- Katılım
- 22 Haz 2007
- Mesajlar
- 10,386
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
“GAZZE TRENİ diye bir şey mi vardı” diye sormayın, “isteyince” oluyormuş..
"Bir kul, bir adım dahi atsa, Allah o adımı hangi gaye ile attığını mutlaka ona soracaktır." hadis-i şerifi eşliğinde bir adım atıyorum. Ne zaman başımda poşu, elimde bayrak, boynumda atkı ve illa yağmur eşliğinde düşmüşsem yola, yine canım yandığındandır. Yine elimden, ayağımdan, sesimden, malımla canımla yola düşmemden beklenen bir şey vardır, bir şey. Bir ses, bir dua, bir umut, bir isyan, bir haykırış, bir duruş. Hepsi bu.
Bir yıl önce yine böyle bir adımla düşmüştüm yola, yağmur o zamanda gelmişti benimle, bilmem ki ne manada. Rahmet mi, inşallah.. O zaman yağmuru göremiyordum ki, gözlerimde yağmur hiç dinmemişti.. Tüm insanlığın gözleri önünde bir film dönüyordu, ama ne film. Hiçbir yönetmenin hayal edemeyeceği vahşilikte, hiçbir aksiyon filminin başaramayacağı gerilimde ve hiçbir sansasyonel animasyon filminde eşine rastlanılmayacak kadar çok kan ve katil eşliğinde. Birleri önce karış karış işgal etmişti bir yerleri, sonra o yerlere zulümle yerleşmişti ve yerleştiği yerlerden sahiplerini öldürme yoluyla uzaklaştırmıştı. Ve böylece bir “devlet!” kurulmuştu, nerde, İslam coğrafyasının tam göbeğinde, nerde, ümmettin ilk kıblesi, Müslümanların emaneti, kutsal mescidinde, nerde, Müslüman komşuların evlerinin bitişiğinde.. Ama yetmedi, ilerlemeliydi. Komşular sessizdi, hatta teker teker “hoş geldin”e gitmişlerdi.. Dünya sevinçliydi. Daha ne olsun, ne pahasına olursa olsun, ilerlemeliydi. Hiçbir şeyi gizlemedi, herkesin gözü önünde, ilerledi. 60 yıl içinde bu Siyonist terör örgütü veya çete, sınırlarını kat kat genişletti. Yerli halk ya ölü, ya sakat, ya muhacir, ya kendi sokağında mülteciydi. Sonunda Gazze diye bir toprak parçasını bütünden ayırmayı başardı. Küçük, küçücük bir yerdi Gazze. Her tarafı kuşatılmış bir yerdi işte. Ama kuşatma yeterli gelmedi, boykot yapmak istedi canları. Öyle ya, bir aciz oyuncak gibi ellerindeydi Gazze. Kapısında durup; sen gir, sen girme, sen öl, sen yaşa, sen aç kal, sen ilaçsız, sen de babasız demek hiç de zor değildi. Sular akmasa, elektrik olmasa, gaz almak yasak olsa, açlık, sefalet, salgın hastalık kol gezse ne gam!
Ama yine yetmedi. Bu filmde aksiyon eksikliği olmamalıydı. Bir operasyon yapmak istedi şimdi de çıkasıca canları, şöyle dört başı mamur olanından, hiç eksiği olmayanından. Karadan vurmalıydı; devasa tanklarla yıka yıka ilerlemeliydi, mayınlar döşenmeli, askerler evleri tek tek ziyaret edip kucak kucak ölüm götürmeliydi. Havadan ilerlemeliydi. Gece gündüz fark etmez, canlı cansız, ev mahalle, en yeni bombaları misket misket yerleştirmeliydi Gazze’ye. Bir an susmamalıydı bu bomba sesi, halk aklını kaçırmalıydı, hala yaşıyorsa! Sonra bir şans daha, denize kıyısı vardı Gazze’nin, deniz yoluyla niye vurulmasın? Dev savaş gemileri kıyıya yanaşsın. Evet, kimyasal silahlar da hazır, operasyon başlasın..!
Tam bir yıl önceydi. Gazze kadar köşeye sıkışmış, Gazze kadar çaresiz, Gazze kadar yaralı ve öfkeliydim. Bir yandan bu “kusursuz yok etme operasyonu” sürerken, bir yandan akın akın Çağlayan’a akıyorduk. Binler, yüz binler, bu kez susmuyorduk. Sessimizin son perdesinde “şahit ol ya rab, haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan değiliz” diyorduk, “kardeşimizin acısı bizim acımız, canımızla, malımızla, yüreğimizle, duamızla buradayız” diyorduk. Televizyon kanalları bir yanda alev alev bir Gazze gösterirken, ikiye bölmüştü ekranı, diğer yana o gürül gürül meydanı koymuştu. Aman ya rabbi, işte saflar belli olmuştu. Ne organizatörlerin karıydık, ne bir ideolojinin, bir siyasi oluşumun şakşakçısı. Sadece kardeştik, kardeşlerimiz içindik. Yağmur İstanbul’da da yağıyordu, bombasız, ama biz ıslanmayı Gazze’de olmak gibi şeref sayıyorduk. Elimizden bu geliyordu, Gazze ölürken, koltuğumuzda oturmuyorduk en azından. Hepimiz ağlıyorduk, tekbirler göğü dolduruyordu.. Sonra İstiklal’de bir baştan bir başa yürürken, konsolosluk önünde kardeşlerimin nöbetini yüreğimle izlerken, tek bir ses çıkıyordu bizden, “hiç bitmeyecek gibi gelen bu günler bitsin, bitsin Allahım, bu hain katliam bitsin”..
Ve kısmen de olsa bitti. Bir yıl geçti aradan. Unutmadığımızı haykırmak için yoldayız şimdi. Ve simurglarımız için mücadele etmeye gidiyoruz. Canımızı, malımızı, duamızı, hasretimizi kattığımız konvoy için..
Taksim en güzel misafirlerini bugün ağırlıyor. Bayram yeri gibi o ruhsuz meydan. Çoluk çocuk bir akın var meydana, yağmur yine fonda.. Hoş geldiniz, ne iyi ettiniz.. Eskiden küçücük çocuklarıyla eylemlere katılanlar garip gelirdi bana. Öyle alışmışsız ya, aşırılık gibi gelirdi. Şimdi nasıl seviyorum bu görüntüleri. Resmi törenlerde yağmur, çamur, kar, amaçsızca dikilmeye alışkın o yavrular, şimdi bilerek, isteyerek buradalar. Arada sızlananları var tabi. Ve ne güzel anneler bunlar, aynı gün içinde kaç kez gördüm bu sahneyi; Filistin, Filistin demek kolay, sen iki saat dayanamadın da sızlanıyorsun, onlar ne yapsın, bu kadar mıydı senin cihadın? Susuyor çocuklar, böyle bir bilinçle yetişen, ümmet bilincini annesinden edinen, fedakarlığı, bananecilik yerine malla canla ortada olmayı. Bu, ümmetin meselesi, bu, ittihad-ı islamın çekirdeği.. Oğlunun yüzünü Filistin bayraklarının renginde komando gibi elleriyle boyuyor bir anne. “Anne sanki cepheye gidicem” diye takılıyor çocuk annesine, bir yandan nasıl göründüğünü merak ederken. Annesi elbette gideceksin ama boş adam olarak değil, işe yaramak için, doktor olacaksın, aktivist olacaksın, çalışacaksın.. diyor. Senin gibi evlada ve anneye helal olsun, diyorum, kalbimizin birlikte attığı, o yağmurun ıslattığı herkese..
Böyle güzel bir topluluğun içinde olmaktan, “el intifada” marşını ezbere okumaktan, -yağmurla ıslanmış- işaret parmağı havada tekbirlerle haykırmaktan ve rüzgarın nazlı nazlı dalgalandırdığı tek başına savaşan son kalenin bayrağını taşımaktan.. Acıma merhem bir huzur duyuyorum. Şükürler olsun diyorum, şehitlerin ruhu şad olsun, acılı analara, kardeşlere, yavrulara selam olsun..
Gazze katliamını andık, mesajlarımızı ilettik, unutmadık, unutturmadık ve şimdi sıra konvoyomuzun yoluna taş koyan Mısır’a tepkisiz kalmamaya geldi. Anons zaten haftasonu trafiğinde ve Taksim gibi park sorunu olan ve merkezi bir yere araçsız gelen çoğunluğa sesleniyor. Hiç dağılmadan, ayrılmadan, metroya iniyoruz, 4. Levent’te gidiyor, Gazze trenine doğru yola çıkıyoruz..
Viva Palestina..
© 2010 karakalem.net, Nuriye Çakmak
"Bir kul, bir adım dahi atsa, Allah o adımı hangi gaye ile attığını mutlaka ona soracaktır." hadis-i şerifi eşliğinde bir adım atıyorum. Ne zaman başımda poşu, elimde bayrak, boynumda atkı ve illa yağmur eşliğinde düşmüşsem yola, yine canım yandığındandır. Yine elimden, ayağımdan, sesimden, malımla canımla yola düşmemden beklenen bir şey vardır, bir şey. Bir ses, bir dua, bir umut, bir isyan, bir haykırış, bir duruş. Hepsi bu.
Bir yıl önce yine böyle bir adımla düşmüştüm yola, yağmur o zamanda gelmişti benimle, bilmem ki ne manada. Rahmet mi, inşallah.. O zaman yağmuru göremiyordum ki, gözlerimde yağmur hiç dinmemişti.. Tüm insanlığın gözleri önünde bir film dönüyordu, ama ne film. Hiçbir yönetmenin hayal edemeyeceği vahşilikte, hiçbir aksiyon filminin başaramayacağı gerilimde ve hiçbir sansasyonel animasyon filminde eşine rastlanılmayacak kadar çok kan ve katil eşliğinde. Birleri önce karış karış işgal etmişti bir yerleri, sonra o yerlere zulümle yerleşmişti ve yerleştiği yerlerden sahiplerini öldürme yoluyla uzaklaştırmıştı. Ve böylece bir “devlet!” kurulmuştu, nerde, İslam coğrafyasının tam göbeğinde, nerde, ümmettin ilk kıblesi, Müslümanların emaneti, kutsal mescidinde, nerde, Müslüman komşuların evlerinin bitişiğinde.. Ama yetmedi, ilerlemeliydi. Komşular sessizdi, hatta teker teker “hoş geldin”e gitmişlerdi.. Dünya sevinçliydi. Daha ne olsun, ne pahasına olursa olsun, ilerlemeliydi. Hiçbir şeyi gizlemedi, herkesin gözü önünde, ilerledi. 60 yıl içinde bu Siyonist terör örgütü veya çete, sınırlarını kat kat genişletti. Yerli halk ya ölü, ya sakat, ya muhacir, ya kendi sokağında mülteciydi. Sonunda Gazze diye bir toprak parçasını bütünden ayırmayı başardı. Küçük, küçücük bir yerdi Gazze. Her tarafı kuşatılmış bir yerdi işte. Ama kuşatma yeterli gelmedi, boykot yapmak istedi canları. Öyle ya, bir aciz oyuncak gibi ellerindeydi Gazze. Kapısında durup; sen gir, sen girme, sen öl, sen yaşa, sen aç kal, sen ilaçsız, sen de babasız demek hiç de zor değildi. Sular akmasa, elektrik olmasa, gaz almak yasak olsa, açlık, sefalet, salgın hastalık kol gezse ne gam!
Ama yine yetmedi. Bu filmde aksiyon eksikliği olmamalıydı. Bir operasyon yapmak istedi şimdi de çıkasıca canları, şöyle dört başı mamur olanından, hiç eksiği olmayanından. Karadan vurmalıydı; devasa tanklarla yıka yıka ilerlemeliydi, mayınlar döşenmeli, askerler evleri tek tek ziyaret edip kucak kucak ölüm götürmeliydi. Havadan ilerlemeliydi. Gece gündüz fark etmez, canlı cansız, ev mahalle, en yeni bombaları misket misket yerleştirmeliydi Gazze’ye. Bir an susmamalıydı bu bomba sesi, halk aklını kaçırmalıydı, hala yaşıyorsa! Sonra bir şans daha, denize kıyısı vardı Gazze’nin, deniz yoluyla niye vurulmasın? Dev savaş gemileri kıyıya yanaşsın. Evet, kimyasal silahlar da hazır, operasyon başlasın..!
Tam bir yıl önceydi. Gazze kadar köşeye sıkışmış, Gazze kadar çaresiz, Gazze kadar yaralı ve öfkeliydim. Bir yandan bu “kusursuz yok etme operasyonu” sürerken, bir yandan akın akın Çağlayan’a akıyorduk. Binler, yüz binler, bu kez susmuyorduk. Sessimizin son perdesinde “şahit ol ya rab, haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan değiliz” diyorduk, “kardeşimizin acısı bizim acımız, canımızla, malımızla, yüreğimizle, duamızla buradayız” diyorduk. Televizyon kanalları bir yanda alev alev bir Gazze gösterirken, ikiye bölmüştü ekranı, diğer yana o gürül gürül meydanı koymuştu. Aman ya rabbi, işte saflar belli olmuştu. Ne organizatörlerin karıydık, ne bir ideolojinin, bir siyasi oluşumun şakşakçısı. Sadece kardeştik, kardeşlerimiz içindik. Yağmur İstanbul’da da yağıyordu, bombasız, ama biz ıslanmayı Gazze’de olmak gibi şeref sayıyorduk. Elimizden bu geliyordu, Gazze ölürken, koltuğumuzda oturmuyorduk en azından. Hepimiz ağlıyorduk, tekbirler göğü dolduruyordu.. Sonra İstiklal’de bir baştan bir başa yürürken, konsolosluk önünde kardeşlerimin nöbetini yüreğimle izlerken, tek bir ses çıkıyordu bizden, “hiç bitmeyecek gibi gelen bu günler bitsin, bitsin Allahım, bu hain katliam bitsin”..
Ve kısmen de olsa bitti. Bir yıl geçti aradan. Unutmadığımızı haykırmak için yoldayız şimdi. Ve simurglarımız için mücadele etmeye gidiyoruz. Canımızı, malımızı, duamızı, hasretimizi kattığımız konvoy için..
Taksim en güzel misafirlerini bugün ağırlıyor. Bayram yeri gibi o ruhsuz meydan. Çoluk çocuk bir akın var meydana, yağmur yine fonda.. Hoş geldiniz, ne iyi ettiniz.. Eskiden küçücük çocuklarıyla eylemlere katılanlar garip gelirdi bana. Öyle alışmışsız ya, aşırılık gibi gelirdi. Şimdi nasıl seviyorum bu görüntüleri. Resmi törenlerde yağmur, çamur, kar, amaçsızca dikilmeye alışkın o yavrular, şimdi bilerek, isteyerek buradalar. Arada sızlananları var tabi. Ve ne güzel anneler bunlar, aynı gün içinde kaç kez gördüm bu sahneyi; Filistin, Filistin demek kolay, sen iki saat dayanamadın da sızlanıyorsun, onlar ne yapsın, bu kadar mıydı senin cihadın? Susuyor çocuklar, böyle bir bilinçle yetişen, ümmet bilincini annesinden edinen, fedakarlığı, bananecilik yerine malla canla ortada olmayı. Bu, ümmetin meselesi, bu, ittihad-ı islamın çekirdeği.. Oğlunun yüzünü Filistin bayraklarının renginde komando gibi elleriyle boyuyor bir anne. “Anne sanki cepheye gidicem” diye takılıyor çocuk annesine, bir yandan nasıl göründüğünü merak ederken. Annesi elbette gideceksin ama boş adam olarak değil, işe yaramak için, doktor olacaksın, aktivist olacaksın, çalışacaksın.. diyor. Senin gibi evlada ve anneye helal olsun, diyorum, kalbimizin birlikte attığı, o yağmurun ıslattığı herkese..
Böyle güzel bir topluluğun içinde olmaktan, “el intifada” marşını ezbere okumaktan, -yağmurla ıslanmış- işaret parmağı havada tekbirlerle haykırmaktan ve rüzgarın nazlı nazlı dalgalandırdığı tek başına savaşan son kalenin bayrağını taşımaktan.. Acıma merhem bir huzur duyuyorum. Şükürler olsun diyorum, şehitlerin ruhu şad olsun, acılı analara, kardeşlere, yavrulara selam olsun..
Gazze katliamını andık, mesajlarımızı ilettik, unutmadık, unutturmadık ve şimdi sıra konvoyomuzun yoluna taş koyan Mısır’a tepkisiz kalmamaya geldi. Anons zaten haftasonu trafiğinde ve Taksim gibi park sorunu olan ve merkezi bir yere araçsız gelen çoğunluğa sesleniyor. Hiç dağılmadan, ayrılmadan, metroya iniyoruz, 4. Levent’te gidiyor, Gazze trenine doğru yola çıkıyoruz..
Viva Palestina..
© 2010 karakalem.net, Nuriye Çakmak