Geçmişten Günümüze Dünyada Güç Merkezleri

AntidepresaN

New member
Katılım
25 Haz 2005
Mesajlar
1,584
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
AtaTürkçü Düşünce Sistemi..
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE DÜNYADA GÜÇ MERKEZLERİ

Dün olduğu gibi. bugün de barışın muhafazası, mevcut ve gelecekte ortaya çıkabilecek güç dengeleri ile yakından ilgilidir. Güç merkezleri dün farklı idi bugün farklı, yarın da daha farklı olacaktır. Attalı'ya göre büyük güç olabilmek için, bir ülkenin birçok uzman tarafından da kabul edilen aşağıdaki yedi şartı yerine getirmesi gerekmektedir .

Teknolojik Alan Enerji ve İletişim alanındaki gelişmelere hakim olmak
Parasal Alan Uluslararası alanda itibarı olan ve tasarruf edilebilir olarak değerlendirilen bir paraya sahip olmak.
Ekonomik Alan Yeteri kadar zengin olmak.
Askeri Alan
Nükleer silahları ve denizaşırı kullanılabilecek düzeyde 10 Civarında (Deniz) Piyade Tümenine sahip olmak.
Coğrafi Alan
Hayati bir müttefikini, esas deniz ulaştırması yollarını, içilebilir su rezervlerini ve enerji kaynaklarını ülke sınırları dışında koruyabilecek pozisyona sahip olmak.
Kültürel Alan Milli ya da dinsel boyutta, diğerlerinin menfaatleri ile işbirliği yapmaya müsait ve eserleri ile diğerlerini kendisine çeken evrensel bir kültüre sahip olmak.
Diplomatik Alan Emperyalist bir politikayı tasarlayan ve uygulamaya koyan, uyumlu ve yeteri kadar kuvvetli bir devlete sahip olmak.
Geçmişten Günümüze Dünya Güç Merkezleri
Zamanımız güç merkezlerinin incelemesinin müteakip sayfalara bırakarak geçmişin güç merkezlerine ve Türklerin yerine bir göz atacak olursak :


a. 1815 Yılına kadar Güç Merkezleri ve Güç Dengesi

15’inci Yüzyılın kapanışında modern politik devlet sisteminin başlaması ile 1815 Napolyon Savaşlarının bitimine kadar dünya çapında Avrupa devletleri güç dengesinin aktif üyeleri olmuştu. 16'ncı yüzyılda süper güç olan Osmanlı İmparatorluğu yeniden dünya sahnesine çıkmaya başlamıştır. Denge tesis veya dengenin tekrar kurulması için Avrupa devletleri arasında da bu dönemde pek çok ittifaklar ve karşı ittifaklar yapılmıştı. Avrupa'nın en güçlü devleti İspanya idi. 16'ncı Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu "Denge Kuran" rolü oynamıştır. 1517'de Yavuz Sultan Selim tarafından Halifeliğin İstanbul'a getirilmesi, sanılanın aksine Osmanlı'ya bir güç kazandırmamıştır. Osmanlı giderek güç kaybederek 19'uncu Yüzyılda Avrupalı devletlerin koruması altına girmiştir.

b. Birinci Dünya Savaşına kadarki dönemde Güç Dengeleri

1815'den 1’inci Dünya Savaşına kadarki yüzyıl ise, Avrupa Güç Dengesinin yerine, tercihi bir şekilde Dünya çapında bir sisteme geçildiğine tanıklık etmiştir. Bu değişikliğin 1823'de ABD Başkanı Monreo'nun, daha sonra Manreo doktrini adını alan ünlü Kongre mesajıyla başladığı söylenebilir. Avrupa ile Batı Yarımküresinin karşılıklı bağımsızlıklarını kabul ve ilan ederek dünyayı ikiye bölen bu doktrinle, dünya iki politik sisteme ayrılmıştır. Başkan Moureo, böylece daha sonraları dünya çapında bir güç dengesine dönüşecek olan Avrupa dengesindeki bu değişimin ilk temelini atmıştır.
Yüz elli yıl önce Dünya güç dengesi Fransa ve İspanya, Hollanda Krallığı, Avusturya ve İngiltere arasında tesis ediliyordu. Bundan kısa bir süre sonra Rusya, daha sonra Prusya bu dengeye katılmıştır.
Bu dönemde güç dengesinin iki önemli bölgesi Belçika ve Balkanlar, dolayısıyla da bir ayağı Avrupa, bir ayağı da Osmanlı İmparatorluğu olmuştu. Belçika 1839'da Büyük Britanya, Rusya, Prusya ve Fransa tarafından tarafsızlığına büyük önem verilerek kuruldu. 1914 yılında Belçika'nın tarafsızlığının Almanya tarafından ihlali neticesi, Avrupa güç dengesinin tehdidi nedeniyle İngiltere, Fransa ve Rusya Almanya'ya karşı harbe girdi. Güç dengesinin ikinci ayağı olan Balkanlarda çıkan olaylar nedeniyle de Osmanlı İmparatorluğu savaşa katılmak zorunda kaldı. Jeostratejik önemi nedeniyle Türklerin tarafsız kalması mümkün değildi. Bugün de AB ve NATO'nun en önemli belli başlı kurum ve karargahlarının Belçika'da ve ABD üslerinin Türkiye'de bulunma nedeni, bu bölgelere büyük devletlerce verilen önemin devam etmesinden olsa gerek.
Güç dengesinde önemli olan Balkanlar bölgesiyle, Avusturya, Büyük Britanya ve Rusya'nın ilgilenmesi, bu bölgedeki Türk gücünün zayıflamasıyla birlikte gelişen bir olgudur. 1853-56 Kırım Savaşı, Fransa, Büyük Britanya ve Osmanlı İmparatorluğunca girişilen bir savaştı ve Balkanlardaki güç dengesini korumak amacını güdüyordu. 13 Mart 1854 tarihli İttifak Andlaşması, "Osmanlı İmparatorluğunun bugünkü ölçüleriyle varlığı, Avrupa devletleri arasındaki güç dengesi için temel önemdedir." diyordu. Bu antlaşma sonucu 1878'e kadar Rusya'nın Karadeniz'deki etkisi sınırlanmış, Osmanlı İmparatorluğunun bir süre daha Avrupa'daki topraklarını muhafaza ederek yaşaması sağlanmış, 1856 Paris ve 1878 Berlin Antlaşmaları ile Osmanlı'nın toprak bütünlüğü imzacı devletler tarafından garanti edilmiştir.
Daha sonraki rekabet ve savaşlarının, özellikle 1878 Berlin Kongresi ile sona eren olayların ve 1912-1913 Balkan Savaşlarının asıl nedeni, Balkanlarla ilgilenen uluslardan birinin (Rusya'nın) bu bölgede, ilgili ulusların gücüne oranla daha büyük bir güç teşkil etmesi ve mevcut güç dengesini bozması olmuştur. Birinci Dünya Savaşı öncesindeki yıllarda da Balkanlardaki güç- dengesi önem kazanmıştı. Zira Üçlü İttifak (Almanya, Avusturya, İtalya) veya üçlü itilaftan (Fransa, İngiltere, Rusya) birinin Balkanlarda üstünlük kazanması güç dengesini alt üst edebilirdi. Birinci (1876) ve ikinci (1908) Meşrutiyet arasını kapsayan bu dönemde mevcut güç dengesinden çok iyi bir şekilde yararlanan ikinci Abdülhamit, Osmanlı İmparatorluğunu önemli bir toprak kaybına uğratmaksızın Balkan Savaşlarına kadar yönetebilmiştir. Bu dönemde güç dengesini belirleyen Avrupa devletleri, Türk varlığıyla ilgili olarak farklı düşüncenin etkisi altında idiler. Bir yandan Osmanlı İmparatorluğunun mevcut toprak yapısını muhafaza ederek, taraflardan hiç birisinin bu bölgede hakim güç olmasını istememekteydiler. Öte yandan ise, bilhassa Birinci Dünya Harbi ile birlikte Osmanlı İmparatorluğunun artık parçalanma ve paylaşılmasına karar verdiler. Rusya, Türk kuvvetlerini Kafkas Cephesi'nden başka bir cepheye çekmek ve Çanakkale Boğazını deniz kuvvetleriyle geçerek İstanbul'u almayı düşünen İngilizlere mani olmak için, müttefiklere verdiği 4 Mart 1915 tarihli Nota ile İstanbul ve Boğazların kendisine bırakılmasını ve bu takdirde Osmanlı İmparatorluğunun başka bölgeleri hakkında İngiliz ve Fransız isteklerinin kabul edileceğini bildirmişti. Kabul görmediği takdirde, Rusların Almanlarla anlaşılabileceğini dikkate alan İngilizler, 12 Mart 1915 tarihli muhtıra ile İstanbul ve Boğazları Rusya'ya vermeye muvafakat etmişlerdi. Fransızların muvafakati da bunu takip etmişti. (10 Nisan 1915) Aslında Şark Meselesi (Doğu Sorunu) olarak da isimlendirilen, Türklerin Anadolu'dan geldikleri Orta Asya'ya gönderilmesi meselesi, sadece Birinci Dünya Harbinde ortaya atılmadı. Napolyon Bonapart'ın alt üst ettiği Avrupa haritasını düzene koymak ve Osmanlı Devleti topraklarının paylaşılmasını esasa bağlama amacını güden bu politik terim, kökleri çok daha eski dönemlere gitmekle birlikte, 1815'de toplanan Viyana Kongresinde gündeme getirildi ve resmiyet kazandı.
1870-1914 ve sonrası döneminin büyük sorunlarından en uzun süren ve en patlayıcı olanı, büyük devletlere coğrafi bakımından en yakında bulunan, bu devrenin büyük sorunlarının hepsinden çok daha siyasal ve askeri gücün dağılımı üzerine doğrudan etki yapanı Balkan sorunu diye de anılan "Şark Meselesi" idi. Türk İmparatorluğu mirasının nasıl dağıtılacağını ihtiva eden bu sorun, 1’inci Dünya Savaşı yangınının çıkmasına da neden olmuştur .
Aslında tarihi kökeni oldukça eski olan ve Avrupa'yı fazlasıyla meşgul eden "Şark Meselesi" ni iki kısımda değerlendirmek mümkündür. Birincisi: 1071-1683 arasındaki "Şark Meselesi" dir. Bu safhada Avrupa savunmada, Türkler ise taarruz halindedir. Bu birinci safhanın gelişimi ise şu şekildedir:
- Türkleri Anadolu'ya sokmamak,
- Türkleri Anadolu'da durdurmak,
- Türklerin Rumeli'ye geçişini önlemek,
- İstanbul'un Türkler tarafından fethini engellemek,
- Türklerin Balkanlar üzerinden Avrupa içlerine doğru ilerleyişine mani olmak.
Şark Meselesi'nin kabul edilen bu hedeflerine rağmen, Türkler Anadolu'ya girmiş, Rumeli'ye geçmiş, Balkanları zapt etmiş ve Viyana kapılarına kadar ilerlemiştir. Fakat 1683 tarihinde Türklerin Viyana'da yenilgiye uğramasıyla-Şark Meselesi'nin birinci safhası sona ermiş, ikinci safhası başlamıştır.
Bu ikinci safhada; Türkler savunmada, Avrupa taarruzdadır. 1920 yılına kadar devam eden bu safhada Şark Meselesi'nin gelişmesi şöyle olmuştur:
- Balkanlardaki Hıristiyan milletleri Osmanlı hakimiyetinden kurtarmak,
- Kurtulamazlar ise, Hıristiyanlar için reform istemek, Hıristiyan halkları için müdahale etmek,
- Türkleri Balkanlardan tamamen atmak,
- İstanbul'u Türklerin elinden geri almak,
- Başta Anadolu olmak üzere Osmanlı topraklarında yaşayan Hıristiyan azınlıklar için reformlar yaptırmak, onların muhtariyet ve bağımsızlık kazanmasını sağlamak.
- Anadolu'yu paylaşmak ve Anadolu'daki Türk varlığına son vermektir.
Görüldüğü gibi gerek Balkan ve gerekse Orta Doğu ve Doğu Anadolu ile ilgili tüm sorunların ortaya çıkış sebebi; Şark Meselesinin uygulanmaya konulması temel düşüncesinden kaynaklanmaktadır.
Günümüzde de Ortadoğu, Filistin, Kıbrıs, Ege, Irak ve Petrol, irtica ve bölücülük sorunu olarak mevcut olan Şark Meselesi, jeostratejik ve ideolojik görünümüyle varlığını sürdürmektedir.


c. İkinci Dünya Harbine kadarki dönemde ve günümüzde Güç Dengesi

İkinci Dünya Harbi öncesinde 1936'da bir yanda Almanya, İtalya ve Japonya arasındaki mihver adını alan ittifakı, diğer yanda da Fransa'nın 1'inci Dünya Savaşı sonrası Polonya, Çekoslavakya, Yugoslavya ve Romanya ile ittifakı ve İngiltere ile 1935'de Rusya'nın bu ittifaka katılışı ile statüko korunmuştu. 1 ve 2'nci Dünya Savaşları arasındaki dönemde, savaşı önlemek amacıyla oluşturulan Milletler Cemiyeti'nin "Ortaklaşa Güvenlik" ilkesi "Güç Dengesi" ilkesi yerine geçecekti, ama bu da mümkün olamadı.
Avrupa'daki Kıt'a uluslarının Güç Dengesi sisteminde; iki terazi kolu ile birlikte üçüncü bir "Dengeyi Kuran" yer alır. Bu dengeleyici terazinin bazen bir yanında, bazen de öbür tarafında kendi menfaatine göre yer alarak Avrupa dengesini korumaktadır. Hakem pozisyonundadır. Kimin kazanıp kaybedeceğini de o belirler. 16'ncı ve 17'nci Yüzyıllarda bu "Denge Kuran" Osmanlı İmparatorluğu iken, daha sonraları modern zamanların en başarılı dengeleyicisi İngiltere olmuştur. 14'üncü Lui Fransa'sı ve 1904 İtalya'sı Avrupa Güç dengesinde bu dengeleyici (Hakemlik) rolüne çıkmak istemiş, ancak bizzat kendileri taraf olduklarından bu görevlerini yerine getirememişlerdir. İngiltere bu görevini 2’nci Dünya Harbi sonunda 1947'de ABD ve Rusya'nın güçlerini arttırmasına kadar sürdürdü.
1'inci Dünya Harbine kadar olan dönemde ve harp içerisinde dünya güç dengesinin ağırlık noktası Avrupa iken, 2'nci Dünya Savaşı sonunda ağırlık noktası Avrupa dışında ABD ve SSCB'ye kaymıştır. Daha sonra 1990'da SSCB'nin çökmesi ile de, iki Kutuplu Dünya Tek Kutuplu Dünyaya dönüşmüş ve ABD tek süper güç olarak kalmıştır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine rağmen, günümüzün "Denge Kuran" gücü ABD'dir.
ABD'de 1947'de yapılan bir ankette, Birleşik Devletlerin dünya barışını korumak için uluslar arası bir polis kuvveti kurma hareketine katılmak isteyenlerin oranı %75 olmuştur. ABD bugün de, AB, NAFTA ve APEC gibi son dönemin ekonomik güç merkezlerine rağmen, tek başına dünyanın jandarması olarak "Denge Kuran" görevini başarı ile sürdürmektedir
Özetle 16 ve 17'nci yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu, 1815'de Napolyon savaşları sonunda ise, 8 ülke; Avusturya, Fransa, Büyük Britanya, Portekiz, Rusya, Prusya, İspanya ve İsveç büyük devlet sayılıyordu. Daha sonra Portekiz, İspanya ve İsveç bu unvanı kaybettiğinden büyük devlet sayısı 5'e düştü. 1860'larda İtalya, Amerika Birleşik Devletleri ve Japonya büyük devlet statüsü kazandı. 1'inci Dünya Savaşı patlarken, içlerinde 2'si ilk kez olarak tamamen Avrupa dışında olan 8 tane büyük devlet vardı: Avusturya, Fransa, Almanya, Büyük Britanya, İtalya, Japonya, Rusya ve ABD 1'inci Dünya Savaşının sonu; Avusturya'yı kesin olarak, Almanya ve Rusya'yı da geçici olarak bu listenin dışında bıraktı. 2'nci Dünya Savaşı patlarken ortada 7 tane büyük devlet vardı. Sovyetler Birliği ve Almanya yeniden 1'inci sınıf büyük devletler olmuş, diğerleri statülerini korumuştu. 2'nci Dünya Savaşı sonunda ise büyük devlet sayısı ABD, Rusya ve İngiltere olarak 3'e inmişti. Çin ve Fransa'ya da geçmişteki durumları gözönüne alınarak, görüşmelerde ve örgütsel faaliyetlerde büyük devletmişçesine davranılı-yordu. Modern zamanlarda sırayla Kutsal Roma İmparatorluğuna, Osmanlı İmparatorluğuna, İspanya'ya, Fransa'ya, İngiltere'ye ve Alman Reich'ına gülümseyen ve her birine sırayla bir çeşit yüksek itibar kazandıran dünyanın kaderi, son dönemde ABD ve SSCB'ye, bugün ise sadece ABD'ye verilmiştir.


Nevzat DENK

Kaynakça
• ATTALİ, J. (1998) 21. Yüzyıl Sözlüğü, Paris
• MORGENTHAU, H.J. Uluslararası Politika, Cilt 2.
• DENK, N. (2000) 21.yy. Girerken Türkiye’nin Jeopolitik Durumu ve Jeostratejik Öneminin Yeniden Belirlenmesi, Harp Ak. Yayını, İstanbul.
 
paylasım ıcın tesekkurler
 
Güzel bir derleme ve çalışma ellerine sağlık
 
Geri
Üst