Doğan Güneşim Kaybolan Amacımsın...!

sEntieL

New member
ELvedaaa !
Sustuğum saniyeydi ölümü hissedişimin zamanı. Gerçeklerdi yalnızlık. Yüzleştiğim sorumluluklar, işlediğim günahlar, içimi bir hoş eden mutluluklar. Bir tek benim yankılarımdı yükselen odadan. Bir sen yoktun yanımda, tüm anılarım vardı soluğumun dumanında. Askıya aldığım geleceğim bu karanlıkta pek de olabilirliğini koruyamıyordu. Beklemenin verdiği sinir harbinin ötesinde kalbim heyecana yenik düşebilirdi her an. Peki neye duyduğum heyecandı bu delicesine merak?

...
Yanımda hissettim nefesini. Hemen ardından kokun çaldı burnuma. Ah! O nefis kokun... Bu sensin, yanımdasın. Ama daha burnumun ucunu göremiyorken nasıl bulayım seni? Nefesin hemen yanıbaşımda. Uyuyuşun geliyor aklıma; o sessiz, ürkek teninin yalnızlığını düşünüyorum. Ama yine de yanımda değilsin sanki. Bu karanlık yutuyor seni. Ne günahlarım kaldı ne de sorumluluklarımla yüzleşmem. Seni düşünüyorum kayıtsızca.

Neredesin? Bir şey mi oldu yoksa? Sana? Bana?...

Sadece nefesin var, karanlıkta eşlik eden bana. Ve kokun tabii...

...
Sessizce beklerken çıkmanı, kesmenin zamanımıydı nefes alıp verişini? Ne oldu? Karanlıkta beni bana bırakıp gittin. Kokunu da aldın yanına giderken, anılarımı ne yapacaksın peki? Tamam susuyorum sen de çık haydi...

...
Gözlerimi kamaştıran bu ışık ta ne? Büyüyüşünü sürdürüyor, gözbebeklerim ufalırken. Beni karanlıktan çekip alıyor benliğinin aydıklarına. Ve kapatıyor karanlığa benim için açtığı kapılarını.

...
İşte! Seni buldum sonunda! Ama yanında yatan adam da kim? Bana bunu nasıl yaptın? Karanlıklarda kalsam daha iyiydi. Bu yatak benim, bu salon benim... Nasıl yaptın bana bunu? Yanında ki de kim? Kim o kumral adam? Kim o sonsuz güzellikteki boynunda uyuyan? Benim yerimde? Senin mis kokunda... Görüntü netleşse tanıyacağım bana benzeyen şu adamı... Ama?

...
Ölümümdü sevdamdan kopuşum. Aşkım daima benim gizli kasamda saklı kalacaktı. Seni öpüşlerim; o narin gül kadar kırmızı,pamuk kadar yumuşak dudaklarını öpüşlerim, daima o kutuda bu yalnız aydınlıkta bana eş olacak...

...
Elveda meleğim...





BİR DOST

Saate bakmaksızın kapısını çalabileceği bir dostu olmalı insanın.
'Nereden çıktın bu vakitte' dememeli, bir gece yarısı telaşla yataktan
fırladığında;'Gözünün dilini' bilmeli; dinlemeli sormadan, söylemeden anlamalı.
Arka bahçede varlığını sezdirmeden, mütemadiyen dikilen vefalı bir ağaç gibi köklenmeli
hayatında; sen, her daim onun orada olduğunu hissetmelisin.
İhtiyaç duyulduğunda gidip müşfik gövdesine yaslanabilmeli, kovuklarına saklanabilmelisin.
Kucaklamalı seni güvenli kolları,dalları bitkin başına omuz, yaprakları kanayan ruhuna merhem olmalı.
En mahrem sırlarını verebilmeli, en derin yaralarını açıp gösterebilmelisin sorgusuz sualsiz.
Onca dalkavuk arasında bir tek o, sözünü eğip bükmeden söylemeli, yanlış anlaşılmayacağını bilmeli.
Alkışlandığında değil sadece, asıl yuhalandığında yanında durup koluna girebilmeli.
Övmeli alem içinde, baş başayken sövmeli ve sen öyle güvenmelisin ki
ona, övdüğünde de sövdüğünde de bunun iyilikten olduğunu bilmelisin, 'hak ettim' diyebilmelisin.
Teklifsiz kefili olmalı hatalarının; günahlarının yegane şahidi.
Seni senden iyi bilen, sana senden çok güvenen bir sırdaş. Gözbebekleri bulutlandığında yaklaşan fırtınayı sezebilmelisin. Ve sen ağladığında, onun gözünden gelmeli yaş.
Böyle bir dostum var benim. Pek sık görmesem de hep yanımda olduğunu bildiğim, yalansız riyasız dertleşebildiğim. Kuşağımın en iyisi hilafsız. Beraber okuduk, birlikte koştuk son 20 yılın parkurunu.
Katılasıya ağladık, doyasıya güldük yol boyu. Ekmeğimizi, acılarımızı bölüştük. Çocuklardoğurduk, büyükler gömdük. Sonunda yara bere içinde oraya buraya savrulduk.
Buluştuk geçenlerde. Bitaptı; kayan bir yıldız kadar ışıltılı, bir o kadar yorgun:
'-Ne yapıyorsun' diye sordum
'-Seyrediyorum' dedi; 'çaresizce, öfkeyle, şaşkınlıkla ama sadece seyrediyorum'.
Seyrettiği; kuşağımızın en kötülerinin, pespayelik yarışında ipi ilk göğüsleyenlerin zirveye hak
kazanmalarındaki akıl almaz gariplikti. İyiliğin ve ustalığın bu kadar eziyet gördüğü, kötülüğün ve yeteneksizliğin bunca ödüllendirildiği bir başka coğrafya var mıydı acaba? Okuldaki ideallerimizden, gençlik coşkumuzdan söz ettik bir süre; tozlu raftaki bir kitabı yıllar sonra karıştırır gibi.
Ülkemizin kaderini değiştirmeye azimliydik mezun olurken; lakin karanlığını boğmaya yemin
ettiğimiz ülke, karanlığına boğmuştu bizi. Pazarda görsek tezgahından meyve almayacağımız adamların cenderesinde bir ömür geçirmiş, tünelden çıkış sandığımız ışığın, üstümüze gelen kamyonun farı olduğunu çok geç fark etmiştik. Velhasılı ne sevebilmiş, ne terk edebilmiştik.
Krizde geçmişti bütün gençliğimiz; ve şimdi çocuklarımıza tek devredebildiğimiz, çok dahaağırlaşmış bir kriz.
'-İşte' diye geçirdi içinden kadim dostum, '.bunları seyrediyorum bir kenardan sessizce.' işte en çok da böyle zamanlarda bir dostu olmalı insanın. Yıllarca aynı ip üstünde çalışmış, cesaretle ihanet arasında gidip gelen bir salıncağın sınavında birbiriyle kaynaşmış iki trapezci gibi güvenle kenetlenmeli elleri.
'Parkurun bütün zorluğuna rağmen dostluğumuzu koruyabildik, acıları birlikte göğüsleyebildik ya;
yenildik sayılmalıyız' diyebilmeli. Issızlığın, yalnızlığın en koyulaştığı anda, küçücük bir kağıda yazdığımız kısa, ama ümit var bir yazıyı, yüreğe benzer bir taşa bağlayıp birbirimizin camından içeri atabilmeliyiz:
'Bunu da aşacağız!

İmza: Bir Dost!

CAN DÜNDAR







İnsan hayatanın bir yerinde durup düsünmeden bilemez neler olup bittigini..Cogu zaman yorgun mu,yoksa mutlumu oldugunu bile anlamayabilirsin..Ama düsünmeye basladıgında tükenmis,bitmis bulabilirsin kendini..Ya da icinde fırtınaların koptugunu birseyleri kopardıgını hissedebilirsin..

Bazen yeni hedefler belirlersin hayatın icin ; Bir yelkenlinin icinde yasamak gibi..

Gerceklerin arkasına gizlenip tesadüflerede emanet edilebilir hayat..Yolun nereye cıkacagını bilebilsek keske..

Belki hic bitmeyecekmis gibi uzanıp gidebilirsin serin sular önünde..Yoruldugunu bile anlayacak zamanın olmadan ,dolasabilirsin okyanuslara ulasmak umuduyla..Okyanuslara ulastıgında hüzünlü bir aksam bekliyor olabilir seni..

Belki yüregin kabarır,gurur duyarsın geride bıraktıgın azgın dalgalardan..

Bilemezsin belki yeni bir baslangıc vardır tepenin ardında..Yada hayatı tesadüfe bırakmamanın , mücadele etmenin haklı gururu sıgmayabilir koltuklarının altına..

Yeniden dogrulabilecek gücün varsa kaybetme korkusu yetermi hayatı ödünc almıs gibi yasama..

SUNAY AKIN


SON YAPRAK








Ülkenin batısındaki küçük bir mahallenin bir sokağının neredeyse
tamamı ressamlardan oluşmaktaydı. Bu mahallede, üç katlı bodur
bir tuğla yığınının tepesinde iki kız arkadaşın stüdyoları bulunmaktaydı.
Alt katlarında ise yaşlı bir ressam otururdu.

Günlerden bir gün kız arkadaşlardan biri zatürree hastalığına yakalandı.
Genç kız günden güne eriyordu. Bir gün, arkadaşı resim yaparken
o da yatağında pencereden dışarı bakıyor ve sayıyordu...

Geriye doğru sayıyordu; "Oniki" dedi, biraz sonra da "onbir"; arkasindan
"on", sonra "dokuz"; daha sonra, hemen birbiri ardina "sekiz" ve "yedi".
Arkadaşı merakla dışarı baktı. Sayılacak ne vardı acaba?
Görünürde sadece kasvetli, bomboş bir avlu ile altı yedi metre ötedeki
tuğla evin çıplak duvarı vardı. Budaklı köklerinden çürümüş,
yaşlı mı yaşlı bir asma, tuğla duvarın yarı boyuna kadar tırmanmıştı.

Dönüp arkadaışna "Neyin var?" diye sordu. Hasta kız fısıltı halinde" altı" dedi.
"Artık hızla düşüyorlar. Üç gün önce neredeyse yüz tane vardı.
Saymaktan başıma ağrı giriyordu. Ama şimdi kolaylaştı.
İşte biri daha gitti. Topu topu beş tane kaldı şimdi."
"Beş tane ne?" diye sordu arkadaşı. "Yapraklar, asmanın yaprakları.
Sonuncusu da düşünce, ben de mutlaka gideceğim. Hissediyorum bunu."

Arkadaşı ona saçmalamamasını söyleyip içmesi için çorba götürdü.
Fakat o: "İşte bir tanesi daha gidiyor. Hayır, çorba filan istemiyorum.
Bununla geriye dört tane kaldı. Hava kararmadan sonuncusunun da düştüğünü
görmek istiyorum.. Ondan sonra ben de gidecegim." diyerek cevap verdi.

Genç kız uykuya daldığında arkadaşı da alt katta ki yaşlı ressama
ziyarete gitti. Bu sırada yaprak olayını da anlattı yaşlı adama.
Yukarı çıktığında arkadaşı uyuyordu. Ertesi sabah hasta kız hemen
arkadaşına perdeyi açmasını söyledi. Ama hayret! Hiç bitmeyecekmiş
gibi gelen upuzun gece boyunca aralıksız yağan yağmur ve şiddetle esen
rüzgârdan sonra, bir asma yaprağı hâlâ yerinde duruyordu.

Sapına yakın tarafları hâlâ koyu yeşil kalmakla birlikte, testere ağzı gibi
tırtıllı kenarlarına ölümün ve çürümenin sarı rengi gelmiş olan yaprak,
yerden altı yedi metre yükseklikteki bir dala yiğitçe asılmış duruyordu.

"Bu sonuncusu" dedi hasta kız."Geceleyin mutlaka düşer diye düşünmüştüm.
Rüzgârı duydum. Bugün düşecektir, o düştüğü an ben de öleceğim."
Ağır ağır geçen gün sona erdiğinde onlar, alacakaranlıkta bile, asma
yaprağının duvarın önünde sapına tutunmakta olduğunu görebiliyorlardı.

Derken şiddetli yağmur tekrar başladı. Hava yeteri kadar aydınlanır
aydınlanmaz, genç kız hemen perdenin açılmasını istedi. Asma yaprağı
hâlâ yerindeydi. Genç kız, yattığı yerden uzun uzun yaprağı seyretti. Sonra
arkadaşına seslendi. "Münasebetsizlik ettim. Benim ne kötü bir insan
olduğumu göstermek istercesine, bir kuvvet o son yaprağı orada tuttu.

Ölümü istemek günahtır. Şimdi biraz bana çorba verebilirsin." dedi.
Akşamüstü gelen doktor ayrılırken; şimdi alt kattaki bir hastaya
bakmam gerekiyor. Yaşlı bir ressammış sanırım. O da zatürree.
Yaşlı adamcağız çok ağır bir durumda, kurtulma umudu yok ama
daha rahat eder diye bugün hastaneye kaldırılıyor dedi.

Ertesi gün doktor : "Tehlikeyi atlattınız, siz kazandınız." dedi.
O gün öğleden sonra arkadaşı artık iyileşmiş olan arkadaşına alt kattaki
yaşlı adamı anlattı. Yaşlı adam iki gün hastanede yattıktan sonra ölmüş.

Hastalandığı günün sabahı kapıcı onu, odasında sancıdan kıvranırken
bulmuş. Pabuçları, elbisesi baştan aşağı sırılsıklam, her yanı buz gibi bir
haldeymiş. Öyle korkunç bir gecede nereye çıktığına akıl sır erdirememişti
kimse. Sonra, hâlâ yanık duran bir gemici feneri, yerinden sürüklene
sürüklene çıkarılmış bir portatif merdiven, bir de üstünde birbirine
karışmış sarı, yeşil boyalarla bir palet ve sağa sola saçılmış bir kaç fırça
bulmuşlar. O zaman o son yaprağın sırrı da çözüldü. Rüzgâr estiği zaman
bile yerinden oynamayan yaprak, yaşlı ressamın şaheseriydi. Yaşlı adam,
son yaprağın düştüğü gece oraya bir yaprak resmi yapıp yapıştırmıştı.



O.Henry





Yine kara bulutlar var üzerimizde,
Yine ayrilik yagmurlari altinda islanacagiz...
Bensiz her yagmur altinda yürüdügünde,
Bilesinki üzerine yagan bulutlarin degil benim gözya$larimdir...

Bu $ehre yagmur yagiyordu, bütün $ehirler agliyordu. Ben en cocuk halimle üsüyordum. Kimse sen degildi, kimseyi istemiyordum. $ehirle birlikte ben de agliyordum, gözya$larimi kimse farketmiyordu. Yorgun adimlarla, islak sokaklari dola$iyordum. Bir yerlerde seni bulmayi umuyordum. Yürüdükce daha siddetleniyordu yagmur. Sokak sokak gecerken bu $ehri umudumu kaybediyordum. I$te en büyük tehlike buydu. Umutsuz ya$armiydi insan? Umutsuz direnebilirmiydi hayatin acimasizligina?
Yagmura ev sahipligi yapan gece, hic a$ilamaycak bir engel gibi kar$imda duruyordu. Hazirliksizdim, sensizken saatlerin bu kadar gecmez oldugunu bilmiyordum. Koynuma hasretini alip uyumaktan nefret ediyordum. Bu yüzden gece bitsin diye yürüyor, yürüyor, yürüyordum. Ah, $u kö$eba$ini döndügümde görebilsem seni, ya da $u parkin sirilsiklam olmu$ banklarinda otururken bulsam.....
Bilirim sen de seversin yagmuru, aldirmazsin islanmaya. Bu yüzden $a$irmazdim seni gördügüme. Bir kö$eba$i daha dönüyordum, yagmur bana e$lik ediyordu. $ehrin sokaklarinda degil, senin yoklugunda kayboluyordum. "Nereye gitsem" diye dü$ünüyordum cünkü sen olmadiktan sonra hicbir yer farketmiyordu. Öylece amacsizca dola$iyordum. Oysa her sokaga sevdamizi yazacaktim ben. Ta$lara adini kaziyacaktim. A$kimiz yillara, yagmura, kara meydan okuyacakti. Yikilmayacaktik, yipransakta antik cagdan kalan bir kale gibi ayakta duracaktik. Bir maratonun iki güclü ko$ucusu olacaktik. Sevda ko$umuz ancak ölümle noktalanacakti. Yagmur duruyormu ne? Ama kime ne? Ben icimdeki yagmuru durduramadiktan sonra neye yarar ki? Ben yüregimdeki gri bulutlari kovamadiktan sonra gökte yildizlarin görünmesi neyi degi$tirirki? Icim ü$üyordu, titriyordum. Bir sabahci kahvesine giriyordum. Demi sevdalardan süzülmü$ bir bardak taze cay... Titremem duruyordu biraz. Kahveci ciraginin sesiyle irkiliyordum, " ok islanmi$sin, sobanin ba$ina gec.." Bir yanardagin icine atsalar beni isinirmiyim saniyorsun? Beni ancak teninin sicakligi döndürebilir hayata. Ancak, ellerini tuttugumda ya$adigimi anlayabilirim. Cay bogazima diziliyordu, bitirmeden kalkiyordum. Biliyordum, bir ba$ka gecede, bir ba$ka yagmurda yine sensiz, yine umarsiz, yine yalniz yürüyecegim bu yollari. Yeter, gel artik. Gel dindir bu yagmuru, bu gözya$larimi...

Seni ne çok sevdim ben. Ne çok gözyaşı döktüm senin için. Geceleri sen yatağında meleklerin kanatlarıyla uçarken ben penceremin önünde senin rüyana girmek için dua ederdim. Bir bakışına, bir dudak kıvrımında titreşen gülüşüne ulaşmak için dünyanın bütün çiçeklerini önüne sererdim.

Şiirler, şarkılar, sevgiler içimde tutuşan bir ateş, onun yangınında senin için kül kesildim. Ağır hastalar geceyi zor geçirir. Sabahı bekler kırgın yürekler, hasta umutlar, yalnız ruhlar. Yalnızdı gecelerim. Hastaydı gecelerim. Kan kaybından giden bir yaralı gibi umarsızdı gecelerim. Bir uçurumun kenarına beni taşıyan karabasandı gecelerim. Adına yalnızlık dedim. Sensizlik dedim.. Sen beni bilmedin, beni tanımadın, beni sevmedin.. Bu bir ölümdü, bu bir fermandı .. Bıçak kesmez artık beni, ip asmaz, çeküller yüreğimi taşımaz. Yaşamak mümkün değil, yalnızlık karanlık kapılarıyla üstüme kapandı. Amansız acılar içindeyim.

Bi Tanem.. Ben seni ne çok sevdim. Dünya bildi, en cok ta sen. Odamın çıldırtan sessizliğinde sana seslendim. Yankısı döndü dolaştı, senin kapıların bana kapalı. Kendi sesim yine bana ulaştı. Anladım ki beni hiç duymayacaksın.

Sana sitem edemem. Sana kırılamam. Bir tek dileğim var senden, son bir tek isteğim. O da MUTLU OLMAN.

MUTLU OL SEVDİĞİM.. BİRİCİĞİM.. AŞKIM. NEREYE, KİME GİDERSEN GİT YETER Kİ SEN MUTLU OL...






[/I][/I]
 

HTML

Üst