CounTRy
Gülen Manyak
- Katılım
- 5 Haz 2006
- Mesajlar
- 10,687
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
“The Pursuit of Happyness”, gerçek yaşam öyküsünden esinlenerek senaryolaştırılmış bir film. Başrolde Will Smith oynuyor. Görmüş olabilirsiniz. Vizyondayken beğenilmiş, ilgi çekmişti. Çok dokunaklı bir konusu var. Film haline getirilişi de başarılı olmuş. Filmin adı, Amerika’nın bağımsızlık bildirgesindeki, dünyanın en çok bilinen ve meşhur deyişlerinden biri olan “Life, Liberty & The Pursuit of Happiness”dan alınmış. İlgili madde, kişinin dünyaya gelip, sadece insan olmakla kazandığı hayat, özgürlük ve mutluluk arayışı haklarını vurgulayıp bunların kimse tarafından alınamayacağını ve kimseye devredilemeyeceğini imza altına almış.
Bunları aktarmamın sebebi, bu madde ya da bildirgeyi irdelemek değil, filmdeki şu iki cümle: “Diplomaya gerek yok! Rakamlarla aran ve insanlarla ilişkilerin iyi ise yeter!”
Film, genelde son derece zeki, fakat bir türlü doğru dürüst, istikrarlı iş edinememiş bir aile babasının mücadelesini aktarıyor. Okurken daima sınıf birincisi olan ve kendisini her mesleği başarıyla yapabilecek gibi hissedip sonunda hiçbiri olamayan fakir baba, tıbbi kemik ölçer cihaz satmaya çalışarak, zorlu bir yaşam mücadelesi veriyor. Filmin kahramanı, deyim yerindeyse, neye el atsa kurutuyor, başına bin türlü aksilik geliyor, ama asla vazgeçmiyor! Filmde, gerçek hayatta da baba oğul olan adam-çocuk arasındaki kuvvetli bağa odaklanan duygusal sahneler çok yoğun işlenmiş. Anne de sıkıntılara daha fazla katlanamayıp evi terk edince, gözler iyice yaşarıyor, izlerken insan gerçekten etkileniyor.
Ben filmden başka açılardan da etkilendim. Bana göre, hikayenin akışı içinde, değişen ve acımasızlaşan iş yaşamına, zorlaşan aile hayatına dair aktarılan detay kesitler, diyaloglar da son derece etkileyiciydi. Yazıya başlık yapmama sebep olan sahnelerden birinde; elindeki cihazı satmak için koşuşturan babanın önünde gayet lüks, üstü açık bir spor araba durur ve içinden zengin, genç, iyi bir işi olduğu belli olan bir adam iner. Bizim baba birdenbire son derece sempatik ve güleryüzlü bir ifadeyle genç adamın önünü keser; kırmızı arabayı işaret ederek, nasıl o koşullara sahip olduğunu anlamak isteyen bir ifadeyle sorar:
- Lütfen bana söyle, ne yapıyorsun ve nasıl yapıyorsun?
- Şu gördüğün binada broker’lık yapıyorum.
- Ooo, tabii onun için diploma gerekli değil mi?
- Diplomaya gerek yok! Rakamlarla aran ve insanlarla ilişkilerin iyi ise yeter!
Bunu söyleyip, hızla merdivenleri çıkar ve plazadaki işine gider.
Bundan çok etkilenen, lise mezunu, ama matematiği kuvvetli baba, bir sürü olay ve uğraştan sonra bir şirkete 6 ay ücret almaksızın “stajyer broker adayı” olarak seçilmeyi başarır. Bu, iş garantisi değildir ve daha başlangıçtır. 6 ay ücret almadan şirketin düzenlediği eğitime katılacak ve başarılı olursa 20 kişinin arasından seçilecek “tek” stajyer olacaktır. Sonunda inanılmaz bir azim, çalışma ve başarılı insan ilişkileri ile sınavı kazanır, en yüksek satışı yapar, işe girmeyi başarır. O şirkette yükselir ve yıllar sonra ufacık bir hissesinin satışından dahi milyon dolarlar kazanacak seviyelere ulaşır.
Şuraya gelmek istiyorum; “diplomaya gerek yok!” Bu basit cümle, buz dağının tepesi gibi… Diplomalı işsizler ordusu, diplomalı ve işli, fakat mutsuz, tatminsiz kalabalıklar… Giderek klasik eğitimi, geleneksel eğitimin amacını ve sonucunu daha çok sorgulanması gereken bir noktaya getiriyor.
Artık o kadar çok ve niteliksiz diploma, o kadar çok ve çeşitli ürün, hizmet piyasaya sürülüyor ki başarı ancak kişisel farklarla yakalanabiliyor. Başka bir deyişle, genel ve ne işe yaradığı belli olmayan öğretim değil, hedefe odaklı, spesifik, meslek ve beceri kazandıran, daha kısa süreli, interaktif kurs benzeri eğitim süreçlerinin dönemi. Teknik olanlar kadar, “soft skill” denen kişisel yetkinlik becerileri için verilen eğitimler de hayati önem taşıyor.
Devir “soft skill” devri!
Haydi gençler becerilerinizi yumuşatmaya…
Kaynak: Milliyet