğin artması bu durumu açık olarak gösterir. Şehirde çok dar bir ortamda çok insanın yaşaması etkileşimi ve o oranda da ihtiyaçları artırır. Medeniyet ve gelişme de bu etkileşim sayesinde artar.
Buna somut bir örnek verilecek olursa köyde yaşayan bir insan bilgisayara hiç ihtiyaç duymaz. Fakat şehirde yüksek bir etkileşim mevcut olduğundan şehirli buna ihtiyaç duyar ve onu kullanarak kendisine yeni yeni iletişim ve etkileşim alanları açar.
Burada medeniyet deyince insanların birbirine davranış şekilleri, toplumsal özellikleri, karşılıklı haklara saygı gibi özellikleri de kasdedilmiştir ki bu da şehir yaşantısı içerisinde gelişir. Zaten medeniyet kelime olarak şehirlilik demektir.
Kalabalık ortamda insanlar arasında rekabet duygusu da daha fazladır. Bu duyguyla toplumun fertleri yeni arayış ve faaliyetlere yönelirler. Buna karşılık seğrek yaşantının hakim olduğu kırsal yaşam tarzında ise statik bir yapı egemendir. Yukarıda anlatıldığı gibi temel zaruri ihtiyaçların karşılanması yeterlidir.
Dünya geneline bakıldığında bu durum yine açık olarak görülmektedir. Dar bir alanda çok insanın yaşadığı bölgeler eğer gelişmeyi engelleyen bir faktör yoksa hızlı bir gelişme süreci içerisine girerler. Avrupa bu açıdan gelişmeye çok müsaitti. Fakat son 18. yy a kadar hakim olan skolastik bataklığı gelişmeyi engelliyordu. Bu engel aşılınca hızlı bir gelişim süreci başladı.
Aynı şekilde kalabalık Çin, Kominizm engelini aşınca hızlı bir gelişim süreci içesine girdi. Tabiki nüfusu seğrek bir coğrafya olsaydı bu gelişme çok daha cılız kalacaktı. Japonyayı düşündüğümüzde km başına düşen insan sayısı Türkiye'den çok yüksek olduğu için teknolojide zirvelerde dolaşıyor. Kalabalık Uzakdoğu ülkeleri ona keza...
Bazı ülkelerin km başına düşen insan yoğunuğu aşağıda verilmiştir;
Üstelik belirtilen gelişmiş ülkelerin nüfusunun çok büyük bölümü şehirlerde yani dar alanlarda toplanmıştır. Kırsal kesimde yaşayan insan yok denecek kadar azdır. Tarımı halkın %5 i gibi küçük bir kısmı yapar. Fakir ülkelerde ise zaten az olan nüfus yoğunluğunun çok küçük bir bölümü şehirlerde, çoğunluğu ise kırsal bölgelerde seğrek köy hayatı yaşamaktadır.
Burada ABD akla gelebilir. ABD de 200 milyon nüfus vardır fakat coğrafyası geniştir. Km başına yaklaşık 30 kişi düşer, niçin gelişmiştir denirse; ABD'de coğrafya geniştir fakat yerleşme kırsal değildir. Toplu yerleşmeler mevcuttur. İnsanlar şehirlerde yerleşmiştir uzun yıllardan beri göçmenlerin akın akın gelip şehirleri doldurmaları bu sonucu doğurmuştur.
Seğrek yaşantının hakim olduğu coğrafyalarda yaşayan halk müslüman olsada olmasa da gelişmesi çok yavaş olacaktır. Sık yaşanılan yerler her zaman öne geçecektir. Dolayısıyla dinin asıl görevi maddi gelişmeyi sağlamak değildir. Bu, insanların etkileşim ve faaliyetlerine bağlıdır. Din ise gelişmeyi teşvik etmekte, gelişmeye uygun zemin oluşturmakta (engelleri kaldırmakta) fakat bunu zorunlu kılmamaktadır. Çünkü etkileşimin az olduğu seğrek ortamlarda da insanlar yaşamaktadır ve bunlar doğal olarak statik yaşayacaklardır. Din ise sadece bol etkileşimli gelişmiş toplumlara değil her türlü toplumsal yapının manevi ve sosyal ihtiyaçlarını karşılayacak bir genelliğe sahiptir. Bu durumda din, gelişmiş bir metropolde yaşayan insanların ihtiyaçlarını karşıladığı gibi Afrikadaki müslüman yerli kabilelerin de ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Bu durum dinin evrenselliğinden ileri gelmektedir.
Kısacası kalabalık yaşanılan bir yer eğer gelişmeyi engelleyici özel bir durum yoksa doğal olarak gelişme sürecine girer. Dünya tarihinde ve günümüzde gelişmeyi engelleyici durumlar olmuş ve olmaya devam etmektedir.
Mesela Türkiye son yıllarda artan şehir nüfusları ile gelişme sürecine girmesi gerekirken kötü yönetime, ideolojik çekişmelere, darbe, ihtilal ve krizlere maruz kalarak gelişmesi gereken seviyede olamamıştır. Türkiye bu tür engellerden kurtulduğu an gelişme sürecine girecektir. Çünkü kalabalık şehir Nisbeten gelişen yerlerimiz zaten kalabalık olan yerlerimizdir. İslamda çokluğun tavsiye edildiği düşünülürse İslamın tavsiyesine uyan bir topluluğun gelişim sürecine girmesi kaçınılmazdır.
Şunu da söylemek gerekir ki bir Avrupalı geçmişte Avrupa'nın yarısına kadar gelip Avrupa'nın korkulu rüyası olmuş bir milletin gelişmesini elbetteki istemez. Nüfus artışının engellenmesi isteğini bir de bu açıdan değerlendirmek gerekecektir...

Olayı objektif olarak değerlendirdiğimizde karşımıza birçok sebep çıkmaktadır. Bu sebepler değişik derecelerde gelişmeyi engelleyici etkide bulunmuşlardır. Gelişmeye sebep olan en önemli faktör ise kalabalık faktörüdür.
Çünkü;
İnsanları harekete geçiren en önemli unsur ihtiyaçtır. İnsan zaruri ihtiyaçlarını her yerde gidermek için bir faaliyet yapar. Zaruri ihtiyaçları dışındakileri ise ihtiyaç hissettiği oranda giderme yoluna gider.

Buna somut bir örnek verilecek olursa köyde yaşayan bir insan bilgisayara hiç ihtiyaç duymaz. Fakat şehirde yüksek bir etkileşim mevcut olduğundan şehirli buna ihtiyaç duyar ve onu kullanarak kendisine yeni yeni iletişim ve etkileşim alanları açar.
Burada medeniyet deyince insanların birbirine davranış şekilleri, toplumsal özellikleri, karşılıklı haklara saygı gibi özellikleri de kasdedilmiştir ki bu da şehir yaşantısı içerisinde gelişir. Zaten medeniyet kelime olarak şehirlilik demektir.
Kalabalık ortamda insanlar arasında rekabet duygusu da daha fazladır. Bu duyguyla toplumun fertleri yeni arayış ve faaliyetlere yönelirler. Buna karşılık seğrek yaşantının hakim olduğu kırsal yaşam tarzında ise statik bir yapı egemendir. Yukarıda anlatıldığı gibi temel zaruri ihtiyaçların karşılanması yeterlidir.

Dünya geneline bakıldığında bu durum yine açık olarak görülmektedir. Dar bir alanda çok insanın yaşadığı bölgeler eğer gelişmeyi engelleyen bir faktör yoksa hızlı bir gelişme süreci içerisine girerler. Avrupa bu açıdan gelişmeye çok müsaitti. Fakat son 18. yy a kadar hakim olan skolastik bataklığı gelişmeyi engelliyordu. Bu engel aşılınca hızlı bir gelişim süreci başladı.
Aynı şekilde kalabalık Çin, Kominizm engelini aşınca hızlı bir gelişim süreci içesine girdi. Tabiki nüfusu seğrek bir coğrafya olsaydı bu gelişme çok daha cılız kalacaktı. Japonyayı düşündüğümüzde km başına düşen insan sayısı Türkiye'den çok yüksek olduğu için teknolojide zirvelerde dolaşıyor. Kalabalık Uzakdoğu ülkeleri ona keza...
Bazı ülkelerin km başına düşen insan yoğunuğu aşağıda verilmiştir;

Üstelik belirtilen gelişmiş ülkelerin nüfusunun çok büyük bölümü şehirlerde yani dar alanlarda toplanmıştır. Kırsal kesimde yaşayan insan yok denecek kadar azdır. Tarımı halkın %5 i gibi küçük bir kısmı yapar. Fakir ülkelerde ise zaten az olan nüfus yoğunluğunun çok küçük bir bölümü şehirlerde, çoğunluğu ise kırsal bölgelerde seğrek köy hayatı yaşamaktadır.
Burada ABD akla gelebilir. ABD de 200 milyon nüfus vardır fakat coğrafyası geniştir. Km başına yaklaşık 30 kişi düşer, niçin gelişmiştir denirse; ABD'de coğrafya geniştir fakat yerleşme kırsal değildir. Toplu yerleşmeler mevcuttur. İnsanlar şehirlerde yerleşmiştir uzun yıllardan beri göçmenlerin akın akın gelip şehirleri doldurmaları bu sonucu doğurmuştur.
Seğrek yaşantının hakim olduğu coğrafyalarda yaşayan halk müslüman olsada olmasa da gelişmesi çok yavaş olacaktır. Sık yaşanılan yerler her zaman öne geçecektir. Dolayısıyla dinin asıl görevi maddi gelişmeyi sağlamak değildir. Bu, insanların etkileşim ve faaliyetlerine bağlıdır. Din ise gelişmeyi teşvik etmekte, gelişmeye uygun zemin oluşturmakta (engelleri kaldırmakta) fakat bunu zorunlu kılmamaktadır. Çünkü etkileşimin az olduğu seğrek ortamlarda da insanlar yaşamaktadır ve bunlar doğal olarak statik yaşayacaklardır. Din ise sadece bol etkileşimli gelişmiş toplumlara değil her türlü toplumsal yapının manevi ve sosyal ihtiyaçlarını karşılayacak bir genelliğe sahiptir. Bu durumda din, gelişmiş bir metropolde yaşayan insanların ihtiyaçlarını karşıladığı gibi Afrikadaki müslüman yerli kabilelerin de ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Bu durum dinin evrenselliğinden ileri gelmektedir.
Kısacası kalabalık yaşanılan bir yer eğer gelişmeyi engelleyici özel bir durum yoksa doğal olarak gelişme sürecine girer. Dünya tarihinde ve günümüzde gelişmeyi engelleyici durumlar olmuş ve olmaya devam etmektedir.
Mesela Türkiye son yıllarda artan şehir nüfusları ile gelişme sürecine girmesi gerekirken kötü yönetime, ideolojik çekişmelere, darbe, ihtilal ve krizlere maruz kalarak gelişmesi gereken seviyede olamamıştır. Türkiye bu tür engellerden kurtulduğu an gelişme sürecine girecektir. Çünkü kalabalık şehir Nisbeten gelişen yerlerimiz zaten kalabalık olan yerlerimizdir. İslamda çokluğun tavsiye edildiği düşünülürse İslamın tavsiyesine uyan bir topluluğun gelişim sürecine girmesi kaçınılmazdır.
Şunu da söylemek gerekir ki bir Avrupalı geçmişte Avrupa'nın yarısına kadar gelip Avrupa'nın korkulu rüyası olmuş bir milletin gelişmesini elbetteki istemez. Nüfus artışının engellenmesi isteğini bir de bu açıdan değerlendirmek gerekecektir...

Kaynak: http://www.islamicevaplar.org/