mesalongi
New member
- Katılım
- 7 May 2008
- Mesajlar
- 231
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Sanat, insan doğasının bir gereğidir. Toplumsal yaşamın en önemli boyut ve unsurlarından biridir. İnsan olmanın gereği, varlığının bir ifadesidir. Dolayısıyla insan yaşamında formal bir sanat eğitimi olmadığını düşünsek bile sanatsal belirtiler amatörce veya içgüdüsel bir şekilde, insanın doğasından kaynaklanan bir içtepi olarak kendini farklı alanlarda gösterebilecektir. Ancak, ülkemizde sanatın insani bir gereksinim olduğunun farkına varılmasından öte, sanatı, sadece boş zamanları dolduran, değerlendiren, süsleyici terapik aktiviteler olarak algılanması trajik bir durumdur.
Sanat eğitimi, genel eğitimin önemli bir parçası olarak kabul edilebilir. Ancak, sanatın bir öz-günlük ve bireysel yaratıcılık olgusu olduğunu dikkate alırsak, sanat eğitiminin kendine özgü çok özel yasalarının ve ilkelerinin varlığını da kabul etmek zorundayız. Bu nedenle, sanat eği-timinin eğitim dizgesi içerisindeki yerinin çok iyi belirlenmesi gerekiyor (Gençaydın, 1990).
Sanatın eğitsel etkinliği, hiç kuşkusuz, toplumda bilincin biçimlendirilmesiyle sınırlandırıla-maz. İnsanların etik, politik, dinsel eğilimleri etkin ve amaçlıdır. Bu anlamda sanatın güçlü bir rolü vardır.
Bugün fen ve matematik bilimlerinden farklı olarak sanatın yeteneği gerektiren özel bir alan olduğu düşünülür ve herkesin iyi kötü matematik problemlerini çözebileceği güçlü, kanık-sanmış bir bakış açısı olarak karşımıza çıkmaktadır. Oysa ki sanatın, herkesin başaramayacağı özel beceri ve yeteneği gerektiren uzak bir alan olduğu düşüncesi biçiminde algılanması bü-yük bir yanılgıdır.
Sanatsal yaratım zekanın sistematik bir işlevidir. İnsanların farklı zeka türleri ve bazı yete-neklerinin olduğunun ve bazı sanatsal aktiviteleri gerçekleştirebileceklerine ilişkin farkındalıklar kazandırılarak alana ilişkin güdüleme ve cesaret verilebilmelidir.
Robinson, konuya ilişkin düşüncelerini şu şekilde dile getirir: “ Eğer biz eğitim ve öğretim sırasında, kuşaklar boyunca yaptığımız gibi, insanların becerilerini tam anlamıyla destekle-meyi başaramazsak, bazıları-belki de çoğu-gerçek entelektüel kapasitelerinin neler olduğunu hiçbir zaman öğrenemeyecekler. Hayati anlamda gerçekte kim olduklarını ya da olabilecekle-rini hiçbir zaman bilemeyecekler” (Robinson, 2003).
Sanat, yaşamı sorgulayarak anlamanın bir yolu mudur?
Sanatın hangi türü olursa olsun bir düşünme-düşünce temeli üzerinde yükselir. Bilgilerin ve değerlerin, araştırılmadan, sorgulanmadan kazanılması, yanlış düşünce ve kararların alınma-sına neden olabilir. Bu da bazı güçlerin beklentilerine yanıt verebilecek bir şekilde bireyleri bilinçli olarak tek yönlü, körü körüne inanmaya ve bazı bilgileri sorgulamadan doğrudan ka-bul etmeleri için etkilemeye ve yönlendirmeye yönelik çabalarını kolaylaştırmaktadır.
Demokratik bir toplumda insan yaşamının korunabilmesi ve geliştirilebilmesi için, karşılaştığı bilgileri, sorunları sorgulayarak anlamaya çalışan, başkalarının etkisi altında kalmadan özgür-ce ve bağımsız olarak kararlar alabilen, olaylara farklı açılardan bakabilen özerk ve özgür bi-reylere gereksinim duyulur.
Eleştirel düşünce ve yaratıcılık sanat eğitiminin temelini oluşturmalıdır
Düşünme bir yeti olarak insan olmanın en temel niteliğidir. Sanatsal eleştirel düşünme biçimi, olayları ve olguları nesnel bir şekilde algılama ve yorumlama sürecidir. Bu yaklaşım sanatsal yaratımın temel koşuludur.
Kişinin kendisini yeniden yaratması olarak nitelendirilebilecek öğrenme için insanın davra-nışsal, duyuşsal ve düşünsel açılardan değişmesi gerekir. Düşünsel yapı değişmediği sürece davranışı değiştirmenin fazlaca bir anlamı yoktur. Davranış değişmediğinde, düşünsel deği-şim sadece entelektüel duyguları tatmine yarayacaktır. Duyuşsal değişme gerçekleşmediğinde ise kişiliğin değişmesi mümkün değildir. Öğrenme kişiliği değiştirmeyi amaçlıyorsa davranış-sal ve bilişsel olduğu kadar duyuşsal gelişmeye de ağırlık verilmelidir (Özden, 2002).
Nasıl bir sanat eğitimi?
Sanat eğitimi almış tüm bireyler ideal beklentilerimize yanıt verebilir mi? Hiçbir eğitim ku-rumunda yetişen elemanların tümünün arzu edilen ölçütlerde nitelikli olması beklenemez.
Sanat eğitimcisinin veya sanat eğitimi alan bireyin düşünsel, estetik, hümanist, insan hakları-na saygılı özgür bireyler olarak yetiştirilmesi hedeflenir. Ancak sahip olunan bu değerler in-sanın eylemlerini yönlendirmediğinde anlamsızdır. Eğer birey inandığı değerler doğrultusun-da yaşamını biçimlendirmek, sorumluluk duymak zorunda değilse ve bu inancı ve düşüncesi yaşam biçimini etkilemiyorsa söz konusu olan değerlerin hiçbir anlamı yoktur.
Sanat eğitimi özellikle okulöncesi ve ilköğretimin birinci kademesinde yoğunlaştırılarak ve-rilmelidir. Çünkü okulöncesi, çocuğun dış etkilere açık duyuşsal özellikleri nedeniyle bu eği-timi alabileceği dönemin önemli bir başlangıcıdır. Çünkü sanat öğretimine ilişkin literatür, çocukların yetişkinlerin zannettiğinden çok daha yüksek öğrenme kapasitesine sahip olduğu-nu ortaya koymaktadır. Özellikle okulöncesinin son dönemleri ve ilköğretim (1.kademe) süre-cinde çocuklarda olan coşku, duyarlılık, merak ve yaratıcılığa ilişkin içgüdüsel talep, nitelikli sanat eğitiminin gelişiminde önemli bir etkendir. Çocukların bu özellikleri fark edilmeli sa-natsal estetik amaçlar doğrultusunda kullanılabilmelidir.
Bu nedenle çocuklara; okuma, yazma ve problem çözmede nasıl yardım ediliyorsa, onların dünyayı nasıl gördükleri ve algıladıkları konusunda da yardım edilebilir. Çocukların nasıl an-ladıklarına yardım eden görsel algılama becerisi, öğrenmeyi, aynı zamanda ifade gücünü de geliştirir. Onların algı sürecinde nasıl düşündükleri, nasıl gördükleri, ne hissettikleri dinamik ve bütünleştirici bir aktivitenin oluşumuna olanak sağlayacaktır. Bu da çocukların kendilerini daha güçlü hissetmelerine neden olabilecektir.
James Hanshumacher (1980) 5’i yayınlanmış toplam 36 doktora tezini inceledikten sonra, sa-nat eğitiminin dil eğitimini kolaylaştırdığı, yaratıcılığı geliştirdiği, okumaya hazırlığı güçlen-dirdiği, sosyal gelişime, genel entelektüel başarıya yardımcı olduğu, öğrenmeye ve okula kar-şı olumlu tutumların oluşmasına katkıda bulunduğu sonucuna varmıştır (Jensen. Akt: Doğanay, 2006).
Eğitim politikalarını belirleyenler ve eğitimciler, genellikle sanatın rolünü destekleyecek veri-ler aramaktadırlar. Columbus Ohio’da sonuçlar oldukça açıktır. Douglas İlköğretim Okulu Müdürü James Gardell, sanat odaklı okullarında, öğrencilerin aynı bölgedeki diğer okulların öğrencilerine göre ortalama 20 puan daha yüksek akademik başarı gösterdiklerini belirtmek-tedir. Bu okul çevredeki herkesin büyük bir istekle tercih ettiği bir okul haline gelmiştir ve 100’den fazla öğrenci “bekleme listesi’ndedir. Okulda sanata ağırlık verilmesi fark yaratmakta mıdır? Gardell (1997) bu soruya “kesinlikle” yanıtını vermektedir (Akt: Jensen, 2006).
Popüler kültürün hızlı gelişimi eğitim kurumlarımızda verilen sanat eğitiminin niteliği-nin bir sonucu olabilir mi?
Kendi oluşum sürecindeki var oluş nedenleriyle birlikte sanat, “toplumun sanatsal kültürü” olarak tanımlayabileceğimiz bir sistemin ana ögesini oluşturur. Bu bakımdan sanatın oluşum ve gelişim yasaları, iletişim, etkileşim, amaç ve işlevsellik gibi değerleriyle nitelik kazanır.
Toplumun estetik yaşamında sanatsal kültürün bütün öğeleri iç içe geçmiş farklı biçimlerde görünümler oluşturmaktadır. Her toplum her an değişmek durumundadır. Toplumsal değişim ve gelişimin kaynağını doğal olarak toplumsal olgular oluşturur. Dolayısıyla sanatsal kültür ve estetik bu olguların önemli bir parçasıdır.
Şiddet, bayağılık, estetik duyarsızlık, zevksizlik ve önyargı toplumsal yaşamın bir gerçeğidir. Ancak bu olguların denetim altına alınması etki ve etkenlerinin zayıflatılması sanatsal estetik gelişimin, dolayısıyla eğitimin kaçınılmaz bir zorunluluğu olarak görülmelidir.
Sanatın diğer bileşenlerine baktığımız zaman, sanatsal kültürün gelişmesini belirleyen tümel toplumsal-psikolojik ve ideolojik etkenler arasında bir ayrımlama yapmanın oldukça önem taşıdığını görürüz. Beğeninin gelişmesi, yani sanat algısının somut süreçlerinin gelişmesi, i-deolojik bir sorun değil, toplumsal-psikolojik bir sorundur; oysa sanat tarihi süreçleri içinde sanat eleştirisinin işlevi, aynı anlamda, toplumsal-psikolojik değil, ideolojik bir sorundur. Bu ayrım, hiç kuşkusuz, mutlak değil, görece bir özellik taşır. Halkın beğenisi, özellikle çağımız-da, çeşitli ideoloji biçimlerinin etkisi altındadır. Öte yandan, eleştirel yargılar ideolojinin damgasını taşırken, eleştirel çözümlemeyle değerlendirmeler, beğenisel yargılara bağlı kal-maktadır. Bununla birlikte her iki durumda da, gerek toplumsal-psikolojik, gerek ideolojik etkinliğin varlığı kaçınılmazdır. Ancak bu etkiler göz önüne alındığı zaman, halkla profesyo-nel eleştiri arasında varolan karşılıklı ilişkiler içinde toplumun somut sanat yaşamındaki bir-çok çatışmalar açıklanabilir. Halkın istekleri ile eleştirmenin istekleri birbirinden çok farklı olabileceği gibi, her zaman eleştirmen de haklı olmayabilir (Kagan, 1993).
Popüler kültürün gelişimi eğitim kurumlarımızda verilen sanat eğitiminin niteliğinin bir sonu-cu mudur? Sorusunun cevabı açıktır. Elbetteki evet…!! Çünkü sanat, edebiyat ürünlerinin üretilmesine sansürler getirilmiş, düşünceler bloke edilmiştir. Dolayısıyla bu mantıkla besle-nen örgün veya yaygın eğitim programları geliştirilmiştir. Buna göre; düşünceler ideolojiktir, sanat ideolojiktir, tablolar ideolojiktir, kitaplar ideolojiktir, sivil toplum örgütleri ideolojiktir. “O halde bu ideolojik olanları ayıklamak lazımdır”. Şeklinde dayatılan düşüncenin esiri ola-rak toplum uzun süre ideoloji korkusunun ve paronayasının etkisinden kurtulamamıştır.
Yaşamın akışı hepimizi ilgilendirdiğine göre bilincini her türlü ideolojik kuruntudan ayıklama çabası her türlü yalanı ve yanlışı onaylama anlamına gelir (Timuçin, 2005). Çünkü 12 Eylül 1980’den sonra istenen de buydu. Dolayısıyla 12 Eylül’den sonra ortaya çıkan ve günümüze kadar etkileri süren, çeşitli açık veya örtülü baskı ve yıldırma politikalar sonucunda; sorun çıkarmayan, duyarsız, sorumsuz, aktüaliteyle beslenen, sanat ile ilgisi olmayan kiç (kitsch) kültürünün oluşumuna olanak sağlayan lümpen, yitik, depolitize edilmiş bir kuşağın tohumla-rı atılmaya çalışılmıştır. Ucube, suni popüler bir kültürün yaratılması sürecinde göç ile birlikte gelen hızlı bir taşralaşma, başta dil olmak üzere sanat, siyaset, iletişim biçimlerinde müthiş bir yozlaşma ortamına neden olmuştur.
Toplum, görsel ve bazı yazılı basının körüklediği popüler kültürün tutsağı haline dönüştürül-müştür. Bazı değerler ve kavramların içi boşaltılmış anlamsız hale getirilmiştir. Aradan 26 yıl geçmesine rağmen bugün bile görsel ve yazılı basında sanat, felsefe ve diğer kültürel etkinlik-lere yönelik programlara hemen hemen hiç yer verilmemektedir. Örneğin, 5 kasım 2005 tarih-li Milliyet gazetesinin verilerine göre; 27 TV kanalın yayınlarını kapsayan bir araştırmada 12 kanalda toplam 542 farklı program ekrana gelmiş. Kültür ve sanat programlarına ayrılan süre, toplam sürenin %1’i olarak belirlenmiştir.
Üniversitelerin misyonu ve öğretmen yetiştiren kurumların durumu
Bilim ve teknoloji alanlarındaki hızlı gelişim ve değişimler doğal olarak top¬lumların gereksi-nim duyduğu nitelikli insan gücü çerçevesinde biçimlenmelerini, geliş¬melerini gerekli kıl-maktadır. Dolayısıyla öğretmen yetiştiren kurumlar, çağdaş eğitim sistemlerine yanıt verebi-lecek alternatif programlar geliştirmeyi dikkate almak zorunda¬dırlar.
İleri ve çağdaş bilim kurumlarında araştırma ve eğitim birlikte yürütülür. Bu yaklaşımla, eği-tim standardının daha yüksek olacağına inanılır. Bu işleri yapacak üniversitelere yüksek değer ve özel haklar verilir (Güvenç, 1979).
Üniversiteler özgür düşüncenin hakim olduğu demokratik, bilimsel bir öğrenim fel¬sefesi üze-rinde yükselir. Akademik özgürlük, üniversitelerin üstlendikleri eğitim, bilim¬sel araştırma, yönetim ve hizmet işlevlerinde vazgeçilmez bir koşuldur. Nitekim, yasala¬rın güvencesi altın-da özerk statülere sahip üniversitelerde öğretim elemanları özgür ola¬rak sanatsal bilgi ve bili-min üretilmesini ve yayılmasını sağlayabilmeli, araştırmalarıyla sanatsal, kültürel etkinlikle-riyle çalışmalarını yürütebilmelidir.
Tüm öğretim elemanları başarı ve üretkenliklerine göre değerlendirilmelidir. Çağdaş üniversi-te tanımıyla örtüşmeyen akademik tahakküm, otorite, görgüsüzlük ve katı hiyerarşik tutumları sergileyenlerin üniversitelerde etki alanları sınırlandırılmalıdır.
Ne yapmalı?
1- Bireysel yetenekler, iletişim becerileri, ekip çalışma yeterliği, sezgi, muhakeme, yara-tıcılık ve hayal gücü yetenekleri ne programlarda yer almakta, ne de test araçlarımızca ölçülmektedir. Oysa günümüzde bu tür yetenekler değer kazanmaktadır. Müfredatın ve ölçme değerlendirme araçlarımızın bu yeni değerlere yer vermesi gerekmektedir (Özden, 2002).
2- Özellikle erken çocukluk döneminden itibaren sanat eğitimine ağırlık verilmeli, bu eği-timin zorunlu hale getirilebilmesine yönelik bilimsel araştırmalar yapılmalıdır.
3- Program yapıcıları hazırladıkları sanat programlarının kuram ve uygulamalarıyla bir-likte öncelikli olarak kendilerinin inanmaları ve süreç içinde bireylerin özelliklerine i-lişkin artistik kazanımların uzun vadede getirilerinin olabileceğinin hesabını yapmalı-dırlar. Bu nedenle programların hazırlanmasında komisyon üyelerinin niteliği önem-lidir. Üyeler, alanlarında etkili, yetkin, deneyimli sanat eğitimcilerinden oluşmalı, ko-misyonların oluşturulmasında statü ve unvan şartı aranmamalı, Milli Eğitim Bakanlı-ğından, Üniversitelerden, İlk ve Ortaöğretim kurumlarından temsilciler bulunmalıdır.
4- Tüm eğitim kurumlarında sanat eğitimi programları yeniden gözden geçirilmeli, çağın gereklerine uygun olarak güncelleştirilerek bu programların içerikleri ve kredileri ge-lişmiş ülkelerin programlarıyla karşılaştırılarak yeni düzenlemeler yapılmalıdır.
5- Sanatı anlayan insanlarla, sanatçı duyarlılığı olan insanlar olabilir, ama hem sa¬natı an-layan hem de sanatı içselleştiren, yaşantısıyla ilişkilendiren duyarlı sanat tüketicisi in-sanlar pek azdır. Bu anlamda beklenen hedef, sanatçı duyarlılığı olan, özgür, esnek düşünebilen yaratıcı, üretken öğretmen adayları yetiştirmektir. Güzel sanatlar eğitimi bölümlerinde yetiştirilecek olan öğretmen adaylarının seçiminde bu adayları yetiştire-cek, mesleğe hazırlayacak, sorumluluk alan öğretim elemanlarının özgür iradelerine bırakılmalı, onların belirlediği kriterler esas alınmalı ve onlara güvenilmelidir.
6- YÖK ve Milli Eğitim Bakanlığının Öğretmen Yetiştirme Programı çerçevesinde farklı alanlardan gelip formasyon eğitimi alarak İlköğretim okullarına sınıf öğretmeni olarak ataması yapılan öğretmenlere formasyon süresince Resim, Müzik ve Beden Eğitimi dersleri verilmemiştir. Bu koşullarda ataması yapılan öğretmenler belirli dönemlerde kurslara alınarak bu eksiklikler ivedi olarak giderilmelidir.
7- İlköğretim okullarında çalışan sınıf ve resim öğretmenlerine yönelik “Sanat Eğitimin-de Çağdaş Yaklaşımlar, Yaratıcı Drama Eğitimi ve Müze Eğitimi” adı altında kuram-sal bilgi ve uygulamaları içeren hizmet içi eğitim kursları düzenlenerek onların geli-şimlerine olanak sağlanmalıdır.
Son söz
Bir toplumda ya da bir ülkede sanat-sanatçı durup dururken ortaya çıkmaz, çevrenin ürünü-dür. Amerika'da Rusya'da, İsveç'te, Almanya'da veya başka bir ülkede sanat varsa; bunun o-kulu, hocası, üniversitesi izleyicisi ve endüstrisi de var demektir. Bilim adamı yetişiyorsa, ü-niversiteleri, yatırımları sanayi ve teknolojisi de gelişmiş demektir. Nitekim Hitler'in yıkıma sürüklediği Almanya'da insanlar Amerikan askerlerinin sokaklara attığı sigara izmaritlerini topluyorlardı; ama kent kütüphanelerinde Goethe, Schiller, Hölderlin vardı, Kant vardı. Top-lum bilim devriminin tezgahından geçmişti. Almanya kısa sürede kendine geldi, toparlandı ve sonuç ortadadır (Selçuk, 1991).
Bu bakımdan sanat'a insanlığa politikanın dar açısından değil, uygarlığın değer ölçütleriyle bakmak gerekir, bu evrensel bir kuraldır.
Öğr. Gör. Kazım ARTUT
KAYNAKÇA
Gençaydın, Zafer.(1993). Sanat Eğitimi. Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Resim-İş Lisans Tamam-lama Programı, s.19. Sayı:276. Eskişehir.
Robinson, Ken.(2003). Yaratıcılık Aklın Sınırlarını Aşmak. Çev: Nihal Koldaş, s.117. İnsan ve Toplum Dizisi. Kitap Yayınevi, İstanbul.
Özden, Yüksel.(2001). Eğitimde Yeni Değerler. S.20,88. Pegem A Yayıncılık, Ankara.
Jensen, Eric.(2006). Teaching With the Brain in Mind. Beyin Uyumlu Öğrenme, çev: Ahmet Doğanay, s.38, Nobel Kitabevi, Adana.
Kagan, Moissej.(1993). Estetik ve Sanat Dersleri. Çev: Aziz Çalışlar, s.543. İmge Yayınevi, İstanbul.
Timuçin, Afşar.(2005). Estetik Bakış, s..89. Bulut Yayınevi, İstanbul.
Selçuk, İlhan.(1991). Ufuk Darlığı. Cumhuriyet Gazetesi, İstanbul.
Güvenç, Bozkurt.(1979). İnsan ve Kültür, s.112. Remzi Kitabevi, İstanbul.
Alıntıdır...[/B]
Sanat eğitimi, genel eğitimin önemli bir parçası olarak kabul edilebilir. Ancak, sanatın bir öz-günlük ve bireysel yaratıcılık olgusu olduğunu dikkate alırsak, sanat eğitiminin kendine özgü çok özel yasalarının ve ilkelerinin varlığını da kabul etmek zorundayız. Bu nedenle, sanat eği-timinin eğitim dizgesi içerisindeki yerinin çok iyi belirlenmesi gerekiyor (Gençaydın, 1990).
Sanatın eğitsel etkinliği, hiç kuşkusuz, toplumda bilincin biçimlendirilmesiyle sınırlandırıla-maz. İnsanların etik, politik, dinsel eğilimleri etkin ve amaçlıdır. Bu anlamda sanatın güçlü bir rolü vardır.
Bugün fen ve matematik bilimlerinden farklı olarak sanatın yeteneği gerektiren özel bir alan olduğu düşünülür ve herkesin iyi kötü matematik problemlerini çözebileceği güçlü, kanık-sanmış bir bakış açısı olarak karşımıza çıkmaktadır. Oysa ki sanatın, herkesin başaramayacağı özel beceri ve yeteneği gerektiren uzak bir alan olduğu düşüncesi biçiminde algılanması bü-yük bir yanılgıdır.
Sanatsal yaratım zekanın sistematik bir işlevidir. İnsanların farklı zeka türleri ve bazı yete-neklerinin olduğunun ve bazı sanatsal aktiviteleri gerçekleştirebileceklerine ilişkin farkındalıklar kazandırılarak alana ilişkin güdüleme ve cesaret verilebilmelidir.
Robinson, konuya ilişkin düşüncelerini şu şekilde dile getirir: “ Eğer biz eğitim ve öğretim sırasında, kuşaklar boyunca yaptığımız gibi, insanların becerilerini tam anlamıyla destekle-meyi başaramazsak, bazıları-belki de çoğu-gerçek entelektüel kapasitelerinin neler olduğunu hiçbir zaman öğrenemeyecekler. Hayati anlamda gerçekte kim olduklarını ya da olabilecekle-rini hiçbir zaman bilemeyecekler” (Robinson, 2003).
Sanat, yaşamı sorgulayarak anlamanın bir yolu mudur?
Sanatın hangi türü olursa olsun bir düşünme-düşünce temeli üzerinde yükselir. Bilgilerin ve değerlerin, araştırılmadan, sorgulanmadan kazanılması, yanlış düşünce ve kararların alınma-sına neden olabilir. Bu da bazı güçlerin beklentilerine yanıt verebilecek bir şekilde bireyleri bilinçli olarak tek yönlü, körü körüne inanmaya ve bazı bilgileri sorgulamadan doğrudan ka-bul etmeleri için etkilemeye ve yönlendirmeye yönelik çabalarını kolaylaştırmaktadır.
Demokratik bir toplumda insan yaşamının korunabilmesi ve geliştirilebilmesi için, karşılaştığı bilgileri, sorunları sorgulayarak anlamaya çalışan, başkalarının etkisi altında kalmadan özgür-ce ve bağımsız olarak kararlar alabilen, olaylara farklı açılardan bakabilen özerk ve özgür bi-reylere gereksinim duyulur.
Eleştirel düşünce ve yaratıcılık sanat eğitiminin temelini oluşturmalıdır
Düşünme bir yeti olarak insan olmanın en temel niteliğidir. Sanatsal eleştirel düşünme biçimi, olayları ve olguları nesnel bir şekilde algılama ve yorumlama sürecidir. Bu yaklaşım sanatsal yaratımın temel koşuludur.
Kişinin kendisini yeniden yaratması olarak nitelendirilebilecek öğrenme için insanın davra-nışsal, duyuşsal ve düşünsel açılardan değişmesi gerekir. Düşünsel yapı değişmediği sürece davranışı değiştirmenin fazlaca bir anlamı yoktur. Davranış değişmediğinde, düşünsel deği-şim sadece entelektüel duyguları tatmine yarayacaktır. Duyuşsal değişme gerçekleşmediğinde ise kişiliğin değişmesi mümkün değildir. Öğrenme kişiliği değiştirmeyi amaçlıyorsa davranış-sal ve bilişsel olduğu kadar duyuşsal gelişmeye de ağırlık verilmelidir (Özden, 2002).
Nasıl bir sanat eğitimi?
Sanat eğitimi almış tüm bireyler ideal beklentilerimize yanıt verebilir mi? Hiçbir eğitim ku-rumunda yetişen elemanların tümünün arzu edilen ölçütlerde nitelikli olması beklenemez.
Sanat eğitimcisinin veya sanat eğitimi alan bireyin düşünsel, estetik, hümanist, insan hakları-na saygılı özgür bireyler olarak yetiştirilmesi hedeflenir. Ancak sahip olunan bu değerler in-sanın eylemlerini yönlendirmediğinde anlamsızdır. Eğer birey inandığı değerler doğrultusun-da yaşamını biçimlendirmek, sorumluluk duymak zorunda değilse ve bu inancı ve düşüncesi yaşam biçimini etkilemiyorsa söz konusu olan değerlerin hiçbir anlamı yoktur.
Sanat eğitimi özellikle okulöncesi ve ilköğretimin birinci kademesinde yoğunlaştırılarak ve-rilmelidir. Çünkü okulöncesi, çocuğun dış etkilere açık duyuşsal özellikleri nedeniyle bu eği-timi alabileceği dönemin önemli bir başlangıcıdır. Çünkü sanat öğretimine ilişkin literatür, çocukların yetişkinlerin zannettiğinden çok daha yüksek öğrenme kapasitesine sahip olduğu-nu ortaya koymaktadır. Özellikle okulöncesinin son dönemleri ve ilköğretim (1.kademe) süre-cinde çocuklarda olan coşku, duyarlılık, merak ve yaratıcılığa ilişkin içgüdüsel talep, nitelikli sanat eğitiminin gelişiminde önemli bir etkendir. Çocukların bu özellikleri fark edilmeli sa-natsal estetik amaçlar doğrultusunda kullanılabilmelidir.
Bu nedenle çocuklara; okuma, yazma ve problem çözmede nasıl yardım ediliyorsa, onların dünyayı nasıl gördükleri ve algıladıkları konusunda da yardım edilebilir. Çocukların nasıl an-ladıklarına yardım eden görsel algılama becerisi, öğrenmeyi, aynı zamanda ifade gücünü de geliştirir. Onların algı sürecinde nasıl düşündükleri, nasıl gördükleri, ne hissettikleri dinamik ve bütünleştirici bir aktivitenin oluşumuna olanak sağlayacaktır. Bu da çocukların kendilerini daha güçlü hissetmelerine neden olabilecektir.
James Hanshumacher (1980) 5’i yayınlanmış toplam 36 doktora tezini inceledikten sonra, sa-nat eğitiminin dil eğitimini kolaylaştırdığı, yaratıcılığı geliştirdiği, okumaya hazırlığı güçlen-dirdiği, sosyal gelişime, genel entelektüel başarıya yardımcı olduğu, öğrenmeye ve okula kar-şı olumlu tutumların oluşmasına katkıda bulunduğu sonucuna varmıştır (Jensen. Akt: Doğanay, 2006).
Eğitim politikalarını belirleyenler ve eğitimciler, genellikle sanatın rolünü destekleyecek veri-ler aramaktadırlar. Columbus Ohio’da sonuçlar oldukça açıktır. Douglas İlköğretim Okulu Müdürü James Gardell, sanat odaklı okullarında, öğrencilerin aynı bölgedeki diğer okulların öğrencilerine göre ortalama 20 puan daha yüksek akademik başarı gösterdiklerini belirtmek-tedir. Bu okul çevredeki herkesin büyük bir istekle tercih ettiği bir okul haline gelmiştir ve 100’den fazla öğrenci “bekleme listesi’ndedir. Okulda sanata ağırlık verilmesi fark yaratmakta mıdır? Gardell (1997) bu soruya “kesinlikle” yanıtını vermektedir (Akt: Jensen, 2006).
Popüler kültürün hızlı gelişimi eğitim kurumlarımızda verilen sanat eğitiminin niteliği-nin bir sonucu olabilir mi?
Kendi oluşum sürecindeki var oluş nedenleriyle birlikte sanat, “toplumun sanatsal kültürü” olarak tanımlayabileceğimiz bir sistemin ana ögesini oluşturur. Bu bakımdan sanatın oluşum ve gelişim yasaları, iletişim, etkileşim, amaç ve işlevsellik gibi değerleriyle nitelik kazanır.
Toplumun estetik yaşamında sanatsal kültürün bütün öğeleri iç içe geçmiş farklı biçimlerde görünümler oluşturmaktadır. Her toplum her an değişmek durumundadır. Toplumsal değişim ve gelişimin kaynağını doğal olarak toplumsal olgular oluşturur. Dolayısıyla sanatsal kültür ve estetik bu olguların önemli bir parçasıdır.
Şiddet, bayağılık, estetik duyarsızlık, zevksizlik ve önyargı toplumsal yaşamın bir gerçeğidir. Ancak bu olguların denetim altına alınması etki ve etkenlerinin zayıflatılması sanatsal estetik gelişimin, dolayısıyla eğitimin kaçınılmaz bir zorunluluğu olarak görülmelidir.
Sanatın diğer bileşenlerine baktığımız zaman, sanatsal kültürün gelişmesini belirleyen tümel toplumsal-psikolojik ve ideolojik etkenler arasında bir ayrımlama yapmanın oldukça önem taşıdığını görürüz. Beğeninin gelişmesi, yani sanat algısının somut süreçlerinin gelişmesi, i-deolojik bir sorun değil, toplumsal-psikolojik bir sorundur; oysa sanat tarihi süreçleri içinde sanat eleştirisinin işlevi, aynı anlamda, toplumsal-psikolojik değil, ideolojik bir sorundur. Bu ayrım, hiç kuşkusuz, mutlak değil, görece bir özellik taşır. Halkın beğenisi, özellikle çağımız-da, çeşitli ideoloji biçimlerinin etkisi altındadır. Öte yandan, eleştirel yargılar ideolojinin damgasını taşırken, eleştirel çözümlemeyle değerlendirmeler, beğenisel yargılara bağlı kal-maktadır. Bununla birlikte her iki durumda da, gerek toplumsal-psikolojik, gerek ideolojik etkinliğin varlığı kaçınılmazdır. Ancak bu etkiler göz önüne alındığı zaman, halkla profesyo-nel eleştiri arasında varolan karşılıklı ilişkiler içinde toplumun somut sanat yaşamındaki bir-çok çatışmalar açıklanabilir. Halkın istekleri ile eleştirmenin istekleri birbirinden çok farklı olabileceği gibi, her zaman eleştirmen de haklı olmayabilir (Kagan, 1993).
Popüler kültürün gelişimi eğitim kurumlarımızda verilen sanat eğitiminin niteliğinin bir sonu-cu mudur? Sorusunun cevabı açıktır. Elbetteki evet…!! Çünkü sanat, edebiyat ürünlerinin üretilmesine sansürler getirilmiş, düşünceler bloke edilmiştir. Dolayısıyla bu mantıkla besle-nen örgün veya yaygın eğitim programları geliştirilmiştir. Buna göre; düşünceler ideolojiktir, sanat ideolojiktir, tablolar ideolojiktir, kitaplar ideolojiktir, sivil toplum örgütleri ideolojiktir. “O halde bu ideolojik olanları ayıklamak lazımdır”. Şeklinde dayatılan düşüncenin esiri ola-rak toplum uzun süre ideoloji korkusunun ve paronayasının etkisinden kurtulamamıştır.
Yaşamın akışı hepimizi ilgilendirdiğine göre bilincini her türlü ideolojik kuruntudan ayıklama çabası her türlü yalanı ve yanlışı onaylama anlamına gelir (Timuçin, 2005). Çünkü 12 Eylül 1980’den sonra istenen de buydu. Dolayısıyla 12 Eylül’den sonra ortaya çıkan ve günümüze kadar etkileri süren, çeşitli açık veya örtülü baskı ve yıldırma politikalar sonucunda; sorun çıkarmayan, duyarsız, sorumsuz, aktüaliteyle beslenen, sanat ile ilgisi olmayan kiç (kitsch) kültürünün oluşumuna olanak sağlayan lümpen, yitik, depolitize edilmiş bir kuşağın tohumla-rı atılmaya çalışılmıştır. Ucube, suni popüler bir kültürün yaratılması sürecinde göç ile birlikte gelen hızlı bir taşralaşma, başta dil olmak üzere sanat, siyaset, iletişim biçimlerinde müthiş bir yozlaşma ortamına neden olmuştur.
Toplum, görsel ve bazı yazılı basının körüklediği popüler kültürün tutsağı haline dönüştürül-müştür. Bazı değerler ve kavramların içi boşaltılmış anlamsız hale getirilmiştir. Aradan 26 yıl geçmesine rağmen bugün bile görsel ve yazılı basında sanat, felsefe ve diğer kültürel etkinlik-lere yönelik programlara hemen hemen hiç yer verilmemektedir. Örneğin, 5 kasım 2005 tarih-li Milliyet gazetesinin verilerine göre; 27 TV kanalın yayınlarını kapsayan bir araştırmada 12 kanalda toplam 542 farklı program ekrana gelmiş. Kültür ve sanat programlarına ayrılan süre, toplam sürenin %1’i olarak belirlenmiştir.
Üniversitelerin misyonu ve öğretmen yetiştiren kurumların durumu
Bilim ve teknoloji alanlarındaki hızlı gelişim ve değişimler doğal olarak top¬lumların gereksi-nim duyduğu nitelikli insan gücü çerçevesinde biçimlenmelerini, geliş¬melerini gerekli kıl-maktadır. Dolayısıyla öğretmen yetiştiren kurumlar, çağdaş eğitim sistemlerine yanıt verebi-lecek alternatif programlar geliştirmeyi dikkate almak zorunda¬dırlar.
İleri ve çağdaş bilim kurumlarında araştırma ve eğitim birlikte yürütülür. Bu yaklaşımla, eği-tim standardının daha yüksek olacağına inanılır. Bu işleri yapacak üniversitelere yüksek değer ve özel haklar verilir (Güvenç, 1979).
Üniversiteler özgür düşüncenin hakim olduğu demokratik, bilimsel bir öğrenim fel¬sefesi üze-rinde yükselir. Akademik özgürlük, üniversitelerin üstlendikleri eğitim, bilim¬sel araştırma, yönetim ve hizmet işlevlerinde vazgeçilmez bir koşuldur. Nitekim, yasala¬rın güvencesi altın-da özerk statülere sahip üniversitelerde öğretim elemanları özgür ola¬rak sanatsal bilgi ve bili-min üretilmesini ve yayılmasını sağlayabilmeli, araştırmalarıyla sanatsal, kültürel etkinlikle-riyle çalışmalarını yürütebilmelidir.
Tüm öğretim elemanları başarı ve üretkenliklerine göre değerlendirilmelidir. Çağdaş üniversi-te tanımıyla örtüşmeyen akademik tahakküm, otorite, görgüsüzlük ve katı hiyerarşik tutumları sergileyenlerin üniversitelerde etki alanları sınırlandırılmalıdır.
Ne yapmalı?
1- Bireysel yetenekler, iletişim becerileri, ekip çalışma yeterliği, sezgi, muhakeme, yara-tıcılık ve hayal gücü yetenekleri ne programlarda yer almakta, ne de test araçlarımızca ölçülmektedir. Oysa günümüzde bu tür yetenekler değer kazanmaktadır. Müfredatın ve ölçme değerlendirme araçlarımızın bu yeni değerlere yer vermesi gerekmektedir (Özden, 2002).
2- Özellikle erken çocukluk döneminden itibaren sanat eğitimine ağırlık verilmeli, bu eği-timin zorunlu hale getirilebilmesine yönelik bilimsel araştırmalar yapılmalıdır.
3- Program yapıcıları hazırladıkları sanat programlarının kuram ve uygulamalarıyla bir-likte öncelikli olarak kendilerinin inanmaları ve süreç içinde bireylerin özelliklerine i-lişkin artistik kazanımların uzun vadede getirilerinin olabileceğinin hesabını yapmalı-dırlar. Bu nedenle programların hazırlanmasında komisyon üyelerinin niteliği önem-lidir. Üyeler, alanlarında etkili, yetkin, deneyimli sanat eğitimcilerinden oluşmalı, ko-misyonların oluşturulmasında statü ve unvan şartı aranmamalı, Milli Eğitim Bakanlı-ğından, Üniversitelerden, İlk ve Ortaöğretim kurumlarından temsilciler bulunmalıdır.
4- Tüm eğitim kurumlarında sanat eğitimi programları yeniden gözden geçirilmeli, çağın gereklerine uygun olarak güncelleştirilerek bu programların içerikleri ve kredileri ge-lişmiş ülkelerin programlarıyla karşılaştırılarak yeni düzenlemeler yapılmalıdır.
5- Sanatı anlayan insanlarla, sanatçı duyarlılığı olan insanlar olabilir, ama hem sa¬natı an-layan hem de sanatı içselleştiren, yaşantısıyla ilişkilendiren duyarlı sanat tüketicisi in-sanlar pek azdır. Bu anlamda beklenen hedef, sanatçı duyarlılığı olan, özgür, esnek düşünebilen yaratıcı, üretken öğretmen adayları yetiştirmektir. Güzel sanatlar eğitimi bölümlerinde yetiştirilecek olan öğretmen adaylarının seçiminde bu adayları yetiştire-cek, mesleğe hazırlayacak, sorumluluk alan öğretim elemanlarının özgür iradelerine bırakılmalı, onların belirlediği kriterler esas alınmalı ve onlara güvenilmelidir.
6- YÖK ve Milli Eğitim Bakanlığının Öğretmen Yetiştirme Programı çerçevesinde farklı alanlardan gelip formasyon eğitimi alarak İlköğretim okullarına sınıf öğretmeni olarak ataması yapılan öğretmenlere formasyon süresince Resim, Müzik ve Beden Eğitimi dersleri verilmemiştir. Bu koşullarda ataması yapılan öğretmenler belirli dönemlerde kurslara alınarak bu eksiklikler ivedi olarak giderilmelidir.
7- İlköğretim okullarında çalışan sınıf ve resim öğretmenlerine yönelik “Sanat Eğitimin-de Çağdaş Yaklaşımlar, Yaratıcı Drama Eğitimi ve Müze Eğitimi” adı altında kuram-sal bilgi ve uygulamaları içeren hizmet içi eğitim kursları düzenlenerek onların geli-şimlerine olanak sağlanmalıdır.
Son söz
Bir toplumda ya da bir ülkede sanat-sanatçı durup dururken ortaya çıkmaz, çevrenin ürünü-dür. Amerika'da Rusya'da, İsveç'te, Almanya'da veya başka bir ülkede sanat varsa; bunun o-kulu, hocası, üniversitesi izleyicisi ve endüstrisi de var demektir. Bilim adamı yetişiyorsa, ü-niversiteleri, yatırımları sanayi ve teknolojisi de gelişmiş demektir. Nitekim Hitler'in yıkıma sürüklediği Almanya'da insanlar Amerikan askerlerinin sokaklara attığı sigara izmaritlerini topluyorlardı; ama kent kütüphanelerinde Goethe, Schiller, Hölderlin vardı, Kant vardı. Top-lum bilim devriminin tezgahından geçmişti. Almanya kısa sürede kendine geldi, toparlandı ve sonuç ortadadır (Selçuk, 1991).
Bu bakımdan sanat'a insanlığa politikanın dar açısından değil, uygarlığın değer ölçütleriyle bakmak gerekir, bu evrensel bir kuraldır.
Öğr. Gör. Kazım ARTUT
KAYNAKÇA
Gençaydın, Zafer.(1993). Sanat Eğitimi. Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Resim-İş Lisans Tamam-lama Programı, s.19. Sayı:276. Eskişehir.
Robinson, Ken.(2003). Yaratıcılık Aklın Sınırlarını Aşmak. Çev: Nihal Koldaş, s.117. İnsan ve Toplum Dizisi. Kitap Yayınevi, İstanbul.
Özden, Yüksel.(2001). Eğitimde Yeni Değerler. S.20,88. Pegem A Yayıncılık, Ankara.
Jensen, Eric.(2006). Teaching With the Brain in Mind. Beyin Uyumlu Öğrenme, çev: Ahmet Doğanay, s.38, Nobel Kitabevi, Adana.
Kagan, Moissej.(1993). Estetik ve Sanat Dersleri. Çev: Aziz Çalışlar, s.543. İmge Yayınevi, İstanbul.
Timuçin, Afşar.(2005). Estetik Bakış, s..89. Bulut Yayınevi, İstanbul.
Selçuk, İlhan.(1991). Ufuk Darlığı. Cumhuriyet Gazetesi, İstanbul.
Güvenç, Bozkurt.(1979). İnsan ve Kültür, s.112. Remzi Kitabevi, İstanbul.
Alıntıdır...[/B]