Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz.. Tarayıcınızı güncellemeli veya alternatif bir tarayıcı kullanmalısınız.
Geçtiğimiz yıl Takımımız’ın en sıkıntılı bölgesi diye bahsediliyordu orta sahamızdan. Sakatlıklar belimizi bükmüştü, orta saha istim üstünde duruyordu. “Cisse’ye bir şey olsa ne olacak” sorusu vardı herkesin aklında. Neyse ki geçen yıl geçmişte kaldı, bu yıla yeni takviyelerle başladı Siyah Beyazlılarımız. Geçen sene şampiyonluğu son anda kaçıran Ekibimiz, o kadroyu bozmadan yeni takviyelerle girdi sezona. Bu yeni Beşiktaşlılardan birisi de Uğur İnceman’dı. Türk futbolunun göze çarpan isimlerinden birisi olan genç futbolcumuz önemli bir yükün altına girdi. 07-08 sezonunu küme düşen bir ekipte tamamlayan Uğur İnceman, şimdi şampiyonluğa oynayan bir ekibin başarısı için ter döküyor. En alttan en üste geçiş bir futbolcunun hayatında neleri değiştirir?
Küme düşen takımlarda bile sezona belirli bir hedef için başlarsınız. Orada da hedefleriniz vardır, olur ya da olmaz… Eski takımımda oynarken hedeflerim farklıydı, şimdi daha farklı. Şu anda şampiyon olmak için mücadele ediyorum. Büyük takımlarda hedefim ve sorumluluklarım arttı. Motivasyonumuzu sürekli yüksek tutmamız ve çok çalışmanız gerekiyor burada.
Beşiktaş forması giymek nasıl bir şey?
Herkese nasip olmayacak bir formayı giyiyorum. Bunun bilincindeyim. İşte bu yüzden çok mutlu ve gururluyum.
Geçen yıl bizi çok korkutan bir bölgeye transfer oldun. Bu seni ürkütüyor mu? Üzerinde baskı hissediyor musun?
Mutlaka bir baskı var, yok dersem olmaz. Futbolda her zaman için bir baskı vardır aslında. Ama bu baskıyla yaşayabilmek, onu iyi değerlendirmek çok önemli. Bir futbolcu işini iyi yaparsa, iyi konsantre olursa bu baskıyı aşar diye düşünüyorum. Ben de böyle yaparak üzerimdeki sorumluluğu layıkıyla yerine getireceğim diye düşünüyorum. Baskı her zaman olacak, önemli olan onu avantaja çevirmek.
Daha önceden tanıştığın isimler var mıydı Beşiktaş’ta?
Bir tek İbrahim Toraman’ı tanıyordum. Onunla da Ümit Milli Takım’dan tanışıyorduk.
Cisse ile saha içinde nasıl anlaşıyorsunuz?
Herhangi bir sorun yaşamıyoruz maç içinde, İngilizce konuşarak yardımcı oluyoruz birbirimize.
Gördüğümüz kadarıyla saha içinde Cisse ile çok iyi anlaşıyorsun. Bizim izlerken kaçırdığımız saha içi durumunuzdan bahseder misin?
İkimiz birbirimizi tamamlıyoruz. Yerimi terk ettiğimde, prese gittiğimde hemen arkamı kapatıyor. Keza ben de aynı şekilde onu kolluyorum. Yapılması gereken her türlü varyasyonu Cisse ile çok rahat yerine getiriyoruz.
Sen oyunun bölgenin hangi tarafında kendini daha etkili buluyorsun. Hücum özelliklerin mi daha iyi, yoksa savunma özelliklerin mi?
Her iki yönüm de var, hiç böyle bir ayırım yapmadım. Ama her iki özelliklerim de eşit diye düşünüyorum.
Ön liberoda görev yapan bir futbolcunun hangi özelliklerinin üst seviyede olması gerekir?
Top ayağındayken oynayacağı yeri bilmeli. Nereye oynayacağına çok çabuk karar vermeli. Görev alanları dar bir bölge yani orta saha olduğu için çok dikkatli olmalıdır. Çünkü kimse böyle bir zamanı size vermez. İleri görüşlü ve çabuk olmalı. Bir oyuncu belki çabuk birisi olmayabilir ancak çabuk düşünerek, çabuk bir futbolcudan bile daha iyi olabilirsin.
Uğur İnceman, İstanbul’da oynanan Siroki Brijeg maçıyla birlikte ilk kez BJK İnönü Stadı’na ve Beşiktaş taraftarlarının karşısına çıktı. Bir futbolcu için en önemli anlardan, kariyerinin unutulmaz hatıralarından birisidir mutlaka o gün. Uğur için de böyle olmuş, “O geceyi unutamam” diyor. Uğur’un o geceyi unutamamasının en büyük sebeplerinden birisi de şüphesiz attığı gol. Kuvvetle muhtemel, bir futbolcu için çok büyük bir önemi vardır yeni takımının sahasında, taraftarların karşısına çıktığın ilk maçta attığın golün. Hele de ilk golün…
Siroki Brijeg maçı benim BJK İnönü Stadı’ndaki ilk maçımdı. Heyecanım çok fazlaydı. Maçta ilk golü ben attım. Bu golün diğer gollerimden çok daha anlamlı olduğunu söyleyebilirim. Taraftarlarımızla, Camiamızla ilk buluşmamızda bir golle karşılarına çıkıyorum. Bu herkese nasip olmayan bir şey. O anki sevincimi tarif etmem çok zor. Zaten golden sonra çok sevindiğimi hatırlıyorum o ana dair. Daha sonra maçı tekrar izleyip golü görünce yine çok sevinmiştim.
İnönü Stadı’na ilk çıktığında neler hissettin?
İlk başta çok heyecanlıydım, ama kısa sürede o heyecanı attım üstümden.
Stadın atmosferi için neler söyleyebilirsin?
Özellikle Siroki maçında stat hemen hemen doluydu. İnanılmaz bir şey orada oynamak. Çok keyif verici. Taraftarın coşkusunu hissedince futbolcu olduğunu anlıyor insan. Müthiş bir taraftar desteği var.
Bir zamanlar rakip olarak geliyordun.
O zaman da taraftarın karşısında oynamak zordu. Beşiktaş baskı kurduğunda, arkasına taraftar desteğini aldığında karşı takım olarak zorlanıyorduk tabii, ama şimdi o desteğin bizim için olduğunu düşününce bu durum motivasyonumuzu ikiye katlıyor.
Uğur İnceman, boş vakitlerini ailesine ayıran bir futbolcu. Oğluyla, eşiyle, sinemayla, kitapla vakit geçirmeyi tercih ediyormuş. Kitaplığında en çok tarih kitapları varmış, tarihe de zaten çok meraklıymış. Atilla’yla Cengiz’i çok beğeniyormuş, her ikisinin de savaşçı, mücadeleci özellikleri, hükmetmeleri ve hırsları Uğur’u çok etkilemiş. Ama kendisine tarihten kimseyi örnek almıyormuş. Futbolda da durum böyleymiş, idolü olan birisi henüz hayata gelmemiş. Bir tek Zidane’ı çok sevmiş.
Holosko’yu tüm detaylarıyla anlatmaya gerek yok. Onu sadece Beşiktaşlılığıyla bilseniz yeter. Takımımız’a transferinden önce başlayan bir Beşiktaş macerası vardı onun. Gazetelerde, televizyonlarda mutlaka dikkatinizi çekmiştir. Slovak yıldızımız, Siyah Beyazlı formayı üzerine geçirdiği zaman henüz Beşiktaş’ta oynamayı bir kenara bırakın sözleşme için masaya bile oturmamıştı. Filip o sıralarda Vestel Manisaspor’da oynuyordu ama yakaladığı her fırsatta Beşiktaşlı olduğunu, bir gün Beşiktaş’ta oynamak istediğini söylüyordu. Gazeteciler, 4 büyük takımın formasını önüne koyduğunda düşünmeden Beşiktaş formasını seçmiş ve büyük gururla poz vermişti.
İlginç bir durum… Yabancı bir ülkedesiniz, etrafınızdakilerin bir çoğuyla kültürünüz farklı ama o ülkenin değerlerinden birisini destekliyor, yetmiyor gönül veriyorsunuz. Nouma’da, Ferdinand’ta, Amokachi’de bir yabancı futbolcunun ülkesinin dışında bir takımı desteklemesine şahit olmuştuk ama hepsinin tek ortak özelliği oynadıkları takıma âşık olmalarıydı. Holosko ise hepsinden farklı. O rakibi olduğu bir takımın taraftarı olmayı tercih etti, Vestel Manisa’da oynadığı dönemde Beşiktaş formasıyla poz verdi.
Türkiye’de böyle bir olaya alışık değiliz. Yabancılar genellikle gelirler ve geçerler. Hele Edirne dışına adım attıkları vakit kendi isimleriyle eski takımlarının adı çok az defa yan yana gelir. Çoğunlukla gördüğümüz durum bu. Ancak alışık olmadığımız ise Holosko’nun durumu. Yani bir başka takımda oynarken bir başka takım taraftarı olmak. Slovak futbolcudaki Beşiktaşlılık nereden geliyor?
-Futbolu sadece meslek olarak değil, aynı zamanda bir hobi olarak takip eden birisi olarak Türkiye’ye geldiğim ilk günden itibaren sadece kendi rakiplerimizi değil bir bütün olarak Turkcell Süper Ligi’ni de takip edip, izleyebildiğim kadar çok maç izlemeye çalıştım. Bu takımların arasında ilgimi en çok çeken kulüp Beşiktaş oldu. Beşiktaş’ın benim karakterime en yakın kulüp olduğunu keşfetmem ise fazla zaman almadı. Bunda Beşiktaş taraftarının, takımını olağanüstü bir şekilde desteklemesinin de çok büyük payı olduğunu söyleyebilirim. Ben sadece Beşiktaşlı bir oyuncu değil aynı zamanda iyi bir taraftarım.
Sizin de dikkatinizi çekti mi bilmiyorum ama Holosko oynadığı ilk maçtan itibaren takımda hiç sırıtmadı. Sanki uzun yıllar Siyah Beyazlı formayı giyen bir isim gibi mücadele etti. Canını dişine taktı, kısa bir süre içinde elinden gelenin en iyisini yaptı. Hiç mi yabancılık çekmedi?
-Öncelikle şunu ifade etmek isterim ki Beşiktaş’a gelmeden önceki takımım olan Vestel Manisaspor’da çok iyi bir ortamda çalışıp ülkeye olan adaptasyon sürecimi atlatmıştım. Dolayısıyla Beşiktaş’a transfer olduğum aşamada artık hem Türkiye’yi hem de Türk futbolunu tanımış ve alışmış bir oyuncu olarak geldim. Ayrıca devamlı üstüne basa basa söylediğim bir olgu da var ki, Beşiktaş benim karakterime çok uygun bir kulüp. Özetle doku çok çabuk uyuştu ve hiçbir sorun yaşamadım.
Düşünsenize başka bir takımda oynuyorsunuz ama rakibiniz en çok sevdiğiniz takım. Bir futbolcu için oldukça garip bir durum olsa gerek. Futbolda profesyonellikten bahsederler ama futbolcunun da duyguları eritilmemiştir ya. İnsan ister istemez başka bir ruh haline bürünür herhalde. Manisaspor’da Beşiktaş’a karşı oynarken neler hissediyordun, stadımız sana neler ifade ediyordu?
-Profesyonel bir futbolcu olarak formasını giydiğim takımın kazanmasını istiyordum ama karşımda da en çok hayranlık duyduğum takım vardı. Çok defa bu ikisinin arasında kaldım, bu zorluğu defalarca yaşadım. İnönü Stadı’na ilk çıktığım günden sonra stadın atmosferi aklımdan hiç çıkmadı. Bir futbolcu için en zor olaylardan biri emin olun ki İnönü Stadı’na rakip takım oyuncusu olarak gelmektir. Beşiktaş formasıyla İnönü Stadı’nda deyim yerindeyse rakiplerimize karşı adeta bir kişi fazla oynuyoruz. Çünkü taraftarımız dünyada bile ismini duyurmuş ve takımını sonuna kadar destekleyen, takımıyla yaşayan, takımıyla düşünen, takımına her şeyini veren özverili bir topluluk. Onlarla aynı takım taraftarı olmaktan büyük onur ve gurur duyuyorum. Türkiye’de gelebileceğim en iyi noktaya geldiğimi ve çok mutlu olduğumu, Beşiktaş da beni istediği sürece burada bu özel formayı taşımaktan büyük gurur duyacağımı belirtmek isterim.
Mutlaka senin de transfer olmadan önce Beşiktaş’tan beklentilerin vardı. Beklentilerin karşılanabildi mi?
-Daha öncede sık sık ifade ettiğim gibi Beşiktaş’ı çok iyi analiz etmiştim ve buraya kendimden ve beklentilerimden emin bir şekilde geldim. Ne mutlu bana ki çok iyi karşılandım. Şu anda beklentileri gerçekleşmiş bir insanın mutluluk ve huzurunu yaşıyorum.
Bu transfer Slovakya’da nasıl değerlendirildi?
- Ülkem Slovakya küçük bir ülke olmasına rağmen spora sevdalı insanların oranı çok yüksek. Türkiye’de de Vestel Manisaspor’dan Beşiktaş gibi Avrupa’da tanınan bir kulübe geçmem çok olumlu karşılandı.
Holosko’nun Beşiktaş’a transfer olması bazılarını rahatsız ettiğinden olsa gerek daha imza atılmadan bir sürü eleştiri aldı. Kimileri transferi pahalı buldu, kimileri Holosko’nun Beşiktaş’a göre bir futbolcu olmadığından dem vurdu. İmza atıldığında bütün bu eleştiriler asgariye iner diye düşünülüyordu ama azalacağına arttı. Çekemeyenlerin bu seferki silahı genç futbolcunun futbol karakteriydi. Onlara göre Holosko, geniş alanlarda kimseyi affetmeyen bir futbolcuydu, dar alanlarda foyası ortaya çıkardı. Takımımız’ın rakipleri zaten Beşiktaş’a karşı oynarken geniş alan bırakmıyorlar, oyunu dar bir alana hapsediyorlardı. Dolayısıyla Holosko dar alanlarda zorlanacaktı. Hal böyle olunca da “Biz demiştik” sesleri ayyuka çıkacaktı. Bu eleştiriye yapanlar Holosko’nun oyun karakterini Holosko’dan daha iyi biliyorlardı galiba ama biz yine de futbolcuya sormayı tercih ettik.
Oyun karakterin nasıl? Basında çıkanlara bakarsak geniş alanlarda etkili bir oyuncusun ama dar alanlarda zorluk çekiyormuşsun.
-Bu tip teknik sorulara cevap vermektense takımım için saha içerisinde mücadele etmeyi ve cevabımı sahada vermeyi tercih etmeme rağmen Beşiktaş formasını giydiğim yarım sezonda beni iyi izleyenlerin dar alanda da ne kadar etkili bir oyuncu olduğumu göreceklerine eminim.
Attığın gollerle yaptığın asistlerin oranı yaklaşık olarak aynı. Kendini hangisinde daha etkili görüyorsun?
-Şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki sahaya çıktığımda istatistiklerin hiçbir önemi kalmıyor. Orada benim tek isteğim takımımın kazanması. Ben de bu uğurda elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum. Bu bazen gol, bazen asist, bazen gol ve asist, bazen de sadece mücadele şeklinde sonuçlanabiliyor. Ama beni izleyenler şundan emin olsun ki ben sahada olduğum süre içerisinde her şeyimi Beşiktaş için harcıyorum.
Beşiktaş tarihine baktığımız zaman birçok yabancı futbolcunun adını Kulübümüz’ün tarihine yazdırdığını görüyoruz. Senin böyle bir hedefin var mı?
-Beşiktaş’taki en büyük hedeflerimden birisi burada bir fenomen haline gelmek.
Futbol üzerine kurduğun hayaller neler? Aklında Avrupa var mı?
-İnsanoğlunun hayallerinde kesinlikle bir sınır olduğunu düşünmüyorum. Hayaller bitince insanın amaçlarının da bittiği kanaatindeyim. Bugün itibariyle Beşiktaş’ta olmaktan son derece mutluyum. Ama ilerleyen yıllarda şu an dünya futbolunu en iyilerinin olduğu İngiltere veya İspanya ligindeki üst düzey takımlarından birinde forma giymek isterim.
İstanbul hayatına alışabildin mi? Nasıl vakit geçiriyorsun futbol dışında?
-İstanbul, dünyada yaşanabilecek birkaç şehirden birisi. Manisa’da oynarken çok az gelmeme rağmen ne kadar güzel bir yer olduğunu biliyordum. Ama artık İstanbul’da daha çok vakit geçirebiliyorum. Futboldan arta kalan vaktimi nişanlımla birlikte İstanbul’daki tarihi ve doğal güzellikleri gezerek değerlendiriyorum. Umarım uzun yıllarım bu güzellikleri yaşayarak geçer.
Golcü bir isim olarak Jean Tigana’nın döneminde takıma kazandırılan Nobre’nin Siyah Beyazlılarımız’ın hücum gücünü en üst seviyeye çıkartacağı düşünülüyordu... Geride kalan sezonlarda sahada basmakdık yer bırakmayan, takım için mücadele eden, terinin son damlasına kadar savaşan yıldız futbolcumuz, gol yollarındaki şanssızlığın bir türlü yenemiyordu. Bu yıl Ertuğrul Sağlam’ın yönetimindeki Takımımız’da yeni ve beyaz bir sayfa açan Mert Nobre, beklenen patlamayı Fortis Türkiye Kupası’nda yaptı; golleri ve çıkışı ligin ikinci devresinde de devam ediyor.
Suskun geçen günlerde Mert Nobre, çok üzüntülü vakitler geçirmiş, gözüne uyku girmemiş... Fakat son haftalarda attığı gollerle yeniden kendisine gelmiş. Kasımpaşa maçındaki performansı kendisini de çok sevindirmiş ve bu maçın bir milat olduğunu söylüyor.
“Gollerimin devamını getirmek istiyorum. Bundan sonraki maçlarda da hocam görev verirse elimden gelenin en iyisini yaparak gollerime devam edeceğim” diye konuşan Mert Nobre için gol atamadığı dönemlerde çeşitli teoriler ortaya atılmıştı. Bunlardan birisine göre, Nobre eski takımında kiralık oynuyordu ve göze girmek için büyük bir mücadele sergiliyordu. Oysa Beşiktaş’a bonservisiyle gelince kontrat kendisini rahatlatmıştı. Yerini sağlama aldıktan sonra ne diye oynasındı ki…
Nobre’ye göre, bunu söyleyenler kontratın çok fazla bir anlamının olmadığını unutuyorlar. “Futbolcunun kontratı hiçbir şeyi garantilemez. Uzun yıllık kontratınız olabilir ama kulüp ya da futbolcunun istediği anda sözleşme sona erdirilebilir. Kontrat kimseyi rahatlatmaz” ifadelerini kullanan Nobre’nin Kasımpaşa maçından sonra yaptığı hareketi hatırlarsınız. İlk golde kale arkasındaki gazetecilere doğru baş parmağını emerek koşmuştu, ikinci golde de yayıncı kuruluşun kameralarına doğru koştu. Haberimiz yoktu ama Nobre, 2 aylık kızı için yapmış bu hareketi. Baba sevgisi işte…
Bu konudan bahsederken aklımıza geldi. Hani şu maç öncesi yapılan uğurlar falan… Herhangi bir şey yapmıyormuş ama maça çıkmadan önce kimsenin sakatlanmaması, herhangi bir sağlık sorunu yaşamaması için dua ediyormuş.
Nobre, kısa ya da uzun vadede plan yapan birisi değil: “1.5 sene daha Beşiktaş’tayım. Neler olacağını bilemem, önce bu kontratımı tamamlamak istiyorum. Yarın ne olacağını bile bilmiyoruz, o yüzden ileriyi fazla düşünmeye gerek yok.”
-Hiç mi hedef koymuyorsun kendine? -Benim hedefim hayatımı her zaman daha ileriye götürebilmek, daha rahat yaşamak. Şu anda da şampiyon olmayı düşünüyorum.
-Beşiktaş’ın şampiyonluk şansını nasıl görüyorsun? -Beşiktaş çok büyük bir kulüp. Bir takımın şampiyon olması için bütün bireylerinin şampiyonluğu düşünmesi ve istemesi lazım. Uzun süredir bütün takım arkadaşlarım da şampiyonluğun hayalini kuruyor. Yani takım olarak şampiyonluğu çok istiyoruz ve bu da bizi sene sonunda hedefe götürecek diye düşünüyorum.
Bildiğiniz gibi bir zamanlar Brezilya vatandaşı olan Nobre, geçen sezon Türk vatandaşlığına geçmişti. Mert Nobre, Aurelio gibi Türk Milli Takımı’nda oynayamamıştı ama son haftalardaki yükselen performansı ay-yıldızlı forma için ümiklendirmiş Mert’i. “Bu senenin geçen seneden farklı olmasını istiyorum” şeklinde konuşan Nobre, “Uzun yıllardır Türkiye’deyim ve Türkiye’yi çok seviyorum. Burası da asıl vatanım Brezilya gibi. Tam bir Türk hayranıyım. Dolayısıyla Türk Milli Takımı’nda sevdiğim insanlara hizmet etmek isterim” diyor. Milli takımın kurmaylarına mesaj göndermeyi de ihmal etmeyen golcü oyuncumuz, şu ifadeyi kullandı: “Performansım yükseliyor. Terim’in gözü önünde olmak istiyorum, umarım milli takıma seçilirim…”
-Brezilya’dakiler Türk olmanı nasıl karşıladı? -Vatandaşlığını değiştiren bir çok futbolcu arkadaşım var. Öncelikle kimse bana karşı olumsuz bir harekette bulunmadı. Normal karşıladılar ve tebrik ettiler.
Belki dikkatinizi çekmiştir. Nobre gollerinin büyük bir kısmını ikinci yarıda atıyor. “Acaba rakibin yorgunluğunu mu değerlendiriyorsun yoksa çok güçlü bir oyuncu musun?” diye sorduğumuzda şu cevabı verdi tecrübeli isim: “Ben her zaman gol atmak için mücadele ederim ama hiçbir zaman ilk yarı atmayım ikinci yarı atayım gibi bir düşüncem olmadı. Demek ki ilk yarıda gelmeyen pozisyonlar ikinci yarıda gelmiş. Garip bir durum ama oldukça ilginç bir tesadüf.”
Hatırlarsanız Turkcell Süper Ligi’nin ilk yarısındaki Vestel Manisaspor maçında gözlükle sahaya çıkmıştı Nobre. O kadar kötü dakikalar geçirmiş ki, “Bir daha gözlükle oynamamayı temenni ediyorum” diyor. Gözlüğün camları buğulanmış ve hiçbir şey görememiş saha içinde. “Görmeyen futbolcu nasıl futbol oynasın” diye veryansın ederken konu kitap merakına geliyor. Nobre, kitap okumayı çok seven birisi. Hoşuna ne giderse okuyor. Her hangi bir tarzı yok. En sevdiği yazar ise Brezilyalı yazar Paulo Coelho…
Nobre, Brezilya’daki futbolla Türkiye’deki futbol arasında bir kıyaslama yaparken burasının daha çok güç gerektirdiğini ifade ediyor. Brezilya’da ise tekniğe dayalı futbolu tercih edilirmiş. Türkiye’de güçlü olanın, Brezilya’da ise kıvrak olanın yüzü gülüyor. Futboldan başka voleybolu çok seviyor Nobre, ne zaman tatile gitse plaj voleybolu oynamayı ihmal etmiyor.
İlk haftaya kulübede başlayan Edouard Cisse, yavaş yavaş takıma monte edildi ve ilk yarı itibari ile Siyah Beyazlılarımız’ın en istikrarlı oyuncuları arasındaki yerini aldı. Saha içindeki agresif oyunu, mağlubiyeti hazmedemeyen tavırları, tekmeye kafasını uzatan futbol anlayışıyla kısa süre içinde tribünlerimiz tarafından benimsendi sonrasında ise kendi adına yapılan uzun bir tezahüratla tribünlere çağırıldı. Mevkiisini biliyorsunuz; orta sahanın ortasında defansa yönelik bir futbolcu. Pozisyonunu bulduğu anda uzaktan şutlarıyla etkili olmak isteyen bir yapısı var. Nitekim Fortis Türkiye Kupası’nın 2. maçında Diyarbakır DİSKİ karşısındaki 4-0’lık galibiyetin açılış golünü attı. Yaklaşık 20 metreden attığı gol, Türkiye’deki ilk golüydü aynı zamanda. Ekran başındakilerin dikkatini çekti mi bilinmez, golden sonra herhangi bir sevinç gösterisi olmadı. Bunun sebebi rakibin zayıf olması mıydı, yoksa gol attıktan sonra rakip oyuncular üzülür diyerek sevinmeyen Piendibene’nin anlayışı hala devam mı ediyordu?
Cisse: Türkiye’de attığım ilk goldü, ama sorunuzda belirttiklerinizin ikisi de yoktu o anda. Sadece sessiz bir şekilde sevinmek istedim.
Cisse, istikrarıyla en fazla forma giyen isimlerin başında geliyor. Ancak “en fazla kart gören oyuncu” istatistiğiyle takımda ilk sırayı alıyor. Kart görmek hoş bir şey değil ama takımı için kendisini feda ettiğini söylüyor Fransız oyuncumuz:
Cisse: Oynadığım mevkii gereği rakip takımların atağını ilk anda kesmem ve defansa yardım etmem gerekiyor. Dolayısıyla bazı durumlarda kart görmem kaçınılmaz. Tehlikeli bir bölgede görev yapıyorum ama gördüğüm kartlar takım için olan kartlar, takıma faydası olan kartlar.
“Benim için hedefleri olan bir takım her şeyden önce gelir” diyen Cisse’nin futbol geçmişine göz attığımız zaman ilginç bir grafik ortaya çıkıyor. Futbola Paris Saint Germain’de başlamış ve genç olduğu için maç tecrübesi niyetiyle bir başka Fransız takımı Rennes’e kiralık olarak gitmiş. 1 sezon Rennes’de görev yaptıktan sonra tekrar PSG’ye dönmüş. Burada 3 sene görev yapmış, Ligue 1’da şampiyonluk kovalamış. Fransa’da başlayan futbol macerası tüm hızıyla devam ederken West Ham United, Cisse için PSG’nin kapısını çalmış. O da “farklı bir tecrübe olur” diye İngilizler’in teklifini kabul etmiş ve Birleşik Krallığın yollarına düşmüş. Adadaki 1 yıllık tecrübenin sonrasında ise tekrar Fransa’ya dönmüş ama bu sefer Monaco’ya… Monaco’da ise kariyerinin zirvesine çıkmış. Gittiği ilk sezonda Şampiyonlar Ligi’nde final oynayan Cisse, devamını da şöyle anlatıyor:
Cisse: Monaco’da final oynamamıza rağmen sene sonunda büyük bir mali sıkıntı yaşadık. Takım arkadaşlarımın bir çoğu büyük takımlara gitti. Mesela Morientes, Real Madridli oldu. Giuly, Barcelona’ya gitti. Ben de tekrar Paris Saint Germain’e döndüm. 3 yıl oynadıktan sonra ise Beşiktaş’a geldim.
Cisse, Kulübümüz’ün teklifi geldiği zaman hemen Pascal Nouma’yı aramış ve Beşiktaşımız’ı ondan dinlemiş. Anelka’nın Türkiye hakkındaki yorumlarına Siyah Beyazlılarımız’ın Şampiyonluk adayı bir takım olması da eklenince düşünmeden kabul etmiş Beşiktaş formasını giymeyi.
Cisse: Benim takım değiştirme yönündeki en önemli kriterim hedefi olan bir takımdır. Beşiktaş’ta da bu vardı. Ligde 2. olmuş ve Şampiyonlar Ligi’nde ön eleme oynayıp gruplara katılmak isteyen bir takım olması çok etkiledi beni. Ben performansımı devam ettirmek için heyecanımı korumalıyım. Fransa’da da durum böyleydi. Monaco ve PSG sürekli şampiyonluk hedefi olan takımlardı. İngiltere’de kalmak isterdim ama orada Arsenal, Chelsea, Liverpool ve Manchester United’ın dışında kimsenin şampiyon olma şansı yok gibi. 24 yaşında İngiltere’ye gidip bu takımlarda oynamayan futbolcuların da İngiltere’de kalmasına gerek yok. Nitekim, Şampiyonlar Ligi’ne katıldık ve şimdi de Şampiyon olmak için mücadele ediyoruz.
Şampiyonlar Ligi’nde içeride çok iyi mücadele ettiniz ama deplasmanda durum bunun tam tersiydi. Siz neye bağlıyorsunuz bunu?
Cisse: Liverpool’u ve Marsilya’yı yenerek iç sahada iyi futbol ortaya koyduğumuzu gösterdik. Ama deplasmanda bir türlü istediğimiz oyunu ortaya koyamadık. Bunun genç bir takım olmamızla, dolayısıyla tecrübesizlikle ilgili olduğunu düşünüyorum. Tecrübesizliğin etkisiyle rakiplerimize mağlup olduk. Sanki üzerimizde biraz ürkeklik vardı. Ama iyi bir performans ortaya koyduğumuzu düşünüyorum. 8-0’lık bir mağlubiyet almamıza rağmen bir üst tura çıkabilirdik.
Bir gün çağrılacağını düşünüyor musun?
Cisse: Ben sahaya çıkıp elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum. Her zaman gitmek isterim tabii ki, ama önümde çok kaliteli oyuncular var. Ben yine futbolumu sürdüreceğim davet ettikleri takdirde tabii ki giderim.
Avrupalıların Türk futbolu hakkında fazla bilgi sahibi olmadıklarını biliyoruz. Avrupa Kupaları’nda oynayan takımlarımız aldıkları başarılı neticeler sonrasında Türkiye’nin adı birkaç kere gündeme geliyor o kadar. Biz Avrupalı futbol kulüplerinin tarihini sular seller gibi biliyoruz, hatta yıldız bir oyuncunun ise seceresini ezbere sayabiliriz, ancak onlar böyle değiller. Dolayısıyla Türk futbolu hakkında bir çok olumsuz düşünceleri var. İkinci sınıf gibi görüyorlar diyebiliriz lakin Türkiye’de forma giyen yabancı oyuncular işin içine girdikleri zaman aşağı yukarı Cisse’nin söylediklerini söylüyorlar.
Cisse: Türkiye gerçekten heyecan veren maçlara ev sahipliği yapıyor. Üst düzeyde teknik ve kaliteli oyuncular var. Ama Türkiye’de herkes oyunun hücum yönüne ağırlık veriyor. Sorunun en önemli kısmı defansif anlamda. Ayrıca oyun disiplini Türk futbolunda biraz yok gibi. Mesela saha içinde herkes yerini kaybedebiliyor bir anda. Herkes görevine tam anlamıyla sadık kalmıyor. Sağ tarafı koruması gereken oyuncu bir bakıyorsunuz bir anda sol açık mevkiine geçmiş oluyor. Bunlar Fransız gazetecilerin bana söyledikleri. Ben de bu görüşlerine katılıyorum.
Cisse kendisine Edgar Davids’i örnek alıyormuş. Atakları kesmesi, top kontrolü, tekniği, hızlı ve olumlu pasları, ofansif etkinliği Cisse’yi çok etkilemiş. Aklındaki futbolcu profilinin Davids olduğunu söyleyince; Davids’in hücuma olan katkısını ve kendisinin ofansif yönünü göstermediğini hatırlattık. (Cisse bir açıklamasında Türkiye’de bütün takımın hücuma katıldığını ancak defansa aynı özenin gösterilmediğini söylemişti. )
Cisse: Evet, Türkiye’de hücumu herkes yapıyor ama defansa herkes yardım etmiyor. Burada herkes atak yapmayı düşünüyor. Sen de benim golle ilgili sorduğun soru da atağı düşünüyorsun. Ben defansif bir oyuncuyum ve öyle yetiştirildim.
Sık sık ileri çıkıp gol denemesi yaptığın için bundan bahsettim. En iyi savunma hücumdur diye bir şey var.
Cisse: Bunu ben de biliyorum ama Mourinho ve Capello gibi teknik direktörlerin hiç birisi böyle düşünmüyor. Onlar defansa daha çok ağırlık veriyorlar. Ama tabii ki futbolda tek bir düşünce tarzı yok. O haklı bu haksız diye değerlendirmek yanlış olur. Ben defansif bir oyuncuyum, ama burada birkaç ayda gördüğüm kadarıyla ileri çıkan ve gol atan oyuncular seviliyor. Ben de deniyorum, alışıyorum. Çok gol atan bir futbolcu değilim ama 2008’de gol atmak için uğraşacağım.
Futbolun amatör ruhunu sevenlerin hepsi benim gibi düşünüyor. Endüstriyel futbolda ise bir çok şey değişikliğe uğradı. Artık skorlar önemli futbolda.
Cisse: Evet endüstriyel futbol kaybetmemeye dayalı bir anlayışı ortaya çıkardı. Avrupa’daki maçlara baktığımız zaman 0-0, 1-0 gibi kısır skorlar alınıyor. Paranın futbola girmesinin mutlaka yararları oldu ama bu tür zararları da dokundu tabii ki.
Sen hangisini tercih ediyorsun?
Cisse: Amatör futbolu tercih ederim ama para da kazanmak isterim. Bu kadar kötümser olmamak lazım endüstriyel futbolda da güzel şeyler bulunabilir.
Cisse, İstanbul’da olmaktan Beşiktaş’ta oynamaktan son derece memnun olduğunu söylüyor. Büyük kızının okulu olduğu için ailesi Fransa’da kalmış ama İstanbul’u sık sık gezmeye çalışıyor. Yoğun bir dönemden geçtiğimiz için boş vakitlerini daha çok dinlenmeye ayırıyor. Ara sıra dışarıya yemek yemeye çıkıyormuş. Müzeler ise en çok ilgisini çeken yerlermiş.
Senegalli bir anne ve Fransız bir babanın çocuğu olarak dünyaya gelen Cisse de Tigana gibi ülkesine yardım eden isimlerden. Tigana bunu çok büyük bir organizasyonla yapıyordu, ama Cisse daha çok yardım isteyen ailelerle ilgileniyor.
Cisse: Zaten iyi bir futbolcu ve örnek bir insan olarak Senegal’in reklamını yapmaya çalışıyorum. Bunun yanı sıra yardım isteyen ailelere de elimden geldiği kadar hizmet etmeye çalışıyorum. Yardımlarımı sürdürmeye devam edeceğim.
2000 Dünya Kupası’ndaki Senegal-Fransa maçında (Senegal yıllardır sömürgesi altında yaşadığı Fransa’yı grup maçında yenmişti) kimi desteklediğini merak ediyoruz ama ne şiş yansın ne kebap diyerek “İyi olanı desteklerim” diyor ve politik bir cevabın sonrasında konu yine BJK İnönü Stadı’nın tribünlerini dolduran taraftarlarımıza geliyor.
Cisse: Oynadığım bütün takımlarda taraftarlarla çok iyi bir ilişkim vardı. Burada, tıpkı önceden olduğu gibi bana adımla tezahürat yapılıyor. Ama ilginç olan bu değil. Önemli olan çok özel ve çok büyük bir kitlenin sizi desteklemesi. Beşiktaş taraftarı gerçekten çok özel bir taraftar grubu. Dünyada belki benzerini göremezsiniz.
Türkiye’ye daha önce hiç gelmemiş ama kısa sürede Türkiye’ye alışan isimlerden birisi. Mayıs ayında ailesi ile birlikte Antalya’da tatil yapmayı düşünüyor. Kısa ve uzun vadedeki hedeflerini soruyoruz ama o da bu konudan muzdaripmiş. Carpe diem’i hayat felsefesi haline getirenlerden; “Bir türlü plan yapamıyorum. Proje üretemiyorum. Anlık yaşıyorum” diyor.
Böyle söyleyen bir futbolcuya doğal olarak “Teknik direktörlük gibi bir hedefin var mı” diye soramayınca “Aklındaki on biri isiyoruz.”
Buyrun Cisse’nin kadrosu:
Kale: Lama
Defans: Cafu, Blanc, Baressi, Roberto Carlos
Orta Saha: Figo, Zidane, Davids, Ryan Giggs
Forvet: Ronaldo ve Cruyff