Edebiyatta Nükteler

sabahci.06

New member
Sadık ile Tahir adında biri yolda gidiyorlardı.Sadık oradan geçmekte olan bir köpeği göstererek Nefi'nin ünlü "Kelp tahirdir" sözünü hatırlattı.

"Ne dersin, şair haklı mı, kelp(köpek) gerçekten tahir(temiz) midir?" diye arkadaşına taş attı.

"Kelpin tahir olup olmaması anlayışa göre değişir. Kimi öyle der kimi böyle ama değişmeyen bir şey var. Kelp sadıktır" diyerek taşı gediğine oturttu!


Celal Sahir Erozan, Atatürk'e şiir okuyordu:

Boş, boş, boş...
Sokaklar boş,
Meydanlar boş,
Dükkânlar boş,
Her taraf boş,
Ufuk boş,
Toprak boş,

Atatürk dayanamadı:

-Ne o Sahir, dedi, bu şiiri nüfus sayımı gününde mi yazdın?(GÜLÜMSEYEN ANLAR- Edebiyat Dünyasından Fıkralar;Derleyen, Enver Ercan)


1960'a yakın yıllarda ünlü Ankaralı gazeteci Şinasi Nahit'in bir anısı:

Ankara'nın namlı kadınlarından biri Şinasi Nahit'e rastlar. İkisi de çakırkeyiftir. Kadın üstada takılmak, iğnelemek ister.

-Sana komünist diyorlar doğru mu?
Şinasi Nahit rahatlıkla göğüsler bu suçlamayı.
Benim için neler söylemezler ki... Önemli değil. Ama sizin için Marx'ın bir kitap yazdığını biliyor musunuz?
Kadın biraz sevinçli biraz meraklı sorar:

-Benim için Marx kitap mı yazmış? Peki adı ne?
- Sermaye.


Londra´daki ünlü British Museum´da (İngiltere
Müzesi) Thomas Grey´in "Elegy Written in a Country
Churchyard" başlıklı şiirinin yetmiş-beş ayrı
kopyası teşhir edilir. Grey, üç, beş, on defa değil,
kelimeleri, mısraları 75 (evet yetmiş-beş) defa
değiştirip yazdıktan sonra tatmin olabildi.


Bernard Shaw, yaşı geçkince ama genç görünme sevdalısı bir kadınla konuşuyordu. Kadın fıkırdayarak kendisinin kaç yaşında göründüğünü sordu.
Yazarımız kadını süzerek, "Gözlerinize bakıyorum, onyedi diyorum, saçlarınıza bakıyorum, onbeş, cilveniz ise yirmi" diyor.
Kadın sevinerek, "İyi ama gerçek yaşımı söylemediniz" der.
Yazar bıyık altından gülerek, "Demin söylediğim yaşları bir toplayıverin canım" diye konuşur.


Atatürk ve Komik Bir Olay


Atatürk'ün) En sevdiği hikayelerdenmiş. Arada kendi anlatır, arada
baskasna anlattırır, hep gülermiş. (F. R. ATAY)


Yeşilaycı bir profesör bir konferans veriyor. Bir ara dinleyicilere sormus:
"Bir eşegin önüne iki kova koysanız. Biri su dolu, biri rakı. Hangisini
içer?" Cevabı kendi veriyor: "Tabii suyu."
Gene bitirmiyor soruyor: "Neden?"
Arkadan bir bekri söz alıyor. Yüksek sesle cevaplıyor.
"Eşekliğinden."
Atatürk bu cevaba bayılıyor. Gülüyor, gülüyor.




Bir akşam Orman çiftliğinde yanında erkanı, açık havada oturuyorlar.
Rakılarını yudumluyorlar. Biraz ilerde 15-16 yaşlarında bir çiftçi çocuk
çalışıyor. Atatürk el edip, çağırıyor. Soruyor:
"Söyle çocuk: Bir eşegin önüne iki kova koysan. Biri rakı dolu, biri su.
Hangisini icer?"
Anadolu tosunu yutkunuyor. Bakıyor. Gazi Paşa Hazretlerinin ve yanındaki
muhterem zevatın önünde rakı kadehleri. Devletin en büyükleri...Esas
vaziyetine
geçiyor:
"Rakıyı kumandanım!"
Atatürk kahkahayı basıyor. Herkes şaşkın. Ata onlara dönüyor.
Muzip bir ifade ile
"Aman beyler! Neden diye sormayın


İşte kendisiyle barışık bir lider,, kimseyle kavgalı değil..
kendi kendini eleştirebiliyor.diktatör hiç değil...) Büyüklük buna
derler..

Bir arkadaşı, Neyzen Tevfik'e meyhaneden çıkarken rastlamıştı. Eski bir dost sıfatıyla ona çıkışmak istedi:
-Vallahi, Tevfik, dedi. Seni meyhaneden çıkarken görmek beni çok müteessir ediyor!
Neyzen Tevfik derhal cevap verdi:
-Ya, öyle mi efendim? Pekala, derhal döneyim öyleyse..

Kadıköy vapurundan çıkarken, bir adam Ahmet Rasim'e sertçe çarpar ve omuzunu acıtır. Üstüne üstlük,
- Sersem! diye çıkışır yazara.
Ahmet Rasim şöyle bir bakar adama şaşkınlıkla,
- Ne dediniz?
- Sersem!..
Yazar hemen elini uzatır,
- Tanıştığımıza memnun oldum, bendeniz de Ahmet Rasim...


Genç şairlerden biri, Yahya Kemal' e bir şiirini vererek okuyup değerlendirmesini rica etti.

Yahya Kemal, hemen cebinden bir sigara çıkarıp yaktı

ve,

- Şiirinizi sigara içmeden okuyamam da, dedi. Genç şair hayretle sordu.

- Neden?

- Şiirinizden zevk alıp almayacağımı bilmiyorum, bari

sigaranın keyfini çıkarayım!..


Dindarlığı ile tanınan biri, Neyzen Tevfik'e sorar:

- Cennetin anahtarı sende olsa, beni oraya alırdın, değil mi?

Neyzen Tevfik ise hafifçe gülümser:

- Cennetin değil de cehennemin anahtarı bende olsa, senin için daha iyi olurdu. Çünkü o zaman seni dışarı çıkarabilirdim


Macar şair Sandor Petöfi, nehrin karşı kıyısına geçmek zorundaydı ama hiç parası yoktu. Sandalcıya,

- Arkadaş, dedi. Sana verecek param yok, ama istersen

çok güzel bir öğüt verebilirim.
Kayıkçı, kabul eder ve karşıya geçerler. Petöfi, kıyıya adımını atar atmaz verir öğüdünü:
- Bana yaptığını başkalarına yapma, yoksa aç kalırsın


Cervantes artık ihtiyarlamıştı. Bir gün bir köy meyhane*sinin önünde durup genç ve güzel meyhaneci kıza aşkını ilan etmeye başladı.

Kız pek yüz vermedi tabii:

- Otuz yıl önce buradan geçmiş olsaydınız belki aşkını*za karşılık verebilirdim, dedi.

Cervantes gülümsedi önce:
- Otuz yil ônce de geçtim buradan. Ama o zaman anne*nize rastlamışım ve tıpkı sizin sözlerinizi söylemişim ben de ona...


Meşhur bir sigara tiryakisi olan Reşat Nuri Güntekin'e
doktor öğüt veriyordu:
- Sigara bir taraftan iyidir, bir taraftan fena...
Güntekin, doktorun sözünü kesti:
- Merak etme doktor, ben sigarayı yalnız bir tarafından içerim.


Bazı büyük adamların doğdukları ya da yaşadıkları evlerin üzerine, onlar öldükten sonra birer yazılı levha koyma adetinden söz ediliyordu.
Florinalı Nazım, Süleyman Nazife sordu:
- Üstad! Ben öldükten sonra kapıma koyacakları levhaya acaba ne yazarlar?
Süleyman Nazif, büyük bir ciddiyetle şu yanıtı verdi:
- Kiralık Ev!..

Genç bir tiyatro yazarı, ilk oyununu Şehir Tiyatroları: Edebi Kurul Başkanı Reşat Nuri Güntekin'e getirmişti. Güntekin oyunu inceledi.

Genç yazar heyecanla sordu:

- Nasıl buldunuz, efendim.

Güntekin gülümsedi,

- Fena değil. Gerçi ilk cümlesinden itibaren gerçekten uzaklaşıyorsunuz ya ...

Genç yazar şaşırır:

- Uzaklaşıyor muyum? .

- Evet. "Perde açılınca kapıcı gazetesini okumaktadır"

diyorsunuz. Halbuki hiçbir kapıcı "gazetesini" okumaz. Okudukları hep kiracıların gazeteleridir.


Süleyman Nazif, Ankara Caddesi'nden geçerken Takyeli Tank sarhoş bir halde yolunu kesti.
- Dur! Bir yere gidemezsin. Şu şiirimi dinlemeni istiyorum.
Berbat bir manzum parçayı okuduktan sonra da sordu:
- Nasıl buldun? Ama açıkça söyle ...
Süleyman Nazif, nazik bir ifadeyle,
- Hafif, dedi.
Birden Takyeli Tank sövüp saymaya başladı. Oradan sıvışmamn yolunu bulup bir dükkana kendini zor attı Nazif. Dükkanda gördüğü Osman Cemal'e anlattı durumu:
- İşte böyle azizim ... Herifin nazmı hafif ama nesri oldukça ağır! ..

Fenerbahçe Stadı ile Kızıltoprak arasında yer alan Papazın Bağı, dönemin en ünlü gezinti yerlerinden biriydi. Aileden zengin olan Bahriyeli Davut Bey, burayı eş-dost uğrak yeri bir gazino gibi işletiyordu. Bu dostlardan biri de Ahmet Rasim'di tabii...

İri yarı, güçlü kuvvetli bir adam olan Davut Bey, hoşlanmadığı ya da içkinin dozunu kaçıran müşterilerini,

- Haydi bakalım, bugün anamın ölüm yıldönümü, başka içki yok, diye savardı başından.

Bir gece, yine böyle müşterilerden birini başından savmaya çalışırken adam çıkışıverdi, Ahmet Rasim'in masasını göstererek,

- İyi de, onlar niye içip duruyorlar öyleyse!

Bu sözü duyan yazar, masasından seslendi adama:
- Biz ailedeniz... Yas tutuyoruz...


Neyzen Tevfik lokantada. yemek yiyormuş. Bir de bakmış tabakta uzun bir saç yüzüyor. İstifini bozmadan tabağının kenarına koymuş. Ama kaşığı daldırdıkça birkaç tane daha çıkınca garsonu çağırıp;

- Oğlum, demiş. Bu saçları ayrı bir tabakta getir de isteyen istediği kadar alsın...


Hakkında yazdığı bir yazıdan dolayı Melih Cevdet Anday'ın Nurullah Ataç'la arasında sert bir tartışma geçtiği söylenir. Hatta Anday'ın Ataç'ı dövdüğü ileri sürülür. Bu olayın ardından dönemin şairlerinden biri bir toplantıda "Anday, Ataç'ı eşek sudan gelinceye kadar dövdü" deyince, Ataç'a iletirler bunu. Ataç ise "Evet öyle bir olayoldu ama o arkadaş sudan gelmemişti daha" der.

Mark Twain bir kadını yemeğe davet etmişti. Yemek sırasında Twain, kadına.
- Ne kadar güzelsiniz, dedi.
Kadın mağrur bir edeyla yanıtladı yazarı:
- Ama ben size aynı komplimanı yapamayacağım.
Mark Twain güldü:
- Siz de yalan söyleyin!..

Şair Hevai, Sahafiar çarşısı'nda mürekkep sattığı için 'Mürekkepçi Memi' lakabıyla tanınırdı. Şair Zati ise ihtiyarlığında onun dükkamnın kenarında remil açar, muska yazar, gelip geçenlere uygun beyitler söyleyerek geçimini sağlardı.
Tabii, kendisine gereken mürekkebi de Memi'nin dükkamndan, bedava sayılabilecek bir fiyatla alırdı. Memi bir şey demiyordu ama pek de hoşuna gitmiyordu bu durum. Günün birinde Zati yine elinde hokkasıyla dükkandan içeri girdi.
Memi hiç aralı olmadı. Tam o sırada yeni yetme civan bir beyzade girince Memi yerinden fırladı hemen:
- Aman efendim, şeref verdiniz sultamm.
Daha bir sürü övücü söz sıraladı. Delikanlı oldukça mahcup bir tonda:
- Mürekkep rica edecektim efendim, deyince de Memi büyük bir özenle yakIaştı delikanlıya:
- Hokka-i şerifi lütfediniz sultamm...
Bilindiği gibi o dönemde mürekkep kavanozlarda bekIetiIir ve kavanozun dibi tortulandığından, müşteriye kepçeyle, iyice bir karıştırıldıktan sonra istediği kadar verilirdi.
Memi, delikanIıya yaranmak için kepçeyi dibe daldırıp en koyu yerinden doldurdu hokkayı.
Kepçe elindeyken Zati'yi de başından savmak istedi.
- Şair eskisi, ver bakalım hokkanı.
Zati'nin hokkasına ise kavanozun yüzeyindeki duru kısımdan koydu mürekkebi.
Zati çok kızdı bu davramşa ve doğaçlama şu beyti söyledi:

Be mürekkepçi Memi bilmem bu çocuk senin nen olur
Ona döndün koyu verdin, bana döndün duru verdin.
 
Üst