
Din özgürlüğü ve Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)
Özgürlük, insanoğlunun insanca yaşamı için ekmek, su, hava kadar muhtaç olduğu en büyük şeydir. Özgürlük olmadan ne insan hakiki manada insan olur, ne de yaşanılan hayat, hayat olur.
"İnsanlığını idrak eden hemen herkesin hemfikir olduğu bu gerçek, acaba din, dinî değerler ve dini praktikle çatışma içinde değil midir? Çünkü din denildiği an akla gelen dogmalardır. Yine din denildiği an akla gelen, ortaçağ Avrupa'sındaki engizisyon mahkemeleri, din ve mezhep savaşlarıdır."
Evet, bir okuyucumuz böyle diyor. Sadece bir kişi değil böyle düşünen; ihtimal sayıları milyonları bulan kişilere tercümanlık yapıyor. Eğer, din denildiği an kastedilen ortaçağda temsil edilen Hıristiyanlık ise denilenler doğrudur. Ama sorunun muhatabı biz olduğumuz için din denildiği zaman kastedilen İslam ise tek kelime ile yanlıştır.
İsterseniz hemen Kur'an'a bakalım; Allah, bütün insanlığa inanma veya inanmama özgürlüğünü vermiştir. "Dileyen iman etsin, dileyen inkar." "Sizin dininiz size, benim dinim bana." "Dinde zorlama yoktur." "Eğer Rabb'in dileseydi bütün insanlar Müslüman olurdu." "Yoksa sen herkesi Müslüman olmak için zorlayacak mısın?" ayetleri bu özgürlüğün teminatıdır. Literatürde din ya da inanç ve vicdan özgürlüğü kavramı ile ifade edilen sahada böylesi bir özgürlük alanı insanlığa sunuldu ise özgürlüğün diğer çeşitleri adına nasıl geniş bir alan açıldığı tahmin edilebilir.
Efendimiz de (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) hayatı seniyyeleri boyunca Kur'an'ın kendisine çizdiği bu sınır içinde hareket etmiştir. İnsanları imana davetle dünyaya gönderilmiş bir Peygamber olmasına rağmen, en yakınından en uzağına hiç kimseye, hiçbir zaman zorlamada bulunmamıştır.
Bazılarının, "Mekke döneminde zayıftı, zorlamada bulunmadı ama Medine döneminde değil." cümlesi ile ifade ettikleri düşünce, tarihî gerçeklerden uzak ve düşünceden nasibini almayan bir iftiradır. Belki bununla ifade edilmek istenen şeyler, 15 asırlık İslam tarihi içerisinde cereyan etmiş savaşlarda yaşanmış olabilir. İhtimal ifade eden cümle kullanarak söylediğimiz bu düşünce doğruysa, bu teorik temellerden sapma içerir. Bunun suçlusu din değil; dini yanlış yorumlayan dönemin Müslümanlarıdır. Kaldı ki tarih sayfaları iyi okunup, her bir savaşın gerekçeleri teker teker ele alındığında farklı sonuçlara, farklı yorum ve değerlendirmelere ulaşmak da mümkündür.
Efendimiz dönemine dönelim; Allah Rasulü'nün (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) uygulamalarından hareketle din özgürlüğü dört ana esasa sahiptir. İnanma, inanç esaslarını yaşama, aynı esasları gelecek nesillere intikal ettirebilme ve meşru sınırlar içinde örgütlenebilme.
Medine site devletinde yaşayan Yahudileri esas alarak kısaca bu dört esasa değinelim. Efendimiz'in bizzat başkanlığını yaptığı şehir site devletinde Yahudiler hiçbir baskıya maruz kalmaksızın kendi dinlerine inanmışlar, İslam'a geçmeleri için bir zorlamaya maruz kalmamışlardır.
Sinagog ve havralarında çok rahatlıkla dinî ibadetlerini yapmışlar, günlük hayatlarında giyim-kuşamdan, evlilik ve boşanmalarına kadar hemen her sahada inanç esaslarını hayatlarına tatbik etmişlerdir. Beytül midras adını verdikleri okullarında çocuklarına eğitim ve öğretimlerini vererek, kendi değerlerini gelecek nesillerine rahatlıkla intikal ettirmişlerdir. Ve son husus, altına imza attıkları Medine Vesikası'na muhalefet etmeksizin gerek kendi içlerinde, gerekse müşrikler ve sair din mensupları ile siyasi, kültürel, ekonomik birliktelikler kurmuşlardır.
Siyer, megazi ve hadis kitaplarından rahatlıkla bulunabilecek bu yaşanmış gerçeklere rağmen hâlâ, "İslam dogmadır; İslam ile özgürlükler yan yana durmaz. Hz. Peygamber, Medine döneminde başka din mensuplarına özgürlük tanımamış ve baskı uygulamıştır." diyenler varsa, onların iyi niyetinden şüphe etmemek mümkün değil. Böylelerinin dertleri gerçekleri öğrenmek, yani üzüm yemek değil, bilakis bağcıyı dövmek! Onun da imkânsızlığı ortada. Bunları hırçın yapan da bu olsa gerek.