PirAdam
Ayın Üyesi
ABD'li diplomatların bilgi notlarına dayanılarak yapılan, gizli banka hesapları olduğu ve dünürüne ihale aldırttığı haberlerine 'alçaklık' diyen Erdoğan'a Taraf'tan yanıt geldi. Ahmet Altan'dan imalarla dolu bir yazı yayınladı :
Başbakan Erdoğan öfkelenmiş.
Öfkelenmekte haklı.
Ağır bir suçlamanın altında kaldı.
Kim olsa, haksız olduğunu bildiği böyle bir suçlama karşısında öfkelenir.
Ama bizim başbakan öfkelendiğinde kelimelerini seçmekte biraz sorun yaşıyor, özellikle medyayı hedef aldığında kullandığı kelimeler pek öyle rahat kullanılacak kelimeler değil.
Anadolu’da bir söz vardır, “istediğini söyleyen, istemediğini duyar”.
Onun kullandığı üslubu kullanmayı biz de biliyoruz, laf şakırdatacaksak eh biz de şakırdatırız, canını da acıtırız.
Bizim “korkuyoruz” diye ağlaşan medyaya fazla alıştı Erdoğan, medyada herkes ödlek değil, lafını biraz tartmasında fayda var.
Bu sefer, çok ağır bir suçlamanın altında konuştuğu için buna çok aldırmıyoruz ama bu sertliği sürdürmekte ısrarlı olursa, kelimelerin nasıl sert kullanılabileceği hakkında bir iki örnek de ona biz veririz.
Bir kere olayı doğru anlayalım.
Amerikan büyükelçisi, Türkiye’nin başbakanının İsviçre’de gizli hesapları olduğunu, kendi ülkesinin Dışişleri Bakanlığı’na yazdığı belgeye kaydediyor.
Bu belge açığa çıkıyor, yeryüzünün dört bir yanında internetlerde dolaşıyor, Amerika belgenin “gerçekliğini” kabul ediyor.
Yeryüzünün her yanında bu haberdir.
Hem de büyük haberdir.
Bugün Amerikan Dışişleri Bakanlığı, kendi bilgisayarlarına “Tayyip Erdoğan” diye yazdığında, karşısına çıkan dokümanların arasında bu iddia da yer alıyor.
Üstelik belgenin gerçekliğini kabul ettiler ama oradaki “iddia” konusunda henüz ne bir yalanlama ne de bir özür yayınladılar.
Ama Türk gazeteleri, bizim dışımızda bir tanesi hariç, bu haberi ya görmüyor ya da küçük görüyor.
Bir de bununla övünüyorlar.
Bütün dünya, Amerikalıların Türk başbakanı hakkında neler yazdığını bilecek, bir tek bu ülkede yaşayanlar bunu bilmeyecek.
Bu, gazetecilik mi oluyor?
Bu belge, bütün dünyaya açılmış “gizli” bir yazışma.
Gazetecinin işi bunu yazmaktır.
Başbakan’ın işi de bugün olduğu gibi bunu yalanlamak ve Amerika’dan da bunu yalanlayıp özür dilemesini istemektir.
O belgeyi yayımlarız.
Başbakan’ın açıklamasını da yayımlarız.
Biz işimizi yaparız, o da işini yapar.
Bizim gazeteler, açıklamak üzerine değil de saklamak üzerine gazetecilik yaptıkları için, patronlarının hesaplarına göre yayın yaparlar.
En afili muhaliflerin AKP’lileri arayıp “bakın biz bunu haber yapmadık” dediğini biliyoruz, ihale beklentileri içinde olan patronların, genel yayın müdürlerinin televizyonlardaki şarlatanca dalkavukluklarını izliyoruz.
O patronların girdiği ve gireceği ihalelere de bakarız, tetikçilerinin Başbakan’ın eteklerini niye öptüğünü, niye ona buna alçakça iftiralar attığını da görürüz.
Hem MİT yöneticileri senin MİT ajanı olduğunu açıklayacak, hem sen “gazeteci” kisvesiyle yaptığın röportajın kasetini gazetenden önce MİT’e vereceksin, hem ajanlık yapacaksın hem de başkalarını ajanlıkla suçlayacaksın.
Ama ilkesizlik sadece medyada değil ki.
Bugüne kadar Genelkurmay’la, darbelerle, darbecilerle ilgili tek bir belge hakkında Meclis soruşturması istemeyen CHP, Amerikalıların belgelerinin üstüne atladı, belgelere bu kadar önem veriyorlarsa, Amerikan devletinin belgeleri kadar kendi devletlerinin belgelerine de önem verseler herhalde daha dürüst ve ilkeli davranmış olurlar.
Bu karmaşada en çok Sadık Albayrak için üzüldüm.
Başbakan’ın “dünürü” olduğu için onun adı da bu belgelerde geçiyor.
Başbakan’ın damadının da yabancı şirketlerle ilişkileriyle ilgili iddiaları da Amerikalı diplomatlar gizli yazışmalarına geçirmişler.
Onlar da dünya basınında yayımlandı.
Biz de yayımladık.
Sadık Albayrak’ın dürüstlüğüyle ilgili kimsenin bir kuşkusu yok, “dünürlüğünü” hiç kullanmadığını, saygıdeğer bir hayat sürdüğünü herkes biliyor.
Ama Amerikalı diplomatlar onun bile peşine düşmüşler, bir de onu başkasıyla karıştırmışlar.
Ve, resmî belgelerine yazmışlar.
Amerikan diplomatlarının, hiç olmazsa bir kısmının epeyce kof olduğu anlaşılıyor, onların çok ciddi sonuçlar verebilecek olan bu koflukları haber olurken, insanlara zarar da veriyor.
Ama bunun çaresi Amerikalıların “resmî” yazışmalarını görmezden gelmek değil, o yazışmalara verilecek cevapları da yayımlamaktır.
Doğruyu, saklayarak değil ancak açıklayarak bulabiliriz çünkü.
KAYNAK
Başbakan Erdoğan öfkelenmiş.
Öfkelenmekte haklı.
Ağır bir suçlamanın altında kaldı.
Kim olsa, haksız olduğunu bildiği böyle bir suçlama karşısında öfkelenir.
Ama bizim başbakan öfkelendiğinde kelimelerini seçmekte biraz sorun yaşıyor, özellikle medyayı hedef aldığında kullandığı kelimeler pek öyle rahat kullanılacak kelimeler değil.
Anadolu’da bir söz vardır, “istediğini söyleyen, istemediğini duyar”.
Onun kullandığı üslubu kullanmayı biz de biliyoruz, laf şakırdatacaksak eh biz de şakırdatırız, canını da acıtırız.
Bizim “korkuyoruz” diye ağlaşan medyaya fazla alıştı Erdoğan, medyada herkes ödlek değil, lafını biraz tartmasında fayda var.
Bu sefer, çok ağır bir suçlamanın altında konuştuğu için buna çok aldırmıyoruz ama bu sertliği sürdürmekte ısrarlı olursa, kelimelerin nasıl sert kullanılabileceği hakkında bir iki örnek de ona biz veririz.
Bir kere olayı doğru anlayalım.
Amerikan büyükelçisi, Türkiye’nin başbakanının İsviçre’de gizli hesapları olduğunu, kendi ülkesinin Dışişleri Bakanlığı’na yazdığı belgeye kaydediyor.
Bu belge açığa çıkıyor, yeryüzünün dört bir yanında internetlerde dolaşıyor, Amerika belgenin “gerçekliğini” kabul ediyor.
Yeryüzünün her yanında bu haberdir.
Hem de büyük haberdir.
Bugün Amerikan Dışişleri Bakanlığı, kendi bilgisayarlarına “Tayyip Erdoğan” diye yazdığında, karşısına çıkan dokümanların arasında bu iddia da yer alıyor.
Üstelik belgenin gerçekliğini kabul ettiler ama oradaki “iddia” konusunda henüz ne bir yalanlama ne de bir özür yayınladılar.
Ama Türk gazeteleri, bizim dışımızda bir tanesi hariç, bu haberi ya görmüyor ya da küçük görüyor.
Bir de bununla övünüyorlar.
Bütün dünya, Amerikalıların Türk başbakanı hakkında neler yazdığını bilecek, bir tek bu ülkede yaşayanlar bunu bilmeyecek.
Bu, gazetecilik mi oluyor?
Bu belge, bütün dünyaya açılmış “gizli” bir yazışma.
Gazetecinin işi bunu yazmaktır.
Başbakan’ın işi de bugün olduğu gibi bunu yalanlamak ve Amerika’dan da bunu yalanlayıp özür dilemesini istemektir.
O belgeyi yayımlarız.
Başbakan’ın açıklamasını da yayımlarız.
Biz işimizi yaparız, o da işini yapar.
Bizim gazeteler, açıklamak üzerine değil de saklamak üzerine gazetecilik yaptıkları için, patronlarının hesaplarına göre yayın yaparlar.
En afili muhaliflerin AKP’lileri arayıp “bakın biz bunu haber yapmadık” dediğini biliyoruz, ihale beklentileri içinde olan patronların, genel yayın müdürlerinin televizyonlardaki şarlatanca dalkavukluklarını izliyoruz.
O patronların girdiği ve gireceği ihalelere de bakarız, tetikçilerinin Başbakan’ın eteklerini niye öptüğünü, niye ona buna alçakça iftiralar attığını da görürüz.
Hem MİT yöneticileri senin MİT ajanı olduğunu açıklayacak, hem sen “gazeteci” kisvesiyle yaptığın röportajın kasetini gazetenden önce MİT’e vereceksin, hem ajanlık yapacaksın hem de başkalarını ajanlıkla suçlayacaksın.
Ama ilkesizlik sadece medyada değil ki.
Bugüne kadar Genelkurmay’la, darbelerle, darbecilerle ilgili tek bir belge hakkında Meclis soruşturması istemeyen CHP, Amerikalıların belgelerinin üstüne atladı, belgelere bu kadar önem veriyorlarsa, Amerikan devletinin belgeleri kadar kendi devletlerinin belgelerine de önem verseler herhalde daha dürüst ve ilkeli davranmış olurlar.
Bu karmaşada en çok Sadık Albayrak için üzüldüm.
Başbakan’ın “dünürü” olduğu için onun adı da bu belgelerde geçiyor.
Başbakan’ın damadının da yabancı şirketlerle ilişkileriyle ilgili iddiaları da Amerikalı diplomatlar gizli yazışmalarına geçirmişler.
Onlar da dünya basınında yayımlandı.
Biz de yayımladık.
Sadık Albayrak’ın dürüstlüğüyle ilgili kimsenin bir kuşkusu yok, “dünürlüğünü” hiç kullanmadığını, saygıdeğer bir hayat sürdüğünü herkes biliyor.
Ama Amerikalı diplomatlar onun bile peşine düşmüşler, bir de onu başkasıyla karıştırmışlar.
Ve, resmî belgelerine yazmışlar.
Amerikan diplomatlarının, hiç olmazsa bir kısmının epeyce kof olduğu anlaşılıyor, onların çok ciddi sonuçlar verebilecek olan bu koflukları haber olurken, insanlara zarar da veriyor.
Ama bunun çaresi Amerikalıların “resmî” yazışmalarını görmezden gelmek değil, o yazışmalara verilecek cevapları da yayımlamaktır.
Doğruyu, saklayarak değil ancak açıklayarak bulabiliriz çünkü.
KAYNAK