Efsane Şehir Atlantis (ilginç bir teori)

sonsuzluğa

Moderatör
Moderatör
Katılım
7 Kas 2006
Mesajlar
26,181
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
Ayağın taşa mı çarptı, dön kalbine bak. ETTİN Mİ B
çok ilginç bir yazı. :biggrin: bermuda şetan üçgenini de çok ilginç bir teoriyle açıklamış. (bir oyun gibi sanki)


İlk Atlantis, bundan yaklaşık 30.000 yıl önce bir Venüs kolonisi olarak kurulmuş, Atlantik Okyanusu’nda verilmli ovalara ve dağlara sahip bir kıtaydı.

O sıralar Venüs gezegeni de aslında bir dünya kolonisiydi ve bu gezegene yerleşenler, dünyada meydana gelen büyük çapta bir felaketten sonra oraya kaçarak kurtulanlardı.

Atlantis’in 13.500 yıl önce başlayan kademeli çöküşünü, 11.500 yıl önce meydana gelen büyük bir atom savaşı takip etmiş ve bunun sonucunda Atlantis’in Afrika’dan Karaip’lere kadar uzanan sahilleri sulara gömülmüştü. Atlantis birdenbire değil, üç aşamalı olarak yok olmuştu.

Atlantis, tasavvur edilemeyecek zenginliklere sahip bir kıtaydı. Toplumsal ve teknolojik olarak ancak bugünün önde gelen ileri ulusları ile kıyaslanabilecek bir seviyedeydi.

Atlantis’in uzay gemileri evrenin en ücra köşelerine kadar gidebiliyordu. Çok uzaktaki gezegenlerle bile ticari ilişkileri vardı.

Fakat Atlantis’lilerin çok tehlikeli bir düşmanları vardı; Ege bölgesinde büyük şehirlerde yaşayan Atina’lılardı. Aralarındaki savaşın sebebi ticari nitelikteydi. Her iki ulus da Güneş sistemizin ötesindeki, Samanyolu’daki gezegenler üzerinde ekonomik egemenlik kurmak istiyordu.

Dünya üzerindeki birkaç yerel savaş, uzaya da taşındığı için, beraberinde büyük bir kin ve nefreti de getirmişti.

Yaklaşık 11.500 yıl önce, Atina Kralı Atlantis’in büyük şehirlerine ani bir saldırı emri verdi. Böylece sınırlı bir savaş başlamış oldu. Atina orduları Atlantis’e havadan saldırarak, güçlü ışın silahları yardımıyla birkaç stratejik hedefi ele geçirmeyi ve Atlantis ordularına önemli kayıplar verdirmeyi başardılar.

Savaşın 21. gününde, Atlantis’liler Atina’lıların hava savunmasını yararak, başkentlerini atom bombası ile yok ettiler. Buna karşılık olarak Atina Hava Kuvvetlerine de Atlantis’in başkentine bir atom saldırısı emri verildi. Sonraki 9 gün boyunca her iki kültür arasında topyekün bir atom savaşı başladı.

Eski Yunan, İskandinav ve Hint mitolojilerinde bu felaketler anlatılır. İncil’de de bunu anlatan pasajlar vardır. Bu korkunç nükleer savaşın sonunda milyonlarca Atinalı ve Atlantisli hayatını kaybetti. Atlantis’lilerden hayatta kalanlar Mısır’a sığındılar. Diğerleri ise, Afrika’nın yer altı mağaralarında ve tünellerinde kayboldular. Atina’lılardan bir grup insan bugünkü İtalya’ya veya Türkiye’deki dağlara kaçarak diğer ırklarla karıştılar.

Atlantis’lilerden bazıları Amerika’ya gitti. Mayalar, İnka’lar ve Kuzey Amerika yerli kabilelerinden bazıları, bu insanların torunlarıdır.

9 günlük atom savaşının sonunda rüzgar ve su, atom bombasından daha fazla zarar verdi. İlk önce atomun parçalanması sonucunda müthiş bir ısı dalgası ortaya çıktı. Radyoaktif toz bulutu atmosferi kaplayarak güneş ışınlarına engel oldu. Atomik ısı, spiral bir şekilde yukarı doğru yükselerek, dev hortumlara yol açtı.

Kuzey kutbunun dev buzulları erimeye başladı ve bunun sonucu olarak yeni nehirler (Rhone, Ren, Sen, Tuna ve Po) ortaya çıktı.

Kıtaya bağlı bulunan, Britanya ayrı bir ada haline geldi. Daha önce mevcut bulunan kıta köprülerinin hepsi sular altında kaldı.

Daha önce Avrupa’nın büyük bir bölümünü kaplayan buzlar eriyerek, bugün Hazar denizi ve Karadeniz’in bulunduğu çukurları doldurdu. Ve sonunda Atlantis kıtası ebediyen sulara gömüldü.

Atina’lılar için son tam bir felaket oldu. Dünyanın dönüşünde meydana gelen değişiklik yüzünden. “Herkül’ün Sütunları” denilen (Bugünkü İspanya ve Fas arasındaki Cebelitarık Boğazı’nda) yüksek dik duvarları yıkan güçlü dev tuzlu su dalgaları, Akdeniz havzasını doldurarak, bugün “Akdeniz” diye bildiğimiz meydana getirdi.

Atina kültürünün temelini oluşturan verimli Akdeniz ovası, Atlantik’ten gelen tuzlu suların burayı doldurması ile, bir denize dönüştü ve bütün buradaki medeniyet yok oldu. Yalnız dağ tepeleri suyun üstünde kalabildi. Bunlar bugünkü Kıbrıs, Malta, Girit, Sicilya, Korsika, Sardinya adalarını oluşturdular.

Appoloias, Hellinas, Spartillois ve Spartias gibi Atina şehirlerinden geri kalanlar tamamen suların altında kaldı. İncil’de anlatılan “Tufan”, yukarda anlatılan Atom savaşı sonunda ortaya çıkmıştı.

Savaş sırasında bunkerlerde ve tünellerde yaşayan Atlantis’liler daha sonra yeryüzüne çıkarak yeniden şehirler kurarak, hayatlarını devam ettirmeye başladılar. Fakat her yıl, sular devamlı yükselmeye devam etti. Bunun üzerine Atlantis’liler şehirlerinin üstünü bir metre kalınlığında koruyucu bir tabaka ile kapladılar. (Bu kaplama malzemesinin ne olduğunu bilmiyor) Böylece bütün şehirler koruyucu bir kubbe ile kaplanmış oldu. Sular bu şehirleri tamamen örtünce, bunlar denizlerin tabanlarında kaldılar. Bu şehirlerin bazıları bugünkü A.B.D yakınlarındadır. Örneğin San Juan sahili açıklarında bulunan bilinmeyen bir denizaltı şehri 16 km. çapındadır.

Atlantis’e ait olmayan sekiz büyük şehirle, Batı Hint adaları civarındaki denizaltı şehirleri arasında bağlantı, bir tünel sistemi vasıtası ile sağlanmaktadır. Bugün Atlantis’lilerin faal vaziyette 28 denizaltı şehri bulunmaktadır.



Bermuda Şeytan Üçgeni’nin sırrı:


Atlantis’lilerin Atina’lılarla savaşı sırasında bugün “Bermuda Şeytan Üçgeni” diye anılan yerde birçok kristal batmıştı. Bunların birçok yüzü vardı ve golf topu büyüklüğünde idiler.

Kristaller, Atlantislilerin silahları ve enerji merkezleri için güç kaynağı idi.

Bunlarla güneş ışınları, güçlü lazer ışınlarına çevrilebiliyordu. İlk önceleri barışçı amaçlarla kullanılan bu kristaller zamanla silah olarak da kullanılmaya başlandı.

Karaipler’de batmasından 11.500 yıl geçtikten sonra bile bu kristaller halen etkilidir.

Güneş ışınları okyanus’un dibindeki bu bölgeye ulaştığı zaman, kristalleri yeniden fazilete geçirir. Bu kristaller aktive edildiği zaman, buradan çıkan güçlü ışınlarla temas eden gemi veya uçan derhal yok olur. Bu ışınların tahta üzerinde bir etkisi yoktur.

Bu ışınlara görünmez olduğu için “Kara Işın” adı verilir. Bu dünyanın en korkunç yok edici anti-madde ışınıdır. Atlantis’liler bu ışını düşmanları Atinalı’lara karşı kullanmışlardı. Renksiz kristal, gün boyunca güneş ışınlarından enerjiyi alıp, dolduktan sonra, aldığı enerjiyi dışarıya aktarmaya başlar. Bu kristaller hiçbir şekilde tahrip edilemez
 
9 gun suren bir nukleer savaşata dunaynın sag çıkması bile mucizedir az sey biliniyor ama cok fazla bilgi kirliliği var atlantisen bir allahın kuldamı sag kalamdı kaldı ise bu teknolojiyi unutumu
diyelimki sag kaldılar ve bu deniz dibindeki sehirde yasıyorlar peki nasıl oluyorda bu sehirden dısarı çıkmak akılarına gelmıyor geliyorsa bile hani nerdeler

ilgiç bir durum bence ve yerın dibindeki petrolu goren teknoloji nasıl oluyorda atlantısı bulamıyor

eger böle bir medeniyet varsa ve bizler onalrdan haberdar değilsek ayıp ediyoruz valla unutmadan
bu medenıyet nekadar gercekse yuzuklerın efendisi filmindeki su orglarda o kadar gercek
 
9 gun suren bir nukleer savaşata dunaynın sag çıkması bile mucizedir az sey biliniyor ama cok fazla bilgi kirliliği var atlantisen bir allahın kuldamı sag kalamdı kaldı ise bu teknolojiyi unutumu
diyelimki sag kaldılar ve bu deniz dibindeki sehirde yasıyorlar peki nasıl oluyorda bu sehirden dısarı çıkmak akılarına gelmıyor geliyorsa bile hani nerdeler

ilgiç bir durum bence ve yerın dibindeki petrolu goren teknoloji nasıl oluyorda atlantısı bulamıyor

eger böle bir medeniyet varsa ve bizler onalrdan haberdar değilsek ayıp ediyoruz valla unutmadan
bu medenıyet nekadar gercekse yuzuklerın efendisi filmindeki su orglarda o kadar gercek


Atlantis diye bir medeniyetin varlığı her zaman söyleniyordu. ama büyük bir doğa olayı nedeniyle sular altında kaldığı halkının öldüğü canlı kurtulanların da diğer halklar arasına karışıp yaşamlarını sürdürdükleri söyleniyor. başta da yazdım ya ilginç bir teori bu. atlantisi her zaman merak ederim de böyle bir yazıyla ilk defa karşılaşıyorum. yazan kendini bilgisayar oyununa kaptırmış sanırım. başka bir açıklamasını bulamıyorum :huh:
 
Tuhaf Bir Durum Atlantis. Araştırılıyor Ama Bulunamıyor. Kimileride Piramitlerin Atlantisliler Sayesinde Yapıldıgını Söylüyor. Birde Mayaların Tapınaklarının. Ne Kadar Doğru Bilinmez.
 
Atlantis


Atlantis, batık bir kıta ve uygarlık.
Antik uygarlıklarla ilgili akademik programların dışında çalışmalar yapan araştırmacılarla bilimadamları arasında zaman zaman büyük görüş ayrılıkları olmakla birlikte birbirinden bağımsız gibi görünen bu çalışmaların nihai sonuca varmada hızlandırıcı etki yaptıkları şüphesizdir.
M.Ö. 421 yılında Sokrates'in evindeki bir Felsefe sohbetinde Atinalı devlet adamı Kristias, dedesi Dropides'in kendisine naklettiği efsaneyi hikaye eder. Hikayeyi dede Dropides'e nakleden ünlü Yunanlı şair Solon'dur. Solon'un gösterdiği kaynak ise Mısır'da bulunduğu dönemde tanıştığı Mısırlı bir keşiştir ve Keşiş'e göre Atlantis 'e ilişkin olaylar M.Ö. 9000 yılında gerçekleşmiştir.
Plutarkhos'a göre Sais şehrinde Solon'a ders veren rahibin adı Sonchis idi. İskenderiyeli Clemens'e göre bu aynı zamanda Pythagoras'a ders veren Mısırlı rahibin adı.
Platon'un hem Kritias, hem de Solon'la akrabalığı vardı. Ayrıca, kendisi de Mısır'ı ziyaret ederek birkaç yıl kalmış ve inisiye olmuştu. Onun için, bazı Atlantologlar onun Atlantis konusunu yazmadan önce, bu konuda bilgileri topladığı fikrindeler.
Kur'an'da "Ad kavmi" diye de geçer, Ad-land; Ad Ülkesi demektir. Kimi araştırmacılar İbranice’deki, ilk insanı belirten ve adama sözcüğünden gelen "Adem", Sanskrit dilinde “ilk, başlama” anlamına gelen ve Aryenler’in ilk konuşan insan türüne verdikleri ad olan "Ad-i", Frigler’in "Attis", Kafkasyalılar’ın "Adige", Polinezyada’daki "atea", Truva öyküsündeki "Ate", Aztek mitolosindeki "Atzlan" (ada) ve Türkçe’deki "ad", "ada", "ata" (pek çok dilde baba anlamına gelir) sözcükleri ile "Ad" kavminin adı arasında etimolojik bir bağlantı olabileceğini düşünmektedir.



Atlantis'in Bilimsel Kanıtları
James Churchward
James Churchward Atlantis'in Mu uygarlığının bir kolonisi olduğunu belirtmiştir. İngiliz ordusunda görevli subay olarak Tibet'te bulunmuş, daha sonra dünyayı gezmiş ve araştırmalar yapmıştır.Albay rütbesinde iken Tibet'ten bu tabletleri almıştır. Baş Rahibin niye tabletleri verdiği bilinmemekle beraber james in mason olması buna neden olabilir.
James Churchward 1883'de, Batı Tibet'te bir manastırda bu belgelerin en önemlilerini gün yüzüne çıkartmıştır. Tibet'te görevli olarak bulunan Churchward, eski dinlerin kökenleri hakkındaki araştırmaları doğrultusunda Tibet'teki manastırları dolaşırken, yolu Batı Tibet'te bir manastıra düşmüş ve bu manastırın, Büyük Rahipler Kardeşliğinin önde gelen üyelerinden olan baş rahibi Rishi, Churchward'a, günümüzden 15 bin yıl önce yazılmış Naacal Tabletleri ni göstermiştir.

III. Ramses
III. Ramses'in yazdırdığı yazılarda Atlantislilerin büyük su dairesi üzerindeki kara parçasından ve adalardan dünyanın ucundan, dokuzuncu kuşaktan geldikleri anlatılıyor. 9. Kuşak da eski Mısır, Yunan ve Roma'da kullanılan coğrafi bölümlere göre 52. ila 57. Kuzey enlemleri arasında kalan bölgedir.
Ünlü tarihçi Renan ise oldukça şaşırtıcı bir şekilse Mısır sanatının gençlik dönemi olmadığı iddiasında bulunarak Mısır uygarlığı ile ilgili şüphelerini şöyle dile getiriyordu:
Mısır, sanki bu ülke gençlik dönemini hiç yaşamamış gibi, daha başlangıçta olgun, yaşlı ve mitolojik ve kahramanlık çağlarından tamamen yoksun gibi görünmektedir. Mısır uygarlığının bebeklik çağı ve sanatının da kadim dönemi yoktur. Mısır uygarlığı daha o zaman olgundu.
Heredot da şaşırtıcı bir şekilde, 'Euterpe' adlı eserinde Mısır rahiplerinin yazılı tarihinin kendi zamanından 12 bin yıl öncesine kadar gittiğini belirliyor. Yani Atlantis'in batışına kadar.
5400 yıl önce, Mısır'daki Siyen(Aswan) kenti tam olarak Yengeç Dönencesi'nin altına rastladığı dönemde inşa edilmiş olan Siyen Duvarları, tam güneşin gündönümü anında, öğle vakti, güneş komple bir disk halinde bu duvarların üzerinden yansırken görülürdü. Günümüzde, Avrupa'nın bütün bilim adamları bir araya gelseler bunun bir benzerini yapamazlar diyor tarihçi Keneally Tanrının Kitabı adlı eserinde.
Amerikalı araştırmacı Robert Sarmast Platonun ünlü diyalogları Critias ve Timaeus’da ifade ettiği yaklaşık 50 fiziksel işaretten yola çıkarak çalışmalarını Kıbrıs yayı ve Levantine havzası olarak tarif edilen Doğu Akdeniz kıyılarına kaydırdı. Bölge ile ilgili olarak Amerika Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi'nin (NOAA) hazırlamış olduğu haritalardan ve veritabanlarından faydalanan Sarmast bu bilgilerin yeterli olmadığını görünce dünyaca ünlü Jeofizikçi Dr. John K. Hall ile işbirliğine gitti. Dr. Hall, Sarmast’a 1980 li yıllarda bir Rus petrol gemisi tarafından Doğu Akdeniz’de deniz tabanından toplanan dijital verileri iletti. NOAA ve Dr. Hall dan gelen verileri birleştiren Sarmast bölgenin 3 boyutlu ve bathymetric (derinlik ölçü birimi) haritalarını çıkarttı. Sarmast’a göre Atlantis Kıbrıs, Suriye arasında idi ve batan kıtanın en üst noktası ise bugünkü Kıbrıs’tı.
Sarmast Discovery Of Atlantis isimli ünlü eserinde Atlantis’in bu bölgede olmasını güçlendiren bulguları ve nedenlerini açıkladı.
Atlas Okyanus'u birçok volkanik hareketlerin sık sık yer aldığı bir yerdir. 1957'de yanar dağlar eşliğinde yeni bir ada Azorların yakınlarında ortaya çıktı.
Not:
Sizlere benim önemli bulduğum bir şeyler söyleyeyim
526 yılında Antakya'da 250.000 kişi, 1042 yılında Tebriz, İran'da 40.000 kişi, 1556'da Çin'de 830.000 kişi, 1908'de Messina, Sicilya'da 200.000 kişi, 1923 Tokyo civarlarında 200.000 kişi ve 1976'da Çin'de 700.000 kişi şiddetli depremlerle hayatlarını kayıp ettiler. Sellere gelince Çin'de 1887'de Huang Ho nehrin taşıması en az iki milyon insanın ölümüne yol açtı. Aynı nehrin 1931'de taşması 4 milyon insanın ölümüne yol açtı.



Buzul Çağ
R. F. Walworth ve G. W. Sjostrom'e göre son buzul çağında su seviyesinin düşük olması Atlantis'in varlığı için yeterli bir sebeptir. Bu iki araştırmacının geniş bir araştırmaya dayanan tezlerine göre periyodik gelen zincir volkanik patlamaları dünyanın geçmişinde uzun buzul çağlar yaratmıştır. Bazı jeolojik izlere göre buzlar bütün kıtaları kaplamıştır, su seviyeler inip yükselmiştir. Halen güncelliğini kazanan ve Donelly tarafından ortaya atılan bir teze göre, Atlantis'in batması ile daha önce onun yüksek dağları tarafından engellenen sıcak Gulf Stream akıntısı Kuzey Avrupa'ya ulaşarak buzların erimesine yol açmıştı. Halen yolunda devam eden bu sıcak su akımı Avrupa'nın ısısını bulunduğu enleme rağmen ılımlı tutmaktadır. Oysa, aynı enlemde bulunan Rusya'daki şehirler çok daha soğuk iklimlere sahiptir.
Kuzey Sibirya'da buzlar altında on binlerce donmuş mamut cesetleri vardır. Geçen asır sonlarında bu mamutlar'dan en az 20.000 çok iyi durumda fil dişi çıkartılarak piyasaya sürüldüğü kaydedildi. Bu mamutların toplu bir felakete kurban oldukları ortadadır. Ani bir donmadan ölen bu mamutlardan bazıların ağızlarında halen yemekte oldukları otlar bulunduğu görülmüştür. Karbon 14 testleri onların yaklaşık 12,000 yıl önce öldüklerini gösteriyor. Profesör Frank C. Hibben'e göre son buz çağın sonuna gelen bu devrede sadece Kuzey Amerika'da 40 milyon hayvan ölmüştü. Amerika'da Niagara şelalelerin 12.500 yıl evvel meydana geldiği hesaplanmıştır. Cordilleras Dağları yaklaşık 10,000 yıl önce meydana geldiler. Karbon 14 testlere göre şu anda Bermuda civarlarında deniz altında olan geniş bir bölgede 11,000 yıl önce sedir ormanları vardı. Aynı şekilde İngiltere’ye yakın Kuzey Denizi, İrlanda ve Grönland yakınlarında deniz diplerinde binlerce yıl önce denizin dibini boylamış ormanlar görülür. Olayların çoğu Atlantis'in batış tarihine uymaktadır.





Kutsal Kitaplarda Atlantis
1947 yıllında, Ölü Denize yakın Kumran mağrasında bulunan rulo yazıtlar, İbrani kutsal edebiyatın en eski örneklerini oluşturur. Bulunan bir yazıta göre Nuh farklı bir fiziğe sahipti. Öyle ki, babası Lamek onun kendi oğlu olduğunu karısı Bartenoş'un yemin ve ısrarlarına rağmen inanmamıştı. Nuh'un "Bakıcılar, Kutsal Olanlar veya devler" in soyundan gelmediğini ancak meleklerden her şeyi öğrenen" büyükbabası Enok (İdris)'a danıştıktan sonra inanmıştı.
Kitabi Mukaddes'te (Eski Ahit ve Yeni Ahit / İncil) Enok kitabından yer yer söz edilir. Asırlardır saklanan ve kutsal metinler külliyatından çıkarılan bu kitabın iki farklı nüshası vardır, biri yakın zamanlarda bir Rus manastırında bulunarak Slavonik dilde muhafaza edilmiştir. Adı Enok'un (İdris) Sırlar Kitabıdır. Bu kitapta Enok'un Tanrı tarafından göğe kaldırıldıktan sonra cennet ve cehennem katlarında gördüklerini ve sonradan 360 kitap yazdığını anlatmaktadır. İkinci ve çok daha uzun kitap ise Enok’un Kitabıdır. Burada Nefilimlerin devler olduklarını ve tufandan önceki çöküş devrinde onların insanoğlunun yiyeceklerini tükettiklerini ve bunlar da yetmediğinde insanları yediklerini yazıyor. Bu kitapta, bu çeşit atıflar, dini çevreleri rahatsız etmişti (San Augustine Tanrının Şehri) ve bu kitabın Eski Ahit külliyatından çıkarılmasına, 1772 yılında James Bruce tarafından bir Habeş manastırında bulunana dek, yüzyıllardır ortandan kayıp olmasına sebep vermişti.


Efsanevî kıtalar
Atlantis • Kerguelen Yaylası • Lemurya • Mu • Terra Australis • Zealandiya


farklı bir yazı
 
Geri
Üst