kuzay
Pesimist
- Katılım
- 2 Nis 2007
- Mesajlar
- 28,387
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0

Tarihte saklı bir diyar; Harem-i Hümayun
Osmanlı saltanat ailesinin 400 yıl süresince yaşadığı
Topkapı Sarayı’nın her karışına sinmiş sessizlik.
Sakinlerinin işaret diliyle anlaşttığı sarayın Harem Dairesi’nde gezerken her adımınızda,
tarihi bir kahramanın yanıbaşınızdan geçtiğini hissediyorsunuz.
Büyülü aşkları, kudretli sultanlarıyla sırrı, tılsımlı harflerde saklanan Harem Dairesi
tarih sayfalarında saklı kalmış bir diyar.
15. yüzyılda Fatih Sultan Mehmed’in emriyle yaptırılan Topkapı Sarayı’ndayız.
400 yıl boyunca imparatorluğun tarihini yazan olaylara ev sahipliği yapan saray,
Harem Dairesi’yle padişahların da en özel anlarına ve en gizli sırlarına tanıklık etmiş.
İşte biz de bu sırlara ortak olmak için sabahın erken saatlerinde heyecanla
Topkapı Sarayı’na; Osmanlı sultanlarının evine konuk olduk.
Üç harfin tılsımı
Arapça’da “özel olan” anlamına gelen harem kelimesini anlam olarak,
yine h, r, m harf dizilimlerinden oluşan “haram”, “harim” ve “hurma”
kelimeleri karşılıyor. Aynı harf dizilimine sahip bu kelimeler,
aslında anlam olarak da birbirlerini tamamlıyorlar. “Harem”
“özel olan” anlamını taşırken, “haram” yasak olan, harimse
“kadınla ilgili olan” anlamına geliyor.
Hurma ise Arapça’da halk arasında “kadın” demek.
Osmanlı sultanlarının özel yaşamlarını geçirdikleri yer olan Harem-i Hümayun Dairesi,
doktorların dışında, dışarıdan kimsenin giremediği yasak bir yerdi.
Cariyeler, valide sultanlar ile sultanların gözdeleri olan kadınların yaşadığı Harem Dairesi,
bugün bile teşhir ediliyor olmasına karşın,
Venedikli tüccarların aktardıkları dışında halen bir giz olmaya devam ediyor.
Harem-i Hümayun Dairesi, ağırlığını ve gizliliğini henüz içeri
adımınızı atmadan hissettiriyor. Harem’in üst düzey saltanat kadınlarının ve
padişahın yaşadığı kısma açılan Cümle Kapısı (Saltanat Kapısı)’nın
üzerinde yazan Kur’an ayeti sizi bu saklı yaşama saygıya çağırıyor:
“Kendi evleriniz dışındaki evlere izin istemeden ve orada yaşayanlara selam vermeden girmeyiniz.”

Harem-i Hümayun Dairesi
Osmanlı Hanedanı’nın Beyazıt’ta bulunan Eski Saray’dan sonra
400 yıl boyunca yaşamını sürdürdüğü Harem-i Hümayun Dairesi,
birçok dönemin mimari üslubunu barındırdığı için Osmanlı mimarisi açısından
iyi bir örnek teşkil ediyor. Hakkında fazla bir belge olmayan
Haremi-i Hümayun Dairesi’nin Kanuni Sultan Süleyman döneminden itibaren
büyüdüğü ve kurumsallaştığı biliniyor. Yine bu konuyla ilgili olarak herhangi
bir belge olmasa da Yeni Saray mutfaklarının yıllık masrafı dikkate alındığında,
Kanuni Sultan Süleyman'dan III. Murad dönemine kadar
harem sakinlerinin sayısında ciddi bir artış gözlemleniyor.
Yaklaşık olarak 300 oda, 9 hamam, 2 cami, 1 hastane,
1 çamaşırlık ve koğuşlardan oluşan, sultanın özel yaşamını
geçirdiği bölümün bir parçası olan yapı, Osmanlı İmparatorluğu’nun
hiyerarşik yapısını bütünüyle yansıtıyor. 1665 yılında çıkan yangından
büyük oranda zarar gören Harem Dairesi, yenilemeler ve genişletilmelerin
ardından günümüzdeki halini alıyor.
Topkapı Sarayı’nın diğer bölümlerinden özenle ayrılan
Harem-i Hümayun Dairesi gruplara ayrılıyor. Girişte bulunan ilk kısımda,
Habeş kökenli zenci hizmetliler olan Kara Hadım Ağaları kalıyor.
Ardından Cümle Kapısı ile kadınefendi ile cariyelerin, valide sultanların,
padişah ve şehzadelerin yaşadıkları yerleri saran taşlıklara geçiliyor.
Birinci bölümde Fatih Sultan Mehmed döneminde yapılan,
Valide Taşlığı çevresinde, Haliç’e bakan yapıda, sultana yakın olanlar yani,
valide sultanlar, veliaht şehzade ve başkadınların kaldığı yapı yer alıyor.
Güneyinde ise “usta” cariyelerin kaldığı ve odaları Haliç’i gören yapı bulunuyor.
Harem-i Hümayun Dairesi’nin dış dünyayla olan bağlantısı,
Babüssaade dışında Araba Kapısı’yla sağlanıyor.
Harem kadınları kente çıkmak için arabalara buradan biniyor.
İsmini, sultanın geçerken hizmetlilerine altın dağıtmasından alan Altın Yol da
sultanın haremden Has Odası’na geçişi sağlıyor. Sultanlar, harem ve
Has Oda arasında genellikle bu yolu kullanıyorlar.
Her sultanın kendisine özel olarak yaptırdığı köşklerden oluşan ve
haremin bağımsız köşkleri olarak isimlendirilen yapılar,
hemen hemen her odada bulunan ve rivayete göre, konuşulanların duyulmaması için
gerekli görülen musluklar, herhangi bir suikaste tedbir olarak sultanın
altın kafesli hamamı ile işlevselliği göz önünde bulundurularak inşa
edilen yapılar dışında, sarayın belki de en önemli kurumu
Enderun Mektebi oldukça dikkat çekiyor.
Saraya yönetici yetiştiren Itri ve Evliya Çelebi gibi isimlerin eğitim gördüğü okul,
Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü İlber Ortaylı’ya göre “Osmanlı’nın Oxford’u”.

Harim
Özellikle Beyazıt’ta bulunan Eski Saray tarafından beslenen Harem Dairesi,
Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetim anlayışıyla idare ediliyordu.
Bu anlamda Harem, devşirme kapıkulu kadrosunun bir kanadını oluşturuyordu.
Kendi içinde belli bir hiyerarşiye sahip olan kurumun tüm üyeleri sultanın hizmetini görüyordu.
Enderun’lulardan, hadım edilmiş harem ağalarına ve cariyelere kadar herkes sultana hizmet için sarayda bulunuyordu.
5-16 yaş grubundan cariyeler saraya alınıyor, en iyi şekilde eğitiliyor,
Türk-İslam kültürünü öğreniyor ve yeteneklerine göre birçok
sanat dalıyla ilgilenmeleri sağlanıyordu. Genellikle, gidilen uzak seferlerde,
sultanlara hediye olarak sunulan bu kızlara, ilk önce görgü kuralları öğretiliyordu.
Acemi denilen bu dönemde cariyeler, etkili bakış, işveli yürüyüş, yumuşak tebessüm
ve tutumluluk gibi temel bir eğitimden geçiyordu. Eğitimlerinin ileri safhalarında cariyeler,
şâkirt (öğrenci) ve usta oluyor, gedikli sınıflarına yükseliyorlardı.
Ayrıca, belli miktarda da yevmiye alıyorlardı.
Örneğin, bir cariyenin 16. yüzyıldaki günlüğü 8.4 akçeydi.
Bu süreçlerden geçen ve sultana sunulacak olan cariye, seramoniyle hazırlanıyor,
çekici kokular sürünüyor ve hamamda özel olarak yıkanıyordu.
Sultanın karşısına çıkmaya artık hazır olan cariye, Hünkar Sofası’nda sultana sunuluyor ve
beğenilmesi halinde sultanın Has Odası’na götürülürdü.
Sultana sunulmayan iyi eğitimli cariyeler ise Enderun’daki ağalarla evlendiriliyor
ve saray kültürünü yaymak göreviyle taşraya gönderiliyordu.
Ancak, sultanın kendi elleriyle evlendirdiği cariyelerin şehzadelerle evlenmeleri,
Osmanlı Hanedanı’na rakip yaratmamak için yasaktı.
Belli bir hiyerarşik düzen içinde geçen Harem yaşamında bir cariyerinin değeri,
sultana erkek çocuk vermesiyle ölçülüyordu. Bundan sonra yaşamı şekillenen cariye,
sultana bir erkek çocuk doğurursa “İkbal” veya “Kadınefendi” olarak adlandırılıyor
ve kendisine ayrılan özel bir odaya geçiyordu. Veliaht annesi ise
“Haseki” ismini alarak, “sultanın ilk kadını” sıfatıyla Valide Sultan’dan
sonra en güçlü otoriteye sahip oluyordu.
Sultanın annesi Valide Sultan ise Harem’in en ayrıcalıklı sınıfına mensuptu.
Yine 16. yüzyılda günde 600 akçe alan Valide Sultan, gelirini hayır işlerinde kullanıyordu.
Harem Dairesi’nin en büyük odasına sahip olan Valide Sultanlar,
her sabah yönetim hakkında sultandan rapor alabiliyor ve
mahkeme kararlarını dinleyebiliyorlardı.
Gelecekleri ‘en iyi’, ‘en güzel’ olmak gibi, doğalında rekabeti getiren
kıstaslara bağlı olan Harem-i Hümayun’un kadınları arasında her dönem
kıskançlıklar ve kavgalar olurdu. Ancak bu tür olaylar hiyerarşik
yapıya dayandırılarak bastırılır, yerine saygı ve bağlılık gibi
kavramlarla birarada yaşamaları sağlanırdı.
