derbederin
Altın Üye
- Katılım
- 22 Kas 2007
- Mesajlar
- 18,845
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 36
Türkiye AB ve Batı ile ilişkilerinde gönüllü sömürgeleşme süreci içine sokuluyor.
1) Önceleri, örneğin 12 Eylül darbesi bu süreci, ''yukardan aşağıya doğru'' yönlendiren bir işlev gördü. 24 Ocak ve Özalcılık, bu operasyonun ön ve arka paspası gibi kapı eşiğine oturtuldu.
2) 1989'da Özalcılık bir adım daha attı; AB bizi içine almasa da gümrük birliğine gireceğiz, dedi. ''Medeni nikâh olmasa bile kumalık anlaşması yaparız'' mesajı verildi.
3) 1990-1991, ''ABD ile birlikte Irak'ın işgali girişimi'' , yukardan aşağı sömürgeleşmenin ikinci bir köprüsü gibi kurulmak istendi; ters tepti, yürümedi.
4) AB'ye tek yanlı bağlanarak ''Batı'nın denetimi altına gönüllü girmek'' en emin çözümdü. Hatta Özal bunun adını, ''uzun ince bir yol'' olarak koydu. Doğruydu, sömürgeleşmenin uzun ince yoluna, taşlar yavaş yavaş döşenmeye başlanmıştı.
İçimizdeki kimi güç odakları, ''Türkiye'nin gönüllü olarak sömürgeleştirilmesine baş koymuşlardı.'' Gayri milli sermaye çevreleri, bazı siyaset adamları (ve kadınları) arkalarına Brüksel'i ve Vaşington'u alarak Türkiye'yi uzun ince bir tünelin içine sokmaya başlamışlardı.
5) Ancak sermaye partileri ve sermayeci siyasiler yanında, solda boy gösteren kimi siyasiler de gönüllü sömürgeciliğin yanında yer aldılar. Bunlar, örtülü (veya açık) yeni Tanzimatçılardı. Atatürkçülük, laiklik, özgürlük gibi kavramları da kendilerine siper etmişlerdi.
Söyleyemedikleri tek şey, ''antiemperyalizm'' idi. Yani, örtülü sömürgeciydi bunlar.
6) İşin içine, ''yedekte tutulan İslamcı siyasiler'' de sokuldu. 28 Şubat 1997 darbesi bunun için ideal altyapı yaratmıştı. Onlar da, Batı'ya (ve sömürgecilere) ilhak etmek zorunda kalıyorlardı.
Ve aşağıdan yukarı...
Üst düzeyde ve ''yukardan aşağıya'' yürütülen operasyonlar, 1990'lı yıllardan itibaren ''aşağıdan yukarıya doğru'' hareketlenme şeklinde kendisini göstermeye başladı. Hem yukardan aşağı hem de aşağıdan yukarı ''bütünleşmeler'' , Türkiye'de Cumhuriyet'in, ülke bütünlüğünün, gerçek demokrasinin uzağında bir noktaya doğru, ülkeyi sürüklemeye başladı.
- Sivil toplum örgütleri Soros 'lara, Brüksel'e, ABD fonlarına bağlanıyordu.
- Öğrenciler, asistanlar burslarını kendi devletleri ve kurumları yerine ''dış kaynaklardan'' sağlamak zorunda, özellikle bırakılıyorlardı. AB, Türkiye'den sağladığı 20 milyarlık (euro) dış ticaret fazlası kazancının 50-60 milyonunu, kemik atar gibi Türkiye'de dağıtmaya başlamıştı.
- Batı'nın dev tekelci şirketleri de aynı şekilde, Türkiye pazarını işgalle sağladıkları kazançların binde birini öğrenci, çocuk yardımı gibi masum alanlara kullanıyordu!..
- İşçi sendiklarının bir kısmı, kimi barolar ve meslek kuruluşları aynı yola itilmiştir. Üstelik, ''sol adına sömürgecilerle işbirliği yapan'' , yeni bir sol üretildi. Kendilerine ''ilerici, solcu adını yakıştıran kimi insanlar ve kuruluşlar emperyalizmle işbirliğine başladılar.
- Sokaktaki insan, farkında olmadan ''sistemin kucağına'' oturtuluyor. Sonuçta Türkiye, emperyalizme teslime hazırlanıyor.
Adeta, ''gönüllü bir sömürgecilik'' uygulanır hale geldi. AB'ye tek yanlı bağlanma sürecinin 6 Mart 1995, 17 Aralık 2004 ve 3 Ekim 2005 belgeleriyle perçinlenmesi, sömürgeleşmenin altyapısını daha ileri bir noktaya götürüyor.
- İç piyasadan eğitim düzenine;
- Sosyal devletin sıfırlanmasından AB kurumlarına kayıtsız şartsız bağlanmaya kadar yaygınlaşan bir süreç bu.
Türkiye uzun ince bir tünelin içine ite kaka sokulmuş, sürüklenmekte. Van'daki tarikatçı ve bölücü gelişmeler de AB'yi arkalarına alanların girişimleridir. Tarikatlar ve bölücüler, emperyalizmin desteği sayesinde gelişir ve güçlenirler.
1) Önceleri, örneğin 12 Eylül darbesi bu süreci, ''yukardan aşağıya doğru'' yönlendiren bir işlev gördü. 24 Ocak ve Özalcılık, bu operasyonun ön ve arka paspası gibi kapı eşiğine oturtuldu.
2) 1989'da Özalcılık bir adım daha attı; AB bizi içine almasa da gümrük birliğine gireceğiz, dedi. ''Medeni nikâh olmasa bile kumalık anlaşması yaparız'' mesajı verildi.
3) 1990-1991, ''ABD ile birlikte Irak'ın işgali girişimi'' , yukardan aşağı sömürgeleşmenin ikinci bir köprüsü gibi kurulmak istendi; ters tepti, yürümedi.
4) AB'ye tek yanlı bağlanarak ''Batı'nın denetimi altına gönüllü girmek'' en emin çözümdü. Hatta Özal bunun adını, ''uzun ince bir yol'' olarak koydu. Doğruydu, sömürgeleşmenin uzun ince yoluna, taşlar yavaş yavaş döşenmeye başlanmıştı.
İçimizdeki kimi güç odakları, ''Türkiye'nin gönüllü olarak sömürgeleştirilmesine baş koymuşlardı.'' Gayri milli sermaye çevreleri, bazı siyaset adamları (ve kadınları) arkalarına Brüksel'i ve Vaşington'u alarak Türkiye'yi uzun ince bir tünelin içine sokmaya başlamışlardı.
5) Ancak sermaye partileri ve sermayeci siyasiler yanında, solda boy gösteren kimi siyasiler de gönüllü sömürgeciliğin yanında yer aldılar. Bunlar, örtülü (veya açık) yeni Tanzimatçılardı. Atatürkçülük, laiklik, özgürlük gibi kavramları da kendilerine siper etmişlerdi.
Söyleyemedikleri tek şey, ''antiemperyalizm'' idi. Yani, örtülü sömürgeciydi bunlar.
6) İşin içine, ''yedekte tutulan İslamcı siyasiler'' de sokuldu. 28 Şubat 1997 darbesi bunun için ideal altyapı yaratmıştı. Onlar da, Batı'ya (ve sömürgecilere) ilhak etmek zorunda kalıyorlardı.
Ve aşağıdan yukarı...
Üst düzeyde ve ''yukardan aşağıya'' yürütülen operasyonlar, 1990'lı yıllardan itibaren ''aşağıdan yukarıya doğru'' hareketlenme şeklinde kendisini göstermeye başladı. Hem yukardan aşağı hem de aşağıdan yukarı ''bütünleşmeler'' , Türkiye'de Cumhuriyet'in, ülke bütünlüğünün, gerçek demokrasinin uzağında bir noktaya doğru, ülkeyi sürüklemeye başladı.
- Sivil toplum örgütleri Soros 'lara, Brüksel'e, ABD fonlarına bağlanıyordu.
- Öğrenciler, asistanlar burslarını kendi devletleri ve kurumları yerine ''dış kaynaklardan'' sağlamak zorunda, özellikle bırakılıyorlardı. AB, Türkiye'den sağladığı 20 milyarlık (euro) dış ticaret fazlası kazancının 50-60 milyonunu, kemik atar gibi Türkiye'de dağıtmaya başlamıştı.
- Batı'nın dev tekelci şirketleri de aynı şekilde, Türkiye pazarını işgalle sağladıkları kazançların binde birini öğrenci, çocuk yardımı gibi masum alanlara kullanıyordu!..
- İşçi sendiklarının bir kısmı, kimi barolar ve meslek kuruluşları aynı yola itilmiştir. Üstelik, ''sol adına sömürgecilerle işbirliği yapan'' , yeni bir sol üretildi. Kendilerine ''ilerici, solcu adını yakıştıran kimi insanlar ve kuruluşlar emperyalizmle işbirliğine başladılar.
- Sokaktaki insan, farkında olmadan ''sistemin kucağına'' oturtuluyor. Sonuçta Türkiye, emperyalizme teslime hazırlanıyor.
Adeta, ''gönüllü bir sömürgecilik'' uygulanır hale geldi. AB'ye tek yanlı bağlanma sürecinin 6 Mart 1995, 17 Aralık 2004 ve 3 Ekim 2005 belgeleriyle perçinlenmesi, sömürgeleşmenin altyapısını daha ileri bir noktaya götürüyor.
- İç piyasadan eğitim düzenine;
- Sosyal devletin sıfırlanmasından AB kurumlarına kayıtsız şartsız bağlanmaya kadar yaygınlaşan bir süreç bu.
Türkiye uzun ince bir tünelin içine ite kaka sokulmuş, sürüklenmekte. Van'daki tarikatçı ve bölücü gelişmeler de AB'yi arkalarına alanların girişimleridir. Tarikatlar ve bölücüler, emperyalizmin desteği sayesinde gelişir ve güçlenirler.
Alıntıdır