Ergenekon Destanı

alonewollf

New member
İlhan (Moğol) Türk yurdun Hakan olunca, (olduğu zaman) Tatar yurdunda da Sevinç Han hüküm sürerdi. İkisi de aynı yaşda idiler. Aralarında vuruş mala başladı. Hep İlhan üstün gelirdi, Sevinç Han Kırgız hakanına değerli armağanlar gönderdi, onu kendi tarafına aldı. Dedi ki bu Moğolların (Türklerin) okunun ötmediği, kolunun yetmediği dünya yüzünde bir yer kalmadı. Biz bun lan yok etmezsek onlar bizi kırıp geçirecekler ,el ele olalım, öç alalım. Kırgız Han da öyle olsun dedi. Türkler üzerine bütün düşmanlarının birden geldiklerini görünce, çadır ve, sürülerini bir tarafa yığıp, hendek kazdılar. beklediler. Sevinç Han geldi, vuruş başladı, on gün savaş oldu, on gün de T üstün geldiler. Sevinç bunun üzerine bütün han ve beyleri toplayıp dedi ki, eğer hile ile bunları yenemezsek bizi bitirecekler, kaçış oyunu yapalım.
Mallarını olduğu gibi bırakıp, tan ağarınca kaçışa başladılar. İlhanın askerleri, malı bölüşe girince, birden geri dönüp, savaşa girdiler. Türklerin ardını sardılar, çadırlar bir arada olduğundan, erkek kadın, çocuk hiç Türk kurtulamadı. Böylelikle dünyada Türk kalmadığını sandılar. Sevinç Han Türkleri vurduktan sonra memleketine çekilmişti. İlhan’ın oğulları bu savaşta ölmüştü. Ancak e küçüğü olan KIYAN kalmıştı, Kıyan o yıl evlenmişti, İlhan’ın kardeş oğlu olan NÖKÜZ de Kiyan’la aynı yaşda idi. Nöküz de o yıl evlenmişti, bunların ikisi de ] ile beraber savaşın başladığı gün en önde vuruşuyorlardı. Sevinç Han’ın askerlerinin önüne düşmüşlerdi, arkalarındaki ezginliği (yenilgi yi) görünce, dağlar ‘arasında kimselerin gözünün göremeyeceği bir yer aradılar. Yaban koyunlarının çıkabildiği ince bir taş yoldan sarp dağların içine düştüler.
Yalçın kayalı boğazlardan atlıya atlıya ancak bir keçinin güçlükle göçebileceği, yukarısı başı dumanlı dağ altı gurul gurul su akan bir boğazı yedi günde geçip yedi günde de tepelerden inip, üzeri çeşitli otlarla kaplı her türlü hayvanın yaşadığı pınarların kaynaştığı geniş göz alabildiğine geniş bır düzlüğe geldiler Hemen yere kapanıp, Tanrı’ya dua ettiler, şükürler kıldılar. Kışın mallarının etini yerler derilerini giyerler yazın sütünü içerlerdi Oraya ERGENEKON adını verdiler.
-Ergene’nin anlamı “bir dağın kemeri- oturdukları yer. Kom- anlamı da ‘-diklikdi” Bulundukları yer gerçekten çevrenin en ulu dağının, en düzlüğü idi, Tanrının kendilerini ulaştırdığı yere en güzel adı bulmuşlar ve koymuşlardı.
Kışın mallarının etini yer, derilerini giyer, yazın sütlerini içer demiştik. Bu yaşama onların sadece çoğalmalarını sağlıyor, ama dedelerin mutlu günlerinin özlemini yüreklerinden çıkarmıyorlardı.
İlhan’ın küçük oğlu olan Kıyan’ın anlamı “dağdan yıldırım hızı ile inen sel” demekti. İlhan küçük oğluna bu adı neden koymuştu bilinmez. Yalnız, Kıyan taşıdığı ada layık bir yiğit idi. Nököz’le Kıyan’ın evlatları öylesine çoğaldılar ki, soy sopa göre onlara ayrı ayrı oymak (Orok-Urug)’ adı verilmek gerek idi. Daha sonra Arablar Irk, Uruk kelimelerini Türklerin bu orok (uruğ) adından aldılar. Kiyan ve Nököz’ün dördüncü kuşaktan sonraki oymak (oruk)ları bir büyük aile haline geldiler. Büyük aile anlamında oymaklara ayrıldılar.
Aradan dört yıl geçmişti, öylesine çoğalmışlardıki; oralara sığmaz olmuşlardı. Yaşlılar bir araya geldiler dediler ki:
-Atalarımızdan dinlerdik, çevresinde yaşadığımız bu illerin ötesinde, bizim asıl yurtlarımız vardır. Tatar baş olup, cümle düşman üzerimize çullanmış, bizi alt etmiş, kınmış, yurdumuzu almış. Tanrı’ya şükür şimdi çokluğuz, düşmandan korkup dağa, kapanacak halde değiliz. Bir yol bulun bu dağdan göç edip çıkalım, bize dost olanla görüşür. düşman olanla güreşiriz. Herkes bu düşünceyi doğru buldu kurulta uygun gördüğü bu düşünceyi yürütmek için cümlesi yollara düştü. Ne çare ki, bir yol bulamadılar, bir demirci şöyle dedi;
-Bir yer bilirim, orada demir madeni var, eritir kendimize yol açarız. Yeter ki bu “ülkü yüreğimizi, demiri eritecek kadar doldurmuş olsun “ dedi. Gözler ışıldadı, herkes gücünün yettiği kadar odun topladı. Önce bu odunlar, dünya yüzüne o insanların buluşu olarak gelen kömür haline getirildi. Bir’ sıra odun, bir sıra kömür konuldu. Dağın böğründeki yarıklara istif edildi,. Dokuz yüz devenin derisinden koskoca körükler yapıldı. Dağın’ sağına soluna da bu odun ve kömürler yığıldı; İhtiyarlar da ‘ellerini açıp Yüce Tanrı’ya yalvardılar en’ ya gözü nemli, yüreği dertli odunu ateşledi.
Tanrı Türkü korumuş, demir erimeğe başlamış, odun kömür yığınları, hep tazelenerek, bütün boylar basında nöbet tutarak, genç kızlar kurtuluş destanı okuyarak günler geçti. Demir bir devenin göçeceği kadar eridi, sevinç dağı taşı inletdi. Yol açılmıştı, o ayı, o günü; o bellediler. Hala bu günü getiren her yıl Türkelinde anılır. Şöyle ki, her obada yaşlı kişi bir demir parçasını ateşte kızdırır, örsün üzerine kor, çekiçle vurur, oyun oynarlar, kımız içerler. çıkıp, ata yurduna geldiğimiz gün, bu ışıklı gündü derler;
Ergenekon’dan çıktıkları zaman, Türklerin hakanı Kıyan soyundan ve Karlos uruğundan Börteçine idi. Bütün oymaklara elçiler gönderip, Tanrının dirliği ile ERGENEKON dan çıktıklarını bildirdi Haydın bir bayrak altına, dedi. Gelenleri selamladılar, bağırlarına bastılar, gelmeyenleri kırdılar geçirdiler. Bütün oymaklara baş oldular.
Ben Hive Hanı EBÜLGAZİ BAHADIR HAN, dilerim ki, dünya yüzünde Türklük var oldukça bütün yeni nesiller bu öz günü (kutlu günü) unutmasınlar. Onu kutlasın demiri dünya yüzünde ilk kez eritenlerin ve kendilerine kurtuluş yolu, dünyaya önderlik yolu açanların kendi ataları .n yılda bir kez hatırlasın ve yüreğinde aynı şavkı, aynı ateşi duysun’. (*)
 

HTML

Üst