Focus StyLe
FıRtına'
Kıyamete andolsun...Ve çelişkiler içinde bocalayıp duran nefse andolsun..." (Kıyamet 1-2 )
İnsan ömrü, günahların ve erdemlerin sınırları içinde kendini arar ve/veya bulur. Erdemlilik günahsızlık demek olmadığı gibi, günah da erdemsizlik demek değildir.
İnsanı günah ve erdemle yüzleştirmek, dinlerin, kültürlerin, ideolojilerin ve bunların etkileşiminden doğmuş herşeyin etrafındaki tartışmaları "susturur" ve İnsan içre bir "sınır" tartışması ile başbaşa bırakır.
İnsan "müslüman" olunca zaafları, hayat içindeki hesapları, kendi dışındakilere ilişkin planları değişmez. Sadece tüm bunları "günah" ve "erdemler" mıknatıslığında sınır/daire içinde tutmaya çalışır.
İnsan / Kişi, para-iş-ekonomik bağımsızlık peşinde ise ; "müslüman" olunca bunları dini çevresinde oluşturur.
İnsan / Kişi, güç-şehvet-seçkinlik peşinde ise "müslüman" olunca bunları dini kavramlarla meşrulaştırır.
İnsan/ Kişi, şöhret-yönetme hırsı-kutsanma arayışında ise "müslüman" olunca din ile dindar arasında "aracı" olmanın binbir rolünü keser...
Kısacası müslüman olmak "insan"ı diplere itse de ve/veya diplerdeki insanı örtse de kendine her zaman yol bulan fıtrat varlığını müslüman denizine akar gösterse de sonuçta kendi yolu üzere akar.
Onun içindir ki müslüman olmak günahsız ve erdemler idealinde insanlık için kurtuluşun adı değildir!...
Müslüman ve/veya Mümin olmak günahlar ve erdemler tartışmasında ömründe sadece "sınırlar" içre kalmak çabasıyla son bulan bir "süreç"tir her zaman.
Zirveye çıkmış ve içinde "çelişki/vesvese" barındırmayan hayatlar dindarların en büyük hurafesidir. Mükemmellik ve bunun ödülü olan "olağan üstülük" dindar kültürün mitolojisidir. Peygamberler bile bu mitolojide kimlik ve kişilik olarak mutlak günahsızlık ve mutlak erdemli insan portresi içinde anlamlandırılarak "kutsanır"...
Peygambere saygı, övgü, itaat her zaman günahsız ve mutlak erdem portresi içinde anlamlandırılırken; gerçekte insan, onun şahsında "müslüman"lığı kendi gerçeğine maske kılar.
Mümin olmak insana yeni bir "yüz" geçirmek değildir. İnsanın kendisiyle yüzleşme sürecindeki hallerin toplamındaki "duruş"tur.
Peygamberlere tabi olan en yakın dostlarının süreçleri, peygamber hayatta iken de; değilken de; her zaman "günahlar" üzere ve "erdemler" arayışı içindeki gel-gitler ve dinamik çelişkiler içinde haller içermektedir.
Bu nedenledir ki, erdemler ve günahlar gerçekte insanoğlunun yeryüzündeki özetidir. Bu özet aynı zamanda "sınırlar" hikayesidir: Allah'ın sınırları ile insanın kendi sınırları arasındaki "farktır" müslüman ve müşrik olmak. Sınırları belirsizleştiren onun için "münafık" kabul edilir. Hakikatin sınırlarını örten kafir, sınırlar arası eşitlik arayan müşrik, belirsizleştiren ise münafıktır.
Modernleşme süreci bir "sınır" kırılması ve/veya tartışmasıdır. O nedenle;
a) Allah'ın sınırları ile insanın sınırları hangi alanlarda ve ne ölçüde netleştirilmedikçe,
b) İnsan kendi sınırlarını "din" diye algıladıkça veya dine kendisi sınır çizdikçe,
c) Akidenin, fıkhın, siyerin, aklın, ruhun, tarihin sınırları karıştırıldıkça ve katıştıkça....
devamını siz getirin.....;
İnsan günah ve erdemler sınırında kalamayacaktır. Kalamadıkça da iki şey yapacaktır: Allah'ın sınırlarını tartışmaya açarak sınırlar çizmek için yetki arayışına girecektir veya kendi sınırsızlığını dinin sınırları diye tersten meşrulaştıracaktır. Birini müşrik diğerini müslüman olarak yapacaktır.
Ne demektir şimdi bu?....
İnsan erdemler ve günahlar konusunda evrensel uzlaşı aramadıkça; din, insanın "sınır" tartışmasında bazen tersten okuma biçimiyle tanrı adına sınırlar çizenlerin elinde çarpıklaştırılacaktır.
Vahy, günahlar ve erdemler sınırı içinde ( ki bu sınırları çok kalın çizer...) insan ve tanrı arasındaki sınırlar tartışmasında özgürlük ve sorumluluk denklemi içinde kimsenin vahyi temsil ettiği iddiasına izin vermez. Peygamberleri bile bu konuda aracı sayar.
Müslüman ve/veya Mümin olmak, insanın günahlar ve sınırlar içinde yorumlanma çabasıdır. Değilse bir dinin "temsilcisi" değildir.
Temsilcilik psikolojisi sınır tanımayanlara karşı tanrı adına sınırlar çizme hakkını kendinde gören ve insanlık için erdemler portresinin içini dolduracak mitoloji üreterek kendini insanlığın "lideri" sanrısı içine iter.
Mümin olma duyarlılığı ile psikolojisi bozulmuş kimlik krizi içindeki insan arasındaki kalın çizgi "günahlar" ve "erdemler"dir.
İnsan Allah'ın günahlar sınırına ve erdemler çeperine uyuyorsa; o kişi "iman" üzere süreç içindedir. Değilse siyer, fıkıh, hadis, tefsir, İslamcılık, Selefilik, Sünnilik, Şiilik v.s. bir müslüman ve mümin sınırı arayışında kaynak ve ölçüt değildir. Bunlar İnsan-Allah ilişkisinde sınırlara göre duruş değil; insan-insana ilişkilerde kendine yol arayan "insan" gerçeğinin yüzü dine dönük halleridir, o kadar.
Günahlar ve erdemler dışında dinin sınırları yoktur ve çizilemez. Yani Hududullah dışındaki bütün sınırlar insanın kafasındaki sınırlardır.
Modernleşme hem fiziki hem de zihinsel sınırları kaldırma sürecidir. İnsanın özgürleşmesi diye kendini kutsaması bundandır. Modernleşmenin en ciddiye alınacak ve tehlikeli yanı budur.
Müslüman dünya hududullah dışında sınırları hem kendisi için hem de farklı din, kültür ve ideoloji çevreleri için kaldırmadıkça iflah olmayacaktır.
Günahlar ve erdemler dışında sınır koymak dindarların vahyi mitolojiye çevirme gafletleridir.
Erdemler ve günahlar haricinde ortaya konanlar ise "sınır" değil; hallerdir. Haller ise insan sayısınca binbir türlüdür. Peygamberin örnekliği bir haller örnekliği ve rehberliğidir. Sınırlarla karıştırılmamalıdır. Peygamberin günah ve erdemler içinde kalış çabasındaki hallerdir. Salat ve selam ona olsun. Allah bizi bağışlasın.
Allah en kötü hallerimizde bile kendimizin ve İslam'ın münafığı olma durumundan korusun bizi. Amin.
SERVET HOCAOĞULLARI
İnsan ömrü, günahların ve erdemlerin sınırları içinde kendini arar ve/veya bulur. Erdemlilik günahsızlık demek olmadığı gibi, günah da erdemsizlik demek değildir.
İnsanı günah ve erdemle yüzleştirmek, dinlerin, kültürlerin, ideolojilerin ve bunların etkileşiminden doğmuş herşeyin etrafındaki tartışmaları "susturur" ve İnsan içre bir "sınır" tartışması ile başbaşa bırakır.
İnsan "müslüman" olunca zaafları, hayat içindeki hesapları, kendi dışındakilere ilişkin planları değişmez. Sadece tüm bunları "günah" ve "erdemler" mıknatıslığında sınır/daire içinde tutmaya çalışır.
İnsan / Kişi, para-iş-ekonomik bağımsızlık peşinde ise ; "müslüman" olunca bunları dini çevresinde oluşturur.
İnsan / Kişi, güç-şehvet-seçkinlik peşinde ise "müslüman" olunca bunları dini kavramlarla meşrulaştırır.
İnsan/ Kişi, şöhret-yönetme hırsı-kutsanma arayışında ise "müslüman" olunca din ile dindar arasında "aracı" olmanın binbir rolünü keser...
Kısacası müslüman olmak "insan"ı diplere itse de ve/veya diplerdeki insanı örtse de kendine her zaman yol bulan fıtrat varlığını müslüman denizine akar gösterse de sonuçta kendi yolu üzere akar.
Onun içindir ki müslüman olmak günahsız ve erdemler idealinde insanlık için kurtuluşun adı değildir!...
Müslüman ve/veya Mümin olmak günahlar ve erdemler tartışmasında ömründe sadece "sınırlar" içre kalmak çabasıyla son bulan bir "süreç"tir her zaman.
Zirveye çıkmış ve içinde "çelişki/vesvese" barındırmayan hayatlar dindarların en büyük hurafesidir. Mükemmellik ve bunun ödülü olan "olağan üstülük" dindar kültürün mitolojisidir. Peygamberler bile bu mitolojide kimlik ve kişilik olarak mutlak günahsızlık ve mutlak erdemli insan portresi içinde anlamlandırılarak "kutsanır"...
Peygambere saygı, övgü, itaat her zaman günahsız ve mutlak erdem portresi içinde anlamlandırılırken; gerçekte insan, onun şahsında "müslüman"lığı kendi gerçeğine maske kılar.
Mümin olmak insana yeni bir "yüz" geçirmek değildir. İnsanın kendisiyle yüzleşme sürecindeki hallerin toplamındaki "duruş"tur.
Peygamberlere tabi olan en yakın dostlarının süreçleri, peygamber hayatta iken de; değilken de; her zaman "günahlar" üzere ve "erdemler" arayışı içindeki gel-gitler ve dinamik çelişkiler içinde haller içermektedir.
Bu nedenledir ki, erdemler ve günahlar gerçekte insanoğlunun yeryüzündeki özetidir. Bu özet aynı zamanda "sınırlar" hikayesidir: Allah'ın sınırları ile insanın kendi sınırları arasındaki "farktır" müslüman ve müşrik olmak. Sınırları belirsizleştiren onun için "münafık" kabul edilir. Hakikatin sınırlarını örten kafir, sınırlar arası eşitlik arayan müşrik, belirsizleştiren ise münafıktır.
Modernleşme süreci bir "sınır" kırılması ve/veya tartışmasıdır. O nedenle;
a) Allah'ın sınırları ile insanın sınırları hangi alanlarda ve ne ölçüde netleştirilmedikçe,
b) İnsan kendi sınırlarını "din" diye algıladıkça veya dine kendisi sınır çizdikçe,
c) Akidenin, fıkhın, siyerin, aklın, ruhun, tarihin sınırları karıştırıldıkça ve katıştıkça....
devamını siz getirin.....;
İnsan günah ve erdemler sınırında kalamayacaktır. Kalamadıkça da iki şey yapacaktır: Allah'ın sınırlarını tartışmaya açarak sınırlar çizmek için yetki arayışına girecektir veya kendi sınırsızlığını dinin sınırları diye tersten meşrulaştıracaktır. Birini müşrik diğerini müslüman olarak yapacaktır.
Ne demektir şimdi bu?....
İnsan erdemler ve günahlar konusunda evrensel uzlaşı aramadıkça; din, insanın "sınır" tartışmasında bazen tersten okuma biçimiyle tanrı adına sınırlar çizenlerin elinde çarpıklaştırılacaktır.
Vahy, günahlar ve erdemler sınırı içinde ( ki bu sınırları çok kalın çizer...) insan ve tanrı arasındaki sınırlar tartışmasında özgürlük ve sorumluluk denklemi içinde kimsenin vahyi temsil ettiği iddiasına izin vermez. Peygamberleri bile bu konuda aracı sayar.
Müslüman ve/veya Mümin olmak, insanın günahlar ve sınırlar içinde yorumlanma çabasıdır. Değilse bir dinin "temsilcisi" değildir.
Temsilcilik psikolojisi sınır tanımayanlara karşı tanrı adına sınırlar çizme hakkını kendinde gören ve insanlık için erdemler portresinin içini dolduracak mitoloji üreterek kendini insanlığın "lideri" sanrısı içine iter.
Mümin olma duyarlılığı ile psikolojisi bozulmuş kimlik krizi içindeki insan arasındaki kalın çizgi "günahlar" ve "erdemler"dir.
İnsan Allah'ın günahlar sınırına ve erdemler çeperine uyuyorsa; o kişi "iman" üzere süreç içindedir. Değilse siyer, fıkıh, hadis, tefsir, İslamcılık, Selefilik, Sünnilik, Şiilik v.s. bir müslüman ve mümin sınırı arayışında kaynak ve ölçüt değildir. Bunlar İnsan-Allah ilişkisinde sınırlara göre duruş değil; insan-insana ilişkilerde kendine yol arayan "insan" gerçeğinin yüzü dine dönük halleridir, o kadar.
Günahlar ve erdemler dışında dinin sınırları yoktur ve çizilemez. Yani Hududullah dışındaki bütün sınırlar insanın kafasındaki sınırlardır.
Modernleşme hem fiziki hem de zihinsel sınırları kaldırma sürecidir. İnsanın özgürleşmesi diye kendini kutsaması bundandır. Modernleşmenin en ciddiye alınacak ve tehlikeli yanı budur.
Müslüman dünya hududullah dışında sınırları hem kendisi için hem de farklı din, kültür ve ideoloji çevreleri için kaldırmadıkça iflah olmayacaktır.
Günahlar ve erdemler dışında sınır koymak dindarların vahyi mitolojiye çevirme gafletleridir.
Erdemler ve günahlar haricinde ortaya konanlar ise "sınır" değil; hallerdir. Haller ise insan sayısınca binbir türlüdür. Peygamberin örnekliği bir haller örnekliği ve rehberliğidir. Sınırlarla karıştırılmamalıdır. Peygamberin günah ve erdemler içinde kalış çabasındaki hallerdir. Salat ve selam ona olsun. Allah bizi bağışlasın.
Allah en kötü hallerimizde bile kendimizin ve İslam'ın münafığı olma durumundan korusun bizi. Amin.
SERVET HOCAOĞULLARI