varolan
New member
- Katılım
- 21 Eyl 2005
- Mesajlar
- 105
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Adından gayrı neresinin süper olduğu bilinmeyen ligimizin başlamasına az bir vakit kaldı. Küfürdü, şiddetti, çapsız yöneticilerdi, hakem hatalarıydı, falandı, filandı derken; gene aynı sorunları yaşayıp aynı şeyleri tartışacağız. İyisi mi o tanıdık fosseptik çukuruna hep beraber girmeden önce tarihte küçük bir yolculuğa çıkalım. Kan yapar, kas gevşetir, ne dersiniz…
Tam 100 yıl öncesine gidelim… 26 Kasım 1906’ya.
Hem Galatasaray, hem de Türk futbolu için milat teşkil eden bir gün. Çünkü tarihte ilk defa, Cumhuriyet öncesi Türkiyesi’nde, oyuncularının büyük çoğunluğu Müslümanlardan kurulu bir futbol takımı resmi bir maça çıkmaktadır. Bu takımın oyuncuları bir sene evvel Ali Sami Bey liderliğinde örgütlenen futbola meraklı bir grup Mekteb-i Sultanî öğrencisinden başkası değildir.
20. yüzyıl başında Türkiye’de futbol yalnızca İngilizler ve Osmanlı tebaası Rumlar tarafından alenen ve örgütlü şekilde oynanmaktadır. Sultan 2. Abdülhamit’in “İstibdat Devri” olarak adlandırılan hükümranlığı sürmektedir. Hafif paranoyak kişiliğinin de etkisiyle ve yurt sathına yayılmış hafiye ağı sayesinde Abdülhamit, rejim aleyhtarlarına göz açtırmadığı baskıcı bir düzen tesis etmiştir.
Örgütlenmenin ‘ö’sünün dahi söz konusu olamayacağı Osmanlı ülkesinde her türlü teşkilata olduğu gibi, futbol kulüplerine de geçit yoktur. Ancak yabancılar ve gayrimüslimler bu yasaktan muaftır. İstanbul’da yaşayan İngilizlerin başlıca 2 kulübü vardır: Moda ve Imogenes. Yahudi ve Ermenilerin pek öyle futbol tarağında bezi yoktur, ancak bu zevkli sporu İngilizlerden görüp öğrenen İstanbul Rumlarının da 2 kulübü bulunmaktadır: Kadıköy ve Elpis…
Ali Sami ve arkadaşlarının tutkusu
İstanbul ligindeki müsabakalar hep bu 4 takım arasında cereyan etmektedir. Aslında kendileri de hep birbirleriyle maç yapmaktan sıkılmaktadır. Futbol oynaması yasak Müslümanlar ise maçlar oynanırken takımları saha kenarından umutsuzca imrenerek seyretmekle yetinmek zorundadır. İngiliz ve Rumlara imrenen, onlara karşı oynamak isteyenlerin arasında Mekteb-i Sultanîli Ali Sami (Yen) ve arkadaşları da vardır. Ancak bu Galatasaraylı talebeler lige katılma işini gerçekten kafaya koymuştur. Ligin organizasyon komitesine başvururlar ve dönemin şartlarında oldukça riskli bir adım atarak tüm sorumluluğu üstlerine alacaklarını bildirirler. Böylece lige kabul edilirler.
Osmanlı Devleti’ne üst düzey bürokrat yetiştirmek amacıyla kurulan ve imparatorluktaki her milletten gencin eğitim gördüğü Mekteb-i Sultanî çıkışlı takım adeta Osmanlı Birleşmiş Milletleri gibidir. 26 Kasım 1906’da Imogenes’in karşısına çıkan takımın kadrosunda şu isimler yer almaktadır: Kalede Ahmet Robenson (Müslüman Hint asıllı İngiliz). Geri ikilide Milo (Karadağlı) ve Mahzar. Ortada Bekir, Cavalı Abdülmuttalip, Kürt Celal ve Kaptan Nikolof (İsmine bakılırsa ya Bulgar ya Makedon olsa gerek. Gerçi bugün Makedon denilen halk zaten o dönemde Bulgar olarak adlandırılıyordu). Hücuma dönük orta saha oyuncuları Hasan ve Hüseyin (Her ikisi de olaydan haberdar olup heyecanla takıma katılmış Kadıköy çocuklarıdır). Forvette ise Emin Bülend ve Mehmet Ali.
Maç 1-1 sona erer. İngiliz ekibi karşısında önce yenik düşen “bizimkiler”in golü Kaptan Nikolof’tan gelir.
Adları yoktu. Renkleriyse…
Yalnız ilginç bir şekilde, takımın bir adı yoktur. Henüz o gençlere “Galata Sarayı efendileri” denilmeye başlanmamıştır. Dolayısıyla “Galatasaray” olmalarına biraz daha vardır… İstanbul’da yayınlanan bir İngiliz gazetesinde, ligdeki takım sayısının 4’ten 5’e çıktığını bildiren bir haberde kendilerinden “Another Team”, yani “diğer bir takım” olarak bahsedilir. Bu gizemli durum kuraldışı bir işe girişmiş bulunan gençlerin de işine gelmektedir zaten…
Peki Galatasaraylı gençlerin formaları ne renktir, biliyor musunuz? Sarı-lacivert!
Ligin organizasyon komitesi “Another Team” için bu iki rengi uygun görmüştür. Tabii 1906’da ortada ne Fenerbahçe, ne de “ezeli rekabet” adlı, her sene biraz daha zıvanadan çıkan o pespayelik vardır. Galatasaraylı talebeler de siyaha kaçan koyu lacivert ve sarıdan oluşan parçalı formaları memnuniyetle giyerler.
Bu sarı-lacivert forma meselesinden Galatasaray’ın kurucularından Ruşen Eşref Ünaydın’ın “Galatasaray ve Futbol-Hatıralar” (1952) kitabında bahsedilmektedir. Ancak birileri bu durumdan ötürü gereksiz bir komplekse mi kapılır ne, pek çok kaynakta Galatasaray’ın eski renkleri arasında “sarı-siyah”ın bulunduğundan bahsedilir. Nasıl ki Galatasaray’ın Fenerbahçe Burnu’ndaki –“Dünya Fenerbahçeliler Günü”nde sarı-lacivertli akıncıların gadrine uğrayan- tesislerini “Kalamış Tesisleri” diye adlandırmak coğrafi bir adlandırma tahrifatıysa, bu da tarihi tahrif etmek olmuyor mu…?
Tabii şüpheniz olmasın ki tarihi tahrif edenler sadece bazı Galatasaraylılar değil.
Fenerbahçe’nin Galatasaraylı kurucu üyesi
Fenerbahçe’nin resmi internet sitesine girerseniz, kulübün 4 no’lu kurucu üyesinin Galip (Kulaksızoğlu) Bey olduğunu göreceksiniz. Bu Galip Bey’in ilginç bir özelliği vardır. Kendisi Galatasaray Liselidir.
“Ne işi varmış orada?” diye sorabilirsiniz. Anlatayım. Galatasaray’ın eski yöneticilerinden Avukat Haluk Uğur’un rahmetli Ali Sami Yen’in ağzından aktardığına göre, Galatasaray Lisesi’nde öğrenci olan ve futbol takımında da oynayan Galip, bir gün Ali Sami’ye “Galatasaray’a rakip olacak bir Türk takımı daha olsa ne kadar iyi olurdu…” der. Ali Sami de “Buna sen önayak olsana.” Karşılığını verir ve Galip’in takımdan ayrılmasını onaylar. Galip böylece Fenerbahçe’nin kurulmasına destek verir.
Bunda şaşılacak bir şey yoktur zira her iki kulüp de o yıllarda yabancılara ve Rum takımlarına karşı mücadele ettikleri için sıkı bir dayanışma içindedir. Hatta 2 kulübün başkanları 1912’de bir toplantı düzenler ve “Türkkulübü” adında ortak bir takım kurmayı dahi kararlaştırırlar.
Buhar olan Başkan
Her neyse… Şu anda okuduğunuz yazımla ilgili internette araştırma yaparken Ultraslan’ın forumlarından birine denk geldim. Foruma 5 Temmuz 2002 tarihinde eklenmiş bir yazıdaki şu ifade dikkatimi çekti: “Galip (Kulaksızoğlu), Fenerbahçe resmi sitesinde 1911′de Fenerbahçe başkanı olarak görülüyor”.
Hemen Fenerbahçe’nin resmi web sitesinde, “Başkanlarımız” başlıklı bölümü tıkladım.
- Ziya Songülen (1907–1908)
- Ayetullah Bey (1908–1909)
- Tevfik Taşçı (1909–1910)
- O. Fuat Efendi (1911–1912)
Hey, bir dakika! Yukarıdaki şemaya göre, 1910–1911 yılları boş geçmiş. Yoksa Galip Bey “uçurulmuş” mu? Ama Ultraslan’ın forumunda “Galip (Kulaksızoğlu), Fenerbahçe resmi sitesinde 1911′de Fenerbahçe Başkanı olarak görülüyor” deniyordu. Ama o ifade 2002’den kalma, yoksa FB sitesi güncellenirken temizliğin ayarı mı kaçmış acaba?
Benim aklıma gelen 3 olasılık var: Ya Tevfik Taşçı 1910’un son gününde başkanlıktan ayrıldı ve O. Fuat Efendi 1911’in ilk gününde görevi devraldı. Ya Fenerbahçe o dönemde bir ara başkansız kaldı. Ya da… Çok ayıp!
Kaynak : verkac
Tam 100 yıl öncesine gidelim… 26 Kasım 1906’ya.
Hem Galatasaray, hem de Türk futbolu için milat teşkil eden bir gün. Çünkü tarihte ilk defa, Cumhuriyet öncesi Türkiyesi’nde, oyuncularının büyük çoğunluğu Müslümanlardan kurulu bir futbol takımı resmi bir maça çıkmaktadır. Bu takımın oyuncuları bir sene evvel Ali Sami Bey liderliğinde örgütlenen futbola meraklı bir grup Mekteb-i Sultanî öğrencisinden başkası değildir.
20. yüzyıl başında Türkiye’de futbol yalnızca İngilizler ve Osmanlı tebaası Rumlar tarafından alenen ve örgütlü şekilde oynanmaktadır. Sultan 2. Abdülhamit’in “İstibdat Devri” olarak adlandırılan hükümranlığı sürmektedir. Hafif paranoyak kişiliğinin de etkisiyle ve yurt sathına yayılmış hafiye ağı sayesinde Abdülhamit, rejim aleyhtarlarına göz açtırmadığı baskıcı bir düzen tesis etmiştir.
Örgütlenmenin ‘ö’sünün dahi söz konusu olamayacağı Osmanlı ülkesinde her türlü teşkilata olduğu gibi, futbol kulüplerine de geçit yoktur. Ancak yabancılar ve gayrimüslimler bu yasaktan muaftır. İstanbul’da yaşayan İngilizlerin başlıca 2 kulübü vardır: Moda ve Imogenes. Yahudi ve Ermenilerin pek öyle futbol tarağında bezi yoktur, ancak bu zevkli sporu İngilizlerden görüp öğrenen İstanbul Rumlarının da 2 kulübü bulunmaktadır: Kadıköy ve Elpis…
Ali Sami ve arkadaşlarının tutkusu
İstanbul ligindeki müsabakalar hep bu 4 takım arasında cereyan etmektedir. Aslında kendileri de hep birbirleriyle maç yapmaktan sıkılmaktadır. Futbol oynaması yasak Müslümanlar ise maçlar oynanırken takımları saha kenarından umutsuzca imrenerek seyretmekle yetinmek zorundadır. İngiliz ve Rumlara imrenen, onlara karşı oynamak isteyenlerin arasında Mekteb-i Sultanîli Ali Sami (Yen) ve arkadaşları da vardır. Ancak bu Galatasaraylı talebeler lige katılma işini gerçekten kafaya koymuştur. Ligin organizasyon komitesine başvururlar ve dönemin şartlarında oldukça riskli bir adım atarak tüm sorumluluğu üstlerine alacaklarını bildirirler. Böylece lige kabul edilirler.
Osmanlı Devleti’ne üst düzey bürokrat yetiştirmek amacıyla kurulan ve imparatorluktaki her milletten gencin eğitim gördüğü Mekteb-i Sultanî çıkışlı takım adeta Osmanlı Birleşmiş Milletleri gibidir. 26 Kasım 1906’da Imogenes’in karşısına çıkan takımın kadrosunda şu isimler yer almaktadır: Kalede Ahmet Robenson (Müslüman Hint asıllı İngiliz). Geri ikilide Milo (Karadağlı) ve Mahzar. Ortada Bekir, Cavalı Abdülmuttalip, Kürt Celal ve Kaptan Nikolof (İsmine bakılırsa ya Bulgar ya Makedon olsa gerek. Gerçi bugün Makedon denilen halk zaten o dönemde Bulgar olarak adlandırılıyordu). Hücuma dönük orta saha oyuncuları Hasan ve Hüseyin (Her ikisi de olaydan haberdar olup heyecanla takıma katılmış Kadıköy çocuklarıdır). Forvette ise Emin Bülend ve Mehmet Ali.
Maç 1-1 sona erer. İngiliz ekibi karşısında önce yenik düşen “bizimkiler”in golü Kaptan Nikolof’tan gelir.
Adları yoktu. Renkleriyse…
Yalnız ilginç bir şekilde, takımın bir adı yoktur. Henüz o gençlere “Galata Sarayı efendileri” denilmeye başlanmamıştır. Dolayısıyla “Galatasaray” olmalarına biraz daha vardır… İstanbul’da yayınlanan bir İngiliz gazetesinde, ligdeki takım sayısının 4’ten 5’e çıktığını bildiren bir haberde kendilerinden “Another Team”, yani “diğer bir takım” olarak bahsedilir. Bu gizemli durum kuraldışı bir işe girişmiş bulunan gençlerin de işine gelmektedir zaten…
Peki Galatasaraylı gençlerin formaları ne renktir, biliyor musunuz? Sarı-lacivert!
Ligin organizasyon komitesi “Another Team” için bu iki rengi uygun görmüştür. Tabii 1906’da ortada ne Fenerbahçe, ne de “ezeli rekabet” adlı, her sene biraz daha zıvanadan çıkan o pespayelik vardır. Galatasaraylı talebeler de siyaha kaçan koyu lacivert ve sarıdan oluşan parçalı formaları memnuniyetle giyerler.
Bu sarı-lacivert forma meselesinden Galatasaray’ın kurucularından Ruşen Eşref Ünaydın’ın “Galatasaray ve Futbol-Hatıralar” (1952) kitabında bahsedilmektedir. Ancak birileri bu durumdan ötürü gereksiz bir komplekse mi kapılır ne, pek çok kaynakta Galatasaray’ın eski renkleri arasında “sarı-siyah”ın bulunduğundan bahsedilir. Nasıl ki Galatasaray’ın Fenerbahçe Burnu’ndaki –“Dünya Fenerbahçeliler Günü”nde sarı-lacivertli akıncıların gadrine uğrayan- tesislerini “Kalamış Tesisleri” diye adlandırmak coğrafi bir adlandırma tahrifatıysa, bu da tarihi tahrif etmek olmuyor mu…?
Tabii şüpheniz olmasın ki tarihi tahrif edenler sadece bazı Galatasaraylılar değil.
Fenerbahçe’nin Galatasaraylı kurucu üyesi
Fenerbahçe’nin resmi internet sitesine girerseniz, kulübün 4 no’lu kurucu üyesinin Galip (Kulaksızoğlu) Bey olduğunu göreceksiniz. Bu Galip Bey’in ilginç bir özelliği vardır. Kendisi Galatasaray Liselidir.
“Ne işi varmış orada?” diye sorabilirsiniz. Anlatayım. Galatasaray’ın eski yöneticilerinden Avukat Haluk Uğur’un rahmetli Ali Sami Yen’in ağzından aktardığına göre, Galatasaray Lisesi’nde öğrenci olan ve futbol takımında da oynayan Galip, bir gün Ali Sami’ye “Galatasaray’a rakip olacak bir Türk takımı daha olsa ne kadar iyi olurdu…” der. Ali Sami de “Buna sen önayak olsana.” Karşılığını verir ve Galip’in takımdan ayrılmasını onaylar. Galip böylece Fenerbahçe’nin kurulmasına destek verir.
Bunda şaşılacak bir şey yoktur zira her iki kulüp de o yıllarda yabancılara ve Rum takımlarına karşı mücadele ettikleri için sıkı bir dayanışma içindedir. Hatta 2 kulübün başkanları 1912’de bir toplantı düzenler ve “Türkkulübü” adında ortak bir takım kurmayı dahi kararlaştırırlar.
Buhar olan Başkan
Her neyse… Şu anda okuduğunuz yazımla ilgili internette araştırma yaparken Ultraslan’ın forumlarından birine denk geldim. Foruma 5 Temmuz 2002 tarihinde eklenmiş bir yazıdaki şu ifade dikkatimi çekti: “Galip (Kulaksızoğlu), Fenerbahçe resmi sitesinde 1911′de Fenerbahçe başkanı olarak görülüyor”.
Hemen Fenerbahçe’nin resmi web sitesinde, “Başkanlarımız” başlıklı bölümü tıkladım.
- Ziya Songülen (1907–1908)
- Ayetullah Bey (1908–1909)
- Tevfik Taşçı (1909–1910)
- O. Fuat Efendi (1911–1912)
Hey, bir dakika! Yukarıdaki şemaya göre, 1910–1911 yılları boş geçmiş. Yoksa Galip Bey “uçurulmuş” mu? Ama Ultraslan’ın forumunda “Galip (Kulaksızoğlu), Fenerbahçe resmi sitesinde 1911′de Fenerbahçe Başkanı olarak görülüyor” deniyordu. Ama o ifade 2002’den kalma, yoksa FB sitesi güncellenirken temizliğin ayarı mı kaçmış acaba?
Benim aklıma gelen 3 olasılık var: Ya Tevfik Taşçı 1910’un son gününde başkanlıktan ayrıldı ve O. Fuat Efendi 1911’in ilk gününde görevi devraldı. Ya Fenerbahçe o dönemde bir ara başkansız kaldı. Ya da… Çok ayıp!
Kaynak : verkac