EDEBİYAT=> Mona Rosa (içinde herşey var)

maybe_

New member
Mona Rosa :D

I. AŞK VE ÇİLELER
Mona Rosa siyah güller, ak güller

Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak

Kanadı kırık kuş merhamet ister

Ah senin yüzünden kana batacak

Mona Rosa siyah güller, ak güller


Ulur aya karşı kirli çakallar

Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa

Mona Rosa bugün ben de bir hal var

Yağmur iğri iğri düşer toprağa

Ulur aya karşı kirli çakallar


Açma pencereni perdeleri çek

Mona Rosa seni görmemeliyim

Bir bakışın ölmem için yetecek

Anla Mona Rosa ben bir deliyim

Açma pencereni perdeleri çek


Zeytin ağaçları söğüt gölgesi

Ben de çıkar güneş aydınlığa

Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi

Seni hatırlatır her zaman bana

Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi


Zambaklar en ıssız yerlerde açar

Ve vardır her vahşi çiçekte gurur

Bir mum ardında bekleyen rüzgar

Işıksız ruhumu sallar da durur

Zambaklar en ıssız yerlerde açar


Ellerin, ellerin ve parmakların

Bir nar çiçeğini eziyor gibi

Ellerinden belli olur bir kadın

Denizin dibinde geziyor gibi

Ellerin, ellerin ve parmakların


Zaman ne de çabuk geçiyor Mona

Saat on ikidir, söndü lambalar

Uyu da turnalar girsin rüyana

Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar

Zaman ne de çabuk geçiyor Mona


Akşamları gelir incir kuşları

Konarlar bahçemin incirlerine

Kiminin rengi ak, kiminin sarı

Ah beni vursalar bir kuş yerine

Akşamları gelir incir kuşları


Ki ben Mona Rosa bulurum seni

İncir kuşlarının bakışlarında

Hayatla doldurur bu boş yelkeni

O sakin bakışlar bir su kenarında

Ki ben Mona Rosa bulurum seni


Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa

Henüz dinlemedin benden türküler

Benim aşkım sığmaz öyle bir saza

En güzel türküyü bir kuşun söyler

Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa


Artık anla beni muhacir kızı

Anla ve kabul et itirafımı

Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı

Alev alev sardı etrafımı

Artık anla beni muhacir kızı


Yağmurdan sonra büyürmüş başak

Meyveler sabırla olgunlaşırmış

Bir gün gözlerimin ta içine bak

Anlarsın ölüler niçin yaşarmış

Yağmurdan sonra büyürmüş başak


Altın bilezikler, o korkulu ten

Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne

Bir tüy ki can verir gülümsemene

Bir tüy ki kapalı geceye güne

Altın bilezikler, o korkulu ten


Mona Rosa siyah güller, ak güller

Geyve’nin gülleri ve beyaz yatak

Kanadı kırık kuş merhamet ister

Ah senin yüzünden kana batacak

Mona Rosa siyah güller, ak güller

1952, İlkbahar.


II. ÖLÜM VE ÇERÇEVELER
Bir lamba yanıyor, hafif ve sarı;

Garip bir yolculuk, tren ve Gülce.

Bir hançer bölüyor, ah, rüyaları:

Bir rüya, bir hançer, bir el; ve, ve, ve...


Lambalar yanıyor, hafif ve sarı;

Gece kar yağacak sabaha kadar.

Toprakta et, kemik çıtırtıları...

Yarı ölüleri bir korku tutar

Değince bir taşa kafatasları.

-Ölüler ki yalnız tırnakları var,

Ve yalnız burkulmuş diz kapakları...-


Bir lamba yanıyor, hafif ve sarı,

Açıyor elini göğe bir kadın.

Uzuyor, uzuyor, uzuyor saçları

Uğrunda ölen güzel kızların...


Bir lamba yanıyor, hafif ve sarı;

Esmer delikanlı, hatıra ve kan.

Yeşil gözlü kızın hıçkırıkları

Sızıyor bir kapı aralığından;

Lambalar yanıyor, hafif ve sarı.


Lambalar yanıyor, hafif ve sarı;

Çocuklara açar mağaraları

Gün görmemiş kuşlar ve örümcekler.

İlan-ı aşk eden dil balıkları

Aşina suları çabuk terkeder...


Lambalar yanıyor, hafif ve sarı;

Bakıyor ateşe, küle böcekler.

Köpekler parçalar kanaryaları

Mektupları bir boz ağaç kurdu yer.

Baykuşlar ötüyor harabelerde;

Yanıyor lambalar, hafif ve sarı.

Bir kaza kurşunu bulur her yerde

Süvarisiz şaha kalkan atları...

Bir ruhun ışığı vardır göklerde,

Lambalar yanıyor, hafif ve sarı;

Ötüyor baykuşlar harabelerde.


Bir lamba yanıyor, hafif ve sarı;

Titriyor yıldırım düşmüş gibi yer.

Bekledi arzuyla karanlıkları

Anneler, babalar, erkek kardeşler.

Ta içinde duyar ani bir ağrı,

Bir hüzün şarkısı tutturur gider

Anneler, babalar, erkek kardeşler.


Lambalar yanıyor, hafif ve sarı;

Her yatak dopdolu, bir yatak bomboş.

Bir neşe şarkısı tutturur gider


Birinci, ikinci, üçüncü sarhoş;

Kurşunlar sıkılır göklere doğru,

Serçe yavruları yuvada titrer.


Lambalar yanıyor, hafif ve sarı...


Bir lamba yanıyor, hafif ve sarı;

İnce yelkenleri alıyor yeller.

Titretir kalpleri ve bayrakları

Gemiden toprağa uzanan eller.

Lambalar yanıyor, hafif ve sarı,

Bir yosun köküne hasret kalacak

Gizli hazineler, su yılanları...


İnce yelkenleri alıyor yeller;

Bir lamba yanıyor, hafif ve sarı.

Beyaz pelerinli hür tayfaları

Kendine bağlıyor siyah kediler;

Titriyor gönüller ve kara bayrak,

Bir yosun köküne hasret kalacak

Gemiden toprağa uzanan eller.

Bir lamba yanıyor, hafif ve sarı.


Bir lamba yanıyor, hafif ve sarı,

Garip bir yolculuk, tren ve Gülce.

Bölüyor bir hançer, ah, rüyaları:

Bir rüya, bir hançer, bir el; ve, ve, ve...


1952, Yaz





III. PİŞMANLIK VE ÇİLELER
Rüzgar eser, yağmur yağar, tilkiler üşür;

Bir odun parçası aydınlatır ocağı.

Anne ateşin önünde perişan,

Anne ateşin içinde hür...

Rüzgar eser, yağmur yağar, tilkiler üşür.


Yağmurlar sırtıyla sırtımın arasındadır;

Şarkılar dudaklarıyla dudaklarımın.

Bin parçaya böldü beni bir divane sır,

Sesi geliyor sesi günahkar çocukların;

Şarkılar dudaklarıyla dudaklarımın arasındadır.


Gönüller yanarak kavuşacaktı;

Yüzdeki ıstırap, çile ocağı,

Onun bu ocakta yanan toprağı,

Bir gece rüyamda avuçlarımı yaktı,

Gönüller yanarak kavuşacaktı.


Benim gözlerim yeşildir, onun gözleri kara;

Ben günah kadar beyazım, o tövbe kadar kara.


Annenin başı elleri arasında,

Parmağında aydınlık günlerden kalma yüzük.

Bir fotoğraf asılıdır duvarda:

Aynaya, geceye, maziye dönük,

Annenin başı elleri arasında,


Bir tüfeğin burnu havadadır,

Ateş almak üzredir, mermisiz.

Ben bir küçük kızım, ben bir deli kızım,

Siz beni ne anlarsınız siz!

Bir tüfek ateş almak üzredir, mermisiz...


Bir saman çöpüne tutunmuş kızların

Eteğini ben çektim.

NEyleyim göğsümü kara dağın sert rüzgarı doldurmuş,

Annemden ilk sütü Gülce'de içtim.

Ankara'ya, çatal dağa biz zindandan gün vurmuş:

Az kalsın yerine ben ölecektim

Bir saman çöpüne tutunmuş kızların...


Kediler halıları parçalıyor,

Kırmızı bir ışık düşüyor yere.

Annenin dizinde derman yok,

Annenin kafası iki parçadır.


Hükmedemiyor insan ruhuna ateş,

Rüzgar hükmedemiyor incecik perdelere;

Kediler halıları parçalıyor.


Ateşte sarı gül açan saksılar,

Kızarmış bir ekmek gibi duruyor;

Kulağıma garip sesler geliyor.

Kuş yumurtasından çıkan insanlar

Ahırda bir ata eğer vuruyor,

Kulağıma garip sesler geliyor.


Ben bir şarkı, ben bir tüyüm;

Ben Meryemin yanağındaki tüyüm.

Beni bir azizin nefesi uçurur,

Kalbimde Allahın elleri durur.

Cici ayaklarım iplikle bağlı,

Ben onun sılası, kendimin gurbetiyim;

Ben bir azizin hasreti,

Ben Meryem'in yanağındaki tüyüm.


Benim gözlerim yeşildir, evet evet, onun gözleri kara;

Ben günah kadar beyazım, o tövbe kadar kara...


Ocak sönüyor, ateş kül oluyor.

Annenin saçları beyaz,

Anne saçlarını yoluyor.

Ateşin içinde gül açar, servi büyür, ardıç büyür, çocuk büyür;

Ocak sönüyor, ateş kül oluyor,

Anne ruhunda ruhuma eğiliyor.


Yaralı kuş kanadını ısıtan

Bir güneş toprağı yarıp çıkacak.

Kadınlar sansa da yaşadığını,

Şarkısız kaldıkça yaşamayacak.

Kadınları şarkılar, geceler aydınlatır.

Kadınları şarkılar, akrepler aydınlatır.

Kadınları şarkılar, zehirler aydınlatır...


Artık ben gideceğim, ata eğer vuruyorlar.

Hatıralarımı birer birer yakacağım.

Entarimi parça parça edip

Zehirli kirpilere bırakacağım.

Beyaz bir kayanın üstüne çıkıp

Göğsüme siyah bir gül takacağım.

Batan güne doğru kurşunlar sıkıp

Kendimi boşluğa bırakacağım.

Ayaklarımın altından geçiyor bir deniz...

Ben bir küçük kızım, ben bir deli kızım,

Siz beni ne anlarsınız siz!

Artık ben gideceğim atım kişniyor;

Bir bebek mum istiyor, bir ölü şarkı istiyor,

Ayaklarımın altından geçiyor bir deniz, bir deniz;

Beni onun gözleri çağırıyor, duramam duramam.


Benim gözlerim yeşildir, ah, onun gözleri kara;

Ben günah kadar beyazım, o tövbe kadar kara...


1952, Güz





VE MONA ROSA
Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara

Sana doğru uzanan çaresiz ellerimi.

Sırrımı söylüyorum vefakar balıklara:

Yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi.

Koyverip telli pullu saçlarımı rüzgara,

Bir çocuğun ardına düşen heykellerimi

Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara...


Bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü

Ve boğazımı sıktı parmaklar ince, uzun.

Günahkar toprağıma saçından bir tel düştü;

Sana ne olmuş Rosa, bir derde tutulmuşsun.

Bir ekmek kadar aziz fikirler böyle pişti:

Noel ağaçları ve manolyalar kahrolsun,

Bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü...


Şu şapkayı çıkarıp atıyorum ırmağa;

Her şeyim sizin olsun, hep sizin kesik başlar.

Rüyasında örümcek başlarsa ağlamağa,

İçine gül koyduğum tüfek ölmeğe başlar.

Günahını sırtına yüklenen kaplumbağa

Gibi ölüm önünde öz benliğim yavaşlar.

Öyleyse şu şapkayı fırlatayım ırmağa.


Bu erkekler kokuyu kediler gibi alır

Ve kediler her gece sürünür yastıklara.

Denizleri bahtiyar eden günler kısalır;

Satılmayan çiçekler, zehirli ve kapkara,

Unutulmuş erkekler ve kadınlara kalır.

Bir geyiğin gözleri düşer eriyen kara

Ve erkekler kokuyu kediler gibi alır.


Ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık!

Ve toprağın rüyaya yılan gibi girişi.

Sana da, Monna Rosa, taş bebeği bıraktık,

Ellerinde kılçıklı balıkların bir dişi.

Senin hatıran gibi büyük, yeni, karanlık;

Senin hatıran kadar Allah ve şeytan işi...

Ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık!


Bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim;

Ta boğazıma kadar çıkan deli yağmura.

Tüyüme horozdan çok itimat edeceğim,

İtimat edeceğim şu belalı yağmura.

Ruhuma bayrak yapıp ben teslim edeceğim

Asılmış bir adamın iki eli yağmura.

Bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim.


Bir tren ışığına, güneşe çekmek seni

Ve bir şehir yaratmak, ruhundan Gülce diye.

Parçalanan gemiyi ve yırtılan yelkeni

Katıvermek sessizce söylenen bir türküye.

Ve sonra bir köşede öldürmek ölmeyeni

Ve son vermek bitmeyen, bu bitmeyen şarkıya,

Bir tren ışığına, güneşe çekmek seni.


Sana tavuskuşunun içime girdiğini

Son, en son söz olarak söylemek istiyorum.

İçime girdiğini, tüyünü yolduğunu

Son, en son söz olarak söylemek istiyorum.

İçimde tavusların bir bir kaybolduğunu,

Bana da bir çift ak kanat kaldığını

Son, en son söz olarak söylemek istiyorum.


Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara

Sana doğru uzanan çaresiz ellerimi.

Sırrımı söylüyorum vefakar balıklara;

Yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi.

Koyverip telli pullu saçlarını rüzgara.

Bir çocuğun ardına düşen heykellerimi

Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara...


1952, Kış (Yılbaşı Gecesi)

Sezai Karakoç
 

HTML

Üst