Gerçek Sosyalizm | Sosyalizmi doğru kavramak

GebzeLi

Altın Üye
Altın Üye
Katılım
17 Haz 2006
Mesajlar
8,268
Reaction score
0
Puanları
0
Yaş
120
Konum
Alcohol
Sosyalizmi doğru kavramak


serdari halimiz böyle n’olacak
kısa çöp uzundan hakkın alacak
bu düzen yıkılıp viran olacak
akıbet dağılır elimiz bizim


. Pir Sultan

Bu düzen, emperyalist düzen

Başbakan yine bildik saygısız üslubuyla buyurdu:

“Ayakların baş olduğu yerde kıyamet kopar.”

Bahsettiği ayaklar ise malum:

İşçiler!

Normalde sağcılar işçilerin eşitlik isteğine, hak isteğine benzeri bir cevap verirler ama biraz daha saygılı biçimde:

“Beş parmağın beşi bir olur mu?”

Ya da ilerici güçlerin, devrimci isteklerin karşısına şöyle çıkarlar:

“Bu düzen böyle gelmiş, böyle gider...”

O halde halk türkümüzdeki denklem doğrudur; eşitsizliği yaratan düzenin kendisidir ve eşitlik için de düzeni yıkmak gerekir.

Bu düzen değişmez denilenlere devrimcilerin cevabı da yine tarihidir:

Bu düzen değişmeli!

Günümüzde devrimci bir program etrafında bu düzeni yıkmak için girişilecek mücadelede nasıl bir yol izlenmelidir peki?

1 Mayıs’ta işçiler, birlik, mücadele ve dayanışma günü için meydanlara dökülürken, izlenmesi gereken yol üzerinde durmak gerekiyor.

Sosyalizm, Marks’ın sistemleştirdiği haliyle dünyada ikili bir yapı olduğunu söyler: Bir tarafta dünyanın işçileri, diğer tarafta ise dünyanın patronları.

Patronların çıkarı evrenseldir, aynı şekilde işçilerin çıkarı da evrenseldir. Eğer dünya çapındaki üretim pastasından belli bir payı patronlar alıyorsa, geri kalan kısmı da tüm işçiler aralarında paylaşacaklar demektir.

Teoride güzel duran bu açıklama pratikte bazı sorunlar yaşar ama. Sonuçta dünya işçiler ve patronlardan değil, ülkelerden, devletlerden oluşur. Her ülkenin kendi ayrı ekonomisi vardır ve yine her ülkenin kendi işçisi ile kendi patronu.

Böylesi bir pratik durumda bütün işçileri birleştirmek sadece bir varsayımdır, çünkü gerçeklikte işçiler ülkeler arasında bölünmüştür. Ama çok daha önemlisi ülkeler arasındaki farklılıklar ile bu farklılıkların her ülkenin işçisi ile patronuna yansımasıdır.

Bir yanda ileri denilen, daha zengin kapitalist ülkeler bulunurken diğer tarafta geri denilen daha fakir ülkeler yer alır. Basit bir anlatımla, zengin ülkelerin pastası büyüktür, fakir ülkelerin pastası ise küçük. Zengin ülkelerde pasta büyük olduğu için, işçiler patronlara göre çok daha az pay alsalar bile büyük bir dilimi kaparlar. Ama fakir ülkelerde pasta çok küçüktür ve işçilerin payına da epey küçük bir dilim düşer.

Örneğin ABD’de ekonominin büyüklüğü Türkiye gibi bir ülkenin ekonomisinden 100 kat büyük ise, eşit sömürü oranları geçerli olsa bile, ABD’deki bir işçinin pastası, Türkiye’deki bir işçinin pastasından 100 kat büyük olacaktır. Aynı şekilde ABD’deki bir patronun pastası da Türkiye’deki patrondan 100 kat büyük olacaktır.

Ülkeler arasında böylesine eşitsiz bir ekonomik dağılım olduğu için, işçilerin mücadelesinin yolu, yöntemi ve sonuçları da otomatikman farklılaşır. Örneğin Türkiye’de ülke içi tüm sömürü oranı kalksa ve gerçekten işçilerle patronlar arasında bir eşitlik sağlansa bile, Türkiye’deki işçiler ABD’dekilerden yine de daha az paya sahip olacaktır!


Hem sosyalist hem milliyetçi olmak

O halde bizim gibi ülkelerde işçilerin patronlara karşı sınıf mücadelesi, eşitlik mücadelesi, hak alma mücadelesinin sınırları, ülke içi sınıf farklılıklarından önce, uluslararası ilişkiler tarafından belirlenmiştir. Bu ise ileri ülkelerle geri ülkeler arasındaki farklılıktır.

Bu durum bizim gibi ülkelerde işçi sınıfının önüne ikili bir görev koyar, sadece ülke içinde hüküm süren düzeni değil, aynı zamanda ve ondan bile önce uluslararası düzeni de değiştirmek zorundasınız!

O halde ikili görev açıktır:

Önce ve ilk önce antiemperyalist olacak ve ülkenizin emeğini emperyalistlerin sömürmesine karşı duracaksınız!

Sonra ve mutlaka kendi emeğinizin kendi ülkenizden patronlar tarafından sömürülmesine karşı çıkacaksınız!

Yani hem antiemperyalist hem de antikapitalist olacaksınız!

Olacaksınız ki eşitlik, hem dünyada hem de kendi ülkenizde sağlansın...

Böylesi bir mücadele ekseni, yani hem antiemperyalist hem de antikapitalist bir mücadelenin tanımı ise, 100 yıldır tüm dünyada devletçi-halkçı ekonomi ile verilmektedir.

Latin Amerika’da Zapata eyleme geçtiğinde devletçiydi, Türkiye’de Mustafa Kemal devletçiydi, Mısır’da Nâsır devletçiydi, Hindistan’da Nehru devletçiydi...

O halde antiemperyalizmin en somut programı devletçi bir ekonomi kurmaktır.

Peki devletçi bir ekonomiyi size öyle kolayca kurdururlar mı sanıyorsunuz?

Elbette hayır!

Siz devletçi bir ekonomi kuracak, yani kendi ülkenizin emeğine sahip çıkacaksanız, Batılı emperyalist ülkelere karşı ulusal bağımsızlıkçı bir çizginiz olmalıdır. Bu çizgi ise kimi zaman ulusal mücadeleyi ulusal kurtuluş mücadelesine kadar götürmenizi gerektirir.

Peki bu kurtuluş mücadelesini verebilir misiniz?

Evet ama tek bir şartla:

Önce milliyetçi olacak, vatanınızı savunacaksınız!

O halde neymiş, devletçi olmak için, yani son tahlilde sosyalizme yürümek için, önce milliyetçi olmak zorundasnız!

İşte bizim gibi ülkelerin işçi sınıfı, eğer gerçek bir kurtuluş arzuluyorsa, yani hem emperyalizmden hem de ülkesindeki sömürücülerden kurtulmak istiyorsa, milliyetçilikle sosyalizmi birleştirmek zorundadır.


Sosyalizmi doğru kavramak: İşçiler ulusal, patronlar işbirlikçi!

Peki bunun yolu nedir?

Bunun yolu ise sosyalizmi doğru kavramak ve doğru kavramlaştırmak demektir.

Marks, tüm dünyada işçilerle burjuvalar arasındaki bölünmeyi ve karşıtlığı ortaya koyarken, doğru bir noktaya parmak basıyordu. Ama O, burjuvazinin ulusal sınırları ortadan kaldıracağını sanıyordu, yanıldı. Burjuvazi ulusal devletleri korurken, işçileri de ulusallaştırdı.

Ama bu ulusallaşmanın sonuçları da bambaşka oldu.

İleri Batı ülkeleri hızla zenginleşirken tek bir yöntem izlediler, geri ülkeleri sömürmek. Bu sömürünün sonucunda, kapitalizm salt kapitalizm olarak kalmadı. Yani sömürünün mekanizması fabrikada işleyen çark içinde kalmadı, emperyalist bir çark kuruldu.

Batılı ülkelerin burjuvaları böylece emperyalistleşirken, Batının işçi sınıfı da bu emperyalist çarkın aktardığı pay sayesinde, emperyalistleşti.

Bizim gibi geri ülkelerde ise, burjuvazi işçilerin emeğini sömürmek için, Batılı burjuvalarla birleşmek zorundaydı. Çünkü kuracağı fabrika için, fabrikadaki makine için, makineyi harekete geçirecek teknik için, dışardan gelecek yardıma ihtiyacı vardı.

Böylelikle bizim gibi ülkelerin burjuvaları ulusallaşmak yerine emperyalizmin işbirlikçisi oldular, yani işbirlikçileştiler.

Böyle olunca işçi sınıfının ulusallaşması kaçınılmaz oldu. Burjuvazi işbirlikçileştikçe, işçi sınıfı ulusallaştı. O kadar ki burjuvazinin ulusallık namına hiçbir talebi kalmazken, ulusal tüm talepleri dillendirmek işçi sınıfının omuzları üzerine kaldı.

Bu ise sınıf mücadelesinin, emperyalizme ve onun isteklerine karşı ulusal hakların korunması halini aldı.

Peki bu haklar nelerdi?

En başta ulusal emeğin savunulması.

Bunun somut biçimi devletçiliğin savunulmasıdır. Yani emperyalizmin özelleştirme saldırısına karşı devlet işletmelerinin savunulmasıdır.

Ama bu muhalefetteki ulusal taleptir. Eğer işçi sınıfı ve onun partisi, cephesi iktidara gelirse fazlasını yapacaktır:

Öncelikle emperyalizmin elindekileri alacak, millileştirecek, sonrasında emperyalizme işbirlikçilik yapanların elindekileri alacak ve kamulaştıracaktır.

Millileştirme de, kamulaştırma da devletçiliğin uygulamasıdır.

Her iki uygulamayı da Mustafa Kemal Türkiyesi yapmıştır. Şimdi Latin Amerika’daki antiemperyalist hareketin -ki özü itibarıyle bu hareket neo-Kemalist bir harekettir- tuttuğu yol da budur.

O halde işçi sınıfının ilk mücadele alanı ulusal bir ekonomi savaşıdır. Ama burada kalmaz, kalamaz.

Bu savaşa ulusallığın diğer alanları eklemlenmelidir...


Demokrasi ulusal mücadele ile korunur

Mesela ulusal bir ekonomi için savaşıp, aynı zamanda AB projesine dahil olamazsınız!

“Ama AB süreci ülkeyi demokratikleştiriyor, demokrasi de en çok işçi sınıfına lazım” derseniz, kendinizi kandırırsınız.

Demokrasiye en fazla ihtiyacı olan ulusun kendisidir bunu ortadan kaldıran ise emperyalizmdir, AB’dir, AB yasalarıdır.

Bugünkü AB yasaları, ulusun ekonomisine, ulusun kültürüne, ulusun tarihine, ulusun diline, ulusun dinine, ulusun benliğine, hatta ulusun ailesine, çoluğuna, çocuğuna sahip çıkma hakkını, yani en demokratik hakkını, demokrasi adına kısıtlıyorsa, hatta ortadan kaldırıyorsa, orada durun ve düşünün!

Bu demokrasi kimin için; ulus için mi, emperyalizm için mi?

Demokrasinin aslında ulusal iradeyi, ulusal egemenliği, yani ulusal hakları yıkmanın bir aracı olarak kullanıldığını görün ve uyanın.

Demokrasi mücadelesi, emperyalizme karşı mücadeledir.

Demokrasi mücadelesi, emek mücadelesidir, hak mücadelesidir. Ve de buna engel olanlara karşı verilir.

Bugün demokrasi diye önümüze konulansa, aslında demokrasinin önündeki engeldir.

O nedenle ulusallık AB’ye karşı çıkmaktır.

Ama sadece AB’ye de değil, öncelikle ve daima ABD’ye!

Mesela ABD’nin BOP’unu savunacak, Ortadoğu’nun parçalanmasını sessizce izleyecekseniz, ulusal kalamazsınız.

Marks, “başka ulusları ezen uluslar asla özgür olamaz” diyordu.

Doğru da diyordu.

Ama aynı zamanda başka ulusların yıkılmasını, bölünmesini, parçalanmasını kabullenen uluslar asla özgür ve bağımsız olamazlar!

Irak bölünsün, İran yıkılsın, Suriye parçalansın diyorsanız, bilin ki siz kendi ulusunuz için biçilen kefeni de onaylıyorsunuz!

Peki ulus bölünür, parçalanırsa ne olur?

Ulusun olmadığı yerde her şeyden önce bir ulusal ekonomi kalmaz. Ulusal ekonominin kalmadığı yerde ise bir işçi sınıfı. Ulusu parçalayanlar aynı zamanda emeği yıkar ve yok ederler.

O nedenle emperyalizme karşı mücadele, emek mücadelesinin ön cephesidir. Bu cepheden kaçıp da kendi burjuvanızla savaşmak gibi bir planınız varsa yanılırsınız, çünkü karşınıza emperyalist ordular, işgalci komutanlar, sömürge valileri çıkar.

Şaşmaz bir kuraldır: ulusal bayrağın dalgalanmadığı yerde hiçbir şey özgür olamaz...

Emek de, dil de, din de...

Bu nedenle de bayrak, ulusal bayrak her şeyin simgesidir, işçi sınıfı mücadelesinin de, ulusal kültür savaşımının da, dinini korumanın da...

Al sancak, al bayrak, o nedenle ezilen bir ülkede işçi sınıfının bayrağıdır.

Nazım ustamızın şiiri o nedenle herşeyi açıklar:


“Türkiye işçi sınıfına selâm!
Meydanlarda hasretimizi haykıranlara,
toprağa, kitaba, işe hasretimize,
hasretimize, ayyıldızı esir bayrağımıza.”


turkiye_isci_sinifina_selam_2.png
 
şiir süper....e yazan süper ...:)
 
Geri
Üst