Gençliğin Türkçülüğe Yönelmesi

fatihozel

New member
Gençlik… Türk milletinin kökü, Türk milletinin geleceği. Öyle ki, güçlü, milliyetçi ve vatansever bir gençlik, bir milleti zaferden zafere koştururken; miskin, ürkek ve çıkarcı bir gençlik, milletini bataklıklar arasında gezdirir.

Gençliğin milliyetçi olması zorunludur. Milliyetçi düşünceyi benimseyen gençliğin, Türklüğü, beyninde, kalbinde; özünde, sözünde yaşaması gerekir. Türklüğü hayatının her yerine yerleştirmesi gerekir. Gerekir de, bu nasıl olacak?

Türk gençliğinin, Türkçülüğe yönlendirilmesi nasıl olacak? Bu konuda ilk görev, aileye düşmekte. Yeterli Türklük bilincine ve duygusuna sahip olan aile, evlâtlarına bu duygu ve bilinci aşılayacak, onun da aynı duygu ve bilinç ile yaşamasını sağlayacak. Peki, sonra? Sonra ne olacak? Genç, beyninin içine yönelik saldırılara sadece ailesinden aldıkları ile mi direnecek? Bir yandan Nurcuların ve diğer gerici, yobaz oluşumların, bir yandan da komünist, Kürdçü oluşumların saldırılarına, sadece ailesinin kendisine verdiği bilinç ve duygu ile mi karşı koyacak?

İyi bir Türk ailesinin, evlâdına aşıladığı Türklük bilinci ile genç, iyi bir Türk genci olabilir. Ama tam anlamı ile bir Türkçü olabilir mi? Hayır… Eğer aile, Türklük bilinç ve duygusu ile yetiştirdikleri evlâtlarına, aynı zamanda Türkçü düşünceyi de aktarmaz ise eğer, gencin Türkçülükle tanışması, Türkçülüğe yönelmesi âdetâ şans ipliğine bağlı hâle gelecektir. Bu durumun sorumlu ise ne genç, ne de ailesidir. Bu durumun sorumluluğu, gençliğimize yeteri kadar millî bilinç vermeyen eğitim sistemimiz ve ne yazık ki, biz Türkçülerdedir.

1931 yılında Aydın’ı ziyaret eden Ulu Önder Gâzi Mustafa Kemal Paşa, Türk Ocağı binâsına geldiğinde, buradakilere “kültür, sağlık ve ekonomi konularında köylüyü aydınlatacak çalışmalarının olup olmadığını” sormuştu. Aldığı yanıt ise oldukça ilginçti.

- “Harcırah ve vasıtâmız olmadığı için gidemiyoruz.”

Bunun üzerine Ulu Önder, kızgın bir şekilde, şu yanıtı vermişti.

- “Siz gidemiyorsunuz ama bir sürü yobaz, çarığı çektiği gibi sırtında torbası ile karanfil yağı satacağım diye inkılâbı köstekleyen yayınlarla köyleri adım adım dolaşmaktadır. Sizin ise bu uğurda en küçük tedbir ve hareketiniz yok.”

1931-2007… Aradan geçen 76 yıl. Ama zihniyetlerde değişen pek bir şey yok. O zaman da olanak yetersizliğinden yakınanlar, bugün de olanak yetersizliğinden yakınanlar. İyi de, Ulu Önder’in vurguladığı gibi Türk düşmanı yobazlar, komünistler, Kürdçüler, neden bu durumdan yakınmıyorlar? Neden onlar, bizim şuyumuz buyumuz yok deyip, kendilerini geri çekmiyorlar?

Yanıtı basit. Çünkü, ne kadar kötü ve sakat olursa olsun, inandıkları ideolojinin peşinden gidiyorlar ve kendilerine göre doğru olanı yapıyorlar. Ne yazık ki, bir çok gencimiz de, bu kişilerin peşinden gidip, bir süre sonra onlardan biri oluveriyor.
Peki, sorun sadece, gençliğin Nurculuk başta olmak üzere dinci akımlara ve diğer Türk varlığına düşman akımlar mı? Tabii ki, hayır. Ben bu yazımı tamamlamak üzere iken, televizyonda, özel bir okulda yaşanan uyuşturucu partisinin görüntülerini izlemek zorunda kaldım ve yazımı buna göre yenilemek zorunda kaldım.

Gençliğimize yönelik saldırı, bir yandan fikirlerine yönelirken, bir yandan bütün vücuduna yöneliyor. Bugün birçok televizyon kanalında aynı soru soruluyor. Gençler, bu hâle nasıl geldi? Onlar bu hâle kendileri gelmediler. Başkalarının elleri ile getirildiler. Bir yandan beyinleri felce uğratıldı. Böylece düşünmeleri engellendir. Bir yandan da ruhları, dünyevî azaba sokularak, doğru-yanlış kurtarıcı aramaları sağlandı. Kurtarıcı aramaya başladıklarında ise bir anda, gizli bir el ortaya çıktı ve onlara kurtarıcı olarak, uyuşturucu sunuldu. Ne tuhaftır ki, gençliğimize neler oluyor, diye soranlar bilerek ya da bilmeyerek, onun beynini felce uğratarak, düşünmesini engelleyenlerdi. Ama hâlâ kimse bu durumun farkında değil.

Bir tarafta dinciler, bir tarafta Kürdçüler… Bir tarafta uyuşturucu, bir tarafta ruh köreltici âlemler… İkisi arasında gençlik. Bu gençlik, Türk gençliği. Türk’ün gençliği. Gençlik, etrafındaki bu ateş çemberini yarmak istiyor. Yaracak. Çünkü bu güç onda var. Zaten Gâzi Mustafa Kemal Paşa, “Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur” dememiş miydi? İşte gençliği, kurtaracak olan, onu yaşatacak olan bu asil kandır. Yerli, yabancı hainler, Türk gencini akrep sanmaya devam etsinler, o akrep değil, bozkurt olduğunu yakında bütün dünyaya gösterecektir.
Gençliğin, özüne yani bozkurda nasıl döneceğini ise en büyük Bozkurt, Türk’ün eşsiz “Gök Kurt”u Gâzi Mustafa Kemal Atatürk ortaya koymuştur. 25 Mart 1923 tarihinde Tarsus’ta Tarsuslu gençlerle konuşan ve Hâkimiyeti Milliye gazetesinde de yayınlanan konuşmasında, Gökkurt, şunları söylemiştir:

“Tarsus gençlerini övgüyle selâmlarım. Kişiler hayatta üç devre geçirir. Devletlerin hayatı da bu devreleri geçirebilir. Eski Osmanlı hükümeti bu hayata ait devrelerin üçünü yaşadıktan sonra insanlık tarihine karıştı. Onun yerine dünya tarihinde bir yeni Türkiye devleti dikildi. Yeni Türkiye devleti bütün Türklük karakterlerini, yani onun dinç, kararlı, erdemli özelliklerini kendisinde toplamıştır.

Gençler, biz size geçmişten, geçmişin esassız rivayetlerinden geçmişin müesselerinden temizlenmiş bir yeniden doğuş sunuyoruz. Olaylardan, olayların mecburiyetinden çıkan bu doğum, sizin çok kıymetli katılımınızla, aydın yardımınızla çıktı. Bu yeni doğuşu büyütüp yükseltmek bizlerden sizlere düşer. Bu görevde başarılı olacağınıza gördüğüm deliller sayesinde kuvvetlice inananlardanım.

Saygıdeğer gençler, hayat, mücadeleden ibarettir. Bundan dolayı hayatta yalnız iki şey vardır. Galip olmak, mağlûp olmak. Size, Türk gençliğine bıraktığımız vicdani emanet, yalnız ve daima galip olmaktır ve eminim daima galip olacaksınız.

Milletin yükselme yolları ve şartları için yapılacak şeylerde, atılacak adımlarda kesinlikle kararsızlık etmeyin. Milleti o yüksek dereceye götürmek için dikilecek engellere hep birlikte engel olacağız. Bunun için beyinlerinize, düşüncelerinize, bilginize, gerekirse bileklerinize, bazularınıza bacaklarınıza başvuracak, fakat sonuçta mutlaka ve mutlaka o amaca varacağız. Gerek burada ve gerek seyahat ettiğim bütün yerlerde genç arkadaşlarınız, hep sizler gibi hisli, kararlı ve cesurdur. Bundan dolayı şimdiden geleceğin parlak ufuklarını görmekle mutludur.

Bu millet sizin gibi evlâtlariyle lâyık olduğu olgunluk derecesini bulacaktır.
Beni çok memnun ettiniz. Huzurunuzla ve özellikle kararlı sözlerinizle mutluyum. Size, arkadaşlarınıza ve Tarsus halkına teşekkür borçluyum.”

Gençliğin etrafındaki yok edici ateşi söndürüp, içindeki Türkçülük ateşini yakması için neler yapması gerektiğini ortaya koyan Gâzi Paşa, bu konuşmasından beş gün öncede Konyalı gençlere şöyle diyordu:

“En çok bizim milletimiz, milliyetinden habersiz oluşunun çok acı ve cezalarını gördü. Osmanlı İmparatorluğu içerisindeki çeşitli kavimler hep milli inançlarına sarılarak, milliyet ülküsünün kuvvetiyle kendilerini kurtardılar. Biz ne olduğumuzu onlardan ayrı ve onlara yabancı bir millet olduğumuzu sopa ile içlerinden kovulunca anladık. Kuvvetimizin zayıflığa uğradığı anda bizi küçük gördüler. Anladık ki, kusurumuz kendimizi unutmaklığımızmış. Dünyanın bize saygı göstermesini istiyorsak öncelikle biz, kendi benliğimize ve milliyetimize bu saygıyı hissen, fikren, fiilen bütün çalışma ve hareketlerimizle gösterelim; bilelim ki milli benliğini bulmayan milletler başka milletlerin avıdır.

Milli varlığımıza düşman olanlarla dost olmayalım. Böylelerine karşı bir Türk şairinin dediği gibi, (Karşı duvardaki levhayı işaret ederek) ‘Türküm ve düşmanım sana, kalsam da bir kişi’ diyelim. Düşmanlarımıza bu gerçeği ifade ettiğimiz gün, inancımıza, ülkümüze, geleceğimize yan bakan her ferdi düşman kabul ettiğimiz gün, milli benliğe uzanacak her eli şiddetle kırdığımız, milletin önüne dikilecek her engeli derhal devirdiğimiz gün, gerçek kurtuluşa ulaşacağız. Ve sizler gibi aydın, kararlı, imanlı gençler sayesinde bu kurtuluşa ulaşacağımıza emin olabiliriz.”

Türk gencini, Türkçülük yoluna yönlendirmek için izlenmesi gereken yol budur. Gençliğimize millî varlığımıza düşman olanları ve onlara karşı neler yapılabileceğini öğretmek. Türk gencinin, gerçekte kendisine düşman olanlardan çok daha güçlü olduğunu, ona göstermek. Türk’ün gücünü, eşsiz tarihini, yayıldığı coğrafyayı öğretmek. Ama bunu yaparken, her şeyden önce inanmak. Türklüğü ve Türkçülüğü yaşamak.

Bunlar yapıldığı sürece Türk için sıkıntı yoktur. Çünkü bu şekilde Türkçü düşünceyi benimsemiş olan Türk genci, Türklüğü yükseltecek ve dünyada lâyık olduğu yere, yani dünyanın zirvesine Türklüğü taşıyacaktır. Son sözü ise yine Türk’ün Ulu Önderi’ne, Gâzî Mustafa Kemal Atatürk’e bırakıyorum…

“Yürümekte olduğumuz yenilenme, gelişme ve medeniyet yolunda sizlerden oluşan bir Türk ordusunun mutlaka başarılı olacağına inancım kesindir. Şimdiye kadar olduğu gibi, birbirimize dayanarak ve hep beraber milletin iradesine dayanarak yürümekte devam edeceğiz. Milletimizin bitirmeye mecburi olduğu aşamalar büyüktür. Ulaşılması mecbur olan hedefler çoktur. Mutlaka bu aşamalar geçilecek, en nurlu hedeflere varılacaktır. Onun için birbirimize vereceğimiz işaret ileri! İleri! Daima ileridir.”(20 Ekim 1925 – Konya)
TUĞRUL ALTAYLI
1. Ankara Türk Dünyası Öğrenci Kurultayı
 

HTML

Üst