Elimde br kaç şiir ve hikaye wardı Yayınlıyorum :)

0ğuzhan

New member
Katılım
4 Kas 2005
Mesajlar
2,722
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
Sivas
Düşmanım tatmasın böyle bir hâli,
Boynumda sevdanın ağır vebâli
Peşinde olduğum nazlı hayâli
Rastlayıp rastlayıp yitiriyorum...

Teselli etmiyor naylon dostlar da,
Sahte tavırlar da, sahte jestler de
Bir ışık vermiyor ucuz aşklar da
Henüz başlamadan bitiriyorum...

O gözler bir kısır döngü değildir
Işığıdır çeken, rengi değildir
Tek bir aşk, çok şeyin dengi değildir.
Gittiğim her yere götürüyorum...

Bilirim Yaradan sağır değildir
Aşk zor olsa da kahır değildir
Kalptan sevene aşk ağır değildir
Gittiğim her yere götürüyorum...


GERCEK ASK



Arkadaşlar uzun demeden lütfen okuyun gerçekten çok güzel bir şekilde anlatılmış aşk!!!


"Bir otobüs duraginda karsilasmislardi ilk kez..Biri tipta okuyordu,öbürü mimarlikta.

O ilk karsilasmadan sonra,bir kere,bir kere, bir kere daha karsilasabilmek için, hep ayni saatte, ayni duraktan, ayni otobüse bindiler.
Gençtiler, çok genç... Birbirileriyle konusacak cesareti bulmalari biraz zaman aldi ama sonunda basardilar. Ikisi de her sabah otobüse bindikleri semtte oturmuyorlardi aslinda. Delikanli arkadasinda kaldigi için o duraktan binmisti otobüse, kiz ise ablasinda....

Sirf birbirilerini görebilmek için, her sabah erkenden evlerinden çikip, sehrin öbür ucundaki o duraga, onlarin duragina geldiklerini, gülerek itiraf ettiler bir süre sonra...
Okullarini bitirince hemen evlendiler. Mutluydular hem de çok mutlu...Bazen issiz, bazen parasiz kaldilar ama öylesine sIki kenetlenmisti ki yürekleri ve elleri, hiçbir seyi umursamadilar.
Ayin sonunu zor getirdikleri günlerde de, ünlü bir doktor ve ünlü bir mimar olduklarinda da hep mutluydular. Zaman asimina ugrayan, aliskanliklara yenik düsen,banka hesabinda para kalmadigi için ya da tam tersine o hesabi daha da kabarik hale getirmek uguruna bitip-tükeniveren sevgilerden degildi onlarinki...
Günler günleri, yillar yillari kovaladikça sevgileri de büyüdü,büyüdü...Tek eksikleri çocuklarinin olmamasiydi. Zorlu bir tedavi sürecine ragmen çocuk sahibi olmayinca,“bütün mutluluklarin bizim olmasini beklemek bencillik“ olur diyerek devam ettiler hayatlarina. Çocuk yerine,sevgilerini büyüttüler...
*Senin için ölürüm* derdi kadin,simsIki sarilip adama ve adam *Hayir, ben senin için ölürüm* diye yanit verirdi hep...
Bazen eve geldiginde, aynanin üzerinde bir not görürdü kadin, *Birtanem, kütüphanenin ikinci rafina bak....* Kütüphanenin ikinci rafinda baska bir not olurdu, *Mutfaktaki masanin üzerine bak ve seni çok sevdigimi sakin unutma*.. Mutfaktaki masadan, salondaki dolaba, sevgi dolu notlari okuya okuya kosturan kadin, sonunda kimi zaman bir demet çiçek, kimi zaman en sevdigi çikolatalar, kimi zaman da pahali armaganlarla karsilasirdi... Aldigi hediyenin ne oldugu önemli degildi zaten....
Hayat ne kadar hizli akarsa aksin, isleri ne kadar yogun olursa olsun, hep birbirlerine ayiracak zaman buluyorlardi bulmasina ama kirkli yaslarin ortalarina geldiklerinde, daha az çalismaya karar verdiler.
Adam, hastaneden ayrildi ve muayenehanesinde hasta kabul etmeye basladi. Kadin da mimarlik bürosunu kapadi ve sadece özel projelerde görev aldi. Artik daha fazla beraber olabiliyorlardi.
Bir gün sahilde dolasirken,harap durumda bir ev gördü kadin, üzerinde *satilik* levhasi asili olan.

-Ne dersin, bu evi alalim mi? dedi adama.
Bu viraneyi yiktirir, harika bir ev yapariz. Projeyi kafamda çizdim bile. Kocaman terasi olan,martilari kahvaltiya davet edecegimiz bir deniz evi yapalim burayi...

-Sen istersin de ben hiç hayir diyebilirmiyim?* diye yanit verdi adam.
Amerika’daki tip kongresinden döner dönmez ararim emlakçiyi... Kaç para olursa olsun, burasi bizimdir artik....

Sadece bir hafta ayri kalacaklarini bildikleri halde, ayrilmalari zor oldu adam Amerika’ya giderken. Her gün, her saat konustular telefonla. Gözyaslari içinde kucaklastilar havaalaninda.
Fakat birkaç gün sonra, kocasinda bir tuhaflik oldugunu fark etti kadin. Eskisi kadar mutlu görünmüyor, konusmaktan kaçiniyordu. Onu neselendirmek için, sahildeki evi hatirlatti ve çizdigi projeyi verdi kadin, ama hiç beklemedigi bir cevap aldi:

-Canim, o ev bizim bütçemizi asiyor. Sen en iyisi o evi unut...

Mutsuzluk, mutlulugun tadina alismis insanlara daha da aci, daha da çekilmez gelir. Kadin, hiç sevmedi bu beklenmedik misafiri. Derdini söylemesi için yalvardi adama,
*Senin için ölürüm, biliyorsun, ne olur anlat* diye dil döktü bos yere...

Yillardir sevdigi adam, duyarsiz ve sevgisiz biriyle yer degistirmisti sanki. Ona ulasmaya çalistikça, beton duvarlara çarpiyordu kadin, her çarpmada daha fazla kaniyordu yüregi...

Bir gün, çocuklugunun, gençliginin ve bütün hayatinin birlikte geçtigi arkadasina dert yanarken,

- Artik dayanamiyorum, sana söylemek zorundayim.. diye sözünü kesti arkadasi. *O, seni aldatiyor. Is yerimin tam karsisindaki restoranda genç bir kadinla yemek yiyiyor her öglen. Sonra sarmas dolas biniyorlar arabaya....*
-Sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanlari !!!.. diye bagirdi kadin.Onca yillik arkadasini, kendisini kiskanmakla suçladi....

Ertesi gün, ögle vakti o restoranin hemen karsisinda bir köseye sindi sessizce ve peri masallarinin sadece masal oldugunu anladi... Kocasinin eskiden ayni hastanede çalistigi genç çocuk doktorunu tanidi hemen. Bazen evlerinde agirladiklari kadina nasil sarildigini gördü adamin...
Aksam kocasi eve gelir gelmez, bazen bagirip, bazen aglayarak,bazen ona simsiki sarilip bazen de yumruklayarak haykirdi suratina her seyi. Inkar etmedi adam. Zamanla duygularin degisebildigi, insanlarin orta yasa geldiklerinde farklilik aradigi gibi bir seyler geveledi agzinda ve bavulunu alip gitti evden.
Kapidan çikarken, *son bir kez kucaklamak isterim seni* diyecek oldu ama kadin, *defol* dedi nefretle...
Ilk celsede bosandilar... Modern bir ask hikayesinin böyle son bulmasina kimse inanamadi.

Arkadaslarinin destegiyle ayakta kalmaya çalisti kadin.Adamin, sevgilisiyle birlikte Amerika’ya yerlestigini ögrendi.
Bazen yalniz kaldiginda, onu hala sevdigini hissedince, aglama nöbetleri geçiriyor, askin yerini, en az onun kadar yogun bir duygu olan nefretin almasi için dua ediyordu.
Aradan bir yil geçti...
Her seyin ilaci oldugu söylenen zaman bile,kadinin derdine çare olamamisti.
Bir sabah, israrla çalan zilin sesiyle uyandi. Kapiyi açtiginda, karsisinda o kadini gördü. *Sen,buraya ne yüzle geliyorsun?* diye bagirmak istedi ama sesi çikmadi.

-Lütfen, içeri girmeme izin ver, mutlaka konusmamiz gerekiyor… dedi genç kadin. Kanepeye ilisti ve zor duyulan bir sesle konusmaya basladi:

-Hiçbir sey göründügü gibi degil aslinda. Çok üzgünüm ama o bir saat önce öldü. Geçen yil Amerika’daki kongre sirasinda ögrendi hastaligini ve yaklasik bir senelik ömrü kaldigini. Buna dayanamayacagini, hep söyledigin gibi onunla birlikte ölmek isteyecegini biliyordu. Seni kendinden uzaklastirmak için,benden sevgilisi rolünü oynamami istedi. Ailesine de haber vermedi.Birlikte Amerika’ya yerlestigimiz yalanini yaydi. Oysa ilk karsilastiginiz otobüs duraginin karsisinda bir ev tutmustu. Tedavi görüyor ve kurtulacagina inaniyordu ama olmadi. Gece fenalasmis, bakicisi beni aradi, son anda yetistim. Sana bu kutuyu vermemi istedi...

Gözlerinden akan yaslari durduramayacagini biliyordu kadin. Hemen oracikta ölmek istiyordu. Eline tutusturulan kutuyu açmayi neden sonra akil edebildi.
Itinayla katlanmis bir sürü kagit duruyordu kutuda.

Ilk kagitta,
*Lütfen bütün notlari sirayla oku bir tanem* diyordu...
Sirayla okudu;
*Seni çok sevdim*
*Seni sevmekten hiç vazgeçmedim*
*Senin için ölürüm derdin hep, dogru söyledigini bilirdim. Fakat benim için ölmeni istemedim*
*Simdi bana söz vermeni istiyorum.Benim için yasayacaksin, anlastik mi?*

Son kagidi eline alirken, kutuda bir anahtar oldugunu gördü kadin... Ve son kagitta sunlar yaziliydi:
*Sahildeki evimizi senin çizdigin projeye göre yaptirdim. Kocaman terasta martilarla kahvalti ederken, ben hep seni izliyor olacagim.."




Bir Kez Gönül Yıktınısa

Bir kez gönül yıktınısa
Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil

Bir gönülü yaptın ise
Er eteğin tuttun ise
Bir kez hayır ettin ise
Binde bir ise az değil

Yol odur ki doğru vara
Göz odur ki Hak'kı göre
Er odur alçakta dura
Yüceden bakan göz değil

Erden sana nazar ola
İçin dışın pür nur ola
Beli kurtulmuştan ola
Şol kişi kim gammaz değil

Yunus bu sözleri çatar
Sanki balı yağa katar
Halka matahların satar
Yükü gevherdir tuz değil




Gözlerin

ve gözlerin gelir aklıma
ve sözlerin
gidişin gitmiyor gözümün önünden
ve izleri derin
ilk değilsin bu senin de bildiğin
ve yine biliyorsun
sen son sevdiğim
şimdi uzaklardasın
ben çamlar arasında bir hastane odasında
ciğerimde bir ince hastalık
içimde kapanmak bilmeyen bir yara
ve sanki elimde inadına bir sigara
biliyorum dönmeyeceksin
hatta arkana bile bakmazsın
gün gelir belki bir yuva kurarsın
oğlun olsa benim adımı koyar mısın
gittin
dağ gibi sevdamı devirip ardında
gittin
allahaısmarladık bile demedin
sazlar çalınır çamlıcanın bahçelerinde
o şarkıyı bir daha hiç söylemedim
şimdi elimde bir bardak çay
ve dudağımda buruk bir tebessüm
kendi kendimi üzmemeye söz verdim
ve ben seni hayatımın bir musalla taşına en yakın yerinde sevdim
ısrar etmedin kendine beni sev diye
beyaz bulutlar gibi sırtını rüzgarlara verip gittin
bense durdum ve bekledim
ve ben seni hayatımın bir musalla taşına en yakın yerinde sevdim




Bu Gece Dolunay Var

Bu gece dolunay var,
Yaşlar akiyor gözlerimden,
Agliyorum!
Bir yanda dag gibi kül tablasi,
Diger yanda susmayan müzik sesi.
Efkarliyim bu gece
Herşey seni fisildiyor.
Bu gece dolunay var
Bir de aklimda sen varsin.
Aklimdan çiktigin anlari istisna sayiyorum;
Bil ki istisnalar kaideyi bozmazmiş
Istiyorum!
Istemek, başarmanin yarisidir
Ama diger yarisi o kadar zor ki...
Üç yanliş bir dogruyu götürür ya
Işte elimde eksi iki kalmiş gibi...​
 
dewam...

Zamanlar
Güneş ekilip, yıldız biçilen zamanlardı.
Hatırlıyorum...
Ya önce sen vardın yürek olarak içimde
Ya da aşk vardı önce
Gelip içimde kestiğin
Hatırlamıyorum...
Ben imkansıza dudak bükerdim
Sense halime gülerdin...
Olsun! O günlerde ben
Biraz mutlu biraz umutlu
Biraz içliydim
Doğrusu en çok da
Kelebeklerin kanadına işlediğin
Aşkından dertliydim...
Ama o zamanlar
Güneş ekilip yıldız biçilen
Zamanlardı
Aşk dediğin belki de
Geceye veda etmeyen bir ay’dı...
Türküler saklardın derinlerinde
Sazından kaçak...
Bilmezdin.
Ben görürdüm duyardım da
Sen bir kez olsun söylemezdin
Korkularını zaten
Kimselere vermezdin...
Ve böylece
Sen yağmura
Yağmur benim gözlerime hasret
Yaşardık...
Heyhat!
Hep ama hep
O imkansıza takıldın da sen
Ve belki de bu yüzden
Aşk gelip bizi sarsınca yüreklerimizden:
Ben ağlardım gözlerim gülerdi...
Sen gülerdin gözlerin susardı...
Şimdi ben
O zamanların renklerini unuttum.
Belki mavi, belki sarı, belki aktı...
Hatırladığım tek şey
Güneşle yıldız arkadaştı...
Bilenler bilirdi
Çok sevmiştik biz
Çok!
Ben gönlümden
Sen dilinden...

Ben unutsam da şimdi
Sen hatırlarsın.
Sesinde ufacık bir hüzün olsa
Ya da acıtan bir özlem gözlerinde
Bembeyaz gecelerinde gelirdim sana bu şehrin...
Gelirdim... Gönlümden...
Ve sen
“Hoş geldin" derdin
Dilinden....
Kocaman bir çocuktum o zamanlar
Belli!
Dil nedir, gönül ne?
Anlamını bildiğim
Şüpheli!
Şimdi söyle bana!
Kaldıysa geriye ne kaldı?
Tek tarafı hesaplı bir sevda
Niyeti bozuk bir dava
Bir de
Sadece dağlara caka satan bir sema...
Ama ben bunların hepsini sevdim.
Şaşacak bir şey yok!
Dedim ya... Ben
Güneş ekilip yıldız biçilen zamanlardan geldim...
Sonraları
Belki de hiç gülmedim
Ve sen
Kelebeklerin ömrünün üç gün olduğunu
Hiç bilmedin!





Otobüs durağında başlayan aşk..

--------------------------------------------------------------------------------

İlk kez biribirlerini otobüs durağında gormuslerdi.
Ve ilk gozgoze geldiklerinde birbirlerinden cok etkilenmişlerdi.
Oğlan tıp fak.de kız da mimarlıkta okuyordu.
Ertesi gun yine birbirlerini gorebilme umuduyla aynı saattte otobus durağına gittiler...
Bİrkaç gün geçtikten sonra birlerine birbirlerini cok sevdiklerini soylediler hatta hergun evleri şehrin obur ucunda olduklarına ragmen buraya geldiklerini itiraf ettiler.
Biirbirlerini çok seviyorlardı.. Aşkları o kadar yuceydi ki oğlan : "Senin için olurum" derdi Kız : " Asıl ben senin için olurum" derdi.
Yıullar geçti unv. bittikten sonra evlendiler...
Bazen ayın sonunu zor denk getirdikleri oluyordu ama aşklarından bir gram bile aazalmıyor aksine hep buyuyordu..
Unlu doktor ve muhendis olduklarında bile o eski gubnlerini unutmuyorlardı.
Bir bebekleri olsun istiyorlardı ama olmadı. Bu onların aşkına hiçbir etki yapmadı aksine birbirlrerine abğlılıklarını çoğalttı...

Gunlerden bir gun orta yaşlara geldiklerinde deniz kenarındaki harabeyi gosterdi kjadın burayı alalım dedi adama.
Adam fiyatı ne olursa olsun orayı alacağız yeterki sen iste terasında martıları izleyeceğiz dedi.. Kadın çok Mutlu olmuştu...
Çok geçemden adam Londradaki tıp konferansına gitmek için eşinden ayrılacaktı bir haftalığına ayrı kalcakları halde sanki hiç birbirlerini goremeycekler gibi uzunutuluyduler birbirlerinden zor ayrıldılar.


Adam Londra'DAn dondukten sonra kadına çok soğuk davranıyodu .
Kadın buna bir anlam veremiypodu . Kadın ne kadar yaklaşsa kocasına kocası o kadar uzak duruyodu.
Kadın yapacakları ev için planı verdiğinde kocası " orayı alcak durumda deiliz butcemiz el vermez" dedi.
Oysaki fiyatı ne olursa olsun kocası ona soz vermişti. Bİr gun kadının arkadaşı kocasının onu aldattığını soyledi..
Kadın buna inanamadı . Nasıl olurdu bibirlerini deli gibi severken?
Kadının arkadaşı ; kocasının hergun bir kadınla ogle yemeği yediğini ve sarmaş dolaş arabaya bindiklerini soyledi .
Kadın inanmamıştı fakat kocasını ertesi gun takip etti gorduklerine inmanmıyordu.
Kadınla adam en kısa zamanda tek celsede boşandılar ..
Kadın kocasının amerikaya taşındığını aldattığı kişiylede evlendikleri haberini almıştı..
Ondan nefret etmek istiyor fakat edemiyordu ona olan sevgisi bunu engeliiyordu..

1 yıl geçmeden bir gun kapı çalındı karşısında eski kocasının karısı duruyodu kapıuyı kapatmak istedi fkat kadın konusmak istedi..
Eski kocasının karısı ona ; " kocanız dun öldü. Aslında o sizi hiç bir zaman aldatmadı.. Sadece size bir oyun yaptı..
Çünkü kendisine Londradaki konferansta 1 yıl omrunun oldugunu soylediler.
Amerikaya taşınmadı ilk tanıştığınız otobus durağının karşısında bir ev tuttu orada tedavi goruyordu .
Kurtulacağına inanıyordu fakat dun kaybettik... Size şu kutuyu verememi istedi.é dedi...
kadın goz yaşları içindewydi. Kutuyu açtığında içinde notlar duruyordu ve birde anahtar...
Notlarda " karıcıgım oncelikle ozur dilerim fakat sen hep derdin ya Senin için olurum diye ben benim içiçn olmene raazı olamazdım
. Seni çok seviyorum ve bundan sonrada seveceğim .
Kutuda bir anahtar bulcaksın o anahtar deniz kenarındaki senin projenle yaptıdığım evin anahtarı onun terasında martıları seyredeken hep ben senin yanında olacğım ve seni seyredeceğim",





ÖpÜcÜk ÖykÜsÜ

--------------------------------------------------------------------------------

Adam 3 yaşındaki kızını, gayet pahalı bir hediyelik
kaplama kağıdını ziyan ettiği için azarlamıştı. Küçük kız, koskoca bir paket altın yaldızlı kağıdı bir kutuyu eğri büğrü sarmak için kullanmıştı...
Yılbaşı sabahı küçük kızı, paketi getirip:
"- Bu senin babacığım" dediğinde çok üzüldü.
Acaba gereğinden fazla mı tepki göstermişti kızına. Bir gece evvel yaptığından utanarak, kutuyu açtı.
Fakat kutunun içi boştu.
Kızına gene çıkıştı:
"- Birisine bir hediye verdiğinde, kutunun içinde bir şey olması lazım. Bunu da mı bilmiyorsun küçük hanım?.."

Küçük kız gözlerinde yaşlarla babasına baktı.
"- O kutu boş değil ki baba! İçini öpücüklerle doldurmuştum!.."

Babası o kadar çok üzüldü ki, koştu, kızına sarıldı.
Beraberce
ağladılar.

Adam o kutuyu ömrünün sonuna kadar sakladı. Ne zaman keyfi kaçsa, ne zaman morali bozulsa, ne zaman kendini kötü hissetse, kutuya koşar, içinden minik kızının sevgi ile doldurduğu hayali öpücüklerden birini çıkarırdı. Aslında bütün insanlara böyle bir kutu mutlaka verilmiştir.

Zor zamanlarda bu kutuyu çıkarıp içine bakabilmeyi başarmak,

Mutluluğun anahtarlarından biri olsa gerek.

Umarım hayat boyu Zor zamanlarında sizi mutlu edebilecek, böyle sayısız kutularınız olur.
Birini ben gönderiyorum size. İçini dostluğumla, sevgimle doldurdum. Onu iyi saklayın...




AŞKTA YARIN YOKTUR SEVGİLİm..............

--------------------------------------------------------------------------------

Aşk bu dünyanın ölçüleriyle açıklanamaz sevgili. O ilkel bir acıdır,
yaban bir ağrıdır.
Gelir ve içimizdeki o çok eski bir şeye dokunur. Sonra bir perde açılır ve
yolculuk başlar. Bu yolculukta artık para, tarifeler, beklentiler,
randevular, taksitler, iş, anneler ve korkular yoktur. Aşkın kendi
gerçekliği vardır sevgili. İnsan bir başka ışığa teslim olur...
Aşkta yarın yoktur sevgili. Zaman ileri doğru değil, içeri,
yüreklere, derinlere doğru işlemeye başlar, bilgeleşir. Hiç bilmediği
sezgileriyle buluşur. Yükü çok ağırdır, kendiyle buluşmuştur. Hem dışındadır
dünyanın, hem de ortasında.
Hindistan\'da Ganj Nehri\'nin kıyısında yakılan yoksul adamın
hissettikleri de onunladır, yitirdikleri de... Newyork\'ta, bir
sokakta, o kartondan kulübesinde yaşayan kadının çıplak yalnızlığı da. Her şey
onunladır, ona emanettir sanki, ama o, çıldırtıcı bir yalnızlık
içindedir yine de...
Aşkın kültürlü olmakla, bilgili olmakla da ilgisi yoktur sevgili,
kanımıza karışan ilkel acı, o yaban ağrıyla hiçbir kitabın yazmadığı
hakikatlere daha yakınızdır, inan...
Kim demişti hatırlamıyorum, aşk varlığın değil, yokluğun acısıdır diye.
Belki de bu yüzden ilk gençliğimde, o yoğun aşık olduğum yıllarda,
gözüme uyku girmez, dudağımda bir ıslıkla bütün gece şehri, o karanlık, o
hüzünlü sokakları dolaşır, insanları uykularından uyandırmak isterdim.
Uyanıp, içimde derin bir sızıyla uyanan o derin sancının acısına ortak
olsunlar diye...
Aşk çok eski bir şeydir sevgili. Onun içinden o çileli
çocukluğumuz geçer.
Sevdiğimiz insanların çocuklukları da... Oradan üvey anneler,
eksik babalar, parasız yatılılar geçer. Ve sonra aşk bütün bunları alır,
daha da eskilere gider, hep o ilkel acıya, o yaban ağrıya...
İnsan bazen nedensiz yere umutsuzluğa kapılır. Kimselere veremez
sevgisini, kimselere kendini anlatamaz, evlere kapanır... Bazen
denizler, kıyılar çeker insanı. İnsan bu kapılmayı anlayamaz, oysa çok eski bir
yerde yaşanmasından korkulup vazgeçilmez aşkların sızısıdır bu. Bu sızı, bu
yenilgi mevsimlerle yıllarla devredilir başka insanlara... Bir
insanın yaptığı bir hatanın tüm insanlara yayılması gibi....
İşte şimdi biz de sevgili, ya olmadık zamanlarda umutsuzluğa
kapılıp, soluğu evlerde alacağız, ya da denizler, kıyılar çekecek bizi. Nasıl
biz başkalarının korkaklığını taşıyorsak, başkaları da bizim
korkaklığımızı taşıyacak, yenilgimizi, umutsuzluğumuzu...
Birazdan sabah olacak...
Para, tarifeler, beklentiler, randevular, taksitler, iş, anneler
ve korkular başlayacak... Bunlar varsa ve bizim için geçerliyse aşk
yoktur ve hiç olmamıştır sevgili. Birbirimizi kandırmayalım...
Hadi güne hazırlan. Yaşadıklarımızı unutmaya çalış. Aşk bize
güvenip verdiği büyüsünü, sırlarını, cesaretini, bilgeliğini ve o ilkel, o
yaban ağrısını geri alacak. Bunlar olurken içimiz bir an çok üşüyecek,
sonra geçecek...
Hadi, oyalanma birazdan yarın olacak...
Aşkta yarın yoktur sevgili.




Yasami kafese k0ymayanlara ..

--------------------------------------------------------------------------------

YAŞAMI KAFESE KOYMAYANLARA
Zamanların birinde, parlak tüyleri, rengarenk kanatları olan bir kuş varmış. Bakanları büyüleyen, yaşam sevinci veren göklerde özgürce uçmak için yaratılmış bir hayvanmış. Günün birinde kadının biri bu kuşu görüp ona aşık olmuş, Kalbi yerinden fırlarcasına, gözleri heyecandan parlayarak kuşun uçuşunu seyretmiş.

Kuş onu yanına çağırmış ve ikisi birlikte, anlatılamaz bir uyumla uçmuşlar. Kadın kuşa tapıyor, onu kutsal sayıyor, yüceltiyormuş.

Ama günün birinde düşünmüş kadın: -Belki de uzak dağları keşfetmek ister" diye korkuya kapılmış. Aynı duyguyu başka bir kuşla yaşamayacağından korkmuş. Ve kıskanmış -kuşun uçabilme yeteneğini kıskanmış. Kendini yalnız hissetmiş. "Ona bir tuzak kurayım", diye geçirmiş içinden. "Bir dahaki sefer, kuş tekrar gelirse, artık gidemesin" demiş.

Kadın kadar aşık olan kuş, ertesi gün tekrar sevgilisini görmeye gelmiş. Ne var ki, tuzağa düşmüş ve bir kafese hapsedilmiş. Kadın her gün gelip, kuşu seyrediyormuş. Vurgunmuş ona ve onu gösterdiği arkadaşları, "Ne şanslı bir insansın!" diye haykırıyorlarmış. Ne var ki, duygularında alışılmadık bir değişim baş göstermiş. Artık sahibi olduğundan, kalbini çalmasına ihtiyaç kalmadığından, kadının kuşa olan ilgisi azaldıkça azalmış. Uçamayan, hayatının anlamını dile getiremeyen hayvancık da sararıp soluyor, parlaklığını yitiriyor, çirkinleşiyormuş. Kadın da artık karnını doyurup kafesini temizlemekle yetiniyormuş.

Günlerden bir gün kuş ölmüş. Kadın son derece üzülmüş. O andan itibaren sevgili kuşunu bir an bile aklından çıkaramamış. Ama kafesi hatırlamıyormuş bile. Aklında hep onu ilk kez, mutluluk içinde bulutlarla yarışırken gördüğü an varmış sadece.

Kendinle başbaşa kaldığı yalnızlıkları artmış. Kuşun onu dış görünüşü ile değil, özgürlüğü, enerjisi ve sürükleyici tavrı olduğunu fark edermiş. Sevgilisinin yokluğunda kadının yaşamı da anlamını yitirdikçe, yitirmiş ve sonunda ecel gelmiş kapıyı çalmış.

"Niye geldin?" diye sormuş kadın, ölüme. "Tekrar onunla birlikte göklere uçabilesin diye", yanıtlamış ölüm. "Neden ama ölüm?" diyebilmiş kadın.

"Yaşamı özgür bırakabilseydin eğer, ona olan sevgin, bağlılığın ve hayranlığın artardı; ona kavuşabilmek onunla yeniden uçabilmek için artık bana muhtaçsın".





bir aşk hikayesi

--------------------------------------------------------------------------------

Dondurucu soğukta bir an önce evime varabilmek için hızla yürürken, ayağımın ucunda bir cüzdan gördüm.. Hemen aldım. Sahibini gösteren bir kimlik vardır diye acele acele açtım.. İçinde üç dolar ve sararıp kat yerleri yıpranmış eski bir zarftan başka birşey yoktu... Sol üst köşede yalnızca gönderenin adresi, alıcı adresi yerinde bir posta kutusu numarası vardı. Bir ipucu bulabilmek belki biraz da merakımı giderebilmek için zarfı açtım ve içindeki mektubu okumaya başladım. Mektup, sol yanı çiçek resmiyle süslenmiş bir kağıda, özenli bir el yazısıyla yazılmıştı ve "Sevgili Michael" diye başlıyordu.. Ve "Annesi yasakladığı için onu bir daha göremeyeceğini" anlatarak devam ediyor.. "Ama sakın unutma, seni daima seveceğim" diye bitiyor.. İmza.. Hannah!.. Elimde yalnızca, mektubu yazan kişiyle, mektubun yazıldığı kişinin birinci adları vardı. Eve gider gitmez hemen telefon idaresini aradım.Görevli kişi, kendisine bildirdiğim adreste yaşayanların telefon numarasını vermesinin yasalara aykırı olduğunu söyledi. Fakat ısrarım karşısında: "Belki, size yardımcı olabilirim" dedi. "Bu adreste bulunan numaraya telefon ederim ve onlar Kabul ederlerse, sizi görüştürebilirim lütfen bekleyin.." dedi. İki üç dakika sonra görevlinin sesi geldi.. "Bağlıyorum efendim." Telefonda, karşıdaki hanıma "Hannah diye birini tanıyıp, tanımadığını" sordum. "Bu evi, 30 yıl evvel, Hannah diye kızları olan bir aileden aldık" dedi. "Peki yeni adreslerini biliyor musunuz?.." "Hannah annesini bir huzurevine yatıracaktı. Oradan takip ederseniz, belki adres bulursunuz.." deyip bana huzurevinin adını verdi.. Hemen aradım.. Yaşlı anne yıllar önce ölmüş.. Ama kızına ait eski bir telefon numarası var. Belki orada bilirlermiş.. "Bunların hepsi aptalca aslında" dedim kendi kendime.. İçinde sadece 3 dolar ve 60 yıl önce yazılmış bir mektup bulunan cüzdanın sahibini aramak için bunca zahmete ne gerek var ki.. Aradım numarayı.. Bir kadın "Şimdi Hannah'nın kendisi bir huzurevinde" dedi ve numarayı verdi. Hemen orayı çevirdim.. Ses; "Evet, Hannah burada yaşıyor" dedi.. Saat ona geliyordu ama hemen yola çıktım, Hannah'yı görmek için.. Devasa bir binanın üçüncü katında şirin bir oda.. Gümüş saçlı, sıcak tebessümlü bir yaşlı kadın.. Gözlerinin içi ışıl ışıl ama.. Anlattım olanları.. Cüzdanı ve mektubu gösterip.. Derin bir iç çekti mektuba bakarken ve "Genç adam" dedi, "Bu mektup, Michael ile son kontağımdı.. Onu öyle seviyorum ki.. Sean Connery gibi yakışıklıydı.. Hani şu meşhur aktör.. Ama ben 16 yaşındaydım.. Çok küçüğüm diye annem kesinlikle izin vermedi.." Derin bir nefes daha.. "Michael Goldstein harika bir insandı. Eğer bulabilirseniz ona söyleyin lütfen.. Onu hep düşündüm.. Hep.." Bir ufak sessizlik.. Bir derin nefes daha.. "Ve onu hep sevdim.." İki damla yaş damladı elindeki mektuba, ıslanan gözlerden.. "Ve hiç evlenmedim.. Michael gibi birisini bulamadım ki.." Hannah'ya teşekkür edip odadan çıktım. Binadan çıkarken danışmada beni karşılayan kız "Hannah Hanım yardımcı olabildi mi size" dedi.." Hiç değilse bunun sahibinin soyadını öğrendim" dedim.. Cüzdanı elimde sallayarak.. O sırada yanımda dikilip duran hademe bağırdı.. "Hey baksana.. Bu Bay Michael'ın cüzdanı.. Üzerindeki bu kırmızı şeritten onu nerde görsem tanırım.. Cüzdanını hep kaybederdi zaten.. Üç kere ben buldum, koridorlarda.. "Michael sekizinci katta yaşıyordu.. Ok gibi fırladım tekrar asansöre. Michael yatmamıştı. Okuma odasında kitap okuyordu. Hemşire beni ve elimdeki cüzdanı gösterdi. Michael elini arka cebine attı, hızla.. Sonra sevinçle "Evet bu benim cüzdanım" dedi. "Öğleden sonraki yürüyüş sırasında kaybetmiş olmalıyım. Size teşekkür borçluyum." "Hiçbir şey borçlu değilsiniz" dedim. "Ama özür dilerim. İpucu bulmak için açtım ve içindeki mektubu okudum." "Mektubu mu okudun?" "Sadece okumakla kalmadım. Hannah'yı da buldum.." "Buldun mu? Nerde? İyi mi? Hala eskisi gibi güzel mi. Söyle, lütfen söyle.." "Çok iyi.. Hem de harika" dedim, yavaşça.. "Bana onun telefon numarasını ver. Yarın onu hemen arayacağım." Elime sımsıkı sarıldı.. "O benim tek aşkımdı.. Onu öyle sevdim ki, asla evlenmedim.. Çünkü bu mektup geldiğinde hayatım, anlamsal olarak bitmişti." "Bay Goldstein" dedim.. "Gelin benimle.." Asansörle üçüncü kata indik.. Odanın kapısı açıktı. Hannah sırtı kapıya dönük televizyon izliyordu.. Hemşire ona yaklaştı, omzuna dokundu.. "Hannah" dedi.. "Bu bay'ı tanıyor musun?" Gözlüklerini ayarladı bir an baktı, tek kelime etmeden.. "Michael" dedi, Michael, kapıda, kısık sesle.. "Hannah.. Ben Michael.. Beni tanıdın mı?.." "Michael" diye yutkundu Hannah. "İnanmıyorum.. Bu sensin. Benim Michael'ım." Michael Hannah'ya doğru yürüdü yavaşça. Sarıldılar. Hemşire yanıma geldiğinde onun da gözleri yaşlıydı.. "Gördün mü, bak?" dedim "Yaşamda, yaşanması gereken her şey, er ya da geç, bir gün kesinlikle yaşanacaktır." *** Üç hafta sonra beni huzurevinden aradılar. Pazar günü bir nikah vardı.. Gelebilir miydim? Harika bir nikah töreni idi. Hannah ve Michael beni nikah şahidi yaptılar üstelik. Hannah açık bej elbisesi içinde çok güzeldi.. Michael de lacivert takımı içinde hala çok yakışıklı.. Bir nikah tanığı olarak söylüyorum bu gözlemlerimi; Aşklarını on sekiz yaşın heyecanı ve duygusuyla yaşayan 76 yaşındaki gelin ile 79 yaşındaki damadın nikahında keşke siz de bulunsaydınız; Altmış yıl önce bittiği sanılan bir aşk öyküsünün, altmış yıl sonra, kaldığı yerden nasıl filizlendiğine tanık olurdunuz.




TuzLu KahwE ...

--------------------------------------------------------------------------------

Kiza bir partide rastlamisti.. Harika birseydi.O gün pesinde o kadar delikanli vardi ki.. Partinin sonunda kizi kahve içmeye davet etti. Kiz parti boyu dikkatini çekmeyen oglanin davetine sasirdi, ama tam bir kibarlik gösterisi yaparak kabul etti. Hemen kösedeki sirin kafeye oturdular. Delikanli öyle heyecanliydi ki, kalbinin çarpmasindan konusamiyordu. Onun bu hali kizin da huzurunu kaçirdi.. "Ben artik gideyim" demeye hazirlanirken, delikanli birden garsonu çagirdi..
"Bana biraz tuz getirir misiniz" dedi.. "Kahveme koymak için.."
Yan masalardan bile saskin yüzler delikanliya bakti..Kahveye tuz!..
Delikanli kipkirmizi oldu utançtan, ama tuzu kahvesine döktü ve içmeye basladi. Kiz, merakla "Garip bir agiz tadiniz var" dedi..Delikanli anlatti:"Çocukken deniz kenarinda yasardik. Hep deniz kenarinda ve denizde oynardim. Denizin tuzlu suyunun tadi agzimdan hiç eksilmedi. Bu tatla büyüdüm ben..
Bu tadi çok sevdim. Kahveme tuz koymam bundan. Ne zaman o tuzlu tadi dilimde hissetsem, çocuklugumu, deniz kenarindaki evimizi ve mutlu ailemi hatirliyorum. . Annemle babam hala o deniz kenarinda oturuyorlar.. Onlari ve evimi öyle özlüyorum ki.." Bunlari söylerken gözleri nemlenmisti delikanlinin.. Kiz dinlediklerinden çok duygulanmisti.
Içini bu kadar samimi döken, evini, ailesini bu kadar özleyen bir adam, evi, aileyi seven biri olmaliydi. Evini düsünen, evini arayan, evini sakinan biri.. Ev duyusu olan biri..
Kiz da konusmaya basladi.. Onun da evi uzaklardaydi.. Çocuklugu gibi.. O da ailesini anlatti. Çok sirin bir sohbet olmustu.. Tatli ve sicak..
Ve de bu sohbet öykümüzün harikulade güzel baslangici olmustu tabii..
Bulusmaya devam ettiler ve her güzel öyküde oldugu gibi, prenses, prensle evlendi. Ve de sonuna kadar çok mutlu yasadilar. Prenses ne zaman kahve yapsa prensine içine bir kasik tuz koydu, hayat boyu.. Onun böyle sevdigini biliyordu çünkü..
40 yil sonra, adam dünyaya veda etti. "Ölümümden sonra aç" diye bir mektup birakmisti sevgili karisina.. Söyle diyordu, satirlarinda.."Sevgilim, bir tanem..Lütfen beni affet. Bütün hayatimizi bir yalan üzerine kurdugum için beni affet. Sana hayatimda bir tek kere yalan söyledim.. Tuzlu kahvede.. Ilk bulustugumuz günü hatirliyor musun?.Öyle heyecanli ve gergindim ki, seker diyecekken 'Tuz' çikti agzimdan.. Sen ve herkes bana bakarken, degistirmeye o kadar utandim ki, yalanla devam ettim. Bu yalanin bizim iliskimizin temeli olacagi hiç aklima gelmemisti. Sana gerçegi anlatmayi defalarca düsündüm.
Ama her defasinda korkudan vazgeçtim. Simdi ölüyorum ve artik korkmam için hiçbir sebep yok.. Iste gerçek.. Ben tuzlu kahve sevmem. O garip ve rezil bir tat.. Ama seni tanidigim andan itibaren bu rezil kahveyi içtim. Hem de zerre pismanlik duymadan. Seninle olmak hayatimin en büyük mutlulugu idi ve ben bu mutlulugu tuzlu kahveye borçluydum.
Dünyaya bir daha gelsem, herseyi yeniden yasamak, seni yeniden tanimak ve bütün hayatimi yeniden seninle geçirmek isterim, ikinci bir hayat boyu daha tuzlu kahve içmek zorunda kalsam da.."
Yasli kadinin gözyaslari mektubu sirilsiklam islatti.
Lafi açildiginda birgün biri, kadina "Tuzlu kahve nasil bir sey" diye soracak oldu..
Gözleri nemlendi kadinin..
"Çok tatli!.." dedi..



KIRLANGIÇ HİKAYESİ !




Günlerden bir gün Kırlangıcın biri bir adama aşık olmuş. Ve adamın
penceresinin önüne konup adama söyle demiş;


Ben seni çok seviyorum lütfen pencereyi açıp beni içeri alda birlikte
yaşayalım.

Adam:
Olmaz alamam... Sen bir kuşsun hiç bir kuş adama aşık olur mu?...
demiş.

Kırlangıç tekrar;
lütfen pencereyi açıp beni içeri al birlikte yaşarız. Hem ben sana dost
ve arkadaş olurum canında sıkılmaz birlikte yaşar gideriz demiş.

Adam yine;
Olmaz alamam...Git başımdan, diye cevap vermiş.

Üçüncü ve son defa kuş adamın penceresinin önüne konup adama tekrar şöyle
demiş;

lütfen beni içeri al.. Artık soğuklarda başladı, dışarıda kalamam.
Biliyorsun ben sıcak havalarda yaşayabilirim sadece beni içeri almazsan
başka sıcak ülkelere gitmek zorunda kalırım. Lütfen beni içeri alda
burada kalayım. Birlikte yemek yer omuzuna konar seni neşelendirir sana yarenlik ederim. Hem sende benim gibi yalnızsın, der...

Adam ona;
Git derhal başımdan!... Ben yalnız kalırım demiş ve kuşu kovmuş...

Kırlangıçta bu cevap üzerine üzüntülü bir şekilde uçmuş ve uzaklara
gitmiş..

Adam kırlangıç uzaklara gittikten sonra düşünmüş ve kendi kendine

"Ben ne aptal , ne kadar akılsız bir adamım, niye kırlangıçla birlikte
kalmayı kabul etmedim? Ne güzel birlikte kalırdık demiş ve çok pişman
olmuş, pişman olmuş olmasına ama iş işten geçmiş. Kendi kendine nasıl
olsa sıcaklar başlayınca kırlangıcım yine gelir bende onu içeri alır birlikte
mutlu bir hayat sürerim, demiş. Ve penceresini sonuna kadar açıp
beklemeye başlamış.
Yazın gelmesiyle Kırlangıçlarda gelmeye başlamış. Ama onun kırlangıcı gelmemiş. Yazın sonuna kadar hiç penceresini kapatmadan
pencerenin başında beklemiş ama Boşuna....Kırlangıç yokmuş. Gelen
kırlangıçlara sormuş ama onun kırlangıcını gören olmamış. Sonunda bir
bilge kişiye halini danışmak ve ondan bilgi almak için gitmiş.

Bilge kişiye olayı anlattıktan sonra bilge kişi ona şöyle demiş;

- K ı r l a n g ı ç l a r ı n Ö m r ü 6 a y d ı r . . .


Hayatta bazı fırsatlar vardır ömründe bir defa insanın eline geçer ve
değerlendiremezsen uçup gider...





PrenSesLerin HikayeSi ...

--------------------------------------------------------------------------------

Bundan yuzyillar once deniz asiri, cok guzel bir ulke varmis. Tabi her masalda oldugu gibi bu masalda da o ulkenin bir krali ve
tabii ki bir de prensesi varmis. Prenses dunyalar guzeli bir kizmis. Kral
ona bakilmasini yasaklamis, her gun dolasmak icin saray muhafizlari ile
sarayin disina cikacagi ilan edildiginde halk egilir ve gozlerini kapatir,
ya da evlerine kacisirmis. Onu gormenin bedeli olumle cezalanmakmis. Gunlerden bir gun yine prenses dolasmak icin ciktiginda; fakir bir koylu delikanli herseyi goze alarak basini kaldirmis ve prensesle goz goze gelmisler... O an fakir delikanli prensese inanilmaz bir askla tutulmus. Prensesin derin bakislarinin da bos olmadigini dusunmus ve gunlerce uyuyamamis. Fakir delikanli olumu bile goze almak pahasina, prensesi bir kere daha gormek icin ugrasmis durmus. Bu arada guzel prenses de onu tutulmus onun zarar gormemesi icin gunlerce kendini saraya kapatmis. Sonunda dayanamayan fakir delikanli her seyi goze alarak gizlice sarayin bahce duvarina tirmanmis ve prenses ile bir kere daha goz goze gelmisler. Fakir delikanli hemen duvardan atlamis ve prensesle konusacagi anda saray muhafizlarina yakalanmis. Kralin karsisina cikarilan delikanli olumle cezalandirilacagini bildiginden krala prensese duydugu askini anlatmis.

Kral olum emrini verecegi anda prensesin yalvarislarina dayanamayarak delikanliya baska bir ceza vermeyi kabullenmis. Hemen bir gemi hazirlattiran kral, gidilebilecek en uzaktaki adaya bir fener yaptirmis ve fakir delikanliyi da o adada yanliz yasamaya mahkum etmis... Aradan bir kac ay gecmesine ragmen prensesi unutamayan delikanli prensese olan askini kagitlara dokmus ve martilara anlatmaya baslamis... Artik butun martilar fakir delikanlinin prensese olan askini anlamis ve yazdigi mektuplari prensese goturmeye baslamislar... Zamanla prensesin de yazmis oldugu mektuplari fakir delikanliya goturen martilar araciligi ile iki gencin arasindaki ask iyice buyumus. Ta ki... Bir sabah sarayin bahcesinde kahvalti yaparken prensesin odasinin penceresine agzinda bir mektupla konan martiyi kralin gormesine dek. Tabii korkuldugu gibi olmamis... Martilarin bile araci oldugu Iki gencin arasindaki buyuk aski anlayamadigi icin kendisinden utanmis ve aglayarak kizina sarilan kral, hemen bir gemi gondertip fakir delikanliyi getirtip kendisi ile evlendirecegini soylemis. Buna duyunca cok mutlu olan prenses hemen delikanliya bir mektup yazmis ve olanlari anlatmis. Bu arada mektubu goturmek icin bekleyen martiya da tum martilarin dugunlerine davetli oldugunu soylemis. Buna cok sevinen marti mektubu bir an once issiz adaya goturmek icin yola cikmis. Tam yolu yarilamisken yanindan gecen bir kac marti arkadasina haber verip hepsinin dugune davetli oldugunu soylemek icin gagasini actiginda mektubu dusurmus. Tum martilar hep birlikte mektubu aramaya baslamislar. Fakat bir turlu bulamamislar... Bu arada prensesten mektup alamayan asik delikanli, yazmis oldugu mektuplari gondermek icin bir tek marti bile bulamamis... Biraz ilerisinde ucuyorlar fakat yanina gitmiyorlar ve mektubu ariyorlarmis...

Prensesin kendisini artik unuttugunu, istemedigini, martilarin da onun icin yanina gelmedigini sanan delikanli uzuntusunden sonunda kendisini fenerden kayalarin uzerine atarak intihar etmis. Olanlardan habersiz kralin gemisi adaya vardiginda fakir delikanlinin soguk bedeni ile karsilasmislar...
iste o gun bugundur, martilar o mektubu ararlar. Mektubu bulup, o inanilmaz sevgiyi geri getirebileceklerine, her seyi duzelteceklerine, inanarak hep denizler uzerinde ucusup dururlar.
 
saolasın eline sağlık dostum
 
eline sağlık dostum çok iyi
 
okumak bıraz zaman aldı ama deger..emegıne saglık...
 
en cok babasına bos kutu veren kızın hikayesini tuttum
 
gönlüne sağlık devamı dileğiyle...
 
harika bir paylaşım,
eski bir konu ama
çok güzel hikayeler var,
anlamlı ve duygu dolu
saygılarımla
 
Geri
Üst