metalic
New member
- Katılım
- 18 May 2006
- Mesajlar
- 3,007
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 119
Geliştiren Ana Baba Olmam İçin
Ne Bilmem, Ne Yapmam Gerek?
Doğan Cüceloğlu
Anne babalarla karşılaştığım ortamlarda bana şu tür sorular yöneltiyorlar ve dile getirdikleri sorunu çözmek için ne yapmaları gerektiğini soruyorlar. Anne ve baba tarafından dile getirilen bu sorunların bazıları çocuğun içinde bulunduğu ortamın özelliklerinden, bazıları ise çocuğun söz dinlememe davranışlarından kaynaklanıyor.
Dile getirilen sorunlar:
A) Ortamın özelliklerinden kaynaklanan sorunlara örnekler:
• Ailede anne ve babanın “doğruları” aynı değil. Babanın “doğru” dediğine anne, annenin “doğru” dediğine baba ya açıkça “yanlış” diyor, ya da şüpheyle baktığını ima ediyor. Benimle konuşan anne ya da baba, “Çocuğum çok zor durumda kalıyor, ne yapacağımı bilemiyorum!” diyor.
• Çoğu kere anne ve babanın yanı sıra çocuklar büyükanne ve büyükbabayla da ilişki içindeler ve anne ve babanın “doğruları” ile büyükanne ve büyükbabanın “doğruları” uyuşmuyor. Bu durumda da anne ya da baba, ender de olsa büyükanne veya büyükbaba, “Çocuğum/torunum zor durumda kalıyor, ne yapacağımı bilemiyorum!” diyor.
• Bazı anneler-babalar sorunlarını şöyle dile getiriyorlar: “Biz çocuğumuzu terbiyeli, diğer insanlara değer veren düşünceli, nazik insanlar olarak yetiştiriyoruz. Ama okula başladıktan sonra etrafında sürekli küfür eden çocuklar var ve çocuklara bağıran, çağıran, azarlayan öğretmenler var. Çocuk ne yapacağını bilemez hale geldi. Bizim dediğimize mi inansın, yoksa etrafta gördüğü arkadaşlarına ve öğretmenlerine mi? Hiç duymadığımız küfürleri ondan duymaya başladık. Ne yapacağımızı bilemiyoruz, ne olur bize bir akıl verin.”
• Elimden gelse evde televizyonu yasaklayacağım, eve gazete almayacağım. Gazete haberleri, gazetedeki resimler, hele hele televizyon programları çocukları alıp başka bir dünyaya götürüyorlar. Televizyonun çok olumsuz etkisi olduğunu düşünüyorum, ne yapacağımı şaşırmış durumdayım.
Yukarıda saydığım sorunlar çocuğun içinde bulunduğu ortamdan kaynaklanıyor. Bu tür sorunların bazen değişik türleri oluyor; okuldaki öğrencilerden değil, komşu çocuklarından kaynaklanan sorunlar olabiliyor; bazen de komşu karı kocanın bağıra çağıra kavga etmeleri sorun oluşturuyor.
Yukarıda dile getirilen sorunların hiç birinin çözümü ne benim ne de sorunu dile getiren kişinin gücü içinde değil. Evlendikten ve anne baba olduktan sonra eşinizin “doğruları”nı değiştiremezsiniz. Ben de değiştiremem. Aynı durum büyükanne, büyükbaba, okuldaki öğretmenler ve öğrenciler için de geçerlidir. Bir ülkenin gazetelerini ve televizyon yayınlarını değiştirmek de gücümüzün dışındadır.
B) Bazı sorunlar çocuğun söz dinlememesinden kaynaklanıyor:
• Çalış diyorum, dersine çalışmıyor.
• O arkadaşlarınla gezme, konuşma diyorum; hala o arkadaşlarla geziyor, konuşuyor.
• O bilgisayarın başından kalk, bilgisayarda fazla vakit geçiriyorsun, diyorum, sözümü dinlemiyor.
• Ve benzeri şikâyetler…
Ne yapalım?
Çocuklarınızın davranışlarını denetleyebilir miyiz?
Gerçekte hayır. Yakınlarımızdaki insanların, Eşimizin, öğrencimizin, çocuklarımızın, yönettiğimiz kişilerin davranışlarını etkileyebiliriz, ama denetleyemeyiz. Kendi davranışlarımızın dışında başka hiçbir insanın davranışını denetleyemeyiz.
O zaman anababa olarak, öğretmen olarak, yönetici olarak önemli bir soruyla karşı karşıya kalıyoruz: “Değer verdiğim, yaşamımda önemli olan insanlarla nasıl bir ilişki içinde olayım ki, o insanların davranışlarını denetlemeden, onların “doğru” davranmalarına yardımcı olabileyim?
Öğretmen olarak öğrencilerimle ilişkimi nasıl yöneteyim, nelerin farkında olayım, ne yapayım ki öğrencilerimin gelişmesine katkıda bulunayım? Öğretmenin öğrencisiyle ilişkisinde etkili olması kendi başına bir uzmanlık alanı ve ben bu konuya çok önem veriyorum. Bu alanda çalışmak istiyorum, ama çalışmamı ne zaman yapacağım, henüz bilmiyorum. Bu konunun irdelenmesini başka bir çalışmaya bırakıyorum.
Yönetici olarak ne yapayım ki şirketim, çalışanlar, müşteriler, tedarikçiler herkes “doğru olanı” isteyerek ve bilerek gönüllü olarak yapsın? Kitapçılara gittiğiniz zaman bu konuda raflar dolusu kitaplarla karşılaşırsınız. Yönetim bilimi alanında psikolog olarak benim de söyleyeceklerim vardır; ama bu alan şimdilik benim pek ilgimi çekmiyor; ilerde bu konuda çalışıp çalışmayacağımı da bilmiyorum.
İlgimi çeken temel alan aile içi iletişim. Karı koca ilişkisi ailenin temelini oluşturuyor, ama bu yazımda karıkoca ilişkisinden değil, anababa çocuk ilişkisinden söz etmek istiyorum. Aslında anababa çocuk ilişkisini irdelerken söz edeceğim kavramlar, ilkeler, temel farkındalıklar ve değerler karı koca ilişkisi için de geçerli, ama şimdi özellikle anababa çocuk ilişkisinden söz edeceğim.
Yani, üzerinde konuşmak istediğim temel konuyu şöyle tanımlayabilirim:
Bir anne ve baba olarak çocuğumun düşünce ve davranışlarını denetlemem söz konusu olmadığı, ancak etkilemem söz konusu olduğuna göre, çocuğumla ilişkimde en etkili iletişimi nasıl oluşturabilirim?
Evet, işin özü etkili iletişim. Bir anne baba çocuğuyla nasıl etkili iletişim kurabilir?
Ben ana babanın çocuklarıyla etkili iletişim için şunları bilmesini ve yapmasın önemli görüyorum:
Geliştiren Anababa için farkındalıklar:
1. Gördüklerini, yaşadıklarını ve sizin söylediklerinizi çocuğunuz kendi anlam verme sistemi içinde anlamlandıracaktır. Gördüğü, duyduğu her şey onun verdiği kadar anlamlı ya da anlamsız olacaktır. O nedenle, anababanın anlam verme sistemiyle ilgili şu üç konuyu bilmesinde yarar vardır:
a. Genel olarak, anlam verme sistemi nedir, nasıl oluşur, nasıl işler?
b. Anne ve baba olarak sizin kendinizin anlam verme sistemini tanıyor musunuz? (Bu sitede yayınlanan “Anlam Verme Sistemleri” üzerine yazdığım yazılar bu konuda size ışık tutabilir.)
c. Özel olarak, çocuğunuzun anlam verme sistemini tanıyor musunuz? Böylece çocuğunuzla iletişim kurarken olayları onun gözüyle görebilme gücünü elde edersiniz.
2. “Ben Bilinci,” “Sen Bilinci” ve “Biz Bilinci” arasındaki farkları biliyor musunuz ve çocuğunuzla “Biz Bilinci” içinde iletişim kurmayı seçebiliyor musunuz?
3. Çocuğunuzla ilişkinizde konuşmaktan çok dinlemenin önemli olduğunun farkında mısınız?
4. Çocuğunuzla ilişkinizde ona varoluşun altı boyutunu yaşatıyor musunuz? (Bu konuyu İletişim Donanımları kitabımda irdeledim.)
a. Ait olma birey olma dengesi;
b. Önemseme, umursamak;
c. Olduğu gibi kabul etmek;
d. Değerli bulma, yerinin doldurulama olduğunu hissettirmek;
e. Yapabileceğine, yetkin olduğuna güvenmek;
f. Onun gelişmesi için her şeyi yapmaya hazır olduğunu, yani onu sevdiğini hissettirmek.
5. Yaşamının gerçek sorumluluğun çocuğunuzun kendisinde olduğuna inanıyor musunuz?
6. Çocuğunuzda görmek istediğiniz değerleri sizin kendinizin yaşaması gerektiğini biliyor musunuz?
7. İnsanın gerçek isteklendirme kaynağının onun gelecekle ilgili hayalleri olduğunu bilerek çocuğunuzla sohbet kuruyor musunuz? Daha başka bir ifadeyle çocuğunuzun gönlünün muradını keşfetmesine yardımcı oluyor musunuz?
Çocuğunuzun gönlünün muradını keşfetmesine yardımcı olmak çok önemli bir konu; onu ayrı bir yazımda ela almak istiyorum.
Doğan Cüceloğlu (29.04.2008)
KaynaK
Anlam Verme Sistemleri ve İnsan – 1
Doğan Cüceloğlu
Sinir sistemimizde yüz milyarın üstünde nöron adı verilen sinir hücresi var ve bu nöronların her birinin ortalama 15 ile 20 bin arasında değişen sinaps adı verilen mesaj ileten sinirsel kavşaklar ve bağlantı noktaları vardır.
Sinapslar sayesinde merkezi sinir sistemindeki nöronlar birbirleriyle nöral devreleri içeren bir sinir ağı oluştururlar. Algılama ve düşünme gibi zihinsel işlevlerin temelindeki nörolojik süreçler sinapslar sayesinde oluşur. Ayrıca sinir sisteminin vücudun diğer organlarıyla iletişim kurması da sinapsların varlığına bağlıdır.
İnsan beyninde çok büyük sayıda sinaps1 bulunur. Küçük çocuklarda 1026 sinaps olduğu ve bu rakamın yaş artışıyla ters orantılı olarak azaldığı belirlenmiştir. Bu insanın sinirsel donanımıdır. Kullanılmayan sinapslar zayıflamakta ve yok olmaktadır; beyin “kullan ya da kaybet” ilkesini kullanmaktadır. Küçük çocukların mikro ve makro dünyada her şeye ilgi göstermesini, kurcalamak ve deneyimlemek istemesini bu ilke ile açıklamak mümkün; çocuk uyarılmayan sinapsın yok olacağını sanki ‘bilmekte’ ve onu kaybetmemek için sinapsı uyaracak bir tutum içinde dünyanın içine tüm duyularıyla atlamak ve gömülmek istemektedir.
Çocuğun beyninin muhteşem sinirsel donanımının yanı sıra bir de zihinsel yazılımı vardır. Bu yazılımın temel ilkesini, ‘belirsizlikten rahatsız ol ve belirsiz durumları belirgin hale getirmek için sürekli çaba göster,’ olarak ifade edebiliriz.
Böylece belirsizlik ve kaygı ilişkisi çocuğun yaşamına doğuştan girmiş bulunmaktadır. Princeton Üniversitesi profesörlerinden Psikolog George A. Miller’in çalışmaları bu ilişkiyi değişik ortamlarda göstermiştir. Genel okur için yazdığım bu yazıda araştırmaların ayrıntılarına girmeyeceğim.
Çocuk sürekli olarak kendi içinde ve etrafında olup bitenlere anlam verme çabası içinde olmakta ve verdiği anlamlar arasında ilişkiler kurarak ‘anlam verme sistemleri’ oluşturmaktadır. ‘Çoklu Zeka’ kuramıyla tanınan Harvard Üniversitesi profesörlerinden Psikolog Howard Gardner’ın çalışmaları, yedi yaşına kadar içinde yaşadığı evrenin ve genel anlamda yaşamın işleyiş tarzıyla ilgili çocuğun oldukça pratik kuramlar –anlam verme sistemleri- geliştirdiğini göstermiştir. Çocuğun geliştirdiği kuramlar basittir, ‘bıçak keser,’ ‘ateş yakar,’ ‘camı kırarsam babam kızar’ gibi; ama günlük yaşamındaki belirsizliklere cevap veriri ve çocuk geliştirdiği anlam verme sistemi sayesinde yaşamın denetiminin kendinde olduğunu hisseder. Yani belirsizlikler azalmıştır ve yaşam denetim altına alınmıştır.
İşte bu yazıyı şu cümleyi paylaşmak için yazıyorum: Çocuğun geliştirdiği anlam verme sistemi onun ömrü boyunca kullanacağı en önemli kaynağı oluşturur. Bir insanın küçükken geliştirdiği kendine özgü anlam verme sistemi ya o kişiye destek olacak ve onu başarıya ve mutluluğa yönlendirecek ya da köstek olup onu güçsüz ve mutsuz kılacaktır.
Eğitilmiş insanlar olarak biliyoruz ki doğanın bizim dışımızda ve bizden bağımsız bir işleyiş tarzı vardır2 ve değişik bilimler bu işleyiş tarzını bulmaya soyunmuşlardır. Biyoloji, Fizik, Kimya, Jeoloji bize evrenin nasıl işlediği ile ilgili bilgiler üretmektedir. Böylece gıda uzmanlığından değişik mühendisliklerin uzmanlık alanlarına yayılan geniş yelpazeli bir teknoloji alanına sahibiz ve toplum bu karmaşık bilgi sistemlerinin üzerine kurulu bir yaşam sürdürmektedir. Bu bilimler sayesinde karın doyurmanın yetmediğini, beslenmeyi öğrenmemiz gerektiğini öğreniyoruz. Suyumuzun arınmış, temiz su olması gerektiğini, aksi halde salgın hastalıkların görüleceğini biliyoruz. Bilgisayar kullanan kişilerin, kurumların, toplumların daha verimli bilgi işlem olanakları yaratacağını biliyoruz. Hiç kimse bilimin bulgularına sırtını bile bile dönmek istemiyor. Bilime bile bile sırt çevirenler varsa bile, o kadar marjinal kalmaktadırlar ki, kimler olduklarını, nerede oturduklarını dahi araştırmaya gerek duymuyoruz.
Doğanın bir işleyiş tarzı olduğu gibi, insan yaşamın da biyoloji dışında kalan alanlarda bir işleyiş tarzı olduğunu biliyoruz. Toplumsal yaşamın işleyiş tarzını sosyoloji, bireysel yaşamın işleyiş tarzını psikoloji, ekonomik yaşamın işleyiş tarzını ekonomi keşfetmeyi amaçlamaktadır ve günümüzde bu bilimler önemli yol almışlardır.
Şimdi yine gelelim çocuklara. Çocukların küçüklükte geliştirdiği kuramlara ‘anlam verme sistemi’ diyelim.
Şimdi şöyle düşünün: Ahmet adını vereceğimiz çocuğun küçüklükten geliştirdiği kuramların tümüne ‘Ahmet’in Anlam Verme Sistemi’, Behçet adını vereceğimiz çocuğun kendi geliştirdiği kuramlara da ‘Behçet’in Anlam Verme Sistemi’ adlarını verelim.
Varsayalım ki, Ahmet’in doğup büyüdüğü, içinde yetiştiği aile ve toplumsal koşullar onun gelişmesine olanak veren, geliştiren bir ortam olsun. Böyle geliştiren bir ortam içinde yetişen Ahmet’in oluşturduğu ‘Ahmet’in Anlam Verme Sistemi’ doğanın ve yaşamın işleyiş tarzına uyan bilgiler ve varsayımlar içersin. Yine aynı mantıkla, içinde yetiştiği koşullar elvermediği, kalıplayan kısıtlayan bir ortam olduğu için ‘Behçet’in Anlam Verme Sistemi’ doğanın ve yaşamın işleyiş tarzına uymayan bilgiler ve varsayımlardan oluşsun.
İsterseniz bu noktada bir de, ‘uygunluk ölçeği’ geliştirelim. Şu ölçek basamaklarını öneriyorum:
0 hiç
1 yetersiz
2 biraz
3 oldukça
4 çok
5 mükemmel
Birinin Anlam Verme Sistemi’nin yaşamın gerçek işleyişine uygunluğunun derecesini bu ölçek üzerinde gösterebildiğimizi varsayalım.
Diyelim ki, Ahmet ve Behçet benzer yeteneklerde doğdu, fakat içinde yetiştiği ortamların geliştiren ve kalıplayan özellikleri nedeniyle Ahmet’in Anlam Verme Sistemi uyum ölçeğinde 4 iken, Behçet’in ki 1 basamağında yer alıyor.
Şimdiye kadar söylediklerimi takip etmiş iseniz ve söylediklerime katılıyorsanız, o zaman şu söyleyeceklerim ilginizi çeker diye düşünüyorum:
• Ahmet yaşamının her alanında başarıya doğru yönelirken, Behçet sürekli engellerle karşılaşacak, kendisinin kösteklendiğini hissedecektir.
• Ahmet’in kendiyle ilişkisi olumlu yönde gelişecek, kendine güveni olan, sakin, kendini seven ve değerli bulan, ‘yapabilirim’ duygusu olan biri olarak gelişecektir. Behçet kendine güveni olmayan, gergin, kendini sevmeyen ve kendini değerli bulmayan, ‘yapabilirim’ duygusu düşük, çaresiz biri olarak büyüyecektir.
• Ahmet doğayı anlaşılabilir, sevilecek, kendine yakın, dost, destek bir kaynak olarak görürken, Behçet doğayı anlaşılamaz, korkulacak, kendinden uzak, düşmanca ve sürekli engel teşkil eden bir ‘kader’ olarak düşünecektir.
• Ahmet insanları anlaşılabilir, sevilebilen, yakın, dost varlıklar olarak görürken Behçet insanların hasım olduğunu düşünecektir.
• Ahmet bilginin, kendini ve yaşamı anlamanın daha iyi bir geleceğe götüreceğini anlayabilecek ve bu nedenle kendi gelişimine önem verecektir. Behçet sıkıntılarının temelinde kendi anlam verme sisteminin yattığını kavrayamadığı için kendini geliştirmenin onun için herhangi bir anlamı olmayacaktır. O dünyayla ilişkisinde kendinin anlamadığı dogmaları ve hurafeleri ve batıl itikatları kullanmaya daha eğilimli olacaktır.
Bu liste daha uzatılabilir. Ve sizin aklınıza gelen başka tür karşılaştırmalar varsa bana yazmanızı gerçekten isterim. (Bu bir davettir.)
Şimdi ben şu tür sorular üstünde düşünmek istiyorum:
1- Kişinin içinde yetiştiği ortam nasıl bir ortam olmalıdır ki, bu bireyin Anlam Verme Sistemi uygunluk ölçeğinde yüksek puan alsın? Bu ortamın özelikleri neler olmalıdır?
2- Çocuklarımızı gönderdiğimiz eğitim kurumları nasıl bir eğitim sistemi uygulamalıdırlar ki, bu kurumlarda eğitilmiş olanların Anlam Verme Sistemi uygunluk ölçeğinde, bu kurumlarda eğitim almamışlara kıyasla, daha yüksek puan alsın? Böyle bir eğitim sisteminin özelikleri nelerdir?
3- Bir toplum olarak nasıl bir toplumsal yaşam, toplumsal kurumlar ve kültür oluşturmalıyız ki, bu toplumun aileleri ve okulları çocukları yüksek uyum gösteren Anlam Verme Sistemi’ne sahip olarak büyüsünler? Yüksek uyum gösteren Anlam Verme Sistemi geliştirmesi ve geliştirdikleri Anlam Verme Sistemi’ni sürdürebilmeleri için kültürün ne gibi özeliklere sahip olması gerekir?
Önümüzdeki yazılarda bu konuları ele alacağım, ama birbiri peşi sıra değil, diğer haftalık yazılar arasına serpiştirilmiş olabilirler.
Doğan Cüceloğlu (30.09.2007)
1 Howard, Pierce J. (2000.) The Owner’s Manual for The Brain. Atlanta: Bard Pres. ISBN:1-885167-41-5 paperback.
2 Bunun böyle olmadığını söyleyen görüşler olduğunun farkındayım; fakat bu konuda okurlarımı ciddi olarak şu sorunun yanıtı üzerinde düşünmeye davet ediyorum: Bizden bağımsız bir gerçeklik olduğunu varsayım olarak kabul etmemiş bir bilim dalı gelişebilir mi? Benim yanıtım, “Hayır!” İkinci sorum da, temelinde bilimsel düşüncenin yer almadığı gelişmiş, çağdaş bir toplum düşünebilir misiniz? Benim yanıtım, yine “Hayır!”
Ne Bilmem, Ne Yapmam Gerek?
Doğan Cüceloğlu
Anne babalarla karşılaştığım ortamlarda bana şu tür sorular yöneltiyorlar ve dile getirdikleri sorunu çözmek için ne yapmaları gerektiğini soruyorlar. Anne ve baba tarafından dile getirilen bu sorunların bazıları çocuğun içinde bulunduğu ortamın özelliklerinden, bazıları ise çocuğun söz dinlememe davranışlarından kaynaklanıyor.
Dile getirilen sorunlar:
A) Ortamın özelliklerinden kaynaklanan sorunlara örnekler:
• Ailede anne ve babanın “doğruları” aynı değil. Babanın “doğru” dediğine anne, annenin “doğru” dediğine baba ya açıkça “yanlış” diyor, ya da şüpheyle baktığını ima ediyor. Benimle konuşan anne ya da baba, “Çocuğum çok zor durumda kalıyor, ne yapacağımı bilemiyorum!” diyor.
• Çoğu kere anne ve babanın yanı sıra çocuklar büyükanne ve büyükbabayla da ilişki içindeler ve anne ve babanın “doğruları” ile büyükanne ve büyükbabanın “doğruları” uyuşmuyor. Bu durumda da anne ya da baba, ender de olsa büyükanne veya büyükbaba, “Çocuğum/torunum zor durumda kalıyor, ne yapacağımı bilemiyorum!” diyor.
• Bazı anneler-babalar sorunlarını şöyle dile getiriyorlar: “Biz çocuğumuzu terbiyeli, diğer insanlara değer veren düşünceli, nazik insanlar olarak yetiştiriyoruz. Ama okula başladıktan sonra etrafında sürekli küfür eden çocuklar var ve çocuklara bağıran, çağıran, azarlayan öğretmenler var. Çocuk ne yapacağını bilemez hale geldi. Bizim dediğimize mi inansın, yoksa etrafta gördüğü arkadaşlarına ve öğretmenlerine mi? Hiç duymadığımız küfürleri ondan duymaya başladık. Ne yapacağımızı bilemiyoruz, ne olur bize bir akıl verin.”
• Elimden gelse evde televizyonu yasaklayacağım, eve gazete almayacağım. Gazete haberleri, gazetedeki resimler, hele hele televizyon programları çocukları alıp başka bir dünyaya götürüyorlar. Televizyonun çok olumsuz etkisi olduğunu düşünüyorum, ne yapacağımı şaşırmış durumdayım.
Yukarıda saydığım sorunlar çocuğun içinde bulunduğu ortamdan kaynaklanıyor. Bu tür sorunların bazen değişik türleri oluyor; okuldaki öğrencilerden değil, komşu çocuklarından kaynaklanan sorunlar olabiliyor; bazen de komşu karı kocanın bağıra çağıra kavga etmeleri sorun oluşturuyor.
Yukarıda dile getirilen sorunların hiç birinin çözümü ne benim ne de sorunu dile getiren kişinin gücü içinde değil. Evlendikten ve anne baba olduktan sonra eşinizin “doğruları”nı değiştiremezsiniz. Ben de değiştiremem. Aynı durum büyükanne, büyükbaba, okuldaki öğretmenler ve öğrenciler için de geçerlidir. Bir ülkenin gazetelerini ve televizyon yayınlarını değiştirmek de gücümüzün dışındadır.
B) Bazı sorunlar çocuğun söz dinlememesinden kaynaklanıyor:
• Çalış diyorum, dersine çalışmıyor.
• O arkadaşlarınla gezme, konuşma diyorum; hala o arkadaşlarla geziyor, konuşuyor.
• O bilgisayarın başından kalk, bilgisayarda fazla vakit geçiriyorsun, diyorum, sözümü dinlemiyor.
• Ve benzeri şikâyetler…
Ne yapalım?
Çocuklarınızın davranışlarını denetleyebilir miyiz?
Gerçekte hayır. Yakınlarımızdaki insanların, Eşimizin, öğrencimizin, çocuklarımızın, yönettiğimiz kişilerin davranışlarını etkileyebiliriz, ama denetleyemeyiz. Kendi davranışlarımızın dışında başka hiçbir insanın davranışını denetleyemeyiz.
O zaman anababa olarak, öğretmen olarak, yönetici olarak önemli bir soruyla karşı karşıya kalıyoruz: “Değer verdiğim, yaşamımda önemli olan insanlarla nasıl bir ilişki içinde olayım ki, o insanların davranışlarını denetlemeden, onların “doğru” davranmalarına yardımcı olabileyim?
Öğretmen olarak öğrencilerimle ilişkimi nasıl yöneteyim, nelerin farkında olayım, ne yapayım ki öğrencilerimin gelişmesine katkıda bulunayım? Öğretmenin öğrencisiyle ilişkisinde etkili olması kendi başına bir uzmanlık alanı ve ben bu konuya çok önem veriyorum. Bu alanda çalışmak istiyorum, ama çalışmamı ne zaman yapacağım, henüz bilmiyorum. Bu konunun irdelenmesini başka bir çalışmaya bırakıyorum.
Yönetici olarak ne yapayım ki şirketim, çalışanlar, müşteriler, tedarikçiler herkes “doğru olanı” isteyerek ve bilerek gönüllü olarak yapsın? Kitapçılara gittiğiniz zaman bu konuda raflar dolusu kitaplarla karşılaşırsınız. Yönetim bilimi alanında psikolog olarak benim de söyleyeceklerim vardır; ama bu alan şimdilik benim pek ilgimi çekmiyor; ilerde bu konuda çalışıp çalışmayacağımı da bilmiyorum.
İlgimi çeken temel alan aile içi iletişim. Karı koca ilişkisi ailenin temelini oluşturuyor, ama bu yazımda karıkoca ilişkisinden değil, anababa çocuk ilişkisinden söz etmek istiyorum. Aslında anababa çocuk ilişkisini irdelerken söz edeceğim kavramlar, ilkeler, temel farkındalıklar ve değerler karı koca ilişkisi için de geçerli, ama şimdi özellikle anababa çocuk ilişkisinden söz edeceğim.
Yani, üzerinde konuşmak istediğim temel konuyu şöyle tanımlayabilirim:
Bir anne ve baba olarak çocuğumun düşünce ve davranışlarını denetlemem söz konusu olmadığı, ancak etkilemem söz konusu olduğuna göre, çocuğumla ilişkimde en etkili iletişimi nasıl oluşturabilirim?
Evet, işin özü etkili iletişim. Bir anne baba çocuğuyla nasıl etkili iletişim kurabilir?
Ben ana babanın çocuklarıyla etkili iletişim için şunları bilmesini ve yapmasın önemli görüyorum:
Geliştiren Anababa için farkındalıklar:
1. Gördüklerini, yaşadıklarını ve sizin söylediklerinizi çocuğunuz kendi anlam verme sistemi içinde anlamlandıracaktır. Gördüğü, duyduğu her şey onun verdiği kadar anlamlı ya da anlamsız olacaktır. O nedenle, anababanın anlam verme sistemiyle ilgili şu üç konuyu bilmesinde yarar vardır:
a. Genel olarak, anlam verme sistemi nedir, nasıl oluşur, nasıl işler?
b. Anne ve baba olarak sizin kendinizin anlam verme sistemini tanıyor musunuz? (Bu sitede yayınlanan “Anlam Verme Sistemleri” üzerine yazdığım yazılar bu konuda size ışık tutabilir.)
c. Özel olarak, çocuğunuzun anlam verme sistemini tanıyor musunuz? Böylece çocuğunuzla iletişim kurarken olayları onun gözüyle görebilme gücünü elde edersiniz.
2. “Ben Bilinci,” “Sen Bilinci” ve “Biz Bilinci” arasındaki farkları biliyor musunuz ve çocuğunuzla “Biz Bilinci” içinde iletişim kurmayı seçebiliyor musunuz?
3. Çocuğunuzla ilişkinizde konuşmaktan çok dinlemenin önemli olduğunun farkında mısınız?
4. Çocuğunuzla ilişkinizde ona varoluşun altı boyutunu yaşatıyor musunuz? (Bu konuyu İletişim Donanımları kitabımda irdeledim.)
a. Ait olma birey olma dengesi;
b. Önemseme, umursamak;
c. Olduğu gibi kabul etmek;
d. Değerli bulma, yerinin doldurulama olduğunu hissettirmek;
e. Yapabileceğine, yetkin olduğuna güvenmek;
f. Onun gelişmesi için her şeyi yapmaya hazır olduğunu, yani onu sevdiğini hissettirmek.
5. Yaşamının gerçek sorumluluğun çocuğunuzun kendisinde olduğuna inanıyor musunuz?
6. Çocuğunuzda görmek istediğiniz değerleri sizin kendinizin yaşaması gerektiğini biliyor musunuz?
7. İnsanın gerçek isteklendirme kaynağının onun gelecekle ilgili hayalleri olduğunu bilerek çocuğunuzla sohbet kuruyor musunuz? Daha başka bir ifadeyle çocuğunuzun gönlünün muradını keşfetmesine yardımcı oluyor musunuz?
Çocuğunuzun gönlünün muradını keşfetmesine yardımcı olmak çok önemli bir konu; onu ayrı bir yazımda ela almak istiyorum.
Doğan Cüceloğlu (29.04.2008)
KaynaK
Anlam Verme Sistemleri ve İnsan – 1
Doğan Cüceloğlu
Sinir sistemimizde yüz milyarın üstünde nöron adı verilen sinir hücresi var ve bu nöronların her birinin ortalama 15 ile 20 bin arasında değişen sinaps adı verilen mesaj ileten sinirsel kavşaklar ve bağlantı noktaları vardır.
Sinapslar sayesinde merkezi sinir sistemindeki nöronlar birbirleriyle nöral devreleri içeren bir sinir ağı oluştururlar. Algılama ve düşünme gibi zihinsel işlevlerin temelindeki nörolojik süreçler sinapslar sayesinde oluşur. Ayrıca sinir sisteminin vücudun diğer organlarıyla iletişim kurması da sinapsların varlığına bağlıdır.
İnsan beyninde çok büyük sayıda sinaps1 bulunur. Küçük çocuklarda 1026 sinaps olduğu ve bu rakamın yaş artışıyla ters orantılı olarak azaldığı belirlenmiştir. Bu insanın sinirsel donanımıdır. Kullanılmayan sinapslar zayıflamakta ve yok olmaktadır; beyin “kullan ya da kaybet” ilkesini kullanmaktadır. Küçük çocukların mikro ve makro dünyada her şeye ilgi göstermesini, kurcalamak ve deneyimlemek istemesini bu ilke ile açıklamak mümkün; çocuk uyarılmayan sinapsın yok olacağını sanki ‘bilmekte’ ve onu kaybetmemek için sinapsı uyaracak bir tutum içinde dünyanın içine tüm duyularıyla atlamak ve gömülmek istemektedir.
Çocuğun beyninin muhteşem sinirsel donanımının yanı sıra bir de zihinsel yazılımı vardır. Bu yazılımın temel ilkesini, ‘belirsizlikten rahatsız ol ve belirsiz durumları belirgin hale getirmek için sürekli çaba göster,’ olarak ifade edebiliriz.
Böylece belirsizlik ve kaygı ilişkisi çocuğun yaşamına doğuştan girmiş bulunmaktadır. Princeton Üniversitesi profesörlerinden Psikolog George A. Miller’in çalışmaları bu ilişkiyi değişik ortamlarda göstermiştir. Genel okur için yazdığım bu yazıda araştırmaların ayrıntılarına girmeyeceğim.
Çocuk sürekli olarak kendi içinde ve etrafında olup bitenlere anlam verme çabası içinde olmakta ve verdiği anlamlar arasında ilişkiler kurarak ‘anlam verme sistemleri’ oluşturmaktadır. ‘Çoklu Zeka’ kuramıyla tanınan Harvard Üniversitesi profesörlerinden Psikolog Howard Gardner’ın çalışmaları, yedi yaşına kadar içinde yaşadığı evrenin ve genel anlamda yaşamın işleyiş tarzıyla ilgili çocuğun oldukça pratik kuramlar –anlam verme sistemleri- geliştirdiğini göstermiştir. Çocuğun geliştirdiği kuramlar basittir, ‘bıçak keser,’ ‘ateş yakar,’ ‘camı kırarsam babam kızar’ gibi; ama günlük yaşamındaki belirsizliklere cevap veriri ve çocuk geliştirdiği anlam verme sistemi sayesinde yaşamın denetiminin kendinde olduğunu hisseder. Yani belirsizlikler azalmıştır ve yaşam denetim altına alınmıştır.
İşte bu yazıyı şu cümleyi paylaşmak için yazıyorum: Çocuğun geliştirdiği anlam verme sistemi onun ömrü boyunca kullanacağı en önemli kaynağı oluşturur. Bir insanın küçükken geliştirdiği kendine özgü anlam verme sistemi ya o kişiye destek olacak ve onu başarıya ve mutluluğa yönlendirecek ya da köstek olup onu güçsüz ve mutsuz kılacaktır.
Eğitilmiş insanlar olarak biliyoruz ki doğanın bizim dışımızda ve bizden bağımsız bir işleyiş tarzı vardır2 ve değişik bilimler bu işleyiş tarzını bulmaya soyunmuşlardır. Biyoloji, Fizik, Kimya, Jeoloji bize evrenin nasıl işlediği ile ilgili bilgiler üretmektedir. Böylece gıda uzmanlığından değişik mühendisliklerin uzmanlık alanlarına yayılan geniş yelpazeli bir teknoloji alanına sahibiz ve toplum bu karmaşık bilgi sistemlerinin üzerine kurulu bir yaşam sürdürmektedir. Bu bilimler sayesinde karın doyurmanın yetmediğini, beslenmeyi öğrenmemiz gerektiğini öğreniyoruz. Suyumuzun arınmış, temiz su olması gerektiğini, aksi halde salgın hastalıkların görüleceğini biliyoruz. Bilgisayar kullanan kişilerin, kurumların, toplumların daha verimli bilgi işlem olanakları yaratacağını biliyoruz. Hiç kimse bilimin bulgularına sırtını bile bile dönmek istemiyor. Bilime bile bile sırt çevirenler varsa bile, o kadar marjinal kalmaktadırlar ki, kimler olduklarını, nerede oturduklarını dahi araştırmaya gerek duymuyoruz.
Doğanın bir işleyiş tarzı olduğu gibi, insan yaşamın da biyoloji dışında kalan alanlarda bir işleyiş tarzı olduğunu biliyoruz. Toplumsal yaşamın işleyiş tarzını sosyoloji, bireysel yaşamın işleyiş tarzını psikoloji, ekonomik yaşamın işleyiş tarzını ekonomi keşfetmeyi amaçlamaktadır ve günümüzde bu bilimler önemli yol almışlardır.
Şimdi yine gelelim çocuklara. Çocukların küçüklükte geliştirdiği kuramlara ‘anlam verme sistemi’ diyelim.
Şimdi şöyle düşünün: Ahmet adını vereceğimiz çocuğun küçüklükten geliştirdiği kuramların tümüne ‘Ahmet’in Anlam Verme Sistemi’, Behçet adını vereceğimiz çocuğun kendi geliştirdiği kuramlara da ‘Behçet’in Anlam Verme Sistemi’ adlarını verelim.
Varsayalım ki, Ahmet’in doğup büyüdüğü, içinde yetiştiği aile ve toplumsal koşullar onun gelişmesine olanak veren, geliştiren bir ortam olsun. Böyle geliştiren bir ortam içinde yetişen Ahmet’in oluşturduğu ‘Ahmet’in Anlam Verme Sistemi’ doğanın ve yaşamın işleyiş tarzına uyan bilgiler ve varsayımlar içersin. Yine aynı mantıkla, içinde yetiştiği koşullar elvermediği, kalıplayan kısıtlayan bir ortam olduğu için ‘Behçet’in Anlam Verme Sistemi’ doğanın ve yaşamın işleyiş tarzına uymayan bilgiler ve varsayımlardan oluşsun.
İsterseniz bu noktada bir de, ‘uygunluk ölçeği’ geliştirelim. Şu ölçek basamaklarını öneriyorum:
0 hiç
1 yetersiz
2 biraz
3 oldukça
4 çok
5 mükemmel
Birinin Anlam Verme Sistemi’nin yaşamın gerçek işleyişine uygunluğunun derecesini bu ölçek üzerinde gösterebildiğimizi varsayalım.
Diyelim ki, Ahmet ve Behçet benzer yeteneklerde doğdu, fakat içinde yetiştiği ortamların geliştiren ve kalıplayan özellikleri nedeniyle Ahmet’in Anlam Verme Sistemi uyum ölçeğinde 4 iken, Behçet’in ki 1 basamağında yer alıyor.
Şimdiye kadar söylediklerimi takip etmiş iseniz ve söylediklerime katılıyorsanız, o zaman şu söyleyeceklerim ilginizi çeker diye düşünüyorum:
• Ahmet yaşamının her alanında başarıya doğru yönelirken, Behçet sürekli engellerle karşılaşacak, kendisinin kösteklendiğini hissedecektir.
• Ahmet’in kendiyle ilişkisi olumlu yönde gelişecek, kendine güveni olan, sakin, kendini seven ve değerli bulan, ‘yapabilirim’ duygusu olan biri olarak gelişecektir. Behçet kendine güveni olmayan, gergin, kendini sevmeyen ve kendini değerli bulmayan, ‘yapabilirim’ duygusu düşük, çaresiz biri olarak büyüyecektir.
• Ahmet doğayı anlaşılabilir, sevilecek, kendine yakın, dost, destek bir kaynak olarak görürken, Behçet doğayı anlaşılamaz, korkulacak, kendinden uzak, düşmanca ve sürekli engel teşkil eden bir ‘kader’ olarak düşünecektir.
• Ahmet insanları anlaşılabilir, sevilebilen, yakın, dost varlıklar olarak görürken Behçet insanların hasım olduğunu düşünecektir.
• Ahmet bilginin, kendini ve yaşamı anlamanın daha iyi bir geleceğe götüreceğini anlayabilecek ve bu nedenle kendi gelişimine önem verecektir. Behçet sıkıntılarının temelinde kendi anlam verme sisteminin yattığını kavrayamadığı için kendini geliştirmenin onun için herhangi bir anlamı olmayacaktır. O dünyayla ilişkisinde kendinin anlamadığı dogmaları ve hurafeleri ve batıl itikatları kullanmaya daha eğilimli olacaktır.
Bu liste daha uzatılabilir. Ve sizin aklınıza gelen başka tür karşılaştırmalar varsa bana yazmanızı gerçekten isterim. (Bu bir davettir.)
Şimdi ben şu tür sorular üstünde düşünmek istiyorum:
1- Kişinin içinde yetiştiği ortam nasıl bir ortam olmalıdır ki, bu bireyin Anlam Verme Sistemi uygunluk ölçeğinde yüksek puan alsın? Bu ortamın özelikleri neler olmalıdır?
2- Çocuklarımızı gönderdiğimiz eğitim kurumları nasıl bir eğitim sistemi uygulamalıdırlar ki, bu kurumlarda eğitilmiş olanların Anlam Verme Sistemi uygunluk ölçeğinde, bu kurumlarda eğitim almamışlara kıyasla, daha yüksek puan alsın? Böyle bir eğitim sisteminin özelikleri nelerdir?
3- Bir toplum olarak nasıl bir toplumsal yaşam, toplumsal kurumlar ve kültür oluşturmalıyız ki, bu toplumun aileleri ve okulları çocukları yüksek uyum gösteren Anlam Verme Sistemi’ne sahip olarak büyüsünler? Yüksek uyum gösteren Anlam Verme Sistemi geliştirmesi ve geliştirdikleri Anlam Verme Sistemi’ni sürdürebilmeleri için kültürün ne gibi özeliklere sahip olması gerekir?
Önümüzdeki yazılarda bu konuları ele alacağım, ama birbiri peşi sıra değil, diğer haftalık yazılar arasına serpiştirilmiş olabilirler.
Doğan Cüceloğlu (30.09.2007)
1 Howard, Pierce J. (2000.) The Owner’s Manual for The Brain. Atlanta: Bard Pres. ISBN:1-885167-41-5 paperback.
2 Bunun böyle olmadığını söyleyen görüşler olduğunun farkındayım; fakat bu konuda okurlarımı ciddi olarak şu sorunun yanıtı üzerinde düşünmeye davet ediyorum: Bizden bağımsız bir gerçeklik olduğunu varsayım olarak kabul etmemiş bir bilim dalı gelişebilir mi? Benim yanıtım, “Hayır!” İkinci sorum da, temelinde bilimsel düşüncenin yer almadığı gelişmiş, çağdaş bir toplum düşünebilir misiniz? Benim yanıtım, yine “Hayır!”