türk ocağı
serdengeçti
Evet” ve “Hayır” müsâdemesi mi
Pensilvanya cihadı mı?
Ayılana, bayılana, yaşayana, yoğun bakımda, bitkisel hayatta olana, sünnet olana, sözü kesilene, nişan olana, gelin olana, asker olana, mezun olana, ikmâle ve yaz okuluna kalana, şampiyon olana, kümede kalana, kümeden düşene, sona kalana, dona kalana, kala kalana, şaşa kalana, yana yıkıla dolanana, yığılıp kalana, cümle nebâtâta, cümle hayvanâta, hâmile kalana, anne karnında cenin olana ve hattâ kabir ehline, durun dahası var, ruhlar âlemine dahi referandumda “evet”, demek vazâifi yüklenmiştir, bu vazifeden teberrî etmeyiniz, geri durmayınız Ey Nass!..
İki eliniz kanda olsa birini yıkayınız, onu da yıkayamıyorsanız kan revân içinde sandığa gidiniz ve “evet” reyi kullanınız…
Böyle buyurmuş Pensilvanya’da mukîm zât-ı muhterem…
“…Değil sadece kadını erkeğiyle, çoluğu çocuğuyla ve dünyanın dört bir yanına dağılmışıyla hayatta olan insanları, imkân olsa mezardakileri bile kaldırarak o referandumda ‘evet’ oyu kullandırmak lazım. Mezardakiler bile kalksın. Ben zannediyorum kalkarlar da… Ben zannediyorum ruhları koşar da. Çünkü demokrasi adına çok önemli bir adımdır.”
Kendi organizasyonlarının en ufak birimlerinde, öğrenci yurtlarında, öğrenci evlerinde demokrasinin kırıntısına bile tahammül etmeyen/edemeyen, yurtlara/evlere otuz yıldır farklı bir gazete sokmayan, tv izletmeyen, neredeyse, hemen hemen kıyafeti bile tek tip uygulayan ve bu organizasyonlarda demokrasinin esâmisini okutmayan yapıların nev-zuhur “demokrasi aşkları”nın serenâdları geçiyor zabıtlara son günlerde, referandum sâyesinde… Ruhlar âlemini bile “sandık başına” dâvet edecek raddede bir “nev-zuhur demokrasi aşkı” bu…
Otuz yıl sonra depreşen bir “darbe karşıtlığı”(!) bu aynı zamanda… Darbelerin bu denli kötü bir şey olduğunu idrak etmeleri için “otuz yıllık bir derin tefekkür”(!) icap ediyormuş demek ki!..
Otuz yıl evvel, Ekim, 1980 tarihinde Sızıntı Dergisi’inde, 12 Eylül Darbesini “asırlık bekleyişin tulûu ve imdâda yetişen Hızır(Aleyhisselâm)” olarak “telâkkî ve takdîm” eden Pensilvanya’da mukîm zât-ı muhterem, otuz yıl sonra ve otuz yıllık derin tefekkürden sonra “12 Eylül bir kötülüktür” diyebilmiş…
12 Eylül’den hiçbir şekilde etkilenmeyen bu yapı, otuz yıl sonra 12 Eylül ile hesaplaşmaya(!) gidiyor.. Gazetesinde ve televizyonlarında 12 Eylül dramalarından geçilmiyor.. Yeni fark etmiş gibi sunucularının şaşkın gözlerle sunduğu dramalar bunlar… 12 Eylül ile birlikte üzerilerinden silindir gibi 12 Eylül’ün tanklarının geçtiği Ülkücülerin dramlarının prezentasyonunu yapıyorlar... Konu mankeni bulmakta da sıkıntıları yok maşaallah.
Görünürde “bu bir 12 Eylül hesaplaşması”… Ambalajı “darbe karşıtlığı”.
Demokrasi aşkına, buyurun hep birlikte bir daha vecd ile, “demokrasi aşkına referandumda evet”.
Peki işin hakikat cephesinde ve hakikat perdesinde ne var?
Bunu tam olarak bilmek mümkün değil. Fısıltı ile konuşan suflörleri duymuyoruz…
Lakin, kılavuzsuz görünen bir köy var uzakta, o köy bizim köyümüz ve o köyün üzerindeki “hakimiyet kavgası” bu. O köy bizim ülkemiz ve bizim ülkemiz üzerindeki “hakimiyet kavgası”…
Mevcut oligarşik yapının jakobenleri değişecek. Mevcut oligarşik yapının mevcut jakobenleri yerine orta sınıf burjuvanın biraz tahsil görmüş, yüklüce sermaye edinmiş, klan hâlinde yaşayan, sivil(!)emir komuta zincirine tâbi olan ama sözüm ona “mütedeyyin” yeni jakobenler gelecek…
Kırk katır mı, kırk satır mı?
Ne kırk katır ve ne de kırk satır…
“27 Mayıs’ta on binlerce insan zulme uğradı.. Tutuklananlar da çok uysal davrandılar, tabiri caizse, kuzu kuzu gittiler. Bilmiyorum o kadar kuzu kuzu olma ve aç kurda karşı tahabbub gösterme doğru muydu, değil miydi?!.”
Böyle buyurmuş 27 Mayıs darbesi hakkında Pensilvanya’da mukîm zât-ı muhterem, elli yıl sonra…
Demokrat Partilileri darbeye “boyun eğmekle” suçluyor kibarca…
Gören de, 12 Eylül’de ve 28 Şubat’ta darbelere direndiğini sanacak Pensilvanya’da mukîm zât-ı muhteremin …
12 Eylül’de Ülkücüler ve bir ülke gençliği işkencelerden geçerken, cezaevlerinde insanlık dışı muâmelelere tâbi tutulurken, 12 Eylül Darbesi’ni “asırlık bekleyişin tulûu ve imdâda yetişen Hızır (Aleyhisselâm)” olarak “takdîm ve telâkkî” eden ve “hakkındaki gıyâbî tevkif kararına rağmen” Kestanepazarı’nda “huzur dolu vaazlar” vermeye devam eden sanki kendisi değil!...
Sanki, 28 Şubat’ta zât-ı âlileri, hakkındaki “kıytırık” bir isnatdan dolayı soluğu ABD’de almamış da, ifâde verip İmam-ı Âzam gibi müftilikleri, kâdılıkları reddederek zindana râzı olmuş…
Beyim, Demokrat Partililerin yargılandığı Yassıada Dâvâsı’ndan üç kişinin idam kararı çıktı ve infâz edildi.. Şüphesiz onların içinde de “şeker hastaları” vardı. Çocuk oyuncağı değildir sorgular, işkenceler, C5’ler. Her babayiğidin de harcı değildir mukâvemet etmek... Zât-ı âlilerinizin ve cemaatinizin naif, zarif, çıtkırıldı bünyeleri ve her dâim mütebessim çehreleri kaldırmaz böyle şeyleri…
12 Eylül Darbesi’nin yargılamalarından da dokuz ülküdaşımızın idam kararı çıktı ve infâz edildi. O yıllarda, hatırlıyorum, merhum Ergun Göze’nin hâricinde ülkücülerle ilgili müspet bir yazı yazma cesâreti ve delikanlılığını kimse gösterememişti. Keşke zât-ı âlileriniz de o yıllarda direnseydiniz ve bir geçmiş olsun telgrafı çekmeye cesâret edebilseydiniz de size gönlümüzde bir taht inşâ etseydik… Biz ülkücüler, bir acı kahvenin, bir kaşık sıcak çorbanın, bir selâmın, bir tebessümün hatırına binlerce kez yanılmayı tercih edecek kadar vefâlıyızdır… Zor günümüzde yanımızda olana dost ve kardeş olmayı yürümekten, konuşmaktan, yemek yemekten daha kolay ifâ ederiz, almışızdır kurs, görmüşüzdür terbiye bu hususlarda.
Otuz yıl sonra gelen bu “darbe karşıtlığınıza” ve “demokrasi aşkınıza” iflah olmaz bir mû’terîz olarak bugün maalesef ki “inanmıyorum, inanamıyorum, inanmayacağım”…
Bütün ülkeyi tek başınıza idâre etseniz de, “Referandumun sadece 12 Eylül’ün kirlerini temizlemeye ve darbecilerle hesaplaşmaya vesile gibi gösterilmesi de doğru değildir. Bu sayede darbecilerden intikam alınacağını düşünmek yanlıştır; mü’minler intikam peşinde olamazlar” sözlerinizle “Başbakana bile ayar verebiliyor olsanız da” bu satırların yazarı için siz “meşkuk”sunuz, öyle kalacaksınız…
………………………………………………………….
Geçenlerde adamın birisi bana şöyle dedi; tıpkı bir avcı hikâyesi gibiydi anlattığı:
“Otuz yıldır otomobil kullanıyorum, İzmir’den yola çıktım, tek tek Türkiye’nin bütün vilâyetlerini dolaştım, oradan Türk Dünyasını gezdim aynı otomobille, oradan uzak Asya’yı gezdim aynı otomobille, oradan Afrikaya indim ve Afrika’yı gezdim aynı otomobille, oradan Avrupa ve derken Amerika aynı otomobille … Ve inanır mısınız hiç ama hiç kırmızı ışığa tesâdüf etmedim, bana hep ama hep yeşil ışık tesâdüf etti…”
Dinledim, kendimi bir avcı kahvesinde sandım, tam bir avcı hikâyesi gibiydi. Aslanı bir tokatta yere serdim, kaplanı kementle yakaladım kendime soytarı ettim, puma denk geldi evcilleştirdim, jaguarları kümese tıktım ve tavuklarla beraber besledim, fillerden anahtarlık yaptım eşe dosta hediye yolladım, yılanlarla çember çevirdim, timsahları dondurdum Fenerbahçe kulübüne yolladım hediye olarak….
İnanıyor muyum diye yüzüme bakıyordu muhatabım, cevap bekliyordu tecessüs ile.
Gülümsedim..
“Allah seni ıslah etsin” dedim…
Ves-selâm…
Fakir-i Pür Taksir
Nizam-ı Alem Dergisi
K:?Evet? ve ?Hayır? müsâdemesi mi Pensilvanya cihadı mı?
Pensilvanya cihadı mı?
Ayılana, bayılana, yaşayana, yoğun bakımda, bitkisel hayatta olana, sünnet olana, sözü kesilene, nişan olana, gelin olana, asker olana, mezun olana, ikmâle ve yaz okuluna kalana, şampiyon olana, kümede kalana, kümeden düşene, sona kalana, dona kalana, kala kalana, şaşa kalana, yana yıkıla dolanana, yığılıp kalana, cümle nebâtâta, cümle hayvanâta, hâmile kalana, anne karnında cenin olana ve hattâ kabir ehline, durun dahası var, ruhlar âlemine dahi referandumda “evet”, demek vazâifi yüklenmiştir, bu vazifeden teberrî etmeyiniz, geri durmayınız Ey Nass!..
İki eliniz kanda olsa birini yıkayınız, onu da yıkayamıyorsanız kan revân içinde sandığa gidiniz ve “evet” reyi kullanınız…
Böyle buyurmuş Pensilvanya’da mukîm zât-ı muhterem…
“…Değil sadece kadını erkeğiyle, çoluğu çocuğuyla ve dünyanın dört bir yanına dağılmışıyla hayatta olan insanları, imkân olsa mezardakileri bile kaldırarak o referandumda ‘evet’ oyu kullandırmak lazım. Mezardakiler bile kalksın. Ben zannediyorum kalkarlar da… Ben zannediyorum ruhları koşar da. Çünkü demokrasi adına çok önemli bir adımdır.”
Kendi organizasyonlarının en ufak birimlerinde, öğrenci yurtlarında, öğrenci evlerinde demokrasinin kırıntısına bile tahammül etmeyen/edemeyen, yurtlara/evlere otuz yıldır farklı bir gazete sokmayan, tv izletmeyen, neredeyse, hemen hemen kıyafeti bile tek tip uygulayan ve bu organizasyonlarda demokrasinin esâmisini okutmayan yapıların nev-zuhur “demokrasi aşkları”nın serenâdları geçiyor zabıtlara son günlerde, referandum sâyesinde… Ruhlar âlemini bile “sandık başına” dâvet edecek raddede bir “nev-zuhur demokrasi aşkı” bu…
Otuz yıl sonra depreşen bir “darbe karşıtlığı”(!) bu aynı zamanda… Darbelerin bu denli kötü bir şey olduğunu idrak etmeleri için “otuz yıllık bir derin tefekkür”(!) icap ediyormuş demek ki!..
Otuz yıl evvel, Ekim, 1980 tarihinde Sızıntı Dergisi’inde, 12 Eylül Darbesini “asırlık bekleyişin tulûu ve imdâda yetişen Hızır(Aleyhisselâm)” olarak “telâkkî ve takdîm” eden Pensilvanya’da mukîm zât-ı muhterem, otuz yıl sonra ve otuz yıllık derin tefekkürden sonra “12 Eylül bir kötülüktür” diyebilmiş…
12 Eylül’den hiçbir şekilde etkilenmeyen bu yapı, otuz yıl sonra 12 Eylül ile hesaplaşmaya(!) gidiyor.. Gazetesinde ve televizyonlarında 12 Eylül dramalarından geçilmiyor.. Yeni fark etmiş gibi sunucularının şaşkın gözlerle sunduğu dramalar bunlar… 12 Eylül ile birlikte üzerilerinden silindir gibi 12 Eylül’ün tanklarının geçtiği Ülkücülerin dramlarının prezentasyonunu yapıyorlar... Konu mankeni bulmakta da sıkıntıları yok maşaallah.
Görünürde “bu bir 12 Eylül hesaplaşması”… Ambalajı “darbe karşıtlığı”.
Demokrasi aşkına, buyurun hep birlikte bir daha vecd ile, “demokrasi aşkına referandumda evet”.
Peki işin hakikat cephesinde ve hakikat perdesinde ne var?
Bunu tam olarak bilmek mümkün değil. Fısıltı ile konuşan suflörleri duymuyoruz…
Lakin, kılavuzsuz görünen bir köy var uzakta, o köy bizim köyümüz ve o köyün üzerindeki “hakimiyet kavgası” bu. O köy bizim ülkemiz ve bizim ülkemiz üzerindeki “hakimiyet kavgası”…
Mevcut oligarşik yapının jakobenleri değişecek. Mevcut oligarşik yapının mevcut jakobenleri yerine orta sınıf burjuvanın biraz tahsil görmüş, yüklüce sermaye edinmiş, klan hâlinde yaşayan, sivil(!)emir komuta zincirine tâbi olan ama sözüm ona “mütedeyyin” yeni jakobenler gelecek…
Kırk katır mı, kırk satır mı?
Ne kırk katır ve ne de kırk satır…
“27 Mayıs’ta on binlerce insan zulme uğradı.. Tutuklananlar da çok uysal davrandılar, tabiri caizse, kuzu kuzu gittiler. Bilmiyorum o kadar kuzu kuzu olma ve aç kurda karşı tahabbub gösterme doğru muydu, değil miydi?!.”
Böyle buyurmuş 27 Mayıs darbesi hakkında Pensilvanya’da mukîm zât-ı muhterem, elli yıl sonra…
Demokrat Partilileri darbeye “boyun eğmekle” suçluyor kibarca…
Gören de, 12 Eylül’de ve 28 Şubat’ta darbelere direndiğini sanacak Pensilvanya’da mukîm zât-ı muhteremin …
12 Eylül’de Ülkücüler ve bir ülke gençliği işkencelerden geçerken, cezaevlerinde insanlık dışı muâmelelere tâbi tutulurken, 12 Eylül Darbesi’ni “asırlık bekleyişin tulûu ve imdâda yetişen Hızır (Aleyhisselâm)” olarak “takdîm ve telâkkî” eden ve “hakkındaki gıyâbî tevkif kararına rağmen” Kestanepazarı’nda “huzur dolu vaazlar” vermeye devam eden sanki kendisi değil!...
Sanki, 28 Şubat’ta zât-ı âlileri, hakkındaki “kıytırık” bir isnatdan dolayı soluğu ABD’de almamış da, ifâde verip İmam-ı Âzam gibi müftilikleri, kâdılıkları reddederek zindana râzı olmuş…
Beyim, Demokrat Partililerin yargılandığı Yassıada Dâvâsı’ndan üç kişinin idam kararı çıktı ve infâz edildi.. Şüphesiz onların içinde de “şeker hastaları” vardı. Çocuk oyuncağı değildir sorgular, işkenceler, C5’ler. Her babayiğidin de harcı değildir mukâvemet etmek... Zât-ı âlilerinizin ve cemaatinizin naif, zarif, çıtkırıldı bünyeleri ve her dâim mütebessim çehreleri kaldırmaz böyle şeyleri…
12 Eylül Darbesi’nin yargılamalarından da dokuz ülküdaşımızın idam kararı çıktı ve infâz edildi. O yıllarda, hatırlıyorum, merhum Ergun Göze’nin hâricinde ülkücülerle ilgili müspet bir yazı yazma cesâreti ve delikanlılığını kimse gösterememişti. Keşke zât-ı âlileriniz de o yıllarda direnseydiniz ve bir geçmiş olsun telgrafı çekmeye cesâret edebilseydiniz de size gönlümüzde bir taht inşâ etseydik… Biz ülkücüler, bir acı kahvenin, bir kaşık sıcak çorbanın, bir selâmın, bir tebessümün hatırına binlerce kez yanılmayı tercih edecek kadar vefâlıyızdır… Zor günümüzde yanımızda olana dost ve kardeş olmayı yürümekten, konuşmaktan, yemek yemekten daha kolay ifâ ederiz, almışızdır kurs, görmüşüzdür terbiye bu hususlarda.
Otuz yıl sonra gelen bu “darbe karşıtlığınıza” ve “demokrasi aşkınıza” iflah olmaz bir mû’terîz olarak bugün maalesef ki “inanmıyorum, inanamıyorum, inanmayacağım”…
Bütün ülkeyi tek başınıza idâre etseniz de, “Referandumun sadece 12 Eylül’ün kirlerini temizlemeye ve darbecilerle hesaplaşmaya vesile gibi gösterilmesi de doğru değildir. Bu sayede darbecilerden intikam alınacağını düşünmek yanlıştır; mü’minler intikam peşinde olamazlar” sözlerinizle “Başbakana bile ayar verebiliyor olsanız da” bu satırların yazarı için siz “meşkuk”sunuz, öyle kalacaksınız…
………………………………………………………….
Geçenlerde adamın birisi bana şöyle dedi; tıpkı bir avcı hikâyesi gibiydi anlattığı:
“Otuz yıldır otomobil kullanıyorum, İzmir’den yola çıktım, tek tek Türkiye’nin bütün vilâyetlerini dolaştım, oradan Türk Dünyasını gezdim aynı otomobille, oradan uzak Asya’yı gezdim aynı otomobille, oradan Afrikaya indim ve Afrika’yı gezdim aynı otomobille, oradan Avrupa ve derken Amerika aynı otomobille … Ve inanır mısınız hiç ama hiç kırmızı ışığa tesâdüf etmedim, bana hep ama hep yeşil ışık tesâdüf etti…”
Dinledim, kendimi bir avcı kahvesinde sandım, tam bir avcı hikâyesi gibiydi. Aslanı bir tokatta yere serdim, kaplanı kementle yakaladım kendime soytarı ettim, puma denk geldi evcilleştirdim, jaguarları kümese tıktım ve tavuklarla beraber besledim, fillerden anahtarlık yaptım eşe dosta hediye yolladım, yılanlarla çember çevirdim, timsahları dondurdum Fenerbahçe kulübüne yolladım hediye olarak….
İnanıyor muyum diye yüzüme bakıyordu muhatabım, cevap bekliyordu tecessüs ile.
Gülümsedim..
“Allah seni ıslah etsin” dedim…
Ves-selâm…
Fakir-i Pür Taksir
Nizam-ı Alem Dergisi
K:?Evet? ve ?Hayır? müsâdemesi mi Pensilvanya cihadı mı?