Ergenekon'un yakın tarihi

rid-one

New member
İsmet Berkan

04/04/2008

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, benim anladığım, bütün Cumhuriyet tarihinin en önemli soruşturmalarından birini yürütüyor. Halen bu soruşturma çerçevesinde 47 kişi tutuklu olarak çeşitli cezaevlerinde. Savcının iddianamesini yazarak davasını açması bekleniyor.
Daha önce Ergenekon konusunu defalarca yazdım, 'Büyük' ve 'Küçük' Ergenekon'lardan söz ettim. Kendimi tekrarlamak pahasına zaten sizin de bildiğinizi düşündüğüm birkaç konuyu hatırlatmak istiyorum.
Ergenekon denen örgütlenmenin geçmişini çok gerilere götürenler var, belki haklılar belki haksız ama bana göre bugün konuştuğumuz manada Ergenekon'un başladığı dönem 2001'in sonbaharı.
O sırada ülke ekonomik krizle boğuşmakta, Başbakan Bülent Ecevit yaşlılığı ve zaman zaman kelimeleri karıştırması nedeniyle eleştirilmekte. Bir grup emekli asker, hem de daha o 30 Ağustos'ta emekliye ayrılmış olan üst düzey asker, önce İstanbul iş dünyası ile temasa geçiyor. Önerdikleri şey şu: 'Bülent Ecevit yaşını ve sağlığını gerekçe gösterip çekilsin, yerini de yardımcısı Hüsamettin Özkan'a bıraksın.'
İş dünyasının temsilcileri bu öneriyi Bülent Ecevit'e değil, Hüsamettin Özkan'a iletiyorlar. Özkan, 'Ben bu öneriyi duymamış olayım' diyor, olayın üstü kapatılıyor.
Emekli komutanlar bunun üzerine Hüsamettin Özkan'la doğrudan temas kuruyorlar. Bodrum'daki orduevinde gerçekleşen görüşmede halen görevde olan bazı yüksek rütbeli askerler de bulunuyor ve teklif tekrar ediliyor. Özkan yine, 'Ben bunu duymamış olayım, ben böyle bir şeyi Sayın Ecevit'e söyleyemem, o önermedikçe kabul de edemem' diyor.
Bunun üzerine askerler, Çankaya Köşkü'nde yapılan bir resepsiyon sırasında Radikal Ankara Temsilcisi Murat Yetkin'e bu temaslarını ayrıntılı biçimde anlatıyorlar.
Ertesi sabah Murat bunları bana aktarınca, ben 'Haberin iki kaynaktan teyidi' ilkesince Hüsamettin Özkan'a bunu sormasını söylüyorum. Murat, Özkan'ın yanına gidiyor, haberi doğrulatıyor ve bu arada fazlası oluyor, Özkan Murat'ı alıp Başbakan Ecevit'in yanına götürüyor ve Ecevit de askerlerin bu temaslarını ve tekliflerini bu yolla Murat'tan öğreniyor.
O dönemin genelkurmay başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun haberdar olmaması ihtimalinin yok denecek kadar az olduğu bu girişim, bana göre ilk 'darbe' girişimiydi.
Bu olay Ecevit'in çekilmek yerine daha çok koltuğu sahiplenmesini ve sonunda da Hüsamettin Özkan'ın partiden 90 kadar milletvekiliyle kopmasını tetikledi. Yani Ecevit ile Hüsamettin Özkan arasındaki mutlak güven ilişkisi orada bitti.
Ardından, yani Özkan'ın ayrılıp Şükrü Sina Gürel'in Ecevit'in sağ kolu olmasıyla Temmuz 2002'de, Başbakan Ecevit, Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu'na, 'ABD önümüzdeki dönemde Irak'ta savaş yapacak, önemli olaylar yaşanacak, sizin Genelkurmay Başkanlığı sürenizi uzatalım' teklifinde bulunuyor.
Kıvrıkoğlu, bu uzatmanın yasa gerektireceğini, hükümetin böyle bir yasayı çıkarmaya muktedir olmadığını biliyor, teklifi kibarca reddediyor. Zaten Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer de teklife sıcak bakmıyor.
Bunlar olmuyor ama Kıvrıkoğlu, bir sonraki dönemin komuta yapısını kendisi belirlemek istiyor ve Ecevit'e ve Cumhurbaşkanı Sezer'e, o sırada Kara Kuvvetleri Komutanı olarak Genelkurmay Başkanlığına hazırlanan Hilmi Özkök için 'Onu Genelkurmay Başkanı yapmayın' diyor. Sebebi sorulduğunda da, 'İrticaya karşı yumuşaktır' cevabını veriyor.
Cumhurbaşkanı Sezer bu teklifi kabul etmiyor, Özkök'ün Genelkurmay Başkanlığı kesinleşiyor.
Ama Kıvrıkoğlu, kendi yasal yetkisini kimseye danışmadan ve onay aramadan kullanıp boşalan Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na teamül gereği 1. Ordu Komutanı Edip Başer'i değil emekli olmaya hazırlanan, hatta odasını toplayıp lojmanını boşaltan Jandarma Genel Komutanı Aytaç Yalman'ı, Jandarma komutanlığına da Şener Eruygur'u öneriyor.
Hükümet bu emrivakilerden çok hoşlanmıyor ama bir seri emeklilik krizini engellemek için kararnameler son dakikada imzalanıyor. Cumhurbaşkanı da imzasını son ana bırakıyor.
İkinci darbe girişimi de bu.
Sırada üçüncü ve dördüncü ve beşinci ve altıncı ve sonuncu darbe girişimleri var ama bugünlük yerim doldu, yarın devam edelim.

Ergenekon'un yakın tarihi (2)
İsmet Berkan

05/04/2008

Diyorum ki, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın yürüttüğü Ergenekon soruşturması çok partili demokrasi tarihimizin en önemli suç soruşturmalarından biri olmaya aday.
Bu önemli soruşturmayı daha iyi kavramamız için de dünden itibaren bir 'yakın tarih' yazmaya başladım, 2001 ve 2002'de yaşanan iki 'darbe'yi anlattım.
Bunlardan ikincisi, 30 Ağustos 2002 günü, Genelkurmay Başkanlığı'na gelen Hilmi Özkök'ün çalışamaz hale getirilmesi amacıyla yapıldı, Kara Kuvvetleri'ne eski Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun teamül dışına çıkmasıyla Aytaç Yalman, Jandarma'ya ise Şener Eruygur komutan oldu.
Ve bu atamalardan kısa bir süre sonra, Kasım 2002'de Adalet ve Kalkınma Partisi seçimi kazanıp tek başına iktidar oldu. Sadece beş yıl önce Türkiye'yi askeri darbenin eşiğine getiren ve 'postmodern darbe'yle iktidardan indirilen siyasal islamcı akım, arada iki siyasi partisi de kapatıldığı halde, tek başına iktidara gelmişti.
Daha seçim gecesi gözler askerdeydi, acaba asker bu işe ne diyecekti? Genelkurmay Başkanı Özkök, 'Seçim sonuçlarına saygı göstermek gerektiği'ni söyleyerek tutumunu açıkladı. Bu açıklamayla birlikte de alt kademelerde ve emekli askerler arasında kazan kaynamaya başladı. Cumhuriyet gazetesinin meşhur 'Genç subaylar tedirgin' manşeti bu ortamda geldi, Emin Çölaşan gibi yazarların Genelkurmay Başkanı'nı 'yumuşak' olmakla eleştiren yazıları bu ortamda geldi.
Genelkurmay Başkanı, sırf bu 'Genç subaylar tedirgin' manşeti için basın toplantısı düzenlemek zorunda kaldı, 'Demokrat bir insanım, bu suç mu?' dedi!
Bu arada yıl 2003 olmuş, ABD Irak'ı işgal için Türkiye'den yardım istemiş, hükümet de onlara yardım vaat etmişti. Bu amaçla hazırlanan izin tezkeresinin Meclis'te oylanmasından bir gün önce Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman, Milliyet'ten Fikret Bila'ya isminin kullanılmadığı bir demeç verdi ve tezkereyi doğru bulmadığını söyledi. 3 Mart'ta tezkerenin reddinde bu demecin etkili olup olmadığı o gün bugün tartışılıyor.
Sadece bu da değil. O sırada Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan, kendi adıyla anılan Kıbrıs çözüm planını açıklamış, Kıbrıslı tarafları bu plan üzerinde konuşmak için Hollanda'ya Lahey'e davet etmişti.
KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş Ankara'da Başbakan Abdullah Gül'den, 'Sakın planı kategorik olarak reddetmeyin' diye talimat almış olmasına rağmen daha Lahey'e iner inmez 'Ben buraya Annan'a hayır cevabı vermeye geldim' dedi, görüşmeleri öldürdü. Denktaş bunu söylerken tek başına hareket etmiyordu, Ankara'da güvendiği dağlar vardı, onu teşvik edenler vardı.
Türkiye'nin seçilmiş hükümeti, kendi politikasını uygulayamamış, uygulatama-mıştı. Ankara'da birileri devreye girmiş, hükümetin açık talimatını uygulatmamıştı.
Üçüncü darbe buydu!
Bu darbe, Kıbrıs Rum kesiminin bütün adayı temsilen AB üyesi olmasının önünü açtı. Darbeyi planlayıp uygulayanlar açısından Rum kesiminin AB üyeliği bir 'kayıp' değil 'kazanç'tı, böylece Kıbrıs sorunu çözümsüzlüğe mahkûm kalıyor, Türkiye'nin AB'ye tam üyeliği ise neredeyse imkânsız kılınıyordu. Öyle ya, Rumlar Kıbrıs'ta Adanın geri kalanını anlaşarak değil Türklere boyun eğdirerek geri alma, Türkleri azınlık haline getirme hedefleri açısından büyük bir imkân elde edeceklerdi ve Türkiye'yi tavize zorlamak için hep AB içinde veto kartını kullanacaklardı. Türkiye de Kıbrıs'ta 'taviz' veremeyeceği için AB üyeliğinden vazgeçecekti.
Ankara'da hükümet kendi derdine düştüğü, lideri Recep Tayyip Erdoğan'ı Başbakan yapmaya kilitlendiği için ilk dönemde nasıl bir darbeye maruz kaldığını, kendi geleceğine nasıl bir ipotek konduğunu anlayamadı, kavrayamadı.
Sadece kendilerinin değil AB hedefini destekleyen bütün Türk milletinin bir darbeye maruz kaldığını anladıklarında ise daha sonra da yapacakları gibi 'yumuşak' davrandılar, bırakın bir adli soruşturma açmayı siyasi anlamda bile hesap sormadılar, Rauf Denktaş'a bu talimatı verip hükümetin arzusu hilafına davranışında ona arka çıkanları sergilemeye bile kalkışmadılar.
İlginçtir, dördüncü darbe yine Kıbrıs konusunda gelecek veya gelmeye kalkışacaktı. Üstelik bu, uzun yılların en ciddi darbe girişimi olacaktı. Ama bugünlerde esip kükreyen hükümet yine hiçbir şey yapmayacak, demokrasi mücadelesine falan kalkışmayacaktı bile.
Ama izin verirseniz onu da yarın yazayım.


Ergenekon'un yakın tarihi (3)
İsmet Berkan

06/04/2008

Ergenekon soruşturmasından ümitle anlatmaya başladığım yakın dönem
'Ergenekon tarihi' dizisinin en heyecanlı bölümlerinden birini bugün yazacağım. Düne kadar üç tane seçilmiş ve parlamentodan onay almış sivil yönetime direnme, Türkiye'nin gekeceğine kendi kendine karar verme örneği, 'darbe' anlattım, bugün sıra dördüncü ve gerçekleşmeye en fazla yaklaşan darbeye sıra geldi.
2002 Aralık'ta Kopenhag'da yapılan Avrupa Birliği zirvesine büyük umutlarla giden ama adaylık için 2004 sonuna tarih alan Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı işin kilidinin içeride Kopenhag Kriterleri ile ilgili demokratik reformları yapmak kadar Kıbrıs sorununu çözüm yoluna sokmakta olduğunu görmüştü.
Ve dün de anlattığım gibi 2003 Mart'ındaki büyük Kıbrıs fırsatı, hükümete rağmen kaçırılmış, kaçırtılmıştı. Ocak 2004'te Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bizzat ipleri eline aldı, önce Davos'ta kendisiyle gönülsüzce görüşen BM Genel Sekreteri Kofi Annan'a, 'Kıbrıs çözüm planında sizin hakemliğinizi kabul ediyoruz' diyerek büyük ümit verdi. Annan Planı mezardan çıkmış, yeniden görüşme masasına gelmişti. Annan, Kıbrıs'ta tarafları New York'a davet etti.
KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, Ankara'nın baskısıyla heyetine seçimi kazanıp Başbakan olmuş olan Mehmet Ali Talat'ı da dahil etmek zorunda kaldı. Ama heyetin geri kalanı bildik eski Denktaş takımıydı. Denktaş bu kez havaalanında iner inmez 'Biz hayır cevabı vermeye geldik' diyemedi, çünkü Ankara'da aradığı desteği bir türlü tam bulamıyordu.
Onlar New York'tayken Ankara'da da garip şeyler oluyordu. İki kuvvet komutanı başta olmak üzere silahlı kuvvetlerin üst kademesi işadamlarından medya patronlarına kadar bir dizi yarı gizli görüşme yürütüyor, neredeyse açık açık 28 Şubatvari bir postmodern darbeye medya ve kamuoyu desteği aranıyordu.
Hatta bazı politikacı eskileri ortada 'İhtilalin başbakanı benim' diye dolaşıyor, daha da ilginci bu iki kuvvet komutanı gerçekten o politikacıyla görüşmüş, ondan bazı taleplerde bulunmuş oluyordu.
New York'taki Denktaş heyeti açısından en kritik şey, Annan'ın hakemliğini kabul etme meselesiydi. İş o noktaya gelene kadar Ankara'dan bir 'bildiri' çıkacağına kesin gözüyle bakıyordu Denktaş ve yakın çevresi. Ankara'dan beklenen bildiri ise bir türlü gelmiyordu. Sonunda Denktaş Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ü aradı, aldığı cevap, 'Benim Anayasal olarak yapabileceğim bu kadar' şeklindeydi. Denktaş, iki kuvvet komutanının başarılı olamadığını, Hilmi Özkök'ü aşamadığını anlamıştı, o da yelkenleri suya indirdi.
Bu sırada iki kuvvet komutanını teşvik eden, 28 Şubat gibi değil 12 Eylül gibi doğrudan bir darbeye itekleyen çevreler de yok değildi. Daha önce hazırlanmış olan ve AKP hükümetinin devrilmesini öngören Sarıkız planı yerine doğrudan darbe isteniyordu şimdi. Bir komutanın bir ara hızını alamayıp etrafına 'Tarih beni yazar' dediği de duyulmuştu.
Tam bu karışıklıkların arasında, New York'ta Kıbrıs görüşmeleri bitip İsviçre'nin Bürgenstock kasabası için randevu tarihi beklenirken hükümetin çok önemli bir üyesiyle özel bir görüşme yaptım. Görüştüğüm bakana askeri cepheden gelen dedikoduları aktardığımda o bakan 'Hepsini biliyoruz' dedi, hatta 'Sarıkız' kod adını da kullandı. 'Peki ne yapıyorsunuz?' dediğimde, 'Bekleyin, çok şey olacak' dedi, aradan dört yıl geçti, hâlâ bekliyoruz!
Bugün AKP hakkında açılan kapatma davasıyla Ergenekon soruşturması arasında bir ilişki kuruluyor, hatta ilk günlerde bu ilişkiyi hükümetin bazı üyeleri açıkça telaffuz da etti. Etti ama gerçekte bizim bildiğimiz kadarıyla Ergenekon soruşturması hâlâ daha mesela 2004'teki hareketli günlerin sorumlularına uzanmış değil.
O günlerle ilgili olarak dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek'e ait olduğu öne sürülen ve önce bir internet sitesinde, sonra gazetelerde ve son olarak da ayrıntılarıyla Nokta dergisinde yayımlanan günlüklerin gerçek olduğunun Ergenekon savcısı tarafından saptandığı söyleniyor. Yani savcı en azından günlüklere sahip ama o dönem bana bilgi veren önemli bakanın bilgilerine hâlâ sahip değil, o yüzden soruşturmanın gerçek darbe girişimine uzanması ihtimali çok yüksek değil.
Kaldı ki yarından sonra da anlatacağım, başka şeyler de oldu Türkiye'de ama hükümet elindeki soruşturma gücünü bu olanlar için hiç kullanmadı bildiğimiz kadarıyla, resmi kurumların kapısından hiç girilmedi. Öyle olunca da Ergenekon soruşturması bir vatansever görünümlü mafya ve kenardaki bazı hevesli aktörler soruşturması olmanın ötesinde bir şey vaat etmiyor şimdilik.
Yani, benim adlandırmamla 'Küçük' Ergenekon soruşturuluyor ama 'Büyük' Ergenekon'a dokunulup dokunulmayacağı hâlâ büyük bir meçhul.
Susurluk'u hatırlayın, bazı tetikçi ve hırsızlar yargılandı, ceza da aldı ama 'büyük plan'ı hazırlayan ve uygulayan, uygulatanlara kimse dokunmadı, dokunmaya teşebbüs dahi edilmedi.
Korkarım Ergenekon'da da aynı yoldayız.
İzninizle dizimize bir gün ara verelim, salıdan itibaren devam edelim


Ergenekon'un yakın tarihi (4)
İsmet Berkan

08/04/2008

Bir günlük aradan sonra dizimize geri dönelim. Bugün 'Ergenekon' adıyla andığımız, benim zaman zaman 'AKP gitsin de nasıl giderse gitsin örgütü' adını da kullandığım 'oluşum' açısından Kıbrıs sorununun, daha doğrusu Annan Planı'nın referanduma kadar gitmesi çok önemli bir dönüm noktası.
Pazar günü çıkan yazıda da anlatmaya çalıştım, dönemin iki kuvvet komutanı, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan'la görüşmek için New York'a giden KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'a önce 'Merak etme arkandayız' demişler ama sonra Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ü aşamamış, bir anlamda yenilgiye uğramışlardı.
Bu yenilmişlik duygusu, özellikle bu komutanlardan birinde çok ciddi etkiler bıraktı. Bir yandan, yakın zamana kadar birlikte hareket ettiğini düşündüğü dostunu 'korkaklık'la suçluyor, bir yandan da
artık son aylarını geçirdiği kritik mevkinin imkânlarıyla geleceğe dönük planlamalar yapıyordu.
Daha Ocak 2004'ten itibaren yapılan ilk hareketlerin başında 'Vatan Haini Gazeteciler' listesi hazırlamak, Kıbrıs'ta çözümü ve Türkiye'nin AB üyeliğini savunmayı vatana ihanetle bir tutmak geliyordu. Bu, anlık bir duygusal tepkinin dışa vurumu değildi, özenle hazırlanmış bir psikolojik savaş taktiğiydi.
Hem iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi hem de Türkiye'nin Avrupa Birliği üyesi olmasını savunan, dolayısıyla demokratik standartların yükselmesini, insan haklarının hayata geçmesini, Batı yanlısı politikalar izlenmesini savunan başta gazeteciler olmak üzere sivil toplum örgütleri, iş dünyası temsilcileri, aydınlar vs. geniş bir kesim 'gayrı milli' veya 'vatan haini' ilan edilerek karşıt bir milliyetçi cephe yaratılıyordu.
Bizim Radikal'de 'Kızıl Elma Koalisyonu' adını taktığımız (Bu ismi koalisyon mensupları da derhal benimsedi) 'oluşum' işte tepede yapılan bu dikkatli ve özenli planlamanın, psikolojik savaş stratejisinin bir gereği olarak bir günde ortaya çıktı neredeyse.
Hepsinin de başında 2004 Ocak ayında darbe yapmayı çok istemiş bazı yüksek rütbeli cuntacı emekli subayların bulunduğu 'sivil' toplum örgütleri bu komutanın emekli olmazdan önce devlet imkânlarını kullanarak hazırladığı plan ve strateji sayesinde pıtrak gibi ortaya çıktı daha sonra.
Başta amaçlanan, 'Kızıl Elma Koalisyonu'nun genişlemesi, bütün anti-AKP güçlerin bu koalisyonda yer almasıydı. Zaten o sayede, özellikle taşrada mesela MHP'liler, CHP lideri Deniz Baykal'ı karşılamaya veya tam tersi CHP'liler Devlet Bahçeli'yi karşılayıp uğurlamaya vs. başladılar. Atatürkçü Düşünce Derneği her yerde aktifti.
Ama kısa zamanda çözülmeler yaşandı. CHP ve MHP, kendileri dışında yazılmış bir senaryonun parçası olmak istemediler ve sessizce koalisyondan ayrıldılar. Giderek koalisyon ADD ve etrafındaki bazı marjinal gençlik örgütlerinden ibaret kaldı. Bugünse etkinlikleri neredeyse dibe vurmuş durumda.
Yine de hareket belli bir ivme almıştı ve Türkiye'nin en önemli güvenlik bürokratlarından birinin deyimiyle 'vatan kurtaran aslan'lar hareketin içinde önemli görevler edinmeye, legal görünümlü illegal örgütlenmelere gidilmeye başlanmıştı.
2004 Ağustosu'nda emekli olan o komutanın karargâhında hazırlanan plan bazı aksaklıklarla da olsa yürüyordu. Plan kabaca şuydu: 2004 Ocak ayında 'satılmış ve vatan haini medya' işbirliği yapmadığı için 28 Şubat vari bir post-modern darbe yapılamamış, AKP hükümeti devrilememişti ama bu kez medya dışarıdan kuşatılacak, komplekse kapılıp AKP karşıtı havaya girmesi sağlanacak ve bu arada geniş kitle desteği sağlanacak eylemler yapılarak önce medya, ardından hükümet üzerinde baskı kurulacaktı. Psikolojik savaş böyle planlanmıştı.
Önce Danıştay saldırısı yaşandı. Alparslan Aslan adlı bir saldırgan Danıştay binasında ölüm saçtı, sonra da yakalandı. Saldırgan, türbanı yasaklayan kararları nedeniyle eline silah almıştı, yani eylem 'laiklik karşıtı'ydı. Gerçi saldırgan son zamanlarda daha çok ulusalcı çevrelerle vakit geçirmiş biriydi ama olsun, geniş kitleler inanmak istediği şeye inandı. Geniş katılımlı cenaze töreni son yılların en büyük laiklik, yani hükümet karşıtı gösterisi oldu.
Oldu ama bundan daha büyüğü yoldaydı, Cumhuriyet Mitingleri geliyordu.
Mitinglerin başında ise, bütün bu planlamayı yapan eski komutan Şener Eruygur vardı.
***
Bugünlük yine yerim doldu. Gelin yarın devam edelim...
 

Elasis

New member
Bu erkenkonun şifresi İşçi Partisi liderinde bence .. Ortalığı karıştırmada bir numara. O konuşursa her şey ayyuka çıkabilir.
 

VAVRULU

Banned
laga luga yapmaya gerek yok bu zırvalıklarla gündem değiştirilmeye çalışılıyor o kadar
3-5 tane emekli asker yönetimi ele geçirse ne yapacak ? emekli deniyor bakın ne onu başbakan yaparlar ne anayasa'yı değiştirebilir nede seçimle nede askerler emirlerini dinler.
Nasıl yapacak 3-5 emekli asker mantıklı bi açıklama lütfen ?
Fetoş'çulardan daha az tehlikeli oldukları bi gerçek şayet varsa böyle bi örgütlenme ;)
 

sergahcan

New member
ortada iddianemesi bile olmayan bir suçtan ve hayali bir örgütten bahsedildiğinin farkındamısınız.ergenekon yapılan operasyonun adıdır, ergenekon örgütü diye bir örgüt yoktur, bu operasyonun adıyla orantılı olarak birilerinin yakıştırıp, olmayan bir örgüt yaratmasından ibarettir. bir ülkede darbe yapacaksan kilit noktaları ele geçirmiş olman gerekir, özellikle polis veya tsk gibi silahlı kuvvetleri. ergenekon örgütü diye sunulan insanlara bir bakın allah aşkına. toplasan kırk kişi ki hiç biride devlette etkili yada yetkili değil, ayrıca iddianeme nedir bilen bir allahın kulu yok. bu kadar komik bir hayali senaryo ancak bizim gibi ülkelerde uygulanır ve başarılı olur. buna alkış tutup türkiyede yaşanan gerçek sorunlardan bihaber yaşamayı kabul edenlere ne desem boş. o halde susayım.
 

rid-one

New member
Ergenekon'un yakın tarihi (5)

İsmet Berkan

09/04/2008

Geçen yıl bugünleri hatırlayın... Önce Cumhuriyet gazetesinin bahçesine bomba atılmış, o patlamayınca birkaç gün sonra yine atılmış. Sonra Danıştay saldırısı olmuş. Yüz binler cenaze törenini hükümeti protesto gösterisine ve laiklik mitingine çevirmiş, Başbakan yuhalanmış, Adalet Bakanı cami avlusunda saldırıya uğramış, komutanlar büyük alkış almış...
Bir süredir gündemden düşmüş gibi gözüken laiklik konusu ansızın en çok konuşulan gündem maddesi haline gelmiş, herkes gözünü nisan ortasında başlayacak Cumhurbaşkanı seçim sürecine dikmiş, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, kendisinin aday olup olmayacağı konusunu hep müphem bırakarak, kendi deyimiyle kamuoyuyla 'çelik çomak' oynamaya başlamış.
Şimdi yazarken düşündüm, sanki bütün bunlar uzak bir geçmişte yaşanmış gibi. Ama hayır, sadece geçen yıl yaşandı bunlar!
* * *
Danıştay saldırısından hemen sonra Başbakan Yardımcısı sıfatıyla o zamanın Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Emniyet Genel Müdürlüğü'nden ve MİT'ten bir brifing ister. İki kurum da, saldırgan ve yakın çevresiyle ilgili kendi bilgi hazinelerinde olanları Gül'ün önüne sererler. Polisin yaptığı sunumda bir de şema vardır. Bu şemada, Danıştay saldırganı dahil bugün tutuklu olarak cezaevinde bulunan bütün Ergenekon şüphelileri yer almaktadır. Sadece onlar mı, daha fazlası da var şemada, Veli Küçük dışında başka emekli askerlerin isimleri de var.
Ama ilk ağızda Danıştay saldırısı ile çok sonra İstanbul'da başlayacak olan Ergenekon soruşturması arasında somut bir bağlantı kurulamıyor, Emniyet ilk gün getirip Abdullah Gül'e sunduğu istihbari bağlantıları savcıya sunamıyor, delillendiremiyor. (Nitekim, henüz resmi olarak doğrulanmayan bir iddiaya göre Danıştay saldırısı mahkûmlarından biri, İstanbul'daki Ergenekon savcısına Danıştay saldırısı ile Ergenekon arasındaki direkt bağa ilişkin önemli bir ifade verdi, yani bağlantı eğer kurulduysa daha yeni kuruldu, o da bir kişinin ifadesiyle.)
* * *
Danıştay cenazesi sonrasında gözler 14 Nisan'da Ankara'da yapılacak olan 'Cumhuriyet Mitingi'ne çevrilmişti. Mitingi Atatürkçü Düşünce Derneği'nin başını çektiği ve nasıl oluştuklarını dün bu köşede anlatmaya çalıştığım bazı 'sivil' örgütler düzenliyordu. ADD'nin başında ise, adı eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Emekli Amiral Özden Örnek'e ait olduğu öne sürülen günlüklerde 'darbe lideri' olarak geçen eski Jandarma Komutanı Şener Eruygur vardı.
İddiaya göre, 2004 için planlanan 'Sarıkız' kod adlı darbe planının başarısızlığa uğraması üzerine yapılıp 'Ayışığı-Yakamoz' kod adı verilen ve 'sivil toplumun medya ve hükümet üzerinde baskı uyandıracak kitle desteğini sağlaması' yoluyla Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının devrilmesini öngören planlar bir kuvvet komutanının karargâhında hazırlanmıştı. Ve yine iddiaya göre bu planlar Eruygur'un emekli olduğu 2004 sonrası dönemi kapsıyordu esas olarak.
Bütün bunları bilenler açısından yüz binlerin bir araya geldiği Cumhuriyet mitingleri fazlasıyla şüpheli organiza-syonlardı. Mitinglerin katılımcıları son derece samimiydi ve endişelerini gidermek için, hükümeti protesto haklarını kullanmak için vs. bayraklarını alıp meydanlara gitmişlerdi. Zaten Danıştay saldırısı, onlara göre laikliğin tehlikede olduğunun kanıtıydı.
Ama mitinglerde yapılan konuşmalar bu samimi hislerin çok ama çok ötesine geçiyor, çok daha dar ve marjinal bir hedefe yöneliyordu: Hükümet 'gayrı milli'ydi ve Türkiye'yi ABD'ye, AB'ye 'satıyor'du, medya da 'satılmış'tı, gerçekleri yazmıyor, hükümetin dümen suyundan ayrılmıyordu.
Ankara'daki miting İstanbul'da ve İzmir'de de tekrar edildi ve hep kürsüden bu mesajlar verildi.
Yani hükümet ve onun destekçileri vatan hainiydi!
* * *
CHP ve MHP'nin kurumsal olarak uzak durduğu ama özellikle CHP teşkilatlarının yoğun biçimde katıldığı bu mitinglerin en büyük amacı daha önce özel görüşmelerle 'yandaş' yapılamayan medyanın üzerinde 'mahalle baskısı' yaratmaktı ve az kalsın bunda başarılı olunuyordu.
Ama yanlış zamanda yapılan bir 'darbe' mitinglerle yaratılan havayı bir anda boşa çıkaracaktı.
İşte bu beşinci darbeyi de yarın anlatayım.
 

sergahcan

New member
Ergenekon'un yakın tarihi (5)

İsmet Berkan

09/04/2008

yazıları okuyorum ve dahada hayrete düşüyorum.ismet berkan denilen şahsın yazılarında ki darbe dediği noktalara bakın dikkatlice hep bana göre diyor.allah allah okuyorum okuyorum darbe nerde bulamıyorum. nerdeyse adam dünden bu güne tüm isimleri sayıp ergenekonculukla suçluyor ve hepside nasıl oluyorsa ona göre.olmayan bir örgüt, olmayan suçlar ve olmayan darbeler. eğer bu mantıkla ve yukardaki olmuş ve olduğu varsayılan olaylar darbe oluyorsa , bu ülkenin tarihi en karanlık darbe dönemini yaşıyor. akpnin günlük üç beş darbe yaptığını söylemek hiçte abartı olmaz.çıkartılan yasalara ve tüm söylemlerine bakın elinizi vicdanınıza koyun. yok ben gözümü kaparım, birilerinin zorlama köşe yazılarını burdan satarım gerçekler, hak, hukuk beni bağlamaz diyorsan devam et kardeşim. ama çok açık yüreklilikle söylüyorum vicdanını kapatmış sadece birilerini savunuyorsun ki umarım ne yaptığını farkedip vazgeçersin. çünkü olmayan bir örgüt, olmayan bir suç ve olmayan bir iddianameyle berbat bir karalama ve gerçekleri karartma işine girişmişsin. ama unutma ne suç cezasız kalmalı, nede suçsuz cezalandırılmalı. neyse, sonuçta boşa konuşuyorum nasılsa, herkes bildiğini okur. takım tutar gibi parti tutan bir ülkede yaşadığımı , hukuk ve demokrasinin masal olduğunu hep unutuyorum.
 

febeke

Banned
perinçek her seçimden önce kendini 1.parti ilan ediyordu.adam gerçekten doğru söylüyormuş.onun uzantısı ergenekon her dönemde iktidarda kalmaya devam ediyor.baksanıza başbakan bile bazı konularda geri atabiliyor.
 

rid-one

New member
Ergenekon'un yakın tarihi (6)

İsmet Berkan

10/04/2008
Artık bu diziyi bitirmek istiyorum ama çok kısaltmama, yazılabilecek pek çok detayı ayıklamama rağmen laf uzadıkça uzuyor, bir türlü bugüne gelemiyoruz. Bugüne gelemediğimiz yetmezmiş gibi, olayları aşağı yukarı oluş sırasıyla anlatırken araya girip bazı ilave bilgileri de veremiyorum, sırf laf fazla uzamasın diye.
Dün geçen yılki Cumhuriyet Mitinglerine kadar gelmiştik. Mitingleri izleyen ve ona katılan pek çok kişi için mitinglerin amacı Adalet ve Kalkınma Partisi'nin kendi içinden bir Cumhurbaşkanı seçmesini engellemek, en azından bu girişimi protesto etmekti.
Ama miting tertipçileri açısından bu ana amaç değildi. Mitinglerle esas amaçlanan şey, Türkiye'yi giderek 27 Mayıs darbesi öncesindeki gibi bir ortama sokmak, toplumda kutuplaşmayı ve gerginliği artırmak, bu gerginliğin sokak eylemlerine dönüşmesinin ardından da darbe yapılması için elleri ovuşturup beklemeye başlamaktı. Mitingler bu yolun ilk adımıydı.
Mitingler yapılırken Anayasa'nın öngördüğü Cumhurbaşkanı seçim takvimi de işlemeye başlamıştı. Adaylık için başvuru süresinin dolmasına bir gün kala Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 'Abdullah kardeşimiz adayımızdır' dedi. İlk tur oylama 27 Nisan Cuma günü yapıldı ve o günün gece yarısına doğru Genelkurmay Başkanlığı'nın internet sitesine konan bir bildiri ile Türkiye birbirine girdi.
Beşinci darbe buydu.
Genelkurmay'ın 'Eğer Anayasa Mahkemesi bu seçimi iptal etmezse
darbe yaparım' diye de okunabilecek olan bildirisi, Türkiye'de bütün hesapları bozacak olaylar zincirini başlattı.
Bir kere hükümet kuyruğu dik tuttu, ertesi gün sert sayılabilecek bir açıklama yaptı. Ama bununla da yetinmedi ve hem erken genel seçimin hem de Cumhurbaşkanını halkın doğrudan seçmesinin önünü açan düzenlemelere girişti.
Bir anda seçim ortamına girilince Ergenekon'un hesapları yattı; çünkü onlar seçimin Kasım 2007'de, normal zamanında olacağını düşünüyor, eylem planlarını buna göre oluşturuyorlardı.
Genelkurmay bildirisi darbe tehlikesinin 'açık ve yakın' olduğunu gösterince, Cumhuriyet Mitinglerine katılanların önemli bir bölümü dahil pek çok kişi fikir değiştirdi: Evet laiklik önemliydi, bu hükümetten de hoşlanmıyorlardı ama darbe de istemiyorlardı.
Yani, 27 Nisan bildirisi bilerek ya da bilmeyerek, Ergenekon'un hesaplarını da bozdu, askeri darbenin meşruiyetini kaybetmesine neden oldu. Üstüne üstlük 22 Temmuz seçiminden AKP yüzde 47 oy alıp miting tertipçilerinin desteklediği CHP ve MHP umulduğu kadar başarılı olmayınca Ergenekon'un planları baştan aşağı sarsıldı.
Zaten o sırada İstanbul Ümraniye'de bir evde bulunan el bombaları yüzünden başla-yan bir soruşturma, Ergenekon'un silahlı eylem kanadını açığa çıkarmaya başlamıştı. İşte bugün konuştuğumuz soruşturma bu.
Soruşturmanın en önemli bulgularından biri ise Cumhuriyet Mitingleri öncesi yapılan Cumhuriyet gazetesi bombalaması- Danıştay saldırısı-Ümraniye bombaları ilişkisinin kurulmuş olması. Çünkü, Cumhuriyet'i bombalayanlarla Danıştay'a saldıranların aynı kişiler olduğunu biliyorduk, bilmediğimiz 'dinci-milliyetçi' çizgideki bu saldırganların gerçekte 'ulusalcı' ve AKP'den ne pahasına olursa olsun kurtulmayı hedefleyen bir başka çetenin emrinde olup olmadığıydı, şimdi onu da biliyoruz.
***
Sıra geldi altıncı ve şimdilik sonuncu darbeye ama benim yine yerim doldu. İzninizle yarın bu işi toparlayalım, bitirelim.
 

HTML

Üst