EĞlence TuzaĞi !!

eiffel

Forumun Kulesi
Altın Üye
Katılım
10 Mar 2006
Mesajlar
5,705
Reaction score
0
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Her insan büyük bir alemdir.İnsan düşünceden ibare
EĞLENCE TUZAĞI


Kadını Eğlence Aracı Olarak Görmek

Şeytan, bir imtihan vesilesi olarak belli bir zaman için izin aldığı zaman, şer davetçiliğini yapabilmesi için kendisine verilen fırsatlara bakmış, sevinmiş ama tam da memnun olamamış…

Para, servet, mal, mülk, insan için iyi bir ayak kaydırma vesilesi olabilir… Makam, mevki, şan, şöhret hiç fena değil… Fakat insandaki şehveti, cinsi his ve hevesleri öğrenmesi, Şeytanı daha çok sevindirmiş: Bu duygular, yoldan çıkarma ve saptırma işimin en önemli unsuru demiş ve çok mutlu olmuş…

Yeryüzünde ilk kan bu sebeple dökülmüş; Hz. Âdem in (as) oğlu Habil, kardeşi Kabil i evlenmek istediği kız yüzünden öldürmüş…

Böylece, fiilen de anlaşılmış ki kadın fitnesi, insanoğlunun yumuşak karnıdır. İnsanın meşru ve helal olandan çıkmasına, günaha batmasına sebep olan şeylerin başında, nefsanî ve şehvani duyguları geliyor.

Fiziki ve mali gücü elinde tutan erkek milleti, kadını bir zevk ve eğlence metaı haline getiriyor. Behimi keyiflerinin temel unsuru haline getirmek için de kadını ucuzlatmak istiyor. Kadın, bu doymak bilmeyen, hayvanlarınkinden daha da aşağılaşmış duyguların hedefi, temel unsuru kadın. Erkek hayvaniyetine, bu kadar gerekli temel varlık olan kadın, hem çok ucuzlamalı ve hem de her yerde ve her istendiğinde bulunmalıydı.

İşte, bu nefsanî arzuların frensiz kışkırtmasıyla ortaya eğlence dünyası çıkıyor. Nedir eğlence dünyası? İnsanoğlu nasıl eğleniyor, eğlenceden ne anlıyor?

Şimdiki zamanda kadın, çok büyük bir oranda eğlencenin olmazsa olmaz unsuru… Çünkü eğlence denince, akla ilk gelen bedeni ve nefsanî zevkler oluyor. Bu duygular da, hemen kadını çağrıştırıyor. Böylece kadın, eğlence dünyasının en çok tüketilen metaı haline geliyor.

Böylesine dibi görünmeyen manevi bir bataklığın zehirli bal hükmündeki zevkleri, lezzetleri gafleti kalınlaştırıyor, insanı maddeten ve manen bitiriyor. Durup düşünecek hal ve kendine gelecek mecal bırakmıyor.

Şeytanın Kendisiyle Eğlendikleri

O dünyanın insanları içkiyi, erkeklik alameti görürler; gayr-i meşru ilişkileri cinsiyetlerinin normal bir neticesi olarak görürler. Hatta bazen çok yanlış olarak, çocuklarına da tanısınlar ve güya alışmasınlar diye, içki ve sigara içirirler.

Bütün bu yanlışlıklar, insanı yaratılış çizgisinden yavaş yavaş uzaklaştırır, gafletini kalınlaştırır. Eğleniyoruz derken, ibadetten, ahlaktan, erdemden uzaklaştırır. Sonunda da maddesini, manasını, ruhunu, bedenini kendi yanlış tercihleriyle bitirir.

İşte, eğlence zannedilen bu bitiş ve bitirişler, günümüz insanını yaratılış çizgisinden uzaklaştıran engellerin önemli bir bölümünü oluşturmaktadır.

Yani, Eğleniyoruz diyenler bir de bakarlar ki, Şeytan onlarla eğlenmiş ve onları bin bir türlü, dışı süs içi pis tuzaklarla eğlemiş de yollarından alıkoymuş…

Bugün İslam ın önündeki en büyük engel Eğlence adıyla masum gösterilmeye çalışılan bu faaliyetlerdir. İnsana, İhtiyaçmış dedirterek, zamanını ve parasını çalan, giderek ibadetini ihmal ettiren, sonunda da hayata bakış açısını değiştiren ve dolayısıyla de tanınmaz hale getiren eğlenceler…

Asıl eğlence, ruha rahatlık sağlayan şeydir. İçimize huzur yağdıran, kalıcı mutluluklar sunan durum, tutum ve eylemler dinlendirir bizi…

Oysaki bugün eğlendirdiği sanılan birçok şey, insanı yoruyor, yıpratıyor, hatta iflas ettiriyor.

Saf Sofinin Eşeği

Söz buraya gelmişken, Hz. Mevlana yı hatırlamamak mümkün değildir. Hazret, eğlence gibi görülen saza-caza, şamataya dikkat çeker. Çünkü balık, bulanık suda avlanır. İnsanı avlamak isteyenler de, önce onun dikkatini müzikle, oyunla, eğlenceyle, yani nefsine hoş gelen bir vasıtayla bir tarafa çekiyorlar; sonra da cüzdanlarını ve vicdanlarını boşaltıveriyorlar.

Bu aldatış, klasikleşmiş olan Cambaza bak! yöntemidir. İnsanlar bütün dikkatiyle ip üstünde yürüyen cambaza bakarken, yankesiciler de cepleri yoklamaktadır.

Hz. Mevlana, hem Uydum kalabalığa taklitçiliğini, hem de eğlence sanılan nefsanî şamata âlemini, şöyle yerer:

Saf bir sofi, bir tekkeye misafir olur. Eşeğini ahıra çeker, kendisi de o tekkenin bağlısı olan dervişlere katılır. Tekkedeki fakir dervişler, bu çok saf sofinin eşeğini satıp, parasıyla kendilerine bir ziyafet çekme kararı alırlar.

Planlarını gerçekleştirirler. Ziyafet sofrasına eşeğin sahibini de davet ederler. Hep birlikte yiyip içerler, oynarlar. Daha sonra da bir çalgıcı, hareketli bir makamdan, Eşek gitti, eşek gitti! diye çalıp söylemeye başlar. Oradakiler de bu tempoya katılırlar ve hep bir ağızdan, Ey oğul, eşek gitti, eşek gitti! derler. Misafir sofi de bu havaya kaptırır kendisini. O da Eşek gitti, eşek gitti! diye bağırır, güler, eğlenir.

Sabah olunca, herkes bir yana dağılır gider. Sofi de eşyasını toplar ve eşeğine yükleyip yola koyulmak ister. Fakat ne görsün, eşek bağlandığı yerde yoktur. Önce ümit içinde bir süre bekler. Belki de oranın bakıcısı, eşeği sulamaya götürmüştür diye düşünür. Hizmetkâr gelince, büyük bir heyecanla eşeğini sorar. Adam da olanları açıklamaya mecbur kalır. Der ki:

Dervişler bana hücum ettiler. Onlara mani olamadım. Eşeği elimden alıp götürdüler. Kardeşim, sen hem bir ciğer parçasını aç kedilerin arasına atıyorsun, hem de onu aramaya çıkıyorsun, bulunur mu hiç!

Saf sofi, adama kızar ve Öyleyse niçin gelip bana böyle korkunç bir zulme uğradığımı haber vermedin? der.

O da şu cevabı verir:

Vallahi kaç kere geldim, sana bu işleri anlatmak istedim… Fakat sen de, eşeğini satanlarla birlikte, Oğul! Eşek gitti, eşek gitti! diye bağırıyordun. Hatta bu nağmeyi hepsinden daha zevkli söylemekteydin. Ben de, Demek ki kendisi de durumu biliyor ve arif bir insan olarak razı oluyor diye düşündüm ve hiç bir şey demeden geri döndüm.

Saf Sofi büyük bir keder içinde şöyle der: Ne bileyim? Onların hepsi hoş hoş söylüyorlardı. Ben de onların sözünden zevke geldim, onları taklit ettim. Bu taklit beni ele verdi. O taklide iki yüz kere lanet olsun!

Acaba, Hz. Mevlana, günümüzde yaşasaydı, televizyon ve internetin de bu türlü eğlence aracı olarak kullanıldığını görseydi, ne derdi?...

Her gün, onlarca kanala bakarak eğlendiğini sanan insanlar, saf sofi gibi sadece maddi kayba uğramıyor, ruhları kirleniyor, kalpleri katılaşıyor, duyguları dumura uğruyor. Hülasa, hem maddeleri, hem de manaları sömürülüyor, kimlik ve kişilikleri silikleşiyor.

Üstelik bu kayıplar, tedricen ve nefsanî zevklerle yaşandığı için saf sofinin eşeği gibi gözle görülmüyor, hemen fark edilmiyor. Bu sebeple, eğlendiğini sananlar, el çırpıp oynarken, çalıp söylerken, Kimler bizden neler götürüyor? diye düşünmelidirler.

Kaldı ki biz, aç kediler arasında ciğer gibi de değiliz. Aç kurtlar ve doyumsuz sırtlanlar arasındaki kuzulara benziyoruz. Bari kendi kayıplarımızın türküsünü eğlence sanmayalım.

Eğlence dünyası, netice olarak, insanın nefsaniyetini artırıyor, hayvani duygularını kışkırtıyor; manadan, ruhtan, şefkatten, merhametten, yani gönüle dair her şeyden koparıyor. Sonuç olarak, Allah ın kulları, nefsin ve Şeytan ın kölesi haline getiriliyor.

Hayatı, yemek odası, yatak odası ve tuvalet üçgenine mahkûm olmuş, hisleri iptal olmuş ve dolayısıyla da insanlıktan çıkmış insanlar…

Eğlence Sektörünü Kim Yönlendiriyor?

Yeryüzündeki gizli din düşmanları ve zındık komiteleri, bu oluşumu el altından kışkırtıyor, azdırıyor ve durdurulamaz bir hale getiriyor.

Çünkü bu gizli şer odağı, insanı en kolay şekilde sömürülmeye hazır hale getirmek istiyor. Bu sebeple de insanları kötü alışkanlıklardan kurtarmak isteyen hiç bir disiplini sevmiyor. İnsanlar nefsanî zevklerini tatmin uğruna tiryakilikler edinsin, hiç bir sınır tanımadan, helal haram dinlemeden yesinler, içsinler, hiç bir ölçü ve utanç endişesi tanımadan, her türlü hayâsızlığı açıkça icra etsinler…

Bu zihniyete göre, mesela bir kadının başını örtmesi çok ayıp, çağdışı ve olabilemez bir şeydi. Ama kadının alabildiğine açılıp saçılmasının her türlüsü çağdaşlıktı, ilericilikti veya sanattı, modaydı, şahsi bir haktı…

Batı dünyası, önce kadını asli fonksiyonlarından ayırdı; eşitlik, özgürlük, hatta üstünlük iddialarıyla yuvalarından, yani sığınaklarından ayırıp uçurdu. Kolu kanadı güçlü olan bir azınlığın dışındakiler, ayakaltlarına düştüler. Acımasız erkek hâkimiyetinin zevk ve ticaret aracı haline geldiler.

Bu süreçte, ev hanımlığı küçümsendi, aşağılandı ve hatta işten bile sayılmadı. Kadın mutlaka dışarıda olmalıydı. Yani erkeklerin hemen ulaşabileceği bir mesafede bulunmalıydı. Bu sebeple, bütün mahremiyet alanları tahrip edildi. Moda da bu feci gelişmeyi tetikledi.

Anne ve anne adaylarını, aileyi vurmak isteyenler, Kadını sokakta kafeslemek için kafes arkasından kurtardılar. (!)

Bu dönüşüm, haysiyeti, şerefi, namusu, iffeti müzelik etti.

Artık eğlence sektörünün meta, malzeme veya sermaye sıkıntısı kalmamış, hatta bu hususta bir enflasyon yaşanır olmuştu. Manevi boşluktan doğan özenti, kadını değersizleştirip sokağa döktü. Bu sonucu işaret eden gelişmeler, geçtiğimiz asrın başında yaşanırken Akif Dede feryat figandı:

Âilî bir inkılap olsun diyen me yus olur
Başka hiçbir şey kazanmaz, sade bir deyyus olur


Eğlendirerek ezenler, ailenin temel direği olan anneyi fıtratının dışarısına çıkarınca, işi bitirdiler. Kadın bitince, aile; aile bitince de insanlık bitiyor.

Netice olarak da eğlence dünyası sayısız eleman kazanıyor. Birçok eğlence mekânı, kadın için kölelik yeri haline geldi.

Ancak şer cephesi yetinmiyor; kadın sadece eğlence mekânlarında bulunmasın, yolda, meydanda sokakta, kısacası her yerde el altında dursun.

Reşat Nuri nin romanı, devede kulaktır; bu felaketin adı Yaprak Dökümü değil, KÖK SÖKÜMÜ olmalıdır.

Aile Son Kale

Kadını koruyan aile yuvası, hücum hedefi, kılık kıyafet, hatta neredeyse giyinmek ilkellik. Ne kadar açılırsa o kadar iyi. Açık tarafı daha çok olan daha makbul sayılıyor.

Evler bile şeffaf hale getiriliyor. Yatak odasına bile mahremiyet hakkı tanınmıyor. Ev, sığınak ve yuva olmaktan çıkarılmak isteniyor.

Aile biterse, operasyon tamam olacaktır. Çünkü ailenin sonu, insanlığın kıyametidir. Aile sarsıldıkça, sarhoş masalarına meze olan kadın-erkek artıyor.

Yüceler Yücesi, kadını kalpler ısınsın da yabancılamasın diye, cins-i latif olarak yaratmış. Ancak, kadınlarla birlikte olmayı da nikâh şartıyla meşru kılmış. Bu durum da, ailenin doğrudan doğruya Rabbimiz tarafından kurulmuş bir müessese olduğunu gösterir.

Nikâh bağıyla bir araya gelen eşler, cinsi ihtiyaçlarını meşru ölçüler içerisinde gidererek huzur bulmuşlar; böylece, toplum bu husustaki yanlış tercihlerin yol açtığı yıkımlardan ve çarpık ilişkilerden kurtulmuş…

Aile, toplumun en küçük ve fakat en temel ve en önemli bir unsuru olarak, insanların insanca yaşamalarını sağladı. Aile, ilk insani ve fıtri duyguların öğrenildiği, tadıldığı ve benimsenip sevildiği bir sevgi yuvasına dönüştü.

İşte bu sebeple, insanlığın ve huzurun düşmanları, ilk elden aileye saldırdı. Çünkü araştırmalar artık iyice açığa çıkardı ki, aile yıkılınca, insanlığa dair hiç bir şey ayakta duramazdı. Zira AİLE SON KALE…

Bu yüzden, insanlık düşmanları aileyi yıkmak istedi. Dün Çanakkale mizi geçemeyenler, bugün ailemizin üstünden daha ağır silahlarla geçmek istiyorlar. Bir başka deyişle, bugünün Çanakkalesi aile…

Bütün güzellikler gibi, Mehmetçiğin gönlünü güzelleştiren de ailedir; özellikle de annedir.

Aile, doğrudan Yüce Allah ın emri olan bir müessesedir. Bu sebeple alternatifsizdir. Aileyi kabul etmeyen sistemler, rezil olmuşlardır.

Ailemiz bütün saldırılara rağmen henüz ayaktadır ve direnmektedir. Fakat sallanıp sarsıldığı da kesindir. Aile güçlendikçe, eğlence sektörü içinde yitip gidenler de azalacaktır.

Aile, yavrularını eğlence malzemesi yapmak isteyenlere karşı direniyor. Anne şefkatiyle yetişen, baba sevgisiyle güçlenen çocuklar, eğlence sektörünün ne sermayesi olur, ne de tüketicisi…

Aileden soyutlananlara sunulan sahte teselli, eğlence dünyasıdır. Dünyayı sadece bir oyun ve eğlence yeri sananlar, sevgisizleşiyor, bencilleşiyor ve kahpeleşip hayvanlardan daha aşağı düşüyorlar. Atalarımız: Köy yanar, kahpe taranır! demişlerdir.

Ruh kökünden kopmuş, maneviyatına lakaytlaşmış, ahlaki irtibatları laçkalaşmış olanları Şair ne ilginç anlatır:

Ne Londra konferansı,
Ne atom bombası…
Bir elinde cımbız bir elinde ayna
Umurunda mı dünya!


Eğlence dünyası, böylesine, umursamaz, vurdumduymaz, her şeye boş vermiş insanların dünyasıdır. Günümüzde eğlence denince, düşünceye, duymaya ket vuran müzik gürültüsü anlaşılıyor.

Uyuşturuculara varıp dayanan içki, cinsellikte ölçü ve sınır tanımamak anlaşılıyor. Ruhun bastırılıp susturulduğu, dolayısıyla zamanla yok sayıldığı bir ortam, eğlencenin değil ağlamanın ortamıdır. Hem de ebediyyen ağlamanın.

Nedir Bu Eğlence Dünyası?

Hep beden, hep madde, hep bencillik…
Bu durum, insanın asıl önemli olan diğer kısmını inkâr etmesi değil midir?

Gelip geçici maddi hazlar etrafında döne dolaşa yıpranan, harcanan, bunalanlar, sonunda, yaşamayı bir ağır külfet, bir taşınmaz yük ve katlanılamaz bir azap olarak görmektedirler. Saygı ve yardım görmekten uzak yaşlılık günleri ise sefahat ehline, kimseli kimsesizliğin derin teessürünü yükler.

Öyleyse, nedir bu eğlence dünyası? İnsanı batıran, bitiren, tüketen bir bataklık değil midir? Bu batakhanede en çok ezilen, üzülen ve tükenen kadınlar olmuyor mu?
Her yerde, hemen, çok ucuza bulunan, değerini yitirmiş bir mal…

Kadını bu hale hangi anlayış getirdi? Hangi kültür, hangi medeniyet, hangi inanç, hangi dünya görüşü yaptı kadına bu ihaneti? Bu en feci ihanet, hangi hain kafanın eseridir?

Çünkü bugün, İslam ın önündeki tek engel, dünyevileşmedir. Dünyevileşmenin en çok hoşuna giden de, dünya ehline özentiyle başlayan eğlence fasıllarıdır. Bu fasıl bir kere başlayınca, sonu gelmiyor ve Nasreddin Hoca merhumun şuna değmiş buna değmemiş misali gibi, sonuna kadar gidiyor...

Bu sınırsız ve ölçüsüz, mezhebi geniş nefsanîlikleri, gizli bir zındıka merkezi körüklüyor. Bunlar, sadece İslam ın değil, bütün dinlerin düşmanı… Doğrudan imanın ve Allah ın düşmanı bunlar…

Bunların anlayışında haram, yasak, ayıp, günah yok… Nefsine esir olarak, her hazza sonuna kadar dalmak var.

Çünkü Allah ın unutulduğu yerde, her şey mubahtır, normaldir, tabiidir. Utanma, arlanma, hayâ gibi iman alametleri ortadan kalkınca, ahlaksızlık diye bir şey de kalmaz ortada. Artık açıktan nefsinin çağırdığı her rezaleti yapabilir, insan halinden çıkabilir, hayvanları bile şaşırtacak derecede çılgınlaşabilir.

İnsan, İslam ın akli ve fıtri meşrularına sırt çevirdikçe, medeniyet çizgisinin dışına düştü, hoyratlaştı, hayvanlaştı. Müslüman ı başka bir dine çekemeyenler; nefsinin kölesi ederek, Allah tan ve İslam dan uzaklaştırmaya çalışıyorlar. Tuzakları kadın, makam, mevki, para, şöhret…

Bu bozmayı ve kendilerine benzetmeyi, usulca, ustaca ve yavaş yavaş yapıyorlar.

Taksit taksit, alıştıra alıştıra bozuyorlar. Sözün burasında, kurbağaya yapılanı hatırlamak gerekiyor. Hani bir tavaya koymuşlar ve ateşi de sonuna kadar açmışlar, kurbağa can acısıyla birden fırlamış tavadan, pişirememişler. Bu tecrübeden sonra akıllanmış kurbağa pişiricileri.

Yine tava içinde yanan ocağa koymuşlar kurbağayı… Fakat bu defa, kurbağa sıçrayıp kaçmamış. Çünkü ateşi en kısık ölçüde açmışlar. Bu ılık ortam, belki de kurbağanın hoşuna gitmiş. Tavanın içinde gezinip durmuş. Sonra yavaş yavaş ısıyı artırmışlar. Kurbağa, zamanla ve az artan sıcaklığa küçük tepkiler göstermekle yetinmiş. Artık yandığı zaman da tavadan sıçrayacak gücü kalmamış.

Bizi de manevi ateşlere alıştırıyorlar. Bize ne olduysa hep, azar azar oldu der Şair. Doğrudur…

Mesela, benim ilk gençlik yıllarımda dansözlü filmler, Anadolu da hadise meydana getirir, halkın infialine sebep olurdu.

Sonra, devletin televizyonu ile evler yeni yıla dansözle girmeye başladı. Başlangıçta bu duruma da itirazlar oldu. Tepkilerle, bazen dansözlü süre azaltıldı, bazen de dansöz biraz giydirildi.

Zamanla itirazlar kesildi. Çünkü hızla çağdaşlaştık.(!) Göstere göstere alıştırdılar. Hayalimize bile sığışmayan daha nelere alıştırıldık ve sürekli dahası da gelip durmakta. Alıştırdılar göstere göstere…

Kim yaptı bunu bize, kimler yaptı? Bu eğlence sektörü denen nesne, bütün bu olup bitenlere rağmen size masum görünüyor mu?

Bu hususta son sözü bir yabancıya söyleteyim müsaadenizle:

EĞER ALLAH YOK DİYORSANIZ, O HALDE HER ŞEY MÜBAHTIR.

O nun (cc) varlığı ise her türlü güzelliğin sebebi ve gerekçesidir.

VEHBİ VAKKASOĞLU
 
Geri
Üst