
Hayatını Yaşamak (Vivre Sa Vie / My Life to Live) (1962) Godardın 12 bölümde bir hayat kadının yaşadıklarını mercek altına aldığı, özel, devrimci ve akıl sır erdirilemeyecek bir başyapıt. Meslekten ziyade sinema adına eşikleri bir bir atlayan Hayatını Yaşamak, Anna Karinanın Nana Kleinfrankenheim vizyonuyla parlamıştır. Fransız Yeni Dalgasının da en önemli filmlerindendir.

Gündüz Güzeli (Belle de Jour) (1967) Sévérine Serizzynin burjuva yaşamından sıkılıp kendini Gündüz Güzeli olarak tanıtmaya, geceleri kimlik değiştirmeye yönelmesinin adresi. Catherine Deneuve, gerçeküstücü vizyonu, sürekli konuşulan gizemli müzik kutusu ve daha nicesiyle halen akıllarımızda. Sinemada bazı şeylerin başlangıcına imza atan Luis Buñuelin sınıfsal gerçekleri gün ışığına çıkardığı eseri, halen eskimeden kendini izlettiren bir klasik.

Claire Dolan (1998) Tekinsiz atmosferi, minimalist sinema becerisi ve röntgenci kamera düşüncesiyle dikkat çeken, üç kimlikli bir hayat kadınının hikayesi. Lodge Kerriganın modern geleneklerle örülü sinemasının göçmen bir kadından beslenen temsilinde, Katrin Cartlidge akılda kalıcı bir başrol performansı çiziyor. Varoluş sorunlarını farklı bir düzleme oturtmasıyla ilgiye değer bir film bu.

Oharunun Yaşamı (Saikaku İchidai Onna / The Life of Oharu) (1952) Sinemanın ilk minimalist yönetmeni olarak bilinen Kenji Mizoguchiden alışık olduğumuz bir 17. yüzyıl portresi. Onun alan derinliği, melankoli, yüksek kontrast, dinginlik ve uzun planlar odaklı sineması bu sefer 50 yaşında bir hayat kadınının yitmişliğini merceğine alıyor. Elbette üstadın müthiş gözlem yeteneği ile...

Güzel Bebek (Pretty Baby) (1978) 1. Dünya Savaşı esnasında New Orleansta hayat kadınlığı yapan 12 yaşındaki Violetın öyküsü. Brooke Shieldsa kısa süreli bir yıldızlık getiren eser, Fransız Yeni Dalgasına mensup Louis Malleın ensest, yasak ilişki, aldatma gibi olgun temalarla uğraşma geleneğinin son halkalarından. Kuşkusuz tartışmalı, kimi yerlerde sansürlenmiş (bizde ancak 1997de vizyona girebilmişti) ama her zaman uğranacak bir eser.

-Aşk Suçları (Koi No Tsumi / Guilty of Romance) (2011) Sion Sonodan hayat kadını filmlerine anime estetiği katan ayrıksı bir deneme. Ancak fazlasıyla süper kahraman filmi gerçeğini gerçekçi bir düzleme değil de mitolojik açılımlara teslim eden dünyasıyla dikkat çekiyor. İkinci Japon Yeni Dalgasına mensup üstadın Nefret Üçlemesinin son ayağı, izlemeye ya da deneyimlemeye değer katmanlar açıyor.

-Tutku Suçları (Crimes of Passion) (1984) China Blue ile Joanna Crane karakterleri arasında kalmış Kathleen Turnerın rol aldığı karakter, daha ziyade din ve evlilik terapisi yapmayı amaçlıyor. Bu durum da filmi, hayat kadını filmleri arasında nev-i şahsına münhasır bir Ken Russell temsiline dönüştürüyor. Zira burada yan karakterler de seks sahneleri de alışılagelmedik bir erotik-gerilim vizyonu sunuyor. Ama esas hedef bu düşmüşlüğün felsefik çözümlemelerini renkli dünyayı arkada bırakmadan perdeye yansıtmak.

Mamma Roma (1962) Pasoliniden hayat kadınlığını bırakmak için ant içse de bir türlü bunu beceremeyen bir bireyin hikayesi. Sosyal gerçekçi sinema geleneğine iddiayı getirmek isteyen yönetmen, burada bir kadının cinsel ve işsel arayışının çevresini plan sekanslarla sarmıştır. Belki de yönetmenin sonraki tartışmalı ürünleri için bir haberci işlevi görmüştür bu eser

Blonde Venus (1932) Marlene Dietrich külliyatında konumuzla ilgili işlev veren bir eser. Elbette Josef Von Sternberg imzalı ve Büyük Bunalım dönemi çevresinde geçiyor. Helenın kendini hayat kadınlığına vermesiyle yaşadıkları ve kocasının tepkileri ana çerçeveyi oluşturuyor burada

-Sıradışı Bir Kadın (Moll Flanders) (1996) Daniel Defoenun romanından esinlenen Moll Flanders karakterinin peşine 18. yüzyılda takılan tarihi bir eser. Robin Wright Pennin çıkış yaptığı bu yapıtta, tiplemenin Hibble (Morgan Freeman) ile girdiği ilişki de halen akıllarda. Bizde Sıradışı Bir Kadın adıyla bilinen Moll Flanders, bir hayat kadınının nesiller boyu süren hikayesine dramatik ve kadınsı yaklaşımıyla dikkat çekmişti.