Yediğimiz, içtiğimiz hemen her şeyde katkı maddesi var. En bilinen katkı maddeleri, emülgatörler, boyalar, asitler, koyulaştırıcılar ve tatlandırıcılar. Bunlar, başında 'E' harfi bulunan numaralarla gösteriliyor.
Bir arkadaşım geçende bir fincan Türk kahvesi ikram etti. Köpüğü yerinde, tadı çok iyi olmasa bile, idare edecek gibi bir kahveydi. İçip bitirdikten sonra, "Biliyor musun, Türk kahvesinin de hazırını yapmışlar. Kaynar suya karıştırıp içiyorsun," dedi. Önce bu ilginç buluş hoşuma gitti. Sonra kahvenin poşetini alıp inceledim. 'İçindekiler' başlığı altında "Kavrulmuş ve ince öğütülmüş kahve, çözünebilir kahve, beyazlatıcı, glikoz şurup, hidrojene bitkisel yağ, stablizatörler (E340, E452), süt proteini, topaklanmayı önleyici (E341), emülgatörler (E471, E472c), renklendirici (E160a), kabartıcı (sodyum karbonat)" yazıyordu. Poşetteki yazıyı okuduktan sonra, az önce içtiğim kahvenin damağımda bıraktığı tat değişti. Bir fincan kahvenin bir kimya laboratuarına dönüştürüldüğünü fark edince ürperdim.
BUNU HAK EDİYORUZ
Doğal kahveyle iki dakikada dört dörtlük bir kahve pişirmek varken, bu süreyi birkaç saniyeye indirmek isteyen biz sabırsız tüketiciler kimya bombardımanına layığız. Ambalajların arkasındaki zor seçilebilir puntolarla yazılmış yazıları hangimiz okuyoruz? Okuyacak olursak, o ilginç Türk kahvesi gibi suda eriyen yabancı kahvelerin de, ambalajlarında doğallığı vurgulanan nice gıda ürünün de benzer katkı maddeleriyle hazırlandıklarını görürüz. Aslında bütün bu katkı maddeleri, kahve poşetinin de üzerinde yazdığı gibi Türk Gıda Kodeksine uygun. Sağlığa zararı olmadığı anlaşıldıktan sonra satışına izin verilmiş. Eskiden mevsiminde ne çıkarsa onlar gelirdi sofralara. Buhar makinesinin üretim süreçlerine getirdiği yenilikler sayesinde tarımda üretkenlik arttı, hayvancılık, süt ve süt ürünleri gelişti, hazır gıda fabrikaları mantar gibi çoğaldı. Beslenmeye daha az para harcanır oldu. 20. yüzyılın başlarında gelişmiş ülkelerde gıdalara gelirin yarısı harcanırken, 1950'de bu oran üçte bire, 1990'ların ortalarından itibaren de yüzde 10'lara düştü. Gıda maddeleri üretiminin fabrikalara taşınmasıyla yiyecek ve içecekler zor ulaşılır şeyler olmaktan çıktı. Üstelik bunlar dayanıklı ürünlerdi ve müşteri taleplerine cevap veriyorlardı. Ancak bu ürünlerin özelliklerini belirli bileşimler aracılığıyla değiştirme ihtiyacı doğmuştu. Katkı maddeleri... Katkı maddeleri ürünün rengini, yapısını, tadını, kimyasal ve mikrobiyolojik dayanıklılığını, besleyici özelliklerini ayakta tutuyor ve sorunsuz bir üretim sürecini güvenceye alıyor. En bilinen katkı maddeleri, antioksidanlar, emülgatörler, boyalar, dayanıklılığı artırıcılar, asitler, stabilizatörler, koyulaştırıcılar ve tatlandırıcılar. Bunlar başında 'E' harfi bulunan numaralarla gösteriliyor. Bunların da bir sistematiği var. Örneğin E100-199 arası boyalar, E200-299 arası dayanıklılığı artırıcılar, E300- 321 antioksidanlar, E322-375 emülgatörler ve asitler, E400-419 koyulaştırıcı ve jölelendiriciler, E400 ve üzeri daha farklı katkı maddelerini gösteriyor.
KATKI MADDESİNİN 'E HALİ'
AB ülkeleri aralarında ortak bir gıda kodeksi oluşturmak için karmaşık kimyasal tanımlar yerine, her maddeye bir numara vermeyi kararlaştırmışlar. Numaranın başındaki 'E' harfi Avrupa anlamına geliyor. Bu harf, o maddenin sağlık için bir tehlike oluşturmadığının da güvencesi sayılıyor. Bütün bu 'E' ile başlayan maddeler tek tek insan sağlığına zararlı değil. Ama uzun vadede nelerle karşılaşacağımızı bilmiyoruz. Bu yazıma itirazlar geleceğini ve bunların zararlı olmadığı yolunda mektuplar alacağımı biliyorum. Ancak sorarım size; alerjik hastalıklar, başta çocuklarda olmak üzere, gün geçtikçe neden artıyor? Kuşkusuz hava kirliliğinin, giysilerde kullanılan kimyasalların da payı var ama yiyeceklerdeki katkı maddelerinin tümüyle masum olduklarına gönülden inanabiliyor muyuz? Niyetim bu güzel pazar gününde sizleri korkutmak değil. Zaten bu maddeler olmaksızın günümüz koşullarında yaşamak da neredeyse olanaksız. Ama hiç değilse zorunlu olmadıkça yapay katkı maddelerinden de uzak duralım.
Alıntı..
Kaynak: SABAH - 'E' harfiyle besleniyoruz
Bir arkadaşım geçende bir fincan Türk kahvesi ikram etti. Köpüğü yerinde, tadı çok iyi olmasa bile, idare edecek gibi bir kahveydi. İçip bitirdikten sonra, "Biliyor musun, Türk kahvesinin de hazırını yapmışlar. Kaynar suya karıştırıp içiyorsun," dedi. Önce bu ilginç buluş hoşuma gitti. Sonra kahvenin poşetini alıp inceledim. 'İçindekiler' başlığı altında "Kavrulmuş ve ince öğütülmüş kahve, çözünebilir kahve, beyazlatıcı, glikoz şurup, hidrojene bitkisel yağ, stablizatörler (E340, E452), süt proteini, topaklanmayı önleyici (E341), emülgatörler (E471, E472c), renklendirici (E160a), kabartıcı (sodyum karbonat)" yazıyordu. Poşetteki yazıyı okuduktan sonra, az önce içtiğim kahvenin damağımda bıraktığı tat değişti. Bir fincan kahvenin bir kimya laboratuarına dönüştürüldüğünü fark edince ürperdim.
BUNU HAK EDİYORUZ
Doğal kahveyle iki dakikada dört dörtlük bir kahve pişirmek varken, bu süreyi birkaç saniyeye indirmek isteyen biz sabırsız tüketiciler kimya bombardımanına layığız. Ambalajların arkasındaki zor seçilebilir puntolarla yazılmış yazıları hangimiz okuyoruz? Okuyacak olursak, o ilginç Türk kahvesi gibi suda eriyen yabancı kahvelerin de, ambalajlarında doğallığı vurgulanan nice gıda ürünün de benzer katkı maddeleriyle hazırlandıklarını görürüz. Aslında bütün bu katkı maddeleri, kahve poşetinin de üzerinde yazdığı gibi Türk Gıda Kodeksine uygun. Sağlığa zararı olmadığı anlaşıldıktan sonra satışına izin verilmiş. Eskiden mevsiminde ne çıkarsa onlar gelirdi sofralara. Buhar makinesinin üretim süreçlerine getirdiği yenilikler sayesinde tarımda üretkenlik arttı, hayvancılık, süt ve süt ürünleri gelişti, hazır gıda fabrikaları mantar gibi çoğaldı. Beslenmeye daha az para harcanır oldu. 20. yüzyılın başlarında gelişmiş ülkelerde gıdalara gelirin yarısı harcanırken, 1950'de bu oran üçte bire, 1990'ların ortalarından itibaren de yüzde 10'lara düştü. Gıda maddeleri üretiminin fabrikalara taşınmasıyla yiyecek ve içecekler zor ulaşılır şeyler olmaktan çıktı. Üstelik bunlar dayanıklı ürünlerdi ve müşteri taleplerine cevap veriyorlardı. Ancak bu ürünlerin özelliklerini belirli bileşimler aracılığıyla değiştirme ihtiyacı doğmuştu. Katkı maddeleri... Katkı maddeleri ürünün rengini, yapısını, tadını, kimyasal ve mikrobiyolojik dayanıklılığını, besleyici özelliklerini ayakta tutuyor ve sorunsuz bir üretim sürecini güvenceye alıyor. En bilinen katkı maddeleri, antioksidanlar, emülgatörler, boyalar, dayanıklılığı artırıcılar, asitler, stabilizatörler, koyulaştırıcılar ve tatlandırıcılar. Bunlar başında 'E' harfi bulunan numaralarla gösteriliyor. Bunların da bir sistematiği var. Örneğin E100-199 arası boyalar, E200-299 arası dayanıklılığı artırıcılar, E300- 321 antioksidanlar, E322-375 emülgatörler ve asitler, E400-419 koyulaştırıcı ve jölelendiriciler, E400 ve üzeri daha farklı katkı maddelerini gösteriyor.
KATKI MADDESİNİN 'E HALİ'
AB ülkeleri aralarında ortak bir gıda kodeksi oluşturmak için karmaşık kimyasal tanımlar yerine, her maddeye bir numara vermeyi kararlaştırmışlar. Numaranın başındaki 'E' harfi Avrupa anlamına geliyor. Bu harf, o maddenin sağlık için bir tehlike oluşturmadığının da güvencesi sayılıyor. Bütün bu 'E' ile başlayan maddeler tek tek insan sağlığına zararlı değil. Ama uzun vadede nelerle karşılaşacağımızı bilmiyoruz. Bu yazıma itirazlar geleceğini ve bunların zararlı olmadığı yolunda mektuplar alacağımı biliyorum. Ancak sorarım size; alerjik hastalıklar, başta çocuklarda olmak üzere, gün geçtikçe neden artıyor? Kuşkusuz hava kirliliğinin, giysilerde kullanılan kimyasalların da payı var ama yiyeceklerdeki katkı maddelerinin tümüyle masum olduklarına gönülden inanabiliyor muyuz? Niyetim bu güzel pazar gününde sizleri korkutmak değil. Zaten bu maddeler olmaksızın günümüz koşullarında yaşamak da neredeyse olanaksız. Ama hiç değilse zorunlu olmadıkça yapay katkı maddelerinden de uzak duralım.
Alıntı..
Kaynak: SABAH - 'E' harfiyle besleniyoruz