PirAdam
Ayın Üyesi
2009-2011 ARASINDA TÜRKİYE
Öncelikle isterseniz 14 Nisan 2009 tarihli İlker Başbuğ'un Harp Akademilerindeki konuşmasına göz gezdirelim; "…Terörist de insandır", "Terörle mücadele sadece terörist odaklı olmamalı, devlet tarafından top yekun şekilde, milli gücün bütün unsurları (güvenlik, ekonomi, sosyo-kültürel (eğitim ve sağlık dahil), propaganda ve uluslararası) kullanılarak, koordineli ve etkin bir şekilde yürütülmelidir."
Teröristi insan sayan aynı konuşma içeriğinde "cemaat"in hedef tahtasına konulması ve "TSK'nın cemaate karşı tepkisiz ve etkisiz kalacağını düşünmek bir yanılgıdır" denildiğini de hatırlamamızda yarar var. Aylar sonra ortaya çıkan "kağıt parçası"nın kaynağını ve neden bu kadar sahiplenildiğini de sanırım bu süreçte hepimiz fazlasıyla anlamış olduk.
Orada da yargıya göz kırpılmakta, adeta yargı ile (Erzincan üzerinden) millete kaos planlarının sistematikleştirilmesine mi çalışılıyordu acaba?
Peki 14 Nisan'dan sonra neler oldu? Şimdi de onu irdeleyerek yolumuza devam edelim.
18 Nisan 2009'da Aytaç Yalman'ın ait ses kayıtları internet sitelerine düştü; "İlker tarafını seçti. Hükümeti sessiz ve derinden götürecek" deniliyordu. Aynı ses kaydının sonunda da şu ifadeler vardı: "Bize hiç Kürt'ten bahsetmedi kimse. Yani Harp Okuluna geldik, ne Kürt'ü yahu Kürtçe yasak! Kürtçe konuşulur mu? Adam kendisinin Kürt olduğunu söyleyemiyor ki çocuk. Alevi aleviyim diyemiyor. Kürt kürdüm diyemiyor. Ve böyle bir baskı, böyle bir yapı içerisinde huzur olmaz ki. ... Yani bunları serbest bırakmak lazım dedim bakın ben bir yıl evvel söyledim. Bunun şimdi bütün televizyonu Kürt dili edebiyatını hepsini çıkartın dedim. ... Şimdi daha güzel bir ortam oluşacak. Bu coğrafyada bu insanları başka türlü tutamazsınız..."
Bu noktada Çetin Doğan'ın fişleme belgesinde Başbuğ'la alakalı geçen "Aytaç Paşayla birlikte hareket eder" ifadesini de hatırlamamızda sanki yarar var.
İşte tam burada dikkatleri 3. iddianameye yoğunlaştırmakta yarar var. İddianameye göre; Fatma Cengiz ve İbrahim Şahin arasındaki konuşmalarda İlker Başbuğ, Metin Gürak ve Beşir Atalay'ın da adları geçmekte. İddianameye göre bu üçlü yapı terörle mücadele için 300 kişilik özel bir birim kurarak başına İbrahim Şahin'i geçirmek istemişler. Sonradan bu olay ortaya çıkınca İbrahim Şahin'in "Talimatları Metin Gürak'tan alıyordum, Başbuğ'dan geliyordu" dediğini ve derhal susturulduğunu, Metin Gürak'ın da o günden sonra bir daha kamera karşısına çıkmadığını, İbrahim Şahin olayının da tekrardan "deli" denilerek bir anda basın gündeminden düşürüldüğünü de birlikte anımsayalım...
İşte tam da bu noktada; Demokratik Açılım ve Kürt Sorununun birinci basamağı olan Habur girişlerine gelerek bir kere daha düşünelim. Acaba devletin istihbarat birimleri, orada toplanan yüz bin kişilik kalabalığı görmekten aciz miydi? Acaba devletin akil adamları, o teröristlerin törenle karşılanmasının Anadolu'da yaratacağı yıkıcı etkiyi hesaplayamayacak kadar akılsız mıydı? Acaba o olay tamamen tesadüfi bir olay mıydı? Yoksa bir tuzak mıydı? Acaba devlet, dağdan inen teröristleri sınırın herhangi bir yerinden sessiz sedasız getirip evlerine dağıtamayacak kadar basiretsiz miydi? Yoksa o nümayiş acaba kasten ve önceden tasarlanarak mı yaptırıldı?
İlker Başbuğ "terörist de insandır" diyerek fişeği bilinçli olarak mı ateşledi? Amacı da açılım vasıtasıyla hükümeti sessiz ve derinden mi götürmekti? Beşir Atalay da bu plana istemediği halde / kasten / zorla iştirak mi etti? Ve Habur hadisesi / kazası meydana geldi…
Burada ek bir bilgi daha vermek gerekirse, kulislerde konuşulanlara göre; "ateşten gömleği bir kere giydiler, Kürt sorununu çözemeyecekler ve çözemezlerse AKP'den de kurtulacağız" diyenin sabık bir MİT Müsteşarı olduğu söyleniyor... Başbakan Erdoğan da; ‘benim ve partimin siyasi hayatımın bitmesine / son bulmasına neden olsa bile bu sorunu çözeceğim’ demektedir değil mi?
Ya demokratik açılım ve Kürt sorunun aşılması sağlanılacak, ya da statüko devam ederek, hepimizin anasını ağlatmayı süreklileştirecek!...
Not 1: ODA TV rezilce haber yapıp, haberin altındaki her bir okuyucu yorumu diye çıkan paçavra değerlendirmelerden dolayı da eğer dava açacak olsam on binlerce lira tazminatı ceza olarak yiyecek olsa da, ben son dönemin can çekişen örneklerinden bir tanesi olması açısından onu önemsiyor ve Trabzon’da yapılacak sempozyum haberini ilginize sunuyorum. (İSMET BERKAN UĞUR MUMCU'YU KİMLERLE ANACAK)
Not 2: Trabzon Barosu 22 Ocak Cumartesi günü " UĞUR MUMCU ve FAİLİ MECHULLER" adıyla halka açık bir panel düzenliyor. Panel, Trabzon Hamamizade İhsan Bey Kültür Merkezinde yapılacak. CHP eski milletvekili, Kültür Eski Bakanı ve Faili Mechuller Komisyonu üyesi Fikri Sağlar, Radikal Gazetesi Eski Genel Yayın Yönetmeni ve şimdi Hürriyet Gazetesi yazarı İsmet Berkan, Hukukçu ve Gazeteci Yazar TRT Haber‘deki ‘Faili Meçhuller’ programının yapımcısı Faruk Mercan ve ben panelist olarak katılacağız. Trabzon Barosu’nu bu yüreklendirici çalışmasından dolayı tebrik ediyor ve sizleri de programa beklediğimizi bildiriyorum.
20.01.11
Öncelikle isterseniz 14 Nisan 2009 tarihli İlker Başbuğ'un Harp Akademilerindeki konuşmasına göz gezdirelim; "…Terörist de insandır", "Terörle mücadele sadece terörist odaklı olmamalı, devlet tarafından top yekun şekilde, milli gücün bütün unsurları (güvenlik, ekonomi, sosyo-kültürel (eğitim ve sağlık dahil), propaganda ve uluslararası) kullanılarak, koordineli ve etkin bir şekilde yürütülmelidir."
Teröristi insan sayan aynı konuşma içeriğinde "cemaat"in hedef tahtasına konulması ve "TSK'nın cemaate karşı tepkisiz ve etkisiz kalacağını düşünmek bir yanılgıdır" denildiğini de hatırlamamızda yarar var. Aylar sonra ortaya çıkan "kağıt parçası"nın kaynağını ve neden bu kadar sahiplenildiğini de sanırım bu süreçte hepimiz fazlasıyla anlamış olduk.
Orada da yargıya göz kırpılmakta, adeta yargı ile (Erzincan üzerinden) millete kaos planlarının sistematikleştirilmesine mi çalışılıyordu acaba?
Peki 14 Nisan'dan sonra neler oldu? Şimdi de onu irdeleyerek yolumuza devam edelim.
18 Nisan 2009'da Aytaç Yalman'ın ait ses kayıtları internet sitelerine düştü; "İlker tarafını seçti. Hükümeti sessiz ve derinden götürecek" deniliyordu. Aynı ses kaydının sonunda da şu ifadeler vardı: "Bize hiç Kürt'ten bahsetmedi kimse. Yani Harp Okuluna geldik, ne Kürt'ü yahu Kürtçe yasak! Kürtçe konuşulur mu? Adam kendisinin Kürt olduğunu söyleyemiyor ki çocuk. Alevi aleviyim diyemiyor. Kürt kürdüm diyemiyor. Ve böyle bir baskı, böyle bir yapı içerisinde huzur olmaz ki. ... Yani bunları serbest bırakmak lazım dedim bakın ben bir yıl evvel söyledim. Bunun şimdi bütün televizyonu Kürt dili edebiyatını hepsini çıkartın dedim. ... Şimdi daha güzel bir ortam oluşacak. Bu coğrafyada bu insanları başka türlü tutamazsınız..."
Bu noktada Çetin Doğan'ın fişleme belgesinde Başbuğ'la alakalı geçen "Aytaç Paşayla birlikte hareket eder" ifadesini de hatırlamamızda sanki yarar var.
İşte tam burada dikkatleri 3. iddianameye yoğunlaştırmakta yarar var. İddianameye göre; Fatma Cengiz ve İbrahim Şahin arasındaki konuşmalarda İlker Başbuğ, Metin Gürak ve Beşir Atalay'ın da adları geçmekte. İddianameye göre bu üçlü yapı terörle mücadele için 300 kişilik özel bir birim kurarak başına İbrahim Şahin'i geçirmek istemişler. Sonradan bu olay ortaya çıkınca İbrahim Şahin'in "Talimatları Metin Gürak'tan alıyordum, Başbuğ'dan geliyordu" dediğini ve derhal susturulduğunu, Metin Gürak'ın da o günden sonra bir daha kamera karşısına çıkmadığını, İbrahim Şahin olayının da tekrardan "deli" denilerek bir anda basın gündeminden düşürüldüğünü de birlikte anımsayalım...
İşte tam da bu noktada; Demokratik Açılım ve Kürt Sorununun birinci basamağı olan Habur girişlerine gelerek bir kere daha düşünelim. Acaba devletin istihbarat birimleri, orada toplanan yüz bin kişilik kalabalığı görmekten aciz miydi? Acaba devletin akil adamları, o teröristlerin törenle karşılanmasının Anadolu'da yaratacağı yıkıcı etkiyi hesaplayamayacak kadar akılsız mıydı? Acaba o olay tamamen tesadüfi bir olay mıydı? Yoksa bir tuzak mıydı? Acaba devlet, dağdan inen teröristleri sınırın herhangi bir yerinden sessiz sedasız getirip evlerine dağıtamayacak kadar basiretsiz miydi? Yoksa o nümayiş acaba kasten ve önceden tasarlanarak mı yaptırıldı?
İlker Başbuğ "terörist de insandır" diyerek fişeği bilinçli olarak mı ateşledi? Amacı da açılım vasıtasıyla hükümeti sessiz ve derinden mi götürmekti? Beşir Atalay da bu plana istemediği halde / kasten / zorla iştirak mi etti? Ve Habur hadisesi / kazası meydana geldi…
Burada ek bir bilgi daha vermek gerekirse, kulislerde konuşulanlara göre; "ateşten gömleği bir kere giydiler, Kürt sorununu çözemeyecekler ve çözemezlerse AKP'den de kurtulacağız" diyenin sabık bir MİT Müsteşarı olduğu söyleniyor... Başbakan Erdoğan da; ‘benim ve partimin siyasi hayatımın bitmesine / son bulmasına neden olsa bile bu sorunu çözeceğim’ demektedir değil mi?
Ya demokratik açılım ve Kürt sorunun aşılması sağlanılacak, ya da statüko devam ederek, hepimizin anasını ağlatmayı süreklileştirecek!...
Not 1: ODA TV rezilce haber yapıp, haberin altındaki her bir okuyucu yorumu diye çıkan paçavra değerlendirmelerden dolayı da eğer dava açacak olsam on binlerce lira tazminatı ceza olarak yiyecek olsa da, ben son dönemin can çekişen örneklerinden bir tanesi olması açısından onu önemsiyor ve Trabzon’da yapılacak sempozyum haberini ilginize sunuyorum. (İSMET BERKAN UĞUR MUMCU'YU KİMLERLE ANACAK)
Not 2: Trabzon Barosu 22 Ocak Cumartesi günü " UĞUR MUMCU ve FAİLİ MECHULLER" adıyla halka açık bir panel düzenliyor. Panel, Trabzon Hamamizade İhsan Bey Kültür Merkezinde yapılacak. CHP eski milletvekili, Kültür Eski Bakanı ve Faili Mechuller Komisyonu üyesi Fikri Sağlar, Radikal Gazetesi Eski Genel Yayın Yönetmeni ve şimdi Hürriyet Gazetesi yazarı İsmet Berkan, Hukukçu ve Gazeteci Yazar TRT Haber‘deki ‘Faili Meçhuller’ programının yapımcısı Faruk Mercan ve ben panelist olarak katılacağız. Trabzon Barosu’nu bu yüreklendirici çalışmasından dolayı tebrik ediyor ve sizleri de programa beklediğimizi bildiriyorum.
20.01.11
KAYNAK