Gâzi'den Y. Nadi'ye Demokrasi Dersi

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Fatih Hoca

Banned
Katılım
19 Nis 2006
Mesajlar
13,612
Reaction score
0
Puanları
0
Yaş
42
Konum
ßeşiktaş'ın Kalbi KAPALI'dan
TBMM'yi sürgün Meclisi, Atatürk'ü "Meclisi kapatamadı" diyerek darbeci gibi tanımlayan akademisyene 'insaf' diyen Toktamış Hoca, Gazi'nin Yunus Nadi'ye yanıtını hatırlattı

Toktamış Ateş'in köşe yazısı

99293.jpg


Yıllarca önceydi. Türkiye'de yasal olanağı olmamasına karşın; "başbakanın oğlu" olma faslından gelişmeler sonucu, "özel televizyonlar" açılmaya başlanmıştı. (Doğrusunu isterseniz, özel televizyonlardan hiç memnun değildim. Fakat habercilikteki atılımları, Türkiye'nin önünü açmıştı). Evet, özel televizyon kanalları; yeni, yeni açılmaya başlamıştı. Bunlardan birinde; biri hanım iki genç gazeteci, ilginç bir program yapıyorlardı. Nispeten farklı görüşler dile getiren üçer kişilik ekipler karşı karşıya getiriliyor ve bir tür, puansız münazara yaptırıyorlardı.

Daha sonra; bu ikili, salt yazılı basında boy göstermeye başladılar. Erkek olan, daha ziyade köşe yazılarıyla dikkat çekerken; hanım olanı, ilginç söyleşilerle ön plana çıktı. Yakında bu söyleşilerden bir bölümünü, "Hesaplaşma" başlığıyla kitap haline getirdi. Bu "hesaplaşmada" yer alan söyleşilerden biriyle ilgili görüşlerimi dile getirmeden önce; bu tartışma formatı içinde yer aldığım bir tartışmayı, anımsamak istiyorum. Konu, "İkinci Cumhuriyet" idi. Cumhuriyeti, değerli meslektaşlarım; Ergun Aybars, Aydın Aybay'la birlikte ben savunuyordum.

İkinci cumhuriyeti ise; gene değerli meslektaşlarımız; Mete Tuncay, Asaf Savaş Akat,ve Murat Belge savunuyorlardı. İlginç bir tartışma yaşanıyordu ama, tartışmayı yönetmesi gereken erkek gazeteci, sürekli müdahale ediyor ve yönlendirmeye çalışıyordu. Sonunda dayanamadım, "Siz de karşıya geçin de rahatlayın" dedim, "Biz de daha rahat ederiz"... Yıllar geçti aradan. Bugün ikinci cumhuriyeti bambaşka insanlar savunuyor ve bambaşka şeyler dile getiriyorlar...

Söz konusu söyleşi, akademisyen bir tarihçi ile yapılmış. Bu meslektaşımızı anlamakta ve değerlendirmekte, müthiş zorlanıyorum. Kimi zaman, çok doğru saptamalar yapan ve çok çalışkan bir akademisyen olduğunu bildiğim bu genç arkadaş; kimi zaman da, çocukların bile dile getirmeyeceği şeyleri dile getiriyor. Söz konusu söyleşide, şöyle diyor: "...Kazım Karabekir'le Atatürk, Ankara'da sürgün meclisi açıldıktan sonra 1920'lerde ters düşüyorlar. Atatürk'ün çok sıkıştığı anda Meclis'i kapatma gibi bir fikri var. Bunu ancak Karabekir ve İnönü gibi generallerin onayı ile yapabilir. İnönü lastikli bir cevap veriyor. Karabekir ise, 'Meclis kapatılırsa, ben Ankara'ya gelir Meclis'i açarım', diyor. Atatürk Meclis'i kapatamıyor. Daha o zamanlardan iki taraf da biliyor ki, biri sivil kanadı temsil ediyor ve Meclis üstünlüğünden yana, diğeri olağanüstü durumlarda Meclis'i kapatmaktan ve otoriter bir rejim kurmaktan yana. Çünkü Atatürk'ün baştan beri görüşü, Meclis üstünlüğü fikrinin arka planda kalabileceği yönünde..."

İnsan, "insaf..." demekten kendini alamıyor. Öncelikle, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne, "sürgün meclisi" diyen bir bilim insanını, ilk kez görüyorum. Ankara'daki, Türkiye Büyük Millet Meclisi; halkın oylarıyla ve dürüst bir seçim sonrasında oluşan, son Osmanlı Mebusan Meclisi'nin, 18 Mart 1920'de "ertelediği (talik ettiği) toplantılara, Ankara'da devam etmesidir". Zira, 18 Mart'ta İngiliz askerleri Meclisi basınca, "Böyle yasama yapılmaz.

Uygun bir yerde ve zamanda toplanmak üzere toplantılarımızı talik edelim", önergesi üzerine, uygun bir yer ve zaman olarak, 23 Nisan 1920'de Ankara'da TBMM kurulmasıyla yaşama geçmiştir. Hele, Atatürk'ün Meclis'i kapatma fikri... Bu görüş için, "insaf ..." demek bile çok yetersiz kalıyor. Bu konuda, bir örnek vermek istiyorum. Mebusan Meclisi, toplantılarını (uygun bir yerde ve zamanda toplanmak üzere), ertelemiş ve aynı gün Mustafa Kemal Meclis'i, "yeni seçilenler ve olağanüstü yetkilerle", Ankara'ya davet etmişti. Fakat toplantı gecikmekte ve Atatürk huzursuz olmaktadır.

Böyle bir ortamda; Atatürk'e, rahatsız olmamasını, her kerametin Meclisten beklenmeyeceğini söyleyen, yakın arkadaşı Yunus Nadi'ye verdiği yanıt çok anlamlıdır. "...Ben bilakis her kerameti Meclis'ten bekleyenlerdenim Nadi Bey. Bir devreye yetiştik ki, onda her iş meşru olmalıdır. Millet işlerinde meşruiyet, ancak milli kararlara dayanmakla, milletin genel eğilimlerine tercüman olmakla elde edilir... Bence meclis nazariye değil, hakikattir ve hakikatlerin en büyüğüdür. Evvela Meclis, sonra ordu Nadi Bey. Orduyu yapacak olan millet ve onun adına meclistir. Çünkü ordu demek yüz binlerce insan, milyonlarca ve milyonlarca servet ve zaman demektir. Buna iki üç şahıs karar veremez..."

Nereden çıktı Atatürk'te, "Meclis'i kapatma fikri?.." Bu arada; 1980 sonrasında, Atatürk'ün bu sözlerini bir yazımda kullandığım için, basın savcılığına çağrılmıştım. Eğer "Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri" kitabını birlikte götürmesem, dava açılacaktı. O zamanlar öyle bir Türkiye vardı...

(Bugün)
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Geri
Üst