Gençlik Nereye Koşuyor?

GENÇLİK NEREYE KOŞUYOR?
Bir sessiz seyre dalmış ki alem ne içindekiler ne dışındakiler akıp giden seyr-ü sülükten haberdar değiller. Eyvah sele mi tutulduk? Yoksa bu çağın kundaklarından sıyrılışımızın ilk emarelerini mi yaşıyoruz? Evet sele tutulduk, zamanın o önüne geçilemeyecek baş döndürücü seline! Şimdilerde teknolojinin zirvesinde şehbal açtıran büyük güç maliki, devletler arası muvazenede söz sahibi ülkelerin yakalamaya çalıştığı, ve bununla uğraşırken de büyük sarsıntı ve inkisarlar içinde kıvrandığı zamanın seline! Bir teknolojik infilakın gürültüsüyle ruhen derinden sarsılmış bir toplum içindeyiz. Teknoloji geliştikçe kendi fizyolojisinde değişimler hisseden fakat iki adım ötesinden haberdar olmayan bakışları bulanmış zihinleri puslanmış bir halk var karşımızda. Bir yanda mazinin asudeliğinden elini çekip alamadığı diğer yanda teknolojik payendeliği bırakamadığı atiye sımsıkı sarılma arzu ve iştiyakıyla kararsızlığını ziyadeleştirmiş bir halk. Yılların şakaklarını eskittiği birkaç yaşı geçkin ağzı açık etrafına bakınmaktan başka bir şey yapamıyor. Zamanın seline dur diyemediği gibi bu selin hırçın kollarına düşmekten de kendini alamıyor. Bir zamanlar dendiği gibi ”aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık” misali. Gerçi şimdi modaya uyduk Avrupalı olduk. Sakal da yok bıyıkta. Tükür tükürebildiğin kadar... Bu teknoloji öylesine baş döndürücü çılgınlıklarla geldi ki israfın doruklarında şakımaya başlayarak kendimizi kaybettik adeta. Milletçe hakiki ihtiyaçlarımızı görmezlikten gelerek, ihtiyaçmışçasına bir kısım fanteziler arkasından koşup yorulduk. Bazen neyin ihtiyaç olduğunu kestiremeyerek, bazen de bir kısım lükslerimizi ihtiyaç zannederek, hayatımızı bütünüyle bu kabil lükslere bağlayıp sürekli çelişki yaşadık. Bu çelişki hangi gerçeklere dayanırsa dayansın, biz onca ciddi ihtiyaca rağmen hep bir kısım fanteziler peşinde olduk. Dahası bazen peşinde bulunduğumuz şeyler ihtiyaçlarımızı gidereceğine onları daha da arttırdı. Tıpkı susuzluktan ciğeri kebap olmuş birinin hararetini gidermek için deniz suyu içe içe içme-susama kısır döngüsü içinde eridiği gibi. Biz de ihtiyacımızı gidermeyen bir kısım fantezilerin bağımlısı olarak bütün enerjilerimizi kullana kullana tüketimin azat kabul etmez köleleri haline geldik. tüm uzuvları saran adeta kanser mahiyetindeki bu hastalık evvela gençlerde sirayet etti. Üniversitede ki gençliğin yaşam standardı haline gelmiş çeşitli ucube sayılabilecek garip davranışlar toplum içinde gençliğin gerçek yaşam tarzı zannedilerek yavaş yavaş benimsenmeye başlandı. Sürekli yeniyi kullanma ihtiyacı, eskiden kurtulma nedameti -henüz eskimeye yüz tutmuş olmasa dahi- bunu getirdi.
İşin başında bu davranışlara tavır koyan ailelerde gün geçtikçe bu yanlışı benimsedi ve top yekun dev bir tüketim toplumu haline geldik. üretim zaten hak getire. Bu gidişat nereye? Kim dur diyecek? Bir anda toplumu kasıp kavuran kasırgadan daha vahim sonuçlar doğuran kültürel çöküntü insanımızı içinden çıkamayacağı bunalımlara itti. Tüketimi medeniyet bildik. Bizim medeniyet telakkimiz ve kültür anlayışımızda insani değerler hep öncelikli konular olagelmişti. Hal böyle iken kendi öz kültürel zenginliklerimizi hesaba katmadan, tamamen bir kısım fantastik mülahazalar, yada bazı kimselerin lüksü olarak hazır bir elbise gibi nice nesepsiz şeyleri başımıza geçirerek, hem milletin yapısındaki tenasübü hem de milli endamımızı berbat eden tüketim canavarı haline geldik. çok acıdır ki bu müphem dönem de en çok ihtiyaç telakki ettiğimiz zekalarımız, heva ve heveslerimizin adeta emir kulu haline gelerek, muhakeme yeteneğimizi kaybettik. Başkalarını taklide bağlı olmanın darlığı içinde lüksten lükse koşan birer çağzede halini aldık. İhtiyacımız olmadığı halde sırf modaya uymak cihetiyle, “dostlar alış-verişte görsün.” Kabilinden kullandığımız ürünlerin son modelini alma gereksinimi duyduk. Her çıkan kampanya sırf bizim ihtiyaçlarımızı karşılamak için düzenleniyormuş gibi iştirak etmeyi borç bildik. Bu yetmezmiş gibi kampanya düzenleyenlere de yüzlerce kez müteşekkir kaldık. Diğer taraftan da kampanyalara katılamayacak durumda olan muzdarip kitlelere nispet yaparcasına -“sen hala annenin margarinini mi....” gibi kendi öz kriminolojik literatürümüzde olmayan deyimlerle karşilaştik.
Toplumun gündemi yeni yeni kampanyalarla, magazin programlarıyla işgal edilirken reklam konusu hayat standardını elde etmeye çalışan sorgulamaları hep başkalarına yönelik, duyguları hırs ve menfaate kitlenmiş akıl ve mantığı hislerinin önünde, muhakemesi kaprislerine yenik, iç derinlik ve muhtevadan ziyade vitrin-vizyon arası gelip giden ruh fakiri bürokratlarımız da hortumculuk oynamayı tercih ettiler. Bir gün hesabının sorulacağını düşünemediler aslında onlar da haklıydı. Ne de olsa bu hesap sorma cesaretini gösterecek zat-ı muhteremler yoktu. Onlar da kendi aralarında pastadan en büyük dilimi kapma paradoksu yaşıyordu. Ta ki halkın gündeminde büyük tantanalar kopartacak sayın Tantan ringe çıkıncaya dek. Tuş olması çok uzun sürmedi ya. Diğer yanda sadece zirvedeki serkeşliği görerek bu ızdırabı yaşayan ve lüksiyata ulaşamama burukluğunu içinde hisseden muzdarip bir kitle! Bu kitle halkın %93’ ü. Evet zirvede olmanın tadını çıkartan %7’lik bir azınlığa karşı %93’lük bir çilekeşler ordusu!
Evet milletçe bu karanlık dönemde, hemen her zaman mantıki boşluklarımız, ahlaki zaaflarımız ve entelektüel yetersizliklerimiz üçgeninde, tıpkı Bermuda müsellesine kapılmış gibi kendimizi tüketime salmış ve adeta istediğini elde etmeye çalışan cansız cenaze görünümü sergilemişiz. Bu arada bazı aydınlarımızın durumu ise bütün bütün yürekler acısıdır. Varlık ve hadiseleri bir bütünlük içinde görememe zaafı, terkip ve tahlil zaafı, şablonculuk ve taklit zaafı, zirvelerde dolaşma hülyasından kendini alamama zaafı ve her yanıyla hiçliğe emanet bu dönemin aydınları, yol alıyorum vehmiyle her zaman gidip mesafelere takılmış ve birer yol garibi gibi bir oraya bir buraya toslamış durmuşlardır.
Kimseyi suçlamaya hakkımız yok. Göz göre göre yoldan çıkan bizleriz. Bu koskoca tarihi sorumluluk ta yine bize aittir. Kimse başkasına devretmeye kalkışmasın! Sakın kimse kabahati bilime, teknolojiye ve değişik türden düşmanlarla sarılı bulunduğumuza yüklemeye çalışmasın! Onları ortaya atan, şekillendiren ve bütünüyle hayatı onlara bağlayan, başta yarım aydınlarımız olmak üzere israfın kaynağı biz gençleriz. Bilim, bilim olarak masum, teknoloji de günahsızdır. Sonuç itibariyle de mutlaka bir mücrim aranacak ise o bizim aramızda aranmalı.
CAN ATEŞ/MALATYA
 

HTML

Üst