Depresyondan Çıkış Yolu

Bafone

New member
BAŞLARKEN
Dünya Sağlık Örgütü'nün verilerine göre depresyon 2010 yılında insanları en çok etkileyecek hastalıkların arasında yer alacak. Depresyon, genç-yaşlı, zengin-fakir ayırt etmiyor. Ama özellikle kadınları etkiliyor. Kadınlara biçilen pek çok rol (anne, eş, kız çocuğu, çalışan kadın vs) depresyon konusunda daha fazla uyarana maruz kalmalarına yol açıyor. Hastalıkla mücadelede ilk adım, hastalığın iyi tanınması. Depresyona yol açan ya da onu ortaya çıkaran etkenlerin -ki sürekli kullanılması gereken ilaçlardan kişinin sevdiği semtten ayrılmak zorunda kalmasına kadar uzanan ve giderek kalabalıklaşan bir liste söz konusu- bilinmesi. Bu, hızlı ve etkin tedavi için ilk şart. Tedavi edilmeyen ve sık sık tekrarlayan depresyon, uzun yıllara yayılan etkisiyle yaşamayı 'bir çile, sıkıntı ve acı' vesilesi haline getiriyor. Bu dizide kendinizde ve çevrenizdekilerde depresyon belirtilerini tanımlamanız ve uygun tedaviyi seçmeniz konusunda ipuçları bulacaksınız.

Yaşamaktan zevk alamıyor musunuz? İlgi ve isteklerinizde azalma var mı? Sık sık karamsar düşüncelere kapılıp kendinizi bitkin, halsiz hissettiğiniz oluyor mu? Uyku düzeninizde ve iştahınız bozukluk var mı? Kilo kaybediyor musunuz? Bedeninizde ağrı, göğsünüzde baskı oluyor mu? Cinsel sorununuz var mı? Uluslararası Depresyonları Önleme ve Tedavi Komitesi'nin depresyon hastalarının tanınması ve tedavisi amacıyla hazırladığı tanı ölçüsü olan bu sorulardan birkaçına 'evet' diyorsanız, siz de depresyon belirtileri taşıyorsunuz demektir. Depresyon dünya genelinde görülme sıklığı yüzde 10-20 arasında değişen bir hastalık. "Dünya Sağlık Örgütü'ne göre, 2010 yılında depresyon insanları en çok etkileyecek hastalıklardan biri olacak. Genel nüfus içinde yüzde 8'den söz ediliyor. Avrupa'da pratisyen hekimlerin muayenehanelerinde yapılan araştırmaya göre, ilk defa başvuran hastalar arasında depresyonun görülme oranı ise yüzde 18 olarak belirlendi" diyen Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr.
Esat Oğuz Göktepe sorularımızı yanıtladı.


İstanbul obsesifleri yoruyor
Depresyonun yaşam biçimimizle nasıl bir ilişkisi var?
Mesela İstanbul'u ele alalım. Bu şehrin bazı özellikleri hastalıkların ortaya çıkmasına sebep oluyor. İstanbul panik ataklara sebep olabilecek özellikler taşıyor. Deniz var, köprüler var, gökdelenler, trafik ve kaos. Bazı insanlar korku nedeniyle vapura bile binemiyor. 'Obsesif' diye tanımladığımız, titiz, dakik insanlar vardır. Şehrin bu yapısı onları çok etkiliyor. Mesela gecikmek onlar için ölümdür. Görevini tam istediği gibi yapamamak onları etkiliyor. Yani burada birçok şey sizin dışınızdaki şartlara bağlı, kontrol edemiyorsunuz. Böyle olunca depresyon daha sık görülüyor. Sevdiği bir insanı kaybetmek, sevdiği muhitten taşınmak da depresyona yol açabiliyor.
Depresyonu nasıl tanımlıyorsunuz?
Bedensel belirtileri ağrılar olabiliyor. Mesela baş ağrısı, vücutta gezinen ağrı gibi. İnsanlar çoğunlukla bu ağrılar yüzünden pratisyen hekimlere, dahiliyecilere gider ve sebep bulunamaz. Beş-altı hekim gezip bize ulaşırlar. Bu da vakit kaybı demek. Depresyon öyle bir hastalık ki insanı ölüme götürebiliyor.
İntihar riski açısından mı?
Depresyondakilerin yüzde 15'inde intihar sonucu ölüm meydana gelebiliyor. Bu yüksek bir oran. Depresyonu psikiyatristlerin hayat kurtarabildiği hastalık olarak düşünüyoruz.
Depresyonun nedenleri nelerdir?
Kayıplar, bütün hayatımızı etkileyen şeyler, doğum, ölüm, hastalık, işe girip çıkma, evlenmek-boşanmak, aklınıza gelen pek çok şey neden olabilir. Depresyon içsel bir hastalık aynı zamanda. Yani biyokimya ile, beyinle ilgili. Yani depresyon beynin kendi ürettiği malzemelerin azalmasıyla ilgili.


Depresyonu ortaya çıkaranlar
Bir tetikleme sonucu mu oluşuyor?
Tetikleme içten veya dıştan olabiliyor. İçten derken genleri söyleyebiliriz. Birinci derece yakınlarında depresyon olan kişinin, hastalığa yakalanması üç-beş kat daha fazladır. Nedenler arasında biyokimyasal etkenler de var. Depresyonu ortaya çıkaran ilaçlar var. Örneğin eskiden tansiyon tedavisinde kullanılan 'rezerpin' etken maddeli ilaç. Polikliniğe gelen hastalar bu ilacı kullanıyorsa hemen bıraktırıyoruz. Yeni tansiyon ilaçları bu etkiye sahip değil. Hastalıklar da depresyona sebep oluyor. Bunlardan en önemlisi mevsim itibarıyla de şu sıralar sıklıkla gördüğümüz grip.
Grip depresyon mu yapıyor?
Grip, depresyonun en önemli ortaya çıkartıcı sebeplerinden biri. Grip, hastalığın bazen ilk defa ortaya çıkmasına neden olabildiği gibi bazen de tekrarlanmasına yol açıyor.
Peki burada mekanizma nasıl işliyor?
Bunu kesin olarak bilmiyoruz ama nedeni, temel olarak beyindeki 'serotonin' ve 'noradrenalin' denilen maddelerin azalması olabilir. Bu iki madde 'nörotransmiter' yani iletici dediğimiz maddelerdir. Bunların beyindeki rolü, sinir hücreleri arasında iletişimi sağlamak. Sinaps dediğimiz bir aralık var beyin hücreleri arasında. Sinaps, iki hücrenin birleştiği yerdir. 1 milimetrenin milyonda biri kadar bir alanda mesaj alışverişi olur. Noradrenalin ve serotoninin sinaps aralıklarında yeterince bulunmaması depresyonun en önemli nedenlerinden. Grip sonucu da bunların azalması söz konusu. Polikliniğimizde depresyon hastalarını tedavi ettikten sonra tekrarlanmaması için grip aşısı olmalarını öneriyoruz.
Başka hastalıkların da benzer şekilde depresyona yol açması söz konusu mu?
Depresyon ile ilişkili o kadar çok şey var ki. Bazı antibiyotikler, ağrı kesiciler, hatta psikiyatride kullanılan bazı ilaçlar da etkili. Mesela alkol tedavisinde kullanılan bir ilaç da neden oluyor. Nöroloji ile ilgili hastalıkların hemen hepsi depresyonla ilişkili. Hatta siz bir trafik kazası geçirseniz ve kısa süreli bir sarsıntı, yani kafa travması yaşasanız bile bu, birkaç ay içinde depresyona neden olabilir.
Depresyon kaç kez tekrarlayabilir?
Sayısıyla ilgili bilgi vermek zor. Ancak hastalığın yüzde 50'den fazlası tekrarlayabiliyor.
İkinci kez geçirilen depresyon birinciden daha mı hafif yoksa daha mı ağır?
Bazen daha ağır olabilir ama genel eğilim şöyle. Depresyon bir kez geçirildikten sonra tekrar başlarsa, hasta bize geliyor. Yani belirtiler başladığında, hasta artık onu tanıdığı için kötüleşmesini önlemek mümkün.
 

Bafone

New member
2. Sayı

'Nasıl olduğunu, nerden çıktığını anlamadım. Bana tamamen yabancı bir duyguydu. Daha önce hiç bilmediğim bir yaşamdan zevk almama, her an çılgınca şeyler yapabilme ruh hali. Sevdiğim insanla yollarımız ayrılmıştı bir süre önce. Her tarafım ağrıyordu sanki. Sonunda o dayanılmaz mide ağrısıyla acile kaldırıldım. Aslında 'Yardım edin bana' demek istiyordum ama sanki dilim tutulmuştu. Dilimin söyleyemediğini bedenim anlatıyordu. Hastanelerden oldum olası nefret ederim. Doktorun sorularına cevap veremediğimi hatırlıyorum. Mide ağrısının sebebi bulunamadı. Eve gönderildim. Ama bu sefer de dayanılmaz bir baş ağrısıyla karşı karşıyaydım."
Bu sözler hayatının iki yılını depresyonda geçiren bir kadına ait. Yaşadığı ise 'genetik, çevresel ya da hormonal nedenlerle oluşan çökkünlük hali', yani depresyon:
"Zaten epey bir süredir uyku düzenim bitmişti. Ne gece olsun istiyordum, ne de gündüz. Ne konuşmak istiyordum ne de yemek yemek. Sadece bir yere büzüşüp gözlerimi kapatmak tek isteğimdi.
Ama yalnız kalınca da kötü hissediyordum. Dünya daralmıştı ve ben arada sıkışmıştım sanki. Üstüne üstlük içimde tuhaf şeyler olurken yakınımdakilerin de desteğinden yoksundum. Çünkü kimse ne olduğunu anlamıyordu. Oysa tahammül gösterilmeye, katlanılmaya sadece o anda ihtiyacım vardı. Başka zaman değil. Derin bir keder duygusu diyebilirim. Böylesi ilkti. Aklım yavaş yavaş gidiyordu benden. Bense hem gitsin hem de kalsın istiyordum. Hani 'Cesur Yürek'te kahraman 'Aklıma ihtiyacım var, yoksa çıldırırım' demişti ya onun gibi. Yaşamın hiçbir ışığı yoktu bence. Hatta bir ara onu aramaya çıktım. Son bir gayretle üstümü giyip beni hayata döndürecek şeyi aramaya çıktım. Denize yakın bir yerlerde olduğunu düşünüyordum. Güneş de inadına o kadar parlaktı ki. Ama bana bir şey ifade etmiyordu. Kapkara giysilerimi giyip sahile gittim, kumlara uzandım. Bir şey arıyordum. Ama hiçbir şey olmadı. Dalgaların sesini dinledim, gökyüzüne baktım, düşündüm... Ağlayarak eve döndüm. Ertesi gün tesadüfen elime geçen gazetede depresyonla ilgili bir yazı vardı. Belirtileri okudum. Sanırım yüzde 80-90'ı bende mevcuttu. Depresyonda olduğumu öğrenmek neredeyse rahatlatmıştı. En azından neyle karşı karşıya olduğumu biliyordum."
Adının baş harflerini bile vermek istemeyen genç kadına göre, hastalığının ne olduğunu bilmek, tedavinin yarısı. Ama ne yazık ki tedavinin diğer yarısı olmadan, iyileşmeden söz etmek zor. O da tedaviyi reddettiği için hastalığı güçlükle atlattığını, zaman zaman intihar düşüncesine kapıldığını, hatta bunun yöntemlerini de araştırdığını ve iki yıllık sıkıntılı bir dönemin ardından nihayet 'normale' döndüğünü söylüyor.
"Ciddi depresyonlarda insanlar kendini bunu çekmeye mahkûm hisseder. Hatta cezalandırıldığını düşünür. İnsanlar bu yüzden hayatlarına son veriyorlar. İnsanların doktora gitmelerini engelleyen şeylerden biri iyileşemeyeceklerini düşünmeleridir" diyen Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Esat Göktepe, depresyonla ilgili sorularımızı yanıtladı:
Bir insan depresyon geçirdiğini nasıl anlar?
Bedensel ve ruhsal birtakım belirtiler var. Ruhsal belirtilerin başında üzüntü duygusu geliyor. Bu, bildiğimiz üzüntüden daha yoğun ve daha süreğen. Yani uyanık bulunduğumuz tüm süreyi kapsıyor bu üzüntü. Depresyondaki kişi kendini değersiz hisseder, kendini suçlar. Çevresinde olan pek çok şeyden kendini suçlar ve bu konuda sanrı düzeyinde yanlış inancı vardır. Konsantrasyon güçlüğü olur depresyondaki insanlarda. Bir şeye dikkatini veremez. Özellikle kafasıyla çalışan insanları çok etkiler bu durum. Televizyon izleyemez, gazete bile okuyamaz.


Sabahlara dikkat
Bedensel özellikler açısından iştahın kesilmesi, kilo kaybı olur. Örneğin vücut ağırlığının yüzde 5'ini yitirebilir. Hastaların yüzde 10'unda ise kilo artışı görülür. Uyku bozuklukları olur. Depresyon hastaları için en kötü zaman sabah saatleridir. Özellikle içsel sebeplerden kaynaklanan ve ağır olan depresyonlarda bu durumu görüyoruz. Sabahın erken saatlerinde insan yalnızdır, kimse onun ne yaptığını bilmez. Bu zamanlarda daha çok planlayıcı ve gerçekleştirici eylemlerde bulunabilir. İntihar olabilir.


Önce uyku bozulur

Kişi durumunun depresyona doğru yaklaştığını anlayabilir mi ve farkettiğinde durdurabilir mi?
Ön belirtilerden ilki uyku bozukluğu. Ardından normalde yaptığı işleri eskisi gibi yapamıyor. Sabah kalktığında hiçbir şey yapmaya gücünün yetmediğini düşünüyor, yorgun hissediyor kendini. Herhangi bir işi başlatma konusunda isteksizlik vardır. Cinsel isteksizlik söz konusu olabilir. Belirtilere bakıp depresyona girdiğini düşünen insanın yapabileceği en iyi şey ise doktora erken gitmektir. Çünkü depresyon bir kere başladımı şartlar değişmiyorsa o kişinin hayatı daha kötüye gider.


İçimdeki polis
Kişisel bazı özellikler depresyona yatkınlık nedeni midir?
Obsesif kişilik yapısı, yani her şeyin tam olmasını istemek, mükemmeliyetçi olmak, dakik olmak, işi eve taşımak gibi özelliği olanlar yatkındır. Bunu başka türlü tarif etmek gerekirse, adeta kendi içinde bir polis varmış gibi kendisini denetler bu tür insanlar. Kendisini sürekli rahatsız hisseder.


Kimler risk grubunda?
Kimler depresyon açısından risk grubunda?
Acil serviste çalışan doktorlar, sürekli ölümle karşı karşıya gelenler, hemşireler, yoğun bakımlarda çalışanlar, beyin cerrahisinde ciddi tümörlerle vs. uğraşanlar risk grubunda.
İş adamları da sürekli stres altındalar ve ticari kayıplarının olması durumunda depresyon riskiyle karşılaşırlar. İşsizlik, statü kaybı da depresyon yaratabilir. İşsizlik hem depresyonu artırıyor hem de intihar riskini çoğaltıyor. Ev kadınları, eğer hayatları monoton bir şekilde geçiyorsa ve eşleriyle araları bozuksa risk grubundadır. Yalnızlık risk faktörüdür, bu yüzden yaşlılarda da görülebilir. İnsanları diğer insanlardan yalıtan nedenler, örneğin fiziki görünümünün iyi olmadığını düşünmek, kendisini değiştiremeyeceğine inanmak, bazı nedenlerle yaşamını belli bir şekilde yürütmek zorunda kalanlar, koşullarını değiştiremeyenler, hayatlarında esneklik olmayanlar risk grubunda.


Bankacılarda 'salgın' olmuştu

Depresyon neden kadınlarda daha fazla görülüyor?
Kadınların bazı şanssızlıkları olduğunu söyleyebiliriz. Kadınlar daha çok yaşam olayı yaşıyor. Örneğin erkeklerin başından geçmeyen doğum, âdet olma durumları var. Âdet öncesinde depresyon görülmesi kadınlarda çok sıktır mesela. Ama bu kendini sinirlilik şeklinde gösterir ve o dönemde kadına yaklaşamazsınız. Kadının rollerinin çokluğu da depresyon riski yaratıyor. Çocuk bakımı, ev temizliği, hasta bakımı, hemşirelik vb. gibi zor işlerle uğraşıyorlar.
Eşi veya başkaları tarafından kötü davranılmak, şiddete maruz kalmak da olumsuzluk yaratıyor. Kadın beyni erkeğinkinden farklı ve kadınlar daha duyarlıdırlar. Doğum sonrası depresyon yaşayabilirler veya daha önce yaşamışlarsa bu nedenle tekrarlayabilir.
Evli olmak depresyon açısından risk mi şans mı?
Evli olanlar eğer mutlu değillerse depresyon görülme şansı artabilir. Örneğin çok çocuk sahibi olmak risktir. Özellikle 15 yaşından küçük üç veya daha fazla çocuğu varsa veya 11 yaşından önce bir yakınını kaybetmişse depresyon riski artıyor kadında. Ama depresyonla başa çıkma konusunda evli insanların bekârlara oranla daha şanslı olduğunu söyleyebiliriz.
Türkiye depresyon açısından şanslı mı şanssız mı?
Türkiye'de yapılan istatistikler dünya genelinden fark olmadığını gösteriyor. Depresyonun gün ışığıyla yakın ilgisi var. Yılın 300 günü güneşli geçen bir ülkede yaşadığımız için İsveç, Norveç gibi ülkelere oranla şanslıyız bile denebilir. Ancak kriz dönemlerinde depresyonun görülmesinde artış oluyor. Bu durum özellikle işsizliğin artmasıyla çıkar ortaya. Türkiye'de özellikle bankacılık sektöründe yaşanan sorunlar insanların statü kaybetmelerine neden oldu. Çocuklarının gözünde maalesef çok karamsar bir noktaya geldiler ve hayatları değişemez bir hale geldi. Özellikle o dönemde psikiyatristlere giden çok sayıda bankacı oldu. Tabii ki onların çocuklarında da bu dönem birtakım sorunlar yaşandı.
 

Bafone

New member
3.Sayı

Depresyon için 'buluttan nem kapan hastalık' demek yalan olmaz. Hayatla çok iç içe olan depresyon, bir yakının, işin kaybı, muhit değiştirmek, hastaneye yatmak, hatta hava değişimi nedeniyle bile ortaya çıkabiliyor. "İnsanlar depresyondan korkmasın. Çünkü tedavisi gerçekten mümkün" diyen Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Esat Göktepe, depresyon türlerini anlattı:
Mevsimsel depresyon ne zaman olur?
Işığın az olduğu yerlerde depresyonun ve intiharların artışı söz konusudur. Mesela kuzey kutup dairesinde İsveç, Norveç ve İzlanda'nın olduğu bölgeler bu gruptadır. Kasım-aralık-ocak aylarında bir saat ve civarında ancak ışık görülüyor. İnsanların güneş ışığına ihtiyacı var. Mevsimsel olarak depresyon görülen insanlarda birtakım önlemler alınmalı. Mesela ilaç tedavisine o döneme yaklaşırken tekrar başlanması gibi bazı insanların yaşam yerlerini değiştirmeleri de gerekebilir. ABD'de bu uygulama var. Parası olan insanlar daha güneşli Florida veya başka yerlere yerleşebiliyor. Bizde de Akdeniz çok ışık gördüğü için tavsiye edilebilir.
Herkeste görülür mü bu tür depresyon?
Belli insanlarda olur ama hemen hemen her insanı etkileyen bir şey var. Parlak günlerde kendimizi daha iyi hissederiz. Karanlık günlerde ruhsal ve duygusal olarak daha kötüyüzdür.
Kimler mevsimsel depresyona yatkın?
Özel olarak etkilenen insanlar var. Bazen mevsim değişikliklerinde sorun yaşıyor bu insanlar. Bu sonbahar olabileceği gibi ilkbahar ya da bahardan yaza geçiş dönemleri de olabilir.
Buna karşı neler yapılmalı?
Mevsim değişimi döneminde ilaç tedavisine başlanabilir. İnsanın günlük hayatını etkileyen bir hastalık. Önleyici ilaçlar var. Eğer kişi sık sık karşılaşıyorsa ve bir yıl içinde tekrarlıyorsa devamlı bir ilaç tedavisi daha uygun oluyor.
Depresyonda en ağır tablo hangisi?
Genelde eskiden beri depresyon sınıflandırmasında dikkat ettiğimiz bir ayrım var. İçsel sebeplerle mi oluyor yoksa dışarda olan olaylara mı bağlı? İçsel olanı kimyasal olaylara bağlı ve daha ciddi. Dışarda, kayıplar nedeniyle ortaya çıkan depresyonlarda, bu durum daha hafif olabiliyor. Genelde sabahları çok kötü hissetmek, ciddi depresyonların ayırıcı bir özelliğidir. Depresyonda olan kişi kendini yeni güne hazırlayamaz, aynı şeyleri çekeceğini düşünerek rahatsız olur. En önemli şey hastanın hiç iyileşemeyeceğini düşünmesidir. İyileşeceğine inansa intihar olmaz. Ciddi depresyonlarda, psikoz düzeyine varanlarında sanrılar, yanlış inançlar ortaya çıkıyor.
Majör depresyon mu diyoruz buna?
Evet, bu daha ciddi boyutlardaki bir depresyon. Daha içsel sebeplere dayalıdır. Hasta kendini bunu çekmeye mahkûm olarak düşünür. Bazen haberler okursunuz gazetelerde. Önce çocuklarını ve eşini öldürmüş, ardından da intihar etmiştir. Burada hasta "Dünya o kadar kötü bir yer ki benim çocuklarım da kalmamalı" diye düşünüyor. Bu genelde vücuttaki kimyasal olaylardan kaynaklanır. Depresyon biyokimyasını en iyi bildiğimiz hastalık. Bazı maddelerin (noradrenalin ve serotonin) eksikliğine bağlıdır depresyon. Tedavide bu maddeleri yerine koyan ilaçlar kullanılıyor.
Bazı maddeler niye eksik olur?
Yapılan istatistikler gösteriyor ki hastalık kalıtımla geçiyor. Hatta tedavide de kalıtımın önemi var. Depresyon tedavisinde ailesinden birini iyileştiren ilaç o kişide de etkin oluyor.
Depresyonun derecesi nasıl belirlenir?
Daha hafif veya orta dereceli olan depresyonlar bir olaya, sebebe bağlı olarak çıkıyor. Belirtiler artmadan hasta hekime giderse tedavi daha kolay. Onlar aynı zamanda nörotiktir eski deyimle. Kendinden memnun olmayan demek nörotik. Burada intihar gibi bir risk yok. Eğer depresyon 'sakatlayıcı' ise ağırdır. Kişinin bir işle uğraşmasın, yataktan bile kalkmasını engelleyen depresyon türleri var.
Bu hastalar iyileşebiliyor mu?
İlaç tedavisinin yanı sıra elektrik tedavisi de uyguluyoruz bu tür hastalara. Ağır depresyonlarda hasta koma öncesi hale gelebiliyor.
Özellikle içsel sebeplerden kaynaklanan depresyonların daha ağır olduğunu söylediniz. Bu dışardan ayırt edilir mi?
Kişinin sürekli karamsar olması belirtidir.
İki kaşının arasında kıvrım olanlar vardır. Gamze gibi değil de kırışık şeklinde. 'Omega melankolika' diyoruz bu iki kaş arasındaki kırışıklığa. O da bir belirtidir. Yüzüne bakarak bile depresyonda olduğunu anlayabilirsiniz. Belirtiler arasında uykusuzluk, kilo kaybı, hayattan zevk alamama, dikkatin yoğunlaştırılamaması, yani okuyamama, TV izleyememe gibi.
İlaçlar yan etkileri nedeniyle ürkütüyor. Yeni nesil ilaçlar da yan etkili mi?
Antidepresif ilaçlar söylenenin, yıkıcı propagandaların aksine en değerli ilaçlar. Doğru kullanıldığında bu ilaçların kalıcı hiçbir zararı yok. İlk üretilen ilaçların ağız kuruluğu, düşük tansiyon, kabızlık, terlemeyi engelleme gibi yan etkileri vardı. Bu ilaçları verince hasta kötü oluyor. İlacın iyi etkilerinin ortaya çıkması 15-20 günü bulabiliyor. Yeni nesil ilaçlarda yan etkiler azaldı. Geçici yan etkiler olabiliyor tabii ki. Fakat bir ayda insanı değiştirebiliyor.
Depresyon tedavisi ne kadar sürüyor?
İlk defa depresyon geçiren bir hasta için eskiden iki ay gibi kısa sürelerde tedavi düşünülürdü. Bir ayda ilaçla depresyon düzelebiliyor ama bir ay sonra ilacı keserseniz tekrar geliyor. İlaç tedavisi altı ay sürecek ama aralıklı olarak hastanın görülmesi gerekiyor.
Depresyona karşı korunabilir miyiz?
Karamsar olmamak gerekiyor. Depresif hastalar çoğu zaman "Allah bana en kötüsünü verdi. Galiba beni cezalandırıyor" diye düşünüyor. Bu düşünceler daha ciddi bir hastalık için geçerli olabilir ama depresyon öyle bir hastalık ki tedavisi var. Hatta kolayca tedavi edilebilir bir hastalık. Onun için doktora gidilmeli.


Zung ölçeğiyle kendini test et!
Zung depresyon ölçeği 20 maddeden oluşan, depresif hastalığı karakterize eden belirtileri tanımanızı ve kendinizi değerlendirmenizi sağlar. Ölçekteki maddeler, depresyonlarda sıklıkla ortaya çıkan bedensel, fizyolojik, duygulanım ve bilişsel alanlardaki belirtilere göre hazırlanmış. ZDS'de yer alan belirtiler:

Kendimi halsiz, kederli ve hüzünlü hissediyorum

Sabahları kendimi iyi hissediyorum

Ağlama nöbetleri geçiriyorum ya da kendimi ağlayacak gibi hissediyorum

Uyumakta zorluk çekiyorum

İştahım iyi

Kadınlara, erkeklere bakmaktan, onlarla konuşmaktan ve birlikte olmaktan hoşlanıyorum

Zayıflıyorum

Kabızlıktan şikâyetçiyim

Kalbim her zamankinden hızlı atıyor

Sebepsiz yoruluyorum

Zihnim her zaman olduğu kadar açık

Alıştığım şeyleri kolaylıkla yapabiliyorum

Tedirginim ve yerimde duramıyorum

Geleceğe umutla bakıyorum

Her zamankinden daha tedirginim

Kolaylıkla karar verebiliyorum

Yararlı olduğuma inanıyorum

Hayatım oldukça dolu

Ölseydim herkes için daha iyi olurdu

Alışmış olduğum şeyleri yapmaktan zevk duyuyorum
Değerlendirme: Duruma en çok uyan 'hiçbir zaman' ya da 'ender olarak', 'arada sırada', 'sık sık', 'çoğunlukla' ya da 'her zaman' şeklindeki ifadelerden biri seçilerek işaretlenir. Bu ifadeler 'hiçbir zaman'dan 'her zaman'a 1-4 arası puanlanır. Depresyonun şiddetini belirlemek için şu puanlama kullanılır:
50'den aşağı puan: Normal sınırlar içinde depresyon yok
50-59 arası: Hafif düzeyde depresyon
60-69 arası: Orta-belirgin düzeyde depresyon
70 ve yukarısı: Şiddetli-en ileri düzeyde depresyon


Ya doğumdan sonra...

Yapılan araştırmalar yeni doğum yapmış annelerin yaklaşık yüzde 80'inin bitkinlik, kaygı ve gerginlik hissettiğini ve uyuma güçlüğü çektiğini gösteriyor. Bu depresyon birkaç gün sürüyor genelde, ancak kadınların yüzde 10'unda devam ediyor ve daha ağır bir hal alıyor.
Memorial Hastanesi'nden uzman psikolog Aslıhan Tokgöz, "Bu depresyonun belirtileri şiddetine bağlıdır. Depresyondaki anne günlük yaşamdaki sıkıntılarla başa çıkmakta zorlanır. Anksiyete, korku ve umutsuzluk hissedebilir. İştah ve uyku değişimi olur. Çok ağır durumlarda kendisine, başkalarına zarar verme düşüncelerine kapılabilir" dedi.
Doğum sonrası depresyonun belirtilerini 'özgüvende azalma, suçluluk duygusu hissetme, olumsuz düşünceler, hayatın anlamını yitirme, sinirlilik ve duygusallık, cinsel isteksizlik, unutkanlık' şeklinde sıralayan Tokgöz, şöyle devam etti:
"Doğum kadın vücudu için yorucudur. Hamilelik hormonlarının birden düşmesi, beyindeki kimyasal madde düzeyini etkiler. Düzensiz uyku ve yorgunluk da duruma katkı sunar. Annelik rolüne alışmak zordur. Anne, arkadaşlarıyla eski sıklıkta görüşemediğinden yalnızlık hissi yaşayabilir. Çalışan bir kadınsa iş ortamından ayrıldığı için boşlukta hissedebilir kendini. Bu dönemde annenin aile ve arkadaş desteğine çok ihtiyacı vardır. Özellikle eşin anlayışlı ve paylaşımcı olması durumun daha hafif geçmesini sağlar."
 

Bafone

New member
4.sayı

Araştırmalar gençler arasında depresyonun yaygın olduğunu gösteriyor. Depresyon belirtileri, gençlik çağı özelliklerinden pek ayırt edilemediği için yetişkinler tarafından fark edilemeyebiliyor. Türkiye'de işsizlik oranının yüksekliği, eğitimde fırsat eşitsizliği, gelecek tahminleri yapmanın güç oluşu ve eğitim sistemindeki sınavlar nedeniyle gençler arasında kaygı düzeyi yüksek. ÖSS bile tek başına gençler için büyük bir kaygı nedeni ve kaygılar depresyona zemin hazırlıyor. Özellikle sınava bir hafta kala, aileler psikiyatrların kapısını çalarak, çocuklarının sınav heyecanını yenmesi, daha çok çalışması için ilaç verilmesini istiyor.
"Bu dönemde çoğu genç depresyona giriyor. Depresyon tedavi edilmeyince gencin okul başarısının yanı sıra tüm geleceği etkileniyor. Bu gençler ilerleyen yaşlarda karşımıza öfkeli ve saldırgan bireyler olarak çıkıyor" diyen psikiyatrist Prof. Dr. Özcan Köknel'in sorularımıza yanıtları şöyle:
Depresyon gençler arasında yaygın mı?
Dünya Sağlık Örgütü'nün yaptığı bir araştırmaya göre depresyon az gelişmiş, gelişmekte olan ve gelişmiş ülkelerde aynı sıklıkta görülüyor. Tüm ülkelerde ruhsal hastalıkların görülme oranı aynı. Ruh sağlığı tamamen iyi olanların oranı yüzde 36-40. Bunun dışında kalanların yüzde 18-24'ü tedaviye gereksinim duyan ruhsal bozukluklara sahip. Geri kalan yüzde 40'ın yüzde 9'unda belli belirsiz ruh sağlığı sorunları var. Yüzde 18-24 içerisinde Türkiye'de tedaviye gereksinim duyanların oranı yüzde 21-22. Depresyona baktığımızda çıkış çağının gençlik çağı olduğunu görüyoruz. 2-24 yaş grubundaki her beş gençten birinde depresyon var. Depresyon, çağın en sık rastlanan hastalığı. Üstelik gençlerde ne yazık ki hastalığı tanımak da çok zor. Çünkü gençlerin tipik davranışlarıyla büyük benzerlikler gösteriyor.
Nasıl benzerlikler?
Mesela karşı çıkma, olumsuzluk, toplum dışı ve topluma karşı davranışlar, tedirginlik, asık suratlı olma, ters davranış ve tutum, aile çevresine uyum güçlüğü, aile sorunlarında işbirliğinden kaçınma, aileden uzaklaşma, odaya kapanma, okulda başarının düşmesi, giyime dikkatsizlik, sevgi ilişkilerinde reddedilme ve reddedilmeye karşı özel duyarlılık gibi durumlar hem gençlik çağına özgüdür hem de depresyona. Tanımı gerçekten güç oluyor. Bazen hekimler bile tanıyamıyor. Çok defa böyle bir gençle karşılaştığımızda aileye böyle bir ihtimal olduğunu söylüyoruz ama onlar kabul etmek istemiyor. Bunlardan biri Ataköy'de birkaç yıl önce intihar eden bir gençti. Depresyonda olduğu kesindi, aileye söyledik, hastaneye yatıralım diye. Ailenin hoşuna gitmeyen bir mesaj bu. Ondan sonra intihar etmişti. Özellikle depresyonda olan 10 gençten bir-ikisi intihar ediyor.


Ergenlik en zor dönem
Teşhisi güç dediniz. O zaman pek çok gençteki depresyonu kaçırıyor muyuz?
Gayet tabii kaçırıyoruz. Bazen 'asi genç, serseri' diyoruz. Alman okulunda bir hanım kız intihar etmişti. Okul elinden geleni yapıp aileyi uyarmış ancak aile çocuğun durumunu kabul etmemişti. Hakikaten riskli, tanımı ve tedavinin kabul ettirilmesi çok güç.
Ergenlik çağı da depresyon dahil bir sürü rahatsızlığa yatkın bir çağ değil mi?
Bu çağda endişe, merak, taklit, teşvik, özenti, özdeşleşme, sorumluluk, başkaldırma, bağımlılık, güçsüzlük, güvensizlik, arayış, deneme, yetersizlik, toplumsal ilişki, arkadaş etkisi var. Bunlar anahtar sözcükler. Mesela merak ve teşvik madde kullanmaya, endişe ve kaygı depresyona götürüyor. Bu çağda handikaplar var ve bu hayatın en büyük çatışmasıdır. Cinsel kimlik çatışması, ruhsal yapıyla çatışma, toplumsal yapıyla çatışmalar görülüyor bu çağda. Yetişkinler işlerine gelince gence, 'Sen büyüksün', işlerine gelmeyince de 'Küçüksün her şeye karışma' diyor. Bu çelişkili mesajlar da genç yaştaki bireylerde çatışma yaratıyor. Kaygı düzeyi artınca başta depresyon olmak üzere pek çok rahatsızlık ortaya çıkıyor. Madde bağımlılığı, çok zaman depresyondan çıkış yolu olarak görülüyor gençlerde. Yani madde bağımlılığı aslında ruhsal bir rahatsızlığın belirtisi.
Türkiye aslında çok zor bir ülke değil mi gençler için?
Beş tip aile var ve bunlardan dördü gençleri stres içinde yetiştiriyor. Bu açıdan Türkiye'nin de şansı yok. Çünkü bu aileler de birbirini devam ettiriyor. Bilgisiz aile, boşveren aile, çelişkili mesaj veren aile ve tutucu aile tipleri var. Bir tek iyi aile var o da ilgili ve bilgili ailedir. Bu aileler de Türkiye'deki ailelerin beşte biri. Öbür ailelerden yetişen gençler aynı düzeni sürdürüyor çünkü ortak bir bilinçaltı oluşuyor ve kuşaktan kuşağa geçiyor. Nasıl ki namus cinayetleri sürüyor, öyle düşünmek lazım.


Türkiye'de kontrol zorluğu var
Peki gençlerdeki depresyon yetişkinlerde görüleninden daha mı ağır?
Daha ağır ve daha zararlı. O yaştaki depresyon erken tanınmazsa sonuçları ağır oluyor. İleri yaşlardaki depresyonu tanımak daha kolay. Tedavi edilmeyen gencin depresyonu kronikleşiyor, toplumun dışında kalıyor, okuldan oluyor ve bu hastalık geleceğini belirliyor. Beş gençten biri demek çok sık görülen bir rahatsızlık demek. Depresyon tedavi edilebilen bir hastalık. Zamanında tanı konulursa kısa süre içinde tedavi ediliyor ve tekrarlamayabiliyor.
Tedavi edilmeyen gençler ileride nasıl bireyler olarak karşımıza çıkıyor?
Kızgın, öfkeli, çabuk parlayan kişiler olarak ileride karşımıza çıkıyor. Depresyondaki bazı belirtiler kültüre bağlı, bazıları kültürden bağımsız. Türkiye'de kültüre bağlı depresyon kızgınlık ve öfke şeklinde çıkıyor. Bizim kültürümüzde şiddet ve saldırganlık var. En basiti polikliniğe gelen hasta bağırıp çağırıyor. Asistan veya hemşire bunu terbiyesizliğe bağlar, oysa bunu ona yaptıran depresyonudur. Depremden sonra insanların çok öfkelendiğine tanık olduk, çünkü büyük bir kısmı depresyon geçiriyordu. Birçok Batı ülkesinde depresyon daha sakin ortaya çıkıyor, çünkü saldırganlıklarını kontrol edebiliyorlar.
Gençlik davranışlarıyla depresyon belirtilerinin çok benzediğini söylediniz. O zaman bir gencin depresyonda olduğunu yakınları nasıl anlayacak, erken teşhisini nasıl sağlayacak?
Hem depresyon hem de madde bağımlılığında anahtar olan bazı özellikler var. Bir çocuğun veya gencin alışılagelmiş davranışlarında değişim varsa şüphelenilmeli. Gençlik çağının kendine özgü davranışları vardır. Âdet görmeye başlayan bir genç kızın bazı tepkilerinin olması normal. 50 senedir gençlerle iç içeyim, onların en çok yakındıkları şey büyüklerinin kendilerini dinlememesidir. Hep 'Aklın ermez, bana akıl ögretme' deyip dururlar. Gencin de yetişkin yerine konulup dinlenmesi gerekiyor. Bir gencin 18 yaşına kadar alışılagelmiş davranışlarında değişiklik varsa sorun var demektir. Örneğin tembel bir öğrenci birden bire çalışmaya başlarsa, soru işaretidir bu. Kendini aniden dine veya felsefeye verebilir, bir kulübün fanatik taraftarı olmaya başlar veya bir ideolojinin militanı olur. Ani sapmalar her zaman tehlikelidir.


Okuldan korkan çocuğa dikkat
Çocuklarda da depresyon rahatsızlığı görülüyor mu?
Görülüyor ve daha çok okul korkusu şeklinde kendini gösteriyor. 5-6 yaşından itibaren görülebilir depresyon.
Çocuk depresyonunun varlığı nasıl ayırt ediliyor?
Biyolojik olarak bazı gereksinimlerde aksaklık varsa, örneğin yemek yemesinde, uykusunda sorun oluyorsa çocukluk depresyonu mu diye düşünülmeli. Tanı koymak güç değil. Çocuklardaki depresyonun en büyük belirtisi okul korkusudur ve bu genelde atlanır. Depresyondaki çocukta ayrılık kaygısı gelişebilir, annesinden ayrılmak istemez, anneye sıkı sıkı sarılır, anne ve babanın öleceğinden korkar. Yaşamöyküsünde ayrılma kaygısı bulunabilir. Örneğin 15 yaşına kadar okula gidip ardından okula devam etmek istemiyorsa bir genç buna okul korkusu denmemeli. Burada depresyon vardır.
Çocuklardaki depresyon nasıl tedavi ediliyor?
Onlarda daha çok oyun tedavisi ve grup tedavisi yöntemleri uygulanıyor.
İlaç daha düşük dozlarda kullanılıyor. Çocuklarda tabii ki intihar olmuyor.


Genç erkekler, kızlara göre daha şanslı
Depresyon sıklığı açısından genç kız ve genç erkek ayrımı var mı?
Üçte bir oranında genç kızlarda daha fazla, hatta bazen yarı yarıya çıkıyor. Çünkü kadınlarda hormonal sistem farklı, hücre dizilimi farklı. Kadınların beyinlerindeki sağ yarımküre egemen ki bu duyarlılık ve tasarım gücü anlamına geliyor.
Bu, beraberinde çatışma ve kaygı getiriyor.
Erkekte beynin sol yarımküresi egemen.
Yani gördüğünü algılar, gerçekçidir erkek.
Belli dönemlerde size gelen hasta sayısında artış olur mu? Mesela sınav dönemlerinde?
Olur. Hem depresyonlarda hem de genel kaygı bozuklukları ve psikosomatik hastalıklarda artış olur. Beş gençten biri depresyona yatkın olduğuna ve sınav da bir stres olduğuna göre görülme riski artar tabii. Ailelerin sınavlara bir hafta kala, 'İlaç verin çalışsın, ilaç verin sınavda heyecanlanmasın' şeklinde komik beklentileri olur bizden. Üstelik bunu söyleyenler sosyoekonomik düzey açısından ileri diyebileceğimiz ailelerdir. Böyle bakınca gençlerin hali acı diye düşünüyorsunuz. Üç kuşağı da tanıdığım için, onların anne ve babalarının da aynı olduğunu söyleyebilirim. Türkiye'de bir bilim var bir de bilim dışı yaşantı var. Türkiye'nin yaşantısı her alanda bilim dışı.
Sınav stresi çok belli başlı bir etken. Sınavı kaldıramayacağımıza göre ne yapmamız gerekiyor?
Gençlere çocukluktan itibaren engel aşma, sorun çözme eğitimi verilmeli. Hepimiz bilgi edinmeye çalışıyoruz ama onu nasıl kullanacağımızla ilgilenmiyoruz. Bilginin amacı, karşılaşılan engelleri aşmaktır. Hayatın kendisi bir sınav ve sınavlar hep olacak. Bununla yaşamayı öğrenmek ve mücadele etmeyi bilmek gerekiyor
Gençlerde tanı nasıl konuluyor?
Hiçbir zaman tek bir belirti depresyon tanısı değildir. Hepimizde zaman zaman kaygı, kapalı iştah, uyku bozukluğu olabilir. Depresyon demek için elem yönündeki tüm duygularda artış olması gerekir. Dikkat, algı ve bellekte azalma, okul başarısının düşmesi olabilir.
Depresyon gençlerde ne zaman tehlikelidir?
İntihar lafı ediyorsa dikkatli olunmalı. Genç veya yetişkin olsun intihar edecek kişi mutlaka mesaj verir. Örneğin, 'Ben o kadar kötü bir insanım ki kimse beni sevmiyor' gibi suçluluk, günahkârlık hisleriyle, 'Yaşamaya değmez' düşüncesi. Depresyon vakalarında intihar, durup dururken veya hasta iyileşmeye başladığında görülebilir. En çok intihar edenler genellikle öfkeli ve kızgın olanlarıdır. Bu duygular saldırgandır. Tedaviyle bu duygular kontrol ediliyor ve hasta bunları başkalarına yöneltemiyor. Ancak bu sefer saldırganlığı kendine yöneltiyor.
Tedavide neler yapılıyor?
Hastalık döneminde yapılacak ilk tedavi hastanın üzerindeki stresin kaldırılmasıdır. Çalışıyorsa işe gitmemeli. Ev hanımıysa sorumluluktan arındırılmalı. Depresyona yatkın bir kişiyse ya davranışçı ya da bilişsel tedavi uygulanmalı. Depresyona yatkın kişilerde öğrenilmiş bir çaresizlik vardır. 'Ben bunu yapamam, edemem, zaten şanssızım' şeklinde düşünürler. Bilişsel tedavide, nasıl ki tenis oynamak için beceri kazanmak gerekiyorsa, öğrenilmiş çaresizliğin üstesinden geliniyor. Yani varolan dikkat, algı, bellek, mantık belirli şekillerde geliştirilir.
 

Bafone

New member
5. Sayı

Michael Jackson, Kim Basinger, Abraham Lincoln ve Cher'in ortak noktalarının ne olduğunu biliyor musunuz? Muhtemelen onların da paylaşmak istemeyecekleri bu ortak nokta panik atak. Görülme sıklığı giderek artan ve insanda birazdan ölecekmiş duygusu yaratan belirtiler gösteren panik atak, zor bir hastalık olsa da doktorlar tarafından kolayca teşhis edilebiliyor.
Eğer bir süredir durup dururken kalp atışlarınız hızlanıyor, tansiyonunuzun yükseldiğini hissediyor, nefes alamayacak gibi oluyor, aniden terliyor, başınız dönüyor, mideniz bulanıyor ve ciddi ölüm endişesi taşıyorsanız, hastalığınız panik atak olabilir. Hele bu belirtilerle kalp veya tansiyon sorununuz olduğunuza karar vererek bir uzmana gitmiş ve hiçbir bulguya rastlanmamışsa panik atak olma ihtimaliniz daha da fazla demektir. Hastalık tedavi edilmediğinde kronikleşiyor ve insanın dışarı çıkmasına bile engel oluyor" diyen Panik Atak Dostları Derneği Genel Başkanı Psikiyatrist Muzaffer Uyar, sorularımızı yanıtladı.


Belirtileri korkutucu
Panik atak nasıl bir hastalık?
Psikiyatride kısaca anksiyete bozukluğu deniyor. Nöbetler halinde yaşanan evreler var. Aslında hem hekimler hem de hastalar hastalığı tarifte zorlanıyor. Mesela hasta, "Bir gün taksiyle işe gidiyordum. Birden- bire kalbim fena halde çarpmaya başladı, size anlatamam. Sanki kulaklarımda davul çalınıyordu. Bir süre sonra ellerim titremeye başladı, nefes almakta zorlandım. Kontrolümü yitiriyorum duygusu gelmeye başladı. Tansiyonumun çok yükseldiğini, kalp krizi geçirdiğimi düşündüm. Taksiye hemen bir hastanenin aciline götürmesini söyledim. Ancak yarım saat sonra hastaneden yürüyerek çıktım. Doktorlar bende hiçbir şey bulamadılar" şeklinde bir öykü anlattığında bunun tipik bir panik atak olduğunu bilirsiniz. Ancak panik atakta tek bir görünüm olmadığı için tarifte zorlanıyoruz.
Bazı tiplerinde yüksek tansiyon belirtileri görülüyor. Hastanın elleri-ayakları uyuşuyor, felç geçiriyormuş gibi oluyor. Görme bulanıyor. Bazılarında göğüs ağrısı, şiddetli veya düzensiz kalp atımı oluyor. Bazıları nefes alamıyor, boğulduğunu hissediyor. Bu da akciğer belirtilerinin ön planda olduğu bir panik atak. Bazılarında 'Aklımı mı kaybediyorum, düşüncelerim dağılıyor, çığlık atar mıyım, uygunsuz bir şey yapar mıyım?' düşünceleri oluşuyor. Bazılarında şeker hastalığını taklit eder ve hasta vücudunun yandığını hisseder. Her birinde belirti kümelerinden bulunabiliyor, üstelik sonra şekil de değiştirebiliyor. Tansiyon belirtileri, akciğer belirtilerine dönüşebiliyor veya iç içe giriyor. Hastalığın tarifi zor olsa da tanısı çok kolay.
Görülme sıklığı nedir?
Yüzde 10'lar civarında görülüyor Türkiye'de. Depresyon, dünyanın her yerinde kolay test edilebilen bir hastalık. Panik atağın tespit edilmesindeki güçlük ise hâlâ tanı kriterlerinin standarda oturmamış olması. Üzerinde tartışılıyor. Değişik görünümlerde seyredebiliyor. Pek çok hasta birkaç nöbet geçirmiş ama bunu anlatmak istemiyor. Ancak sürekli cebinde bir ilaç taşıyor.
Panik atak yeni tanımlanmış bir hastalık mı?
ABD tanı kriterlerine 1990'lı yıllarda girdi. Daha önce de hastalık vardı ama kalp tipi olana 'kalp nevrozu' deniyordu, hastalık hastalığı şeklinde tanı konulurdu. Hastalık tarif edildikten sonra bir çok hasta 'Bende de bu var' diye başvurdu.
Bu hastalık, bazı sosyal özellikler taşıyor. Mesela bir ülkenin batısında (gelişmiş bölgede) doğu bölgelerine göre daha fazla görülüyor. Eğitimli kesimde de daha sık rastlanıyor. ABD'de dört kişiden birinde, Türkiye'de ise 10 kişiden birinde panik atak var. Filistin'de yok mesela. Çünkü orada reel korkular var, insanların kafasına bomba düşüyor. Oraya belli bir sosyal düzen gelirse bazı korkular panik atak olarak sürecek.
İnsanların hayata karşı duyduğu bütün korkuların yansıması bu hastalık. Modern toplumlar reel korkulardan uzaklaşıyor, onların daha sanal korkuları var. Dünyada son dönemdeki değişiklikler, fazla bireyselleşme, büyük mahallelerin fonksiyonlarını yitirmesi, yakın desteklerin kaybolması etkili olabilir.


Depresyon tetikleyebilir
Depresyon ve panik atak arasında nasıl bir ilgi var?
Karışık bir ilgi. Bazı insanlarda panik atak bir depresyon sürecinin ardından başlıyor. Bazen depresyondayken de panik atak oluşuyor. İki tür reaksiyon var burada. Depresyonu geçince panik atağa girenler, depresyonu geçtikten sonra panik atağı devam edenler. Hep endişe içindedir panik ataklı. Sıkıntılı günler depresyonu çağırabilir ama tam da depresyona girmeyebilir. Bazen de panik atağı olan biri depresyona girince panik atağı geçebiliyor. Depresyon insanı hayattan uzaklaştırıyor, panik atağın aksine. Panik atakta alarm hali var depresyon daha donuktur. Depresyonda hayatın voltajı düşmüştür.


Cinsiyet ayrımı yok
Depresyonda olduğu gibi panik atak da kadınlarda daha mı fazla görülüyor?
Aslında eşit gibi. Erkeklerde artış olduğunu görüyoruz. Kadınlar daha kolay psikiyatrlara giderler, o yüzden kliniklerde kadın ağırlığı olabilir. Erkeklerde madde ve alkol kullanımı yaygındır. Bunlar panik atak, obsesyon gibi rahatsızlıkları baskılar. Bunlardan ötürü erkeklerde daha az görülüyormuş gibi düşünülebilir ama eşit.
Kimler panik atakta risk grubundadır?
Ağırlıklı olarak en çok fobik insanlarda görülüyor. Çocukluğundan beri gece korkusu olan, annesinden ayrılamayan, okula gitme korkusu olanlar riskli. Bu hastalık en çok fobiye yakın. Aile bağları kuvvetli, ailesi korumacı olan ve gerçekleştirmesi gereken kopuşu gerçekleştirememiş kişilerde fazla görülür. Obsesifler, pskiyatrik semptomlara yakın olanlar, çabuk duygulanan, sinirlenen kişiler de risk altında. Sosyal anlamda da eğitimli grupta daha fazla. Eğitim derken okul eğitimini kastetmiyoruz sadece. Aile eğitimi fazla almış olanlar, hizaya sokulmuş insanlarda da görülür. Çünkü fazla eğitim güdüleri öldürüyor. Çaresiz öfke yaşayanlarda fazla rastlanıyor.


Hasta neler hisseder?
Panik atakta görülebilecek negatif düşünceler:

Ölmek üzereyim

Kalp krizi geçiriyorum

Aklımı yitirmek üzereyim

Kendimden geçmek üzereyim

Tıkanmaktan öleceğim

Nefes almam mümkün olmayacak

İnme inecek, felç olabilirim

Kontrolümü kaybediyorum

Tansiyonum çok yükseldi ve beyin kanaması geçirmek üzereyim


Panik atak belirtileri

Hızlı ve şiddetli kalp atışı

Ellerde titreme

Mideye bir şey çöküyor hissi

Avuç içlerinde terleme

Her tarafta sıcaklık hissetmek

Diz ve bacaklarda güçsüzlük veya esneklik

İç titremesi, titreme duygusu

Ağız kuruluğu

Boğazda yumruk hissi

Göğüste basınç

Hızlı nefes alıp verme

Bulantı veya ishal

Baş dönmesi, sersemlik, göz kararması

Gerçekdışılık hissi (rüyada gibiyim)

Net düşünememe

Bulanık görme

Kısmen felce uğramışlık duygusu

Ayrılma ya da hayal gibi hareket etme duygusu

Çarpıntılar veya düzensiz kalp atışları

Ellerde, ayaklarda ve yüzde karıncalanma

Göğüs ağrısı

Bayılma hissi

Midede titreme, heyecan

Soğuk ve ıslak eller

Üşüme, ürperme


Yaşamak için korkuyoruz
Şehir hayatı panik atağı nasıl besliyor?
Kişi, panik atak olmadan önce mesela viyadükten geçebiliyor, gemiye, uçağa binebiliyor. Ancak 40 yaşından sonra panik atak olunca binemiyor. Hasta, 'Herhangi bir yerde panik atak nöbeti geçiririm ve çaresiz kalırım' diye düşünüyor. Güvenlik kaygıları objelere yöneliyor. Burada şehrin etkisini şöyle açıklamak mümkün: İnsanın sağlıklı veya hasta olduğunu ayırt eden bir içgüdüsü var. Panik atak sırasında ise bu içgüdü çalışmıyor. Kedide de bu içgüdü var ancak onu alıp bir otoyolun ortasına koyarsanız, yüksek gürültüden ve başka etkenlerden içgüdüsü çalışmaz ve bir süre sonra ezilerek ölür. Mesela İstanbul'da uydukentte yaşayan birini düşünün. Kurtlarla karşılaşma olasılığı yok, güvenlik var. Korkuları sanallaşmaya başlayacaktır. Reel korkuda içgüdü çalışır ama sanal korkuda içgüdü çalışmaz. Varoştaki insanda korkular daha reel olduğu için içgüdü çalışır.
Panik atakta genetik faktör etkili mi?
Genetik bir özellik bulunmuş değil. Sosyal yönü çok kuvvetli olmasına rağmen organik bir etken olduğunu düşünüyorum hastalıkta. Panik ataktaki olayı bir tür otomobil alarmına benzetebiliriz. Alarm hassas değilse hırsız götürse bile çalmaz arabanın alarmı. Oysa hassas bir alarmda yaprak düşse ötme olur. Panik atakta da sahte bir alarm durumu söz konusu. Vücudun korku sisteminde ayarı hassaslaştıran bir madde olabilir. Korku, bizde hayat kurtarmak için çalışan bir duygudur. Korku alarmı geldiğinde vücut adrenalin salgılar ve sizi korkuya hazırlar. Gözbebekleri büyür ki etrafı iyi göresiniz. Kulaklar gerilir, bunun amacı da iyi duymanızdır. Kaslarınız kaçmanız veya saldırmanız için gerilir. Tansiyon yükselir, salgılar azalır. Panik atakta da bu adrenalin sistemi sahte bir alarmla çalışıyor. Panik hastasının durup dururken gözleri büyüyor, kulak zarı geriliyor, göz- bebeği büyüdüğü için etraftaki objeleri değişik görüyor kişi. Kulak zarı büyüdüğünden sese karşı bir hassasiyet oluşuyor. Ancak bunu bir araba frene bastığında hissetse normal diyebilirdik. Çünkü bir bağlantı olurdu. Panik atakta vücut hazırlanıyor ama korku objesi yok.
Fiziksel belirtileri gerçekten yaşıyor mu panik ataklı?
Gerçekten tansiyon yükseliyor, kalp atışı hızlanıyor. Kimi zaman tansiyon 25 olabiliyor. Panik atak hastaları sık sık şunu sorarlar. "Başka birinin kalbi çok hızlandığında ya da tansiyonu çok yükseldiğinde ölüyor da neden bize bir şey olmaz diyorsunuz." "Çünkü bugüne kadar panik ataktan, korkudan ölmüş kimse yok" diyoruz. Çünkü korku, hayat kurtarma reaksiyonudur. Panik ataktaki belirtiler sahte bir alarma karşı hayat kurtarmak için çalışıyor.
Panik ataklılar intihar eder mi?
Etmez. Çünkü panik ataklının durumu suyun altında kalmış ve yüzeye çıkmaya çalışan bir insanın durumudur. Yönü yaşama doğrudur.
 

Bafone

New member
6.Sayı

Panik bozukluğu olan hastalar, ataklar nedeniyle zamanla yaşamlarını değiştiriyorlar. Şiddetli ölüm korkusu ve kontrollerini yitirme duygusu nedeniyle sık sık hastanelere taşınırlar, işlerinde çalışamazlar, hatta uykuda ölmekten korktukları için uyuyamazlar. Kimi panik ataklıların cenaze, ambulans veya itfaiye aracı gördüğünde bile fenalaşma hissi yaşadığını belirten Dr. Muzaffer Uyar, uçağa, vapura binemeyen, hatta panik yaşama korkusuyla otomobilini bile satan hastalar olduğunu söyledi.
Hastalıklar panik atak yaratabilir mi veya panik atak başka rahatsızlığa neden olur mu?
Panik atak hastalık yaratmıyor. '20 sene panik atak yaşadım, kalp atışlarım hızlandı. Şimdi kalp hastasıyım' diye bir şey yoktur. Fakat bazı hastalıklar panik atak yaratabilir. Tiroid ve bazı hormonal hastalıklar çıkarablir panik atağı. Kalp, tansiyon hastalıkları da panik atağa yol açabilir. Mesela kimi panik ataklılarda hipertansiyon da görülür. Bunlar çok zor gruplardır. Panik atakta tansiyon çabuk yükselir, çabuk düşer. Hipertansif olan ise daha güç düşer.
Panik atakla seyreden psikiyatrik rahatsızlıklar da olabilir mi?
Panik atağa bağlı bir çok rahatsızlık at başıdır. Mesela panik atak artı obsesiflik olabilir, fobilerle devam edebilir. Mesela uçak fobisiyle beraber seyrediyor. En zor fobidir bu. 'Uçakta panik atak geçirir miyim?' diye düşününce durumun zorluğu katlanıyor. Depresyona, paranoyaya eşlik eden panik ataklar var. Klostrofobi var, panik atağa eşlik eden. Değişik formları var. Mesela sanatçılarda çok görülüyor. Bunun performans fobisiyle alakası var. Sahneye çıktığında bayılır mı, tuvalet ihtiyacı olur mu, dili tutulur mu diye endişelenir sanatçı. Bu, sanat hayatının bitmesine bile neden olur.
Panik atak hastası tedavi olmadan hayatını sürdürebilir mi? Tedavi olmazsa ne tür zorluklarla karşılaşır?
Fiziki zarar vermiyor panik atak. Fakat sosyal olarak zararlı. Sosyal kaçınganlık yapıyor, insan ilişkilerindeki başarıyı, performansı bozuyor. Panik ataklı terfi etmek, yer değiştirmek istemez, belli alanlara mahkûm kalır.
Panik atak nasıl tedavi ediliyor?
Tedaviye ne kadar geç gelinirse o kadar zorluk yaşanıyor. Erken başvuranlarda tedavinin sonucu daha kolay alınabiliyor. Sadece ilaç kullanılarak tedavi edilen bir hastalık değil panik atak. İlaç yardımcı oluyor ancak terapi çok önemli. Hastalara bu hastalığı yenmeyi öğretmek gerekiyor. Tedavi süreci kimi zaman bir-iki yıl bile sürebilir. Kronik panik ataklılarda da tedavi yüzde 90'lara ulaşabilir ama burada süre uzundur. Hastaların yüzde 10'u tedaviye karşı dirençlidir. Panik ataklıların yakınlarıyla terapi ekibinin işbirliği içinde olması gerekiyor. Tedavide dört temel unsurdan söz ediyoruz; davranış terapisi, bilişsel terapi, ilaçlar ve gevşeme teknikleri. Davranış terapisinde amaç, istenmeyen davranışı değiştirip kontrol altına almaktır. Güç durumlarla nasıl başa çıkılacağı, yüzleşme yoluyla öğrenilir. Bu terapide sonuca ulaşmak uzun zaman alsa da, kişi tüm yaşam boyu kullanabileceği iyileşme tekniklerini geliştirir. Bilişsel terapide amaç verimsiz düşünce şekillerini değiştirmektir. Duyguları incelemek, gerçekçi düşünceyle gerçekçi olmayan düşünceyi birbirinden nasıl ayırt edeceğini öğrenir kişi. İlaçlar ise semptomlara yol açan kimyasal dengesizliklerin düzelmesine yardımcı olur.


Gevşemeden olmaz
Alınan ilaçlar pek çok kişide işe yarar ve diğer tedavi seçeneklerinin kullanılmasına yardımcı olur, ancak çoğu ilacın yan etkileri vardır. Panik atak tedavisinde gevşeme tekniklerinden de yararlanıyoruz. Bunun içinde nefes alma eğitimi ve egzersizler yer alır. Anksiyeteye eşlik eden stresin ortadan kalkmasına yardımcı olur. Bu sayede tüm yaşam boyu kullanılabilecek iyileşme yeteneği geliştirilir.


İlaç gibi egzersizler
İyi nefes ağır, derin ve sessiz olmalı. İyi bir nefes yavaş olarak burundan alınır, sessizdir ve akciğerin bütününü doldurarak diyaframı aşağı iter. Yapılan araştırmalar modern toplumlarda yaşayan insanların büyük çoğunluğunun ciğerlerinin dörtte birini veya beşte birini kullandıklarını gösteriyor. Nefes egzersizinde amaç, akciğerin bütününü kullanmaktır. Nefes alma egzersizine başlamadan önce sağ avucunuzu göbeğinizin hemen altına, sol elinizi göğsünüzün üstüne koyun ve gözlerinizi kapatın. Nefes almadan önce ciğerinizi iyice boşaltın. Ciğer kapasitenizi hayali olarak ikiye bölün ve 'biir' , 'ikii' diye içinizden sayarak ciğerinizin bütününü doldurun.... Kısa bir süre bekleyin, 'bir-iki' diye sayarak, nefesinizi aldığınızın iki katı sürede boşaltın. Egzersizi bir kere daha tekrarlayıncaya kadar en az 4-5 normal nefes alın. Derin nefese devam edersiniz baş dönmesi olabilir.


Gevşeme yöntemleri
Gevşeme, bedeninizdeki gerilimden kurtulmayı sağlar. Yerinize iyice ve rahatça yerleşin. Gözlerinizi kapatın ve dikkatinizi önce kollarınıza, özellikle ellerinize çevirin. Ellerinizi yumruk yapın ve bunu yaparken el ve kollarınızdaki gerilime dikkat edin. Şimdi her iki elinizi de bileklerden, parmak uçları tavanı gösterecek şekilde bükün. Ellerinizin üst kaslarını ve kolunuzun üst tarafını kasarak iyice gerin. Gerilimi hissedin. Ardından gevşeyin ve kollarınızı eski pozisyonuna getirin. Gerginlik ve gevşeme arasındaki farkı hissedin.
Bu alıştırmaları kafa, boyun, omuz için de tekrarlayabilirsiniz. Kafanız için, alnınızı kırıştırın, gözlerinizi sıkıca kapayın, ağzınızı iyice açın ve dilinizi damağınıza doğru itin. Çenenizi kuvvetlice sıkın. Boyun egzersizinde, kafanızı geriye itin. Kafanızı göğsünüze değecekmiş gibi öne eğin. Kafanızı sağ omuzunuza doğru döndürün, ardından sol omzunuza doğru döndürün.
Omuz egzersizlerinde ise omuzlarınızı kulaklarınıza çekecekmiş gibi yukarı çekin.
 

Bafone

New member
7.Sayı

Depresyon, panik atak gibi birçok ruhsal hastalıktan hem korunmak hem de bu rahatsızlıkları hafif geçirmek için doğru beslenme çok önemli. İstanbul Teknik Üniversitesi Gıda Fakültesi'nde de dersler veren beslenme uzmanı Doç. Dr. Huriye Wetherilt, zihinsel işlevlerle beslenme arasında sıkı bir ilişki olduğunu söylüyor. Kötü beslenme tarzının depresyon başta olmak üzere pek çok rahatsızlığa neden olduğunu anlatan Wetherilt'in sorularımıza yanıtları şöyle:
Beslenme ruhu nasıl etkiler?
Beynimizde, sinir sistemimizde, sinirler arasında iletişimi sağlayan nörotransmiter denilen maddeler bulunur. Nörotransmiterler, besinlerde bulunan öğelerden yapılıyor. Besin öğelerinin yetersiz alınması durumunda merkezi sinir sistemi yeterince çalışmaz. Depresyonda besin öğeleri kronik olarak eksik olursa beyinsel ve zihinsel işlevler aksıyor. Ama bu besin öğeleri dengeli alınırsa hiç olmazsa depresyonun etkinliği hafifletilir.
Panik atakta ise adrenalin hormonu etkin. Devamlı poğaça gibi hamurlu, çok şekerli, gazlı içecekler ve hazır meyve suları tüketmek zararlı. Çünkü bunlar insülin hormonunda iniş-çıkışlara neden oluyor. Bu beslenme tarzında insülin salgısı artıyor. Bu durumda böbrek üstü bezleri adrenalin salgılıyor ve fazla heyecan, panik atak oluşuyor. Kan şekeri hızlı bir şekilde düşünce de depresif durum oluşuyor.
Ne tip beslenme tetikliyor?
Beynimizi amino asitler besler. Depresyonda en önemli etken serotonin düzeyinin yetersiz olması. Serotoninin de ana kaynağı triptofan denilen madde. Amino asitlerden yetersiz beslenen kişilerde bu maddenin de eksik olması söz konusu. Depresyonun bir başka nedeni de adrenalinin az olmasıdır. Adrenalinin kaynağı tyrison (trizon) amino asitidir. Tyrison'dan adrenalin yapılıyor, triptofandan da serotonin yapılıyor.
Amino asiti nelerden alabiliriz?
Amino asitler, vücut proteinlerimizi oluşturur. Bunlar beyin hücrelerinin gelişmesi ve normal çalışması için elzem olan DNA, protein, enzim ve sinir hücreleri arası iletişimi sağlayan dopamin, serotonin, norepinefrin gibi maddelerin (nörotransmitter) ön maddeleridir. Amino asitler, yumurta, et, balık, süt, yoğurt gibi hayvansal gıdalarda beynin yararlanması için en iyi oranlarda bulunurlar. Ancak mercimek, nohut, fasulyede de vardır.
Eğer tam buğday unundan yapılmış ekmek veya tahıl taneleriyle birlikte tüketilirlerse protein değerleri hayvansal proteininkine yaklaşır.
Depresyon ve panik atakta nasıl beslenmek gerekiyor?
Bu sorunları olanlar şeker, saf nişasta, kafein (çay, kahve, gazlı içecekler), alkol ve katkı maddeli besinleri çıkarmalı. Şeker, saf nişasta ve katı yağlardan arındırılmış bir diyette balık, omega 3 yağ asitleri, zeytinyağı, fındık, gerekirse doktor kontrolünde B grubu, C ve D vitaminleri, demir, çinko, selenyum ve özellikle magnezyum eklenir. Serotoninin yapımında niacin, B6 ve çinko önemli. Niacini etten, ekmekten alabiliriz. Adrenalinde de niacin, folik asit ve B12 önemli. Kurubaklagiller, fındık, badem, ceviz ve tam buğday ununda var bu maddeler.
B12 çok önemli ve bunu ancak et, tavuk, balık, yumurta, süt, peynir gibi hayvansal besinlerden alabiliyoruz. Nüfusun yüzde 20-25'inde B12 yetersizliği var. Ayda bir-iki kez et yiyen, düzenli süt içenlerde yetersizlik olmaması gerekiyor, ama olabiliyor. Nedeni, B12 vitaminin emilimi için mideden salgılanması gereken bir maddenin yeterince salgılanmaması. Bu madde vücutta doğal olarak var, ancak bazı kişilerde salgılanmadığı için B12 vitamini vücut tarafından emilemiyor.
B12 eksikliğinde beyin ve sinir sisteminde geri dönüşü olmayan harabiyet oluşur ve depresyona neden oluyor. Depresyonun bir nedeni de tiroid hormonunun yetersiz çalışmasıdır. Psikiyatrlara başvuran hastaların ilk önce triodine bakılmalı, ardından antidepresan verilmeli.
Folik asit ve C vitamini de depresyonda çok önemli. C vitamini taze meyve ve özellikle yeşil yapraklı sebzelerde bulunuyor. Yine depresif hastalarda magnezyum yetersizliği olabiliyor. Depresyonlu hastalarda tablet şeklinde verilebilir. Çinko düzeyi yetersiz olursa bu da depresyona neden olabilir. Özellikle hamileler ve emzirenlerde eksiklik oluşabiliyor. Keza hamilelik sırasında ve sonrasında depresyon görülüyor. Orta yaşın üzerindekiler balıktan veya keten tohumundan omega 3 yağ asitleri almalı.
Tüketilen balığın kültür değil denizde yaşayan balık olması önemli. Çok kilolu olmanın da getirdiği depresyonlar var. Özellikle genç kızlarda bunu görüyoruz. Hamur, şeker, turşu, sirke, şarap gibi gıdalar maya hassasiyeti olan kişilerde depresyona neden olabiliyor. Bağırsak mukozasına hasar verdikleri için vücuttan atılması gereken toksinler atılamıyor ve vücutta emilip depresyona neden olabiliyor.
Maya hassasiyeti nasıl anlaşılır?
Kan şekerinde düşmeler, baş ağrıları, saçlarda dökülme, tırnaklarda kırılmalar, genel bir nefes darlığı şeklinde kendini gösterebiliyor. Depresyonun kaynağında bu hassasiyet yatabilir. Yine alerjilerde aşırı histamin salgılanması depresyona neden olabiliyor. Genel olarak aldığı gıdalarda ağır metal, aflatoksinler (kırmızı pul biberde, bulgur, mısır, fıstık ve cevizde bulunan küf) depresyona neden olabilir. Çünkü sinir sistemine zarar veriyor.


Menopozda soya fasulyesi
Regl dönemi, doğum sonrası ve menopozda görülen depresyonlarda nasıl beslenilmeli?
B tür depresyonlar hormon düzensizliklerine bağlıdır. Alkol, tuz, çay, kahve, kola gibi içeceklerle katı yağların sınırlanması; balık yağları B6, kalsiyum, folik asit, çinko, magnezyum ve soya fasulyesi takviyesi bu sıkıntıların giderilmesinde yararlı. Soya östrojeni, menopozda sık görülen gece terlemelerini, ateş basmalarını ve kemik yıkımını kontrol altında tutabiliyor
Depresyondaysak nasıl beslenerek hastalığı hafifletiriz?
Doğal, dengeli, düzenli beslenir, katkı maddeli ürünler tüketilmezse hafifletilebilir. Tam buğday unundan yapılmış ekmek, peynir, kolesterolü yoksa tereyağı da yenebilir. Tereyağının probiyotik etkisi de var. Özellikle mevsiminde bol olan sebze ve meyveler tüketilmeli. Yoğurt, süt, peynir yenmeli. B grubu vitaminler yeterince alınır, aşırı unlu, şekerli, gazlı içeceklerden uzak durulursa da depresyon hafif geçebilir. Depresif insana B grubu vitaminler, çinko ve C vitamini içeren antioksidan karışımlı tabletler önerilebilir. Burada aşırıya kaçınılmamalı fazla doz sinir harabiyetleri yapıyor. Özellikle B6 vitamini hamilelerde fazla kullanıldığında düşük yapabiliyor.
Ailesinde depresyon olanlar riski azaltabilirler mi?
Depresyon anne babada varsa çocukta da ciddi bir etken. Bu durumda beslenmeye dikkat edilmeli. Depresyonun önlenmesinde soya fasulyesi ve yumurtanın sarısında bulunan lesitin, colin gibi maddeler önemli. Çünkü bunlar nörotransmiterlerin ön öğeleri.


Gülemiyorsan, öğren...
Depresyon ve Panik Bozukluk Merkezi Yöneticisi Psikiyatr Dr. Nihat Kaya'ya göre hem depresyon hem de panik atakta yapılabilecekler var. İşte Kaya'dan 'Doğal On Altın Kural':

Pozitif düşünce ve kararlılık.

Doğa kanunlarına ve genel haline uyum, doğanın önemli bir parçası bilinciyle hareket etmek.

Dengeli, düzenli beslenmenin yanı sıra biyolojik saatin sonbahar-kış bakımını gerçekleştirecek yiyecek içeceklere dikkat etmek.

Düzenli egzersiz, hareketlilik.

Sonbahar-kış gelmeden önce bu mevsimlerle ilgili hedefler koymak ve arkadaş grupları oluşturmak.

Tembel, miskin, bezgin, mutsuz ve bağımlılık davranışları olan arkadaşlardan uzak durmak.

Mizahla ilgilenmek, mutlaka gülmek, gülemiyorsak öğrenmek.

Aile değerlerini önemsemek.

Hangi işte olursa olsun işini önemseme, işin hakkını vermek.

Temel insani değerlere sahip olma, kişilikli, nitelikli insan olmak.

ALINTIDIR!!! (Radikal Gazetesi Hatice Yasarın Bir Haftalık Yazı Dizisinden Alıntıdır.)​
 

HTML

Üst